5.bölüm PART2

1888 Words
Sanem de geldiğinde bir ellerindeki telefonun ekranına, bir de Melih’e bakıyorlardı. “Evet evet o.” Kızlarla aynı üniversiteye gittiklerinden, öğrenciler arasında dolaşan fotoğraflar onlara kadar ulaşmıştı. Kızlarla muhatap olmak istemeyen Melih, telefon konuşmasını sonlandırarak içeriye girdi. Her yönden saldırıya uğramış gibi hissediyordu kendini. Rahat olabileceği alan kalmamıştı. Bir an da bütün oklar ona çevrilmişti. Canının sıkıntısından telefonunu sertçe masaya bıraktığında, Ahmet Onur mahallede çok güzel bir kız gördüğünü söyledi. “Aman ha Melih, sakın kıza asılayım deme. Bu mahalle belalı. Öncekiler gibi değil, oyarlar seni.” Ahmet Onur’un sözlerini Sinan’ınkiler takip etti. “Yok abisi perhizde o, yapmaz öyle şeyler.” “Abi ayıp oluyor artık. Benim karıyla kızla işim olmaz bundan sonra. En kısa zamanda namaza falanda başlayacağım.” Bu sözlere şaşıran Sinan, elindeki elmadan kocaman bir ısırık alıp yerken, “Kasnak yuvarlandı elek oldu, kırk yıllık *ruspular melek oldu. Yersen!” dedi. Arkadaşlarının kendisiyle dalga geçmesine, Melih daha çok bozuldu. Saat 18.45 idi. Rüya’yla yapacağı derse on beş dakika vardı. Okuldaki ve evdeki huzursuzluktan bunalarak, “Ben yukarıya çıkıyorum,” dedi. Kız deliydi falan ama huzur bulabileceği tek yerdi. En azından barda rezil olduğunu bilmiyordu. İki dakika sonra üçüncü katın zilini çaldığında, kapıyı açan kişi Rüya’ydı. Melih’in bu kadar erken gelmesini beklemeyen Rüya, yüzünde güller açarak giymesi için terlikleri yere bırakırken, Hacı yanlarına geldi. “Hoş geldin genç. Gel, buyur gir.” Melih, “Hoş buldum,” diyerek içeriye girdiğinde, salona geçip çalışma masasına yerleştiler. Rüya da hemen yanındaki sandalyeye oturduğunda, bir önceki akşam anlattıklarının üzerinden geçip geçmediğini sordu. Fakat Rüya’nın aklı Melih’le o kadar meşguldü ki ne demek istediğini anlamadı. “Üzerinden geçmek derken? Kimin?” “Yani anlattıklarımı, notları tekrar ettin mi diyorum?” Rüya dirseğini masanın yüzeyine yaslayarak “Yok,” dedi. Melih normalde bu cevaba sinirlenirdi ancak son yirmi dört saat içerisinde, öyle sıkıntılı anlar yaşamıştı ki, karşısındaki kızın saçmalıkları bile umurunda değildi. En azından kafası rahattı. Laf sokan yoktu. Sabırla “O zaman en başından tekrar başlayalım. Ama bu sefer her anlattığımı deftere yazmanı istiyorum,” dedi. Rüya hemen Türkçe defterini açıp kalemliğinden sıfır yedi uçlu kalemini çıkarttı. Odadaki koltukta oturan Hacı, ders başladığında telefonunun kulaklığını takarak maç izlemeye başladı. Melih yavaş yavaş anlatıyordu, Rüya ise yazmaya çalışıyordu. Yazmaya çalışıyordu çünkü her cümlede en az üç kere kalemin ucu kırılıyordu. Melih kaleme çok bastırmamasını söyledi. “Kalemtıraşla açılabilen kalemin yok muydu?” diye sordu. “Yok. Dünkü kalem çürük çıktı. Açtıkça kırıldı.” İki saatlik ders nihayet bittiğinde, Melih gitmek için ayağa kalktı. Rüya’ya anlattıklarını tekrar etmesini özellikle vurguladı. Koltukta yarı uzanmış halde telefondan spor videosu izleyen Hacı’ya eliyle rahatsız olmamasın işaret ederek, kapıya yöneldi. Kapıda ayakkabısını giydiği esnada Rüya, “Ispanaklı kek sever misin?” diye sordu. Melih başını iki yana sallayarak, ıspanaklı kekten nefret ettiğini söyledi. Rüya gülümsedi. “Yaaaaa! Ben de…” Melih aşağıya indiğinde, Ahmet Onur dersin nasıl geçtiğini sordu. “Normal ders gibi. Anlattıklarımı dinliyor gibi görünüyor ama ilgisiz olduğu yüzünden çok belli. Sanki kazanmak için değil de zaman geçirmek için uğraşıyormuş hissi veriyor. Değişik, garip bir kız. Hayatımda daha önce böylesiyle hiç karşılaşmadım.” Melih, Rüya hakkındaki izlenimlerini anlatırken, Sinan gülerek bir aylık detoks kapsamına Rüya’nın da girdiğini hatırlattı. Arkadaşının bu uyarısı Melih’i sinirlendirdi. “Yok artık daha neler!” dedi. “Ben onu dişi bir varlık olarak bile görmüyorum, ne saçmalıyorsun sen? Yer yüzünde bir o, bir ben kalsam yinede işim olmaz.” Sinan büyük konuşmaması için Melih’i uyarırken, çerez tabağıyla televizyonun karşısına geçen Ahmet Onur arkadaşına sataşmadan duramadı. “Ne yani, göz zevkine uygun olsaydı ev sahibinin kızına da mı sarkacaksın? Aa çok pardon, ev sahiplerinin kızları senin en çok çekim alanına girenler. En son vukuatını unutamıyorum.” Melih daha fazla dayanamadı. “Ben yatıyorum. Ne haliniz varsa görün,” dedi. Ertesi akşam ders verme sırası Ahmet Onur’a gelmişti. Onu karşılayan Hacı ile salona girdiğinde, Rüya ortalarda görünmüyordu. Nerede olduğunu sorduğunda, “Boğazı ağrıyormuş, içerdeydi ben bir bakıp geliyorum,” cevabını aldı. Ahmet Onur masanın üzerindeki ders kitaplarına bakarken, Hacı Rüya’nın odasının kapısını çalıp içeriye girdi. “Çocuk geldi, hadi ders saati.” Yatağında uzanan genç kız miskince yerinde doğruldu. Numaradan öksürerek iyi olmadığını söyledi. “Acaba bugün çalışmasak mı dayı?” Hacı onun bu numarasına çok inanmadı. “Bir saat önce camız gibiydin. Kalk hadi. Oğlan salonda seni bekliyor, bekletme,” dedi. İçinden kendi kendine, o sırık gelseydi koşardın ama dedi. Çünkü belli etmesede yeğeninin Melih’ten hoşlandığının farkındaydı. Tıpkı Melih’in Rüya’dan hiç haz etmediğinin farkında olduğu gibi. Ama neticede erkekti işte. Zamanla niyeti değişebilirdi. Güvenmiyordu Melih’e. Rüya’nın kendisini daha fazla kaptırmaması için abi vurgusu yapıyordu. Rüya isteksiz haliyle yataktan kalkıp, tavşanlı panduflarını ve yatağın başucuna bıraktığı yeleğini giydi. Ders dinlemek istemiyordu. Özellikle matematikten, sayılardan nefret ediyordu. Sınavlarda sadece dört işlemi bilmek neden yetmiyordu sanki. Dağınık saçlarını toplayarak diğer odaya girdiğinde, Ahmet Onur gülümseyerek karşıladı. “İlk dersimiz için hazır mısın Rüyacığım.” Rüya, memnuniyetsiz yüz ifadesine tezat olarak başını olumlu anlamda salladığında, Ahmet Onur yanındaki sandalyeye oturmasını bekledi. Sonra yüzünü genç kıza döndü. “Anladığım kadarıyla matematiği sevmiyorsun ama başarılı olman için dersi sevmen, istemen gerekiyor.” Ahmet Onur konuşuyordu fakat Rüya onu dinlemek yerine, odadaki eşyalara bakınıyordu. Söylenen hiçbir şey umurunda değil gibiydi. Hacı da bu durumun farkındaydı. “Kızım çocuğu dinlesene!” Hacı yeğenini uyarırken, Ahmet Onur’la göz göze geldiler. Genç adam başı ve mimikleriyle Rüya ile yalnız kalmak istediğini işaret etti. Hacı, onun bunu neden istediğini anlamasada oturduğu yerden kalkıp mutfağa gittiğini söyledi. “Ben kendime çay alıyorum. Sizin istediğiniz bir şey var mı?” Ahmet Onur istemediğini söyleyip teşekkür ederken, nihayet Rüya ile yalnız kalmışlardı. Sandalyesinin yönünü öğrencisine çevirerek yüzüne bakmasını rica etti ve merak ettiği soruyu sordu. “Neden bu kadar ilgisizsin Rüya? Yoksa üniversiteyi kazanmak istemiyor musun?” Bu soruları duymayı beklemeyen kız şaşırdı. “İstiyorum tabii ki,” dedi fakat bunu söylemek için söylediği çok belliydi. Ahmet Onur sabırla cevap verdi. “Gerçek cevabın bu olmadığını ikimiz de biliyoruz, öyle değil mi Rüya? Bana dürüst davranmanı istiyorum.” Genç kız sustu. Cevap veremedi. Konuşmaya niyeti olmadığını belli ettiğinde, Ahmet Onur devam etti. “Bak ben senin abin sayılırım. Benim dört tane ablam var. Benim için senin onlardan hiçbir farkın yok.” Son kurduğu cümle Rüya’nın canını sıktığından, “Beni ablan olarak mı görüyorsun?” dedi. “Yaşlı mı duruyorum?” Ahmet Onur güldü. “Hayır. Seni ablalarımla bir tuttuğumu, kardeş olarak gördüğümü vurgulamak için öyle söyledim. Abin sayılırım demedim mi öncesinde.” Rüya içine su serpilerek geriye yaslanırken, onları kapının kenarından dinleyen Hacı’nın içi de rahatladı. Evi kiraya verdiklerinde taşıdığı tereddütler yavaş yavaş yok olmaya başlamıştı. Sonuçta küçük yeğeni büyüyerek genç kız olmuştu. Oğlanların ona başka gözle bakmasından çekinmişti ama çocuklar efendi çıkmıştı. Hoş, Melih konusunda hâlâ çekinceleri vardı. Mesleği erkek berberi olunca, kendi cinsiyle çok zaman geçirdiğinden, fırıldak adamı gözünden tanırdı. Hacı onları dinlerken, Ahmet Onur Rüya’yla konuşmasını sürdürdü. “Eğer sen istemezsen biz sana yardımcı olamayız. Ne kadar anlatsak da sen kendini kapatırsan anlayamazsın. Anlatabiliyor muyum? Şimdi bana söyler misin bir hedefin var mı? Nereyi, hangi bölümü hedefliyorsun?” Rüya yanıt vermeyince, “Daha bir hedefin bile yok,” dedi. “Derse başlamadan önce bunları konuşalım. Hatta ilk dersimiz bu olsun.” Rüya başını öne eğerek, üniversiteye gitmesini annesinin istediğini söyledi. “Benim okumamı istiyor.” “Anladığım kadarıyla sen istemiyorsun.” Rüya yine sustu. Korkularını anlatmak istemedi. Anlatırsa kendini içine hapsettiği karanlık dünyasından içeriye ışıklar girerdi. Yine çok üzülürdü. Yine çok ağlardı. Yapamazdı. Onun ellerinin titrediğini, gözlerinin dolduğunu gören Ahmet Onur, daha fazla üzerine gitmek, sorgulamak istemedi. “Anladığım kadarıyla bugün ders çalışmak istemiyorsun,” deyip ayağa kalktı. Onunla birlikte Rüya da ayağa kalkınca, ertesi akşamki derslerine kadar düşünmesini istedi. “Üniversiteyi gerçekten istiyorsan devam edelim ama boşa kürek çekeceksek, bizim zamanımızdan çalma Rüya. Bak, bizler öğrenciyiz. Özellikle vizelerimizin başladığı şu günler de, bizim için vakit değerli.” Ahmet Onur son cümleleriyle Rüya’nın vicdanına oynamıştı. Onun üniversite hayali olmasa bile, annesine karşı ders almak zorunda olduğunu anlamıştı. Birlikte kapıya ilerlediklerinde evden çıkmadan önce iyi düşünmesini söyledi. “Bak hayatının sonuna kadar seni kollayan sana bakan bir ailen olmayacak yanında. Üzgünüm ama hayatın gerçeği bu. Kendi ayaklarının üzerinde durabilmen için çalışman gerekecek. Üniversite mezunlarının bile iş bulmakta zorlandığı şu dönemde, lise mezunlarının şansı çok daha düşük. İyi bir iş istiyorsan diplomanın olması gerekiyor.” Ahmet Onur’un bu konuda söyleyecek çok daha fazla sözü olsa bile Hacı’yı görünce konuşması bölündü. “Hacı dayı bu akşam Rüya dinlensin, yarın tekrar gelirim ben. Hatta bugünü saymayalım. Yarın ve sonraki gün çalışırız.” Veda eden Ahmet Onur merdivenlerden inerken, Hacı peşinden geldi. “Vaktin varsa biraz konuşabilir miyiz?” dedi. “Olur. Konu neydi?” Hacı, ikinci katın merdivenlerinden üst kata bakarak Rüya’nın arkalarından bakıp bakmadığını kontrol ettikten sonra, “Bahçeye inelim mi?” dedi. “Hassas bir konu.” Ahmet Onur meraklanarak kabul etti. Dışarıya çıktıklarında hava iyice soğumuş, ayaza kesmişti. O sebeple Hacı lafı uzatmadan direkt konuya girdi. “Askere gittiğim seneydi. Rüya o zaman altı yaşındaydı. Babası onu, oynaması için parka götürmüş. O sırada parktaki birkaç serseri kavgaya tutuşmuşlar. Bizim enişte de onları ayırmak için araya girmiş. Tabii adam nereden bilsin o serserilerin madde bağımlısı olduklarını. Rüya’nın gözü önünde tam beş yerinden bıçaklamışlar adamcağızı. Orada ölmüş. O nedenle rüya dışarıya çıkmaktan korkar. Tek başına şu sokağın ucuna kadar gidemez. Annesi yıllarca psikoloğa götürdü ama bu travmayı bir türlü atlatamadı.” Ahmet Onur böyle bir hikaye duymayı beklemediğinden, şaşkındı. Altı yaşındaki bir çocuğun babasının öldürülmesine şahit olması korkunçtu. Rüya için çok üzüldü. Onun altı yaşındaki halinin yerine koydu kendini. Kısa bir anlık kurduğu empati bile canını öyle acıttı ki söyleyecek söz bulamadı. Sadece, “Çok üzüldüm,” diyebildi. “Biz de çok üzülüyoruz ama ne yaptıysak Rüya’nın korkularını yenmesini sağlayamadık. Sırf annesi istiyor, üzülmesin diye sınava hazırlanıyormuş gibi yapıyor ama işin aslı bu evden çıkmak istemiyor. Yukarıda söylediklerin çok hoşuma gitti. Sağ ol. Bugüne kadar gelen öğretmenler sadece konuları anlatıp gittiler. Ne kadarını anladığıyla hiç ilgilenmediler, neden böyle olduğunu sorgulamadılar. Kafası basmayan aptal bir kız değil benim yeğenim. İstese başaracağından eminim. Sen az önce konuşunca şaşırdı. Belki de ihtiyacı olan şey tam olarak budur. Yani bizim kırılır diye söylemekten çekindiklerimizi bir başkasından duyması.” Ahmet Onur Hacı’yı sözünü kesmeden dinledikten sonra Rüya için çok üzüldüğünü, onun için elinden gelen her şeyi yapacağını söyledi. “Ben ders saatlerimizden yarım saat önce gelirim, onunla ders öncesi sohbet ederiz.” dedi. “Sağ ol Ahmet Onur. Rüya sana anlattıklarımı bilmesin, aramızda kalsın olur mu? Duyarsa çok üzülür. Yaşadıklarının bilinmesinden hoşlanmıyor, anlarsın işte” Ahmet Onur konunun hassasiyetinin bilincinde olduğunu, kendisine güvenebileceğini söyledi. “Tamam Hacı dayı, aramızda kalacak. Bu arada sana dayı diyoruz diye garipsemiyorsun değil mi? Eve ilk geldiğimiz gün Rüya Hacı dayım deyince önce seni yeşil takkeli bir amca sandık. Sonra baktık gençsin, genç hacı olduğunu düşündük. İsminin Hacı olduğunu öğrenmemize rağmen bizim için dayı olarak kaldın. Rahatsız oluyorsan abi de deriz.” Hacı tebessüm ederek onun için önemli olmadığını, nasıl dilerlerse o şekilde hitap edebileceklerini söyledi. İçeriye girmek için yönünü dönecekken Ahmet Onur’a yaklaşıp gülümsedi. “Teşekkür ederim genç. Sen iyi bir çocuksun” dedi. “Hadi artık evlere dağılalım. Üşüteceksin” Ahmet Onur tebessüme tebessümle karşılık verdikten sonra içeriye doğru yürüyen adamın arkasından baktı. Melih’in Rüya hakkındaki alaycı söylemleri, Sinanın ağır olan dersleri yüzünden başka birine ders vermekte zorlanmasını düşündü. Acaba Rüyanın travmalarını bilselerdi davranışları nasıl olurdu merak etti fakat bu merakını gideremeyeceğini biliyordu. Hacı aramızda kalsın diyerek Ahmet Onur’un saklamak zorunda kaldıkları listesine bir yenisini daha eklemişti ve bu durumdan hiç hoşlanmıyordu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD