6.Bölüm PART1

1246 Words
Cumartesi sabahı üç arkadaş yataklarında uyurken, zilin sesiyle uyandılar. Yataktan sıçrayarak kalkan Sinan, “Tövbe bismillah!” dedi. Gözlerini açmak için kırpıştıran Melih’e çevirdi bakışlarını. “Lan! Yine birine çıplak fotoğraf falan göndermedin di mi?” “Ya ne fotoğrafı kardeşim, tövbeliyim ben.” Ahmet Onur da diğerleri gibi meraklanarak yataktan çıkarken, uykusu bölündüğünde asabi olan Sinan Melih’e söylenerek kapıya yürüdü. “Tövbeymiş, itin boka tövbesi mi olur!” “Ayıp oluyor ama kardeşim. Sabah sabah bak günahımı alıyorsun.” Üçü birlikte kapıya gidip açtıklarında Hacı karşılarında duruyordu. Ahmet Onur meraklanarak, “Hayırdır Hacı dayı. Sorun yok değil mi?” dedi. Hacı önüne eğdiği başını sağa sola çevirdi. Mahallede cenaze olduğu haberini verdi. “Sokağın başındaki iki katlı evde oturan bizim Sansar Şeref ölmüş. Bugün on bir de onu gömeceğiz. Sizden benimle gelip cenaze vesilesiyle mahalleliyle tanışmanızı, kaynaşmanızı istiyorum gençler. Bu mahallede hane sahipleri genellikle ya cenazede ya da düğünde bir araya gelebiliyorlar. Hem böylelikle onlar da rahatlar. Çünkü normalde bu mahallede bekara, hele de üç delikanlıya ev kiraya verilmez. Ben sizi anlattım, bir de onlar tanısın istiyorum.” Ahmet Onur, “Tamam Hacı dayı,” dedi. “Geliriz tabii.” Hacı gitmek için sırtını onlara dönecekken birden durdu. Tek tek Ahmet Onur ve Sinan’ın yüzüne baktıktan sonra Melih’e çevirdi bakışını. Ondan hoşlanmadığını belli edercesine, “Şimdi abdestinizde yoktur sizin,” dedi. “Yıkanın. Bir saat sonra cenaze evine geçelim.” Hacı gidince kapıyı kapatan Melih, adamın kendisiyle ne alıp veremediği olduğunu merak ettiğini söyledi. “Hayır anlamıyorum, neden bana bakarak imalı şekilde abdestiniz de yoktur şimdi diyor. *mınakoyim, resmen cenabet olduğumu ima etti, görmediniz mi? Herif taktı bana!” Sinan havlusunu alıp banyoya giderken, “Neden acaba?” dedi. “Adam bir bakışta çözmüş seni.” Geçen bir saatin sonunda cenaze namazı için duşlarını yapmışlar, abdestlerini almışlardı. Hacı kapıya geldiğinde, hep birlikte dışarıya çıkıp cenaze evine gittiler. Mahalle çok kalabalıktı. Herkes sokağa dökülmüş cenaze aracını bekliyordu. Bu zaman zarfında Hacı onları mahalleliden birkaç kişiyle tanıştırdı. Tanıştırırken söze çoğunlukla “Bizim oğlanlar,” diye başladı. Bunun en önemli sebeplerinden biri de akşam Ahmet Onur’la yaptığı konuşmaydı. Nihayet cenaze aracı geldiğinde, hep birlikte Hacı’nın arabasına binip cenaze konvoyuna girdiler. Hiçbirisi konuşmuyordu. Sessizliğe dayanamayan Melih, “Sanırım mevta çok seviliyor olmalı. Uzun zamandır hiç bu kadar kalabalık bir cenaze görmemiştim.” Arabayı kullanan Hacı gözünü yoldan ayırmadan, “Çok” dedi, o harfini uzatarak. “Tanısaydın eminim sen de severdin.” Mezarlığa ulaştıklarında, cenazeyi araçtan indirip yıkanması için görevlinin gösterdiği odaya götürdüler. Bir süre herkes dışarıda bekledi. Ta ki görevlinin, vedalaşmak isteyenleri o odaya çağırmasına kadar. İnsanlar odanın kapısına akın edip sıraya girdiler. Ahmet Onur, Sinan ve Melih itişerek kuyruğa girenleri şaşkınlıkla izliyorlardı. Sinan üzülerek, “Adam çok iyi birisi olmasa bunca insan boşuna veda sırasına girmezdi,” dedi. “Acaba neyden öldü? Kimse bu konuda konuşmadı, ben de soramadım. Nedenini çok merak ediyorum.” Neredeyse bir saat süren veda faslından sonra nihayet defin zamanı gelmişti. Cenaze omuzlar üzerinde odadan çıktı. Erkekler önde, kadınlar geride dururken Ahmet Onur, Sinan ve Melih kalabalığın arasına karıştılar. İmam cenaze namazını kıldırmaya başladığında, üç arkadaş en arkalarda Hacı ile birlikte yan yana dizilmişlerdi. Namazı kıldıran hoca cemaate bakarak, “Hakkınızı helal ediyor musunuz?” diye sordu. Kalabalıktan çıt çıkmadı. İkinci defa sorusunu tekrarladığında sonuç yine değişmedi. Hiç kimse helal olsun demedi. Üç arkadaş bu duruma daha da şaşırdılar. Hep birlikte mahalleye döndüklerinde cenaze çadırları kurulmuştu. Sinan, “Hacı dayı biz artık eve geçelim mi?” diye sordu. “Geçin tabii oğlum. Ama akşam yemek saati mutlaka burada olun. Yemek servisinde gençlere ihtiyaç olacaktır.” “Tamam Hacı dayı. Akşam ezanından önce gelmiş oluruz.” Melih’in cenaze sırasında susmaktan dili şişmişti. Eve geldiklerinde kendini koltuğa bırakırken, hayatında gördüğü en garip cenaze olduğunu itiraf etti. “Görmediniz mi? Önce vedalaşmak için sonra adamın üstüne toprak atmak için onca insan sıraya girdi.” “Bence de tuhaf,” diyen Ahmet Onur banyoya yönelirken, Melih’e çok konuşmamasını söyledi. “Üzerimdeki ağırlıktan kurtulmam için duş almam gerekiyor. Ben çıkınca temizliğe başlarsın. Bugün sıra sendeydi.” Banyoya giren Ahmet Onur elindeki yüz havlusuyla hızla geri çıktığında, Melih oturduğu koltuğun kırlentiyle yüzünü sakladı. Kırlente çarpan havlu yere düştüğünde gülerek, “Ya şu takıntılarından kurtul artık!” dedi. “Sen de pislik yapmaktan vazgeç! Yoksa bir dahaki sefere o havluyu uygun bir yerine tıkarım!” İkisi arasındaki sözlü tartışmaya noktayı koyan, odaya giren Sinan oldu. Ahmet Onur’a sakin olmasını söyleyip kolundan tutarak banyoya soktuktan sonra Melih’e kızdı. “Adam ilk günden beri havlusunu, bardağını kullanmamanı söylüyor. İnadına yapar gibi kişisel eşyalarını kullanma, yapma artık şunu.” “Ya ne yapayım unutuyorum abi,” diyen Melih’in aklı hâlâ gittiği garip cenazedeydi. Dedikodu konusunda Ahmet Onur’dan yüz bulamadığından, cenaze hakkında konuşmak için Sinan’a yaklaştı. “Cesedin karısını gördün mü? Deli gibi bir şeydi. Hem ağlıyordu hem de gülüyordu. Ben sana söyleyeyim o kadın üzüntüden kafayı sıyırmış. Oğlu da bön bön bakıyordu, yazık.” Sinan, “Tövbe tövbe!” diyerek yüzünü çevirdi. “Ceset falan demesen mi acaba?” “Neden? Ölü mü deseydim. Hem ceset demem onun yaşamadığı gerçeğini değiştirmez.” Gün içinde evin temizliğini bitiren Melih, son olarak çamaşır makinesindeki kıyafetleri alıp asmak için balkona çıktı. Bu sırada Ahmet Onur dikkatle onu izliyordu. “Benim kıyafetleri sizinkilerle birlikte yıkamamışsındır inşallah. O çamaşırların arasına karışmış bir şey çıkarsa acımam yenisini aldırırım haberin olsun.” Melih sinirlendiği halde sakin bir sesle, merak etmemesini söyledi. “Seninkiler çamaşır makinasında. Havlularını iç çamaşırlarınla atmadım. İstersen gidip kontrol edebilirsin.” “Niye benimkileri daha sonra yıkıyorsun. Kış günü akşama kadar kurur mu? Millet sobasını yakacak, çamaşırlarım is kokacak şimdi. İçeride çamaşırlığa as.” Birbirine zıt üç erkeğin aynı evde yaşaması, zaman zaman çok zor olabiliyordu. Üstelik bunlardan biri aşırı dağınık, diğeri ise çok titiz ve takıntılıysa kavgalar hiç bitmiyordu. Melih içinden, bir sonraki yıl yurda geçse nasıl olurdu diye geçirirken, Ahmet Onur’un uyarısını duydu. “Oğlum pantolonları diğer pantolonlarla yan yana asacaksın. Tişörtleri tişörtlerle.” “Kıyafetler benim ve Sinan’ın değil mi? Paşa gönlüm nasıl isterse öyle asarım.” Aynı anda üçüncü katın balkonunda Rüya da çamaşır asıyordu. Melih’in sesini işitince aşağıya baktı. Bu sırada Ahmet Onur’a daha çok sinirlenen Melih, asmakta olduğu kot pantolonu aşağıya düşürdü. Bunu gören Ahmet Onur, “Beceriksiz!” dedi. “Gönülsüz yaptığın iş ancak bu kadar olur. Sakın o pantolonu yıkamadan asayım deme.” Bu defa Melih kendisine karışmaması konusunda onu uyardı. “Düşen pantolon benim ki. Canım isterse tekrar yıkarım, istemezsem yıkamam, sana ne! Yeter artık! Bazen kendimi senin karınmış gibi hissediyorum. Öf be!” Söylenerek bahçeye inen Melih, toprağa düşen pantolonu alıp silkelerken, Rüya yukarıdan onu izliyordu. Bir an asmak için elinde tuttuğu gri renk, penye sutyene baktı. Erkeklerin, kadın iç çamaşırlarından etkilendiğini yazan satırları hatırladı. Sinsice güldü. Belki iç çamaşırıyla Melih’in karşısına çıkamazdı ama bu, sutyenini gösteremeyeceği anlamına gelmezdi. Melih elinin tersiyle pantolonun üzerindeki toprak kalıntılarını silkeleyerek temizlerken, sutyeninin kopçasından tutup aşağıya bıraktı. “Allah!” diyen Melih başına düşen ıslak kumaş parçasıyla yerinde sıçrarken, yukarıdan Rüya’nın sesini işitti. “Pardon! Çok özür dilerim.” Genç adam bir tarafı başının arkasında kalan, diğer tarafı alnından yüzüne doğru sarkan sutyeni gördüğünde irkildi. Hızlıca başından çekip alarak yukarıya baktı. Tekrar özür dileyen Rüya, “Hemen geliyorum,” dediğinde, gelmesinin gerekli olmadığını söyledi. Onun aşağıya inmemesi için avucunda top haline getirdiği ıslak sutyeni, tekrar yukarıya fırlattı. “Sen zahmet etme!” dedi. Cenazeydi, temizlikti, Ahmet Onur’un hastalık derecesindeki takıntıları derken, birde ev sahibinin kızının saçmalıklarını çekecek sabrı kalmamıştı çünkü. Rüya balkona düşen çamaşırını yerden alırken, Melih’in iç çamaşırından etkilenip etkilenmediğini düşündü. Acaba sutyeni eline aldığında ne hissetmişti, çok merak ediyordu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD