6.Bölüm PART2

1009 Words
Hava yavaş yavaş kararmaya başlayınca, üç arkadaş cenaze evine gittiler. Yan komşuları Şafak ve Sanem de oradaydılar. Birbirlerini görünce selamlaştılar. Bir tek, barda çekilen fotoğrafları yüzünden Melih kızlarla yüz yüze gelmekten sakındı. Ama neyse ki kimse bu konuyu açmadı. Daha doğrusu yemek servisi yüzünden, açacak zamanları olmadı. Edilen dualardan sonra oğlanlar masalardaki boş plastik tabakları, bardakları toplamaya, kızlar ise helvaları dağıtmaya başladılar. Bir taraftan da Hacı sayesinde mahalledekilerle kaynaştılar. İşleri bittiğinde yorulan Melih, Sinan ve Ahmet Onur en uçtaki boş masaya oturdular. Onları gören Şafak ile Sanem bulundukları masaya helva bıraktılar. Sinan, “Antep fıstıklı helva ha,” dediğinde, Şafak, “Rahmetlinin özel siparişi, yani vasiyeti,” diyerek gülümsedi. Melih, adamın ölüm nedenini kimsenin bahsetmemesinden dolayı daha çok meraklandı. “Ya hu bu adam neyden öldü? Allah aşkına biriniz söyleyin artık!” Sanem, “AIDS,” dedi. Bu cevabın ardından, Ahmet Onur’un midesi bulanarak elindeki tabağı masaya bıraktı. Sanki her an her yerde AIDS virüsü varmış gibi ellerini dizlerine sildi. Zaten kaç kişinin elinin değdiği belli olmayan helvayı yemek gibi bir niyeti yoktu. Üstüne birde adamın ölüm sebebini duymak, renginin atmasına neden oldu. Sanem onu rahatlatmak için şaka yaptığını söyledi. Etrafına bakınarak kısık sesle “Sevgilisinin kocası tarafından öldürüldü,” dedi. “Adamı hastaneye götürürlerken son sözü ne olmuş biliyor musunuz? Cenazemde helvam Antep fıstıklı olsun. Neden? Çünkü helvayı böyle severmiş. Sanki kendisi yiyebilecekmiş gibi.” Duyduklarına hepsi çok şaşırdı. Sanem’in söylediklerinden sonra Sinan dayanamadı. “O kadar seveni olan bir adamın, evli bir kadınla ilişki yaşayacak kadar ahlaksız olması, üstelik kadının kocası tarafından öldürülmesi…” Daha Sinan cümlesini tamamlayamadan, Şafak söze girdi. “Kim? Sansar Şeref mi çok seviliyormuş?” Ahmet Onur, “Evet,” dedi. “Bugün cenazedeydik. Herkes son kez vedalaşmak adına yıkandığı odaya girmek için kuyruk oldu. Mezarlıkta herkes tek tek üzerine toprak attı. Gözümüzle gördük.” Şafak, birilerinin onları duymasından çekinerek, masanın üzerine eğildiğinde diğerleri de aynı hareketi yaptı. Genç kız fısıltıyla “Rahmetlinin adı şerefti ama ismine layık olamadı maalesef. Kendisi çok şerefsiz bir adamdı,” dedi. Sanem arkadaşını destekleyerek devam etti. “Odaya girenler vedalaşmak için değil öldüğünden emin olmak için girmişlerdir. Toprağı da kurtuldukları için sevinçten atmışlardır.” Üçü şok üstüne şok yaşıyordu. Mahalleli gördükleri kadarıyla çok iyi insanlardı. Hacı mezarlık dönüşünde, bütün bir mahallenin aslında tek bir aile gibi olduğunu anlatmıştı. Peki, Sansar Şeref ne alakaydı? Melih, “Ama Hacı dayı bize bir şey söylemedi. Mahalledeki herkesi ailesi olarak gördüğünü anlattı. Gerçi cenaze namazında kimsenin hakkını helal etmemesinden, bir pislik olduğunu anlamıştım ben.” Sanem, Hacı’nın söylediklerini doğruladı. “Her yerde bir tane çürük yumurta çıkıyor işte. Bu mahallenin çürük yumurtası da Sansar Şeref’ti. Sevilecek adam değildi kendisi. Annesinin, karısının hatırına onu bu mahallede idare ediyorlardı, barındırıyorlardı.” Sinan kızlara bakarak Sansar Şeref’in bu kadar kötü anılacak, ölümüne sevinilecek kadar ne yaptığını sordu. Şafak konuya, Şeref’in Sansar lakabını nasıl aldığını anlatarak girdi. “Şu ilerideki bahçeli ev var ya. Orada geçen sene vefat eden bir teyze vardı. Şeref, şerefsizliklerine daha çocuk yaşta, onun kümesine girip yumurtalarını çalarak başlamış. Üstelik kadıncağıza kendi yumurtalarını, köy yumurtası diye satmış. Mahalleli bunu fark edince, adı Sansar Şeref olarak kalmış.” Kızlar anlattıkça Melih, Sinan ve Ahmet Onur daha da şok oldular. Çünkü Şeref mahalledeki herkesi canından bezdirmişti. Hırsızlıktan, dolandırıcılığa kadar bir sürü suça bulaşmıştı. Şafak, “Sadece bunlar olsa, birinde mahalleyi polis bastı. Evinin damında uyuşturucu yetiştiriyormuş. İçip içip şu sokakta az kapı cam indirmedi. Karısına, oğluna çok eziyet etti. Onu bu mahalleden kovmadılarsa, bugün bunca insan buradaysa bunun sebebi ailesinin iyi insanlar olması.” Eve döndüklerinde hâlâ Sansar Şeref hakkında konuşuyorlardı. Sinan, “Düşünsenize adam annesinin yüzüğünü çalmış, emekli komşusunun parasını kendi hesabına geçirmiş, aylarca elektriğini suyunu alt kat komşusuna kilitlemiş, yan komşusuna porno izlediği için aylarca şantaj bile yapmış,” dedi. Melih Sinan’ı dinlerken, aklına cenazeye giderken Hacı’nın kendisine söylediği söz geldi. “Bu Hacı dayı, tanısaydın severdin demekle ne demek istemiş olabilir bana? Benim tek zaafım güzel hatunlar. Beni Sansar Şeref’le bir tutamaz herhalde öyle değil mi?” Oğlanlar cenaze kritiğine devam ederken, yan odada Şafak, sosyal medyadan hayranı olduğu Çınar’ın yeni çıkan haberini okuyordu. “Çınar’ın partneri başarılı oyuncu Eda Şahin oldu. Aşkına Köle ismi ile TV5 de yayınlanacak olan dizinin çekimleri, şubat ayında başlayacak.” Okuduğu satırlar yüzünden sinirlenen Şafak çığlık attı. “Ya Sanem şuna bak ya! Eda Şahin de kim ya? Bu kız onun ablası gibi. Botoksları yüzünden mimik bile yapamıyor. Oyunculuğu berbat. Hiç yakışmışlar mı?” Sanem, Şafak’ın gösterdiği fotoğrafa bakarken gülüyordu. O güldükçe, Şafak daha da sinir oluyordu. “Allah aşkına gülme, bak deliriyorum zaten!” Arkadaşının uyarısıyla ciddiyetini takınan Sanem, “Oğlunun yanına kimsecikleri yakıştıramayan kaynana gibisin kızım,” dedi. “Hem belki güzel bir ikili olurlar. İzlemeden karar verme. Ayrıca Eda, senin söylediğin gibi kötü bir oyuncu değil. Türkiye’nin en gözde erkek oyuncularıyla baş rol oynamış biri ve deli gibi fanları var. Kıskançlığın yüzünden haksızlık yapma istersen.” İşittiklerine dayanamayan genç kız, koltuktan kalkıp terliklerini giydi. “Şu an senin Eda’nın avukatlığını yapmanı çekemeyeceğim. Ben gidip çalışacağım biraz.” Diğer odaya giden Şafak’ın aklına Eda Şahin geldikçe çıldırıyordu. Kadın kimle dizi film yaptıysa aşk haberleri çıkmıştı. Şimdi ağına düşüreceği kişi masum Çınar’ıydı. Telefonunu açıp sosyal medya hesabına girdi, haberle ilgili yorumunu yazdı. Çınar’a yazık oldu. Hiç yakıştıramadım. Yorumu paylaşmasına rağmen hırsını alamamıştı ve sakinleşmesinin tek bir yolu vardı. Nota defterini açıp, kemanını çıkartarak, üzerinde çalıştığı son şarkısı olan Hiç’i çalmaya başladı. Aşk neden bu kadar acıtıyor? Neden yokluğuna ağıtlar yakıyorum? Oysa sen, hiç görmedin beni. Hiç tanımadın, Hiç dokunmadın, Hiç öpmedin Aşk neden dipsiz bir kuyu? Sabahlar neden bu kadar karanlık? Oysa sen hiç görmedin beni. Hiç değmedi gözün gözüme. Hiç akmadım yüreğine. Şafak şarkıyı bitirdiğinde, kapıdan onu izleyen Sanem alkışlayarak yanına gitti. “Son hali çok güzel olmuş,” dedi. “Sözlerine bayıldım. İnşallah bir gün hayallerin gerçek olur da bu şarkıyı Çınar ile birlikte söylersiniz.” Kemanını masanın üzerine bırakan Şafak’ın, Çınar’a dair hayali çoktu fakat umudu hiç yoktu. Gülümsemeye çalışarak, “Bu dediğinin mucize olduğunu ikimiz de biliyoruz,” diye cevap verdi. Sanem onun yapmacık tebessümüne içtenlikle gülümsedi. “Belki de mucizeler çok uzak değildir,” diyerek arkadaşına sıkıca sarıldı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD