Tanıtım
Annemi dört sene önce kaybettik, canımın içi güzel annem. Bizi bırakıp gittikten sonra hayat daha da bir zor olmaya başlamıştı. Zaten hayat bize ne zaman iyi davrandı ki? Babam Diyarbakır'da inşaat işlerinde çalışan bir işciyken, yolu Rusya'ya düşmüş. Annemle orada tanışıp ilk görüşte aşık olmuşlar. Belki bir çoğuna çok saçma gelsede annem orada ki tüm ailesini bırakıp, Diyarbakır'a babam için gelmiş. Annemin ailesi zengin bir aileymiş, ama tüm bunlara rağmen inşaat işçisinin peşine düşüp gelmiş. Tabiki de ailesi bu aşka evliliğe karşı çıkmış. Ya o adam, ya biz dediğin de annem bir an bile düşünmeden babamı seçmiş. Ben böyle bir şey yaparmıydım bilmiyorum ama annem ailesi yerine babamı seçmiş. İşin tuhaf tarafı babamın ailesi de annemi istememiş. Ecnebi gelin istemeyiz demişler. Babam da eşimi istemiyorsunuz beni de unutun diyerek oda ailesini terk etmiş. Yani anlayacağınız ikisi de bir biri için ailelerini yok saymış. İki çıplak bir hamama yakışır misali öylece kalmışlar ortada. Babam çalışmış, didinmiş bir yuva kurmuşlar. Ama bunu bile yaparken yaşamadıkları kalmamış. Çocukluğumdan hatırladığım şeyler hiç iyi şeyler değildi. Sırf annemi kıskandıkları için söylemedikleri yalanlar iftiralar kalmamıştı. Annemin genleri tam bir Rusdu yani sarışın, mavi gözlü çok güzel bir kadındı. Diyarbakır'da sarışın, mavi gözlü, beyaz tenli insan görmek gerçekten de çok zordu. Böyle oluncada annem için demediklerini bırakmadılar. Daha yedi yaşında küçük bir çocuktum ve mahallemizde ki bir çok kadın anneme orospu diyordu. Kapılarının önünden geçerken buda orospunun kızı diye kulaklarım duya, duya hiç çekinmeden konuşuyorlardı. İlk duyduğumda anneme gidip çocuk aklımla orospu ne demek diye sormuştum. Annem ise "Kimden duydun kızım o çok kötü bir kelime" demişti. Tabi ben bunun kötü bir kelime olduğunu öğrenince, annene söylememiştim. Çünkü annemin ağzıma dahi almamamı istediği kelimeyi, insanlar şuursuzca utanmadan söylüyordu.
Oysa ki annemin hiç o taraklarda bezi yoktu, tek suçu Rus ve güzel olmasıydı.
Zamanla anladım ki sırf kıskançlıktan anneme iftira atıyorlardı. Babam sırf annem üzülmesin diye üç kez ilçe değiştirmiştik. Ama nere gidersek gidelim bu yazgı değişmedi. Annem her gittiği yerde dikkat çekmeyi başarıyor ve hepsinde de aynı son oluyordu. Kimsede demiyordu ki suçsuz, günahsız kadının boşu, boşuna günahını alıyoruz diye.
Annem en son kapanmış o güzel sarı saçlarını kimseye göstermez olmuştu. Ama insanlar dururmu buna bile bir kulp bulmuştu. Annem söylemese de çok üzülüyordu bu sözlere. Kimseye bir zararı olmayan kadına demediklerini bırakmıyorlardı. Annem babama desdek olmak için dikiş, nakış kurslarına giderek dikiş dikmeyi öğrenmiş. Babam da dikiş makinesi alınca evde elbiseler dikip satıyordu. Kadınlar gelip istediklerini diktiriyor, daha evden çıkmadan kulaklarımız duya, duya bu orospuda bu işi biliyor deyip gidiyorlardı.
Annem tüm bunları içine ata, ata dert etmiş meğersem. Bir gün evde düşüp bayılanca doktora götürmüştük. O gün öğrendik annemin dördüncü evrede akciğer kanseri olduğunu. Kendisi biliyormuş ama biz üzülmeyelim diye söylememiş. Annem de geç fark etmiş, öğrendiğinde ise iş, işten geçti diye tedavi olmak istememiş. Annem o günden sonra sadece üç ay daha yaşamıştı. Annemle geçirdiğimiz son üç ay.
Biz üç kardeşiz en büyükleri ben Asmin, iki tane de erkek kardeşim var. Ali ve Yusuf, Ali on altı yaşında, Yusuf ise on yaşında bende on dokuz yaşındayım. Annem öldüğünde on beş yaşındaydım daha, kardeşlerime annelik yapmak zorunda kalmıştım. Okuldan hemen eve gelip onlarla ilgileniyordum. Onların yemekleri, dersleri kıyafetleri ne varsa hepsi bana kalmıştı. Şimdi düşünüyorum da annem bu kadar işi tek başına nasıl yapıyordu. Hem de yetmezmiş gibi sürekli birilerine bir şey dikerek. Liseden sonra okula gidemedim, üniversite sınavına bile girmemiştim ki. Kardeşlerimi babamı bırakıp bir yere gidemezdim. Üç kardeş resmen annemin daha doğrusu anne tarafının genlerini almışız. Annem hep öyle söylerdi. Saçlarımı anneannemden almışım, gözlerimi ise annemden. Diyarbakır'ın yanıcı güneşi gibi kızıl saçlarım ve gökyüzü mavisi gözlerim vardı. Kardeşlerim ise annem gibi sarı saçlı mavi gözlüydü. Bu çoğrafyaya inat doğmuş gibiydik. İstemesem de annem gibi girdiğim ortamlarda hemen dikkat çekiyordum. Sırf bu yüzden çok fazla dışarı bile çıkmıyordum. Ama buna rağmen bela gelmiş beni bulmuştu. Okuldan beri takıntılı bir manyağım vardı. Ben kaçtıkça, istemedikçe daha çok bela olmuştu. Okul bitince kurtulurum sansam da malesef ki kurtulmak bir yana gün geçtikçe daha manyak olmuştu. Resmen evden çıktığımı bekliyor ve gördüğü yerde taciz etmeye başlıyordu. Hatta şerefsiz bir kaç kez hiç çekinmeden kardeşlerim yanımdayken taciz etmeye kalkmıştı. Cihanbeyli aşiretinin küçük oğlu Berdan'dı tüm bunları yapan. Gidip şikayet etsem bile biliyordum ki anında serbest kalacaktı. Kimse bana inanmayacak hatta anneme senelerce attığı iftiranın aynısını atıp orospu diyeceklerdi. Belki de benim ona kendimi yamamak için iftira attığımı söyleyeceklerdi. Nereden mi biliyorum, çünkü aynı şeyleri hatta daha kötüsünü iki sene önce başka bir kıza yapmış adi köpek. Kız tecavüz etti bana demiş ama kimseyi inandıramamıştı. Olayı ört pas edip, bir de kızı suçlu çıkarmışlardı. Sonuç kız intihar etti dediler yersen tabi. O pislikte hiç bir şey yapmamış gibi hayatına devam etmişti. Benim de sonun o kızın ki gibi olacak diye korkuyorum. Kimseye yaptıklarını inandıramam, olan yine bana olurdu. İki kardeşim ve babamı düşündüğüm için susuyordum ama nereye kadar gidecekti hiç bilmiyorum?
Ali ve Yusuf okula gidince bende ev işlerini yapmaya başlamıştım, evin içi havalansın diye camları açtım. Evimiz tek katlı gece kondudan hallice bir evdi. Gücümüz bu eve ançak yetiyordu. Süpürgeyi açtım süpürmeye başladım, kendim duyacağım şekilde şarkı mırıldanıyordum. Bir anda arkamdan biri sarıldı ve ağzımı kapattı. Bağırmak istesem de yapamıyordum. Kollarında çırpınarak kendi mi kurtarmaya çalışsam da olmuyordu, her kimse çok güçlü biriydi.
"Sana dedim Asmin sana dedim. Güzellikle gel koynuma dedim, şimdi seni kim kurtaracak elimden?" diyen sesi duyduğum anda çırpınmalarımın boşuna olduğunu anlamıştım. Elini ağzımdan çektiği anda bağırmaya başladım, yüz yüze gelmiştik. "Sus lan" diye yüzüme attığı tokatla kendimi yerde bulsam da acıdan çok başıma geleceklerden korkuyordum. Beynimde kaçma planları yapsam da hiç bir kaçışım yok gibiydi. Yine de bir umut düştüğüm yerden kalkarak kapıya doğru koşsam da belime inen tekme ile öylece kaldım. Pislik herif saçlarımdan tutarak beni yatak odama doğru çekti. Yediğim tokatlar umurumda bile değildi. Korkuyordum, korkudan bağıramaz hala geldim. Şerefsiz üstüme doğru geldikçe dualar edip Allah'a yalvarsam da biliyordum kurtuluşum yoktu.
"Yalvarırım dokunma bana Berdan. Öldür ama dokunma." diye ağlayarak yalvarıyordum.
"Ölünü değil Asmin ben dirini sikeceğim. Merak etme sen de çok zevk alacaksın. " diyerek üstüme çullandı. Direnme çabalarım hiç bir işe yaramıyordu. Delirmiş gibi üstümdeki elbisemi yırtmaya başladı.
"Allah'ım ne olur bunu yaşamaktansa al canımı" diyerek yalvarmaya başladım.
"Bırak beni, yalvarırım bırak beni" desem de duymuyordu. İğrenç elleri vücudumun her yerinde dolaşmaya başlamıştı. Göz yaşları içinde yalvarmaya devam etsem de bir anda hiç beklemediğim bir ses duydum, önce "Bırak lan ablamı şerefsiz " sonra da iki el silah sesi. Berdan üzerime öylece yığılıp kalmıştı.
Daha kendimi altından kurtaramadan evin içi bir anda insanla doldu. Yardım çığlığımı kimse duyup gelmemişti, ama kurtuluş anıma herkes şahit olmuştu. Tabi ben öyle sanıyordum. Onların şahit oldukları şey benim kurtuluşum değil, ölüm fermanım mış nereden bilirdim ki...