4.ANNE SEVGİSİ

1744 Words
Koca bir sessizlik hakimdi salonda. Annemin şaşkın, babamın ise düşündükçe derinleşen hırslı bakışları benim üzerimdeydi. Babam bir şeyler düşünüyordu. Düşündükçe de bakışları hırsla kararıyordu. Bu sessizliği annem bozacakken babam ortaya atlamış, büyük bir merakla sorusunu bana yöneltmişti. "Sen ne yaptın?" Sorusunu sorarken tedirgindi de sanki alacağı cevabın tedirginliği vardı. "Benim bir şey yapmama gerek kalmadı. Asaf zaten kesin bir dille reddetti." Babam aldığı cevaptan hoşlanmamış, sinirle de sorusunu sormaya devam etmişti. "Ne dedi orospu çocuğu?" Bunlara ne oluyordu böyle. Biri pezevenk der biri orospu çocuğu der. Ben de daha fazla dayanamayıp merakıma yenilip sordum. "Baba sizin aranızda bizim bilmediğimiz bir şey mi oldu?" Babam sorduğum soru üzerine yüzüme bir şeyleri anlamaya çalışır gibi baktı. "Bunu nereden çıkarttın şimdi?" "İkinizde birbirinize büyük bir nefret besliyorsunuz. Bunu görebiliyorum. Ama neden?" Babamın yüzü gerilmeye başlamış, öfkelenmişti. "Neden öyle mi? O orospu çocuğu yüzünden biz bu haldeyiz!" Kaşlarım çatılmış, babamın konuşmasına devam etmesini büyük bir merakla bekliyordum. "O ihaleyi kaybetmem imkansızdı. O orospu çocuğu girdiğim ihalenin ne kadar önemli olduğunu biliyordu. Bile bile kaybettirdi bana!" Tükürürcesine sarf etmişti tüm sözlerini. Asaf bizimle neden bu kadar uğraşıyordu. Böylesi bir nefreti biz hak etmiyorduk ki. Bütün bu olanların sebebi gerçekten yalnızca erva mıydı? Yoksa başka bir sebebi daha var mıydı? Annem düsüncelerimi duymuş gibi babama, "Bütün bu olanların tek sebebi erva mı?"diye sordu. Babam gerilmişti. Hiç dinmeyen, artan öfkesiyle "Başka ne sebep olacak! Aklı sıra intikamını alıyor işte." diye konuştu. "Bilemiyorum Faysal, bu çocuk böyle değildi... Tek sebebi erva değilmiş gibi geliyor bana." Anneme katılıyordum. Asafı çok tanımazdım ama böylesi nefretin tek sebebinin erva olduğunu ben de düşünmüyordum. "Bu çocuk tam da böyleydi. Yıllardır torununu göstermiyor sana, sen hala bu çocuk böyle değildi diyorsun Piraye." "Peki ya sen bize neden Güneşin kanser olduğunu söylemedin? Sen de böyle mi alıyorsun intikamını?" Babam önce şaşırmıştı. Bunu beklemiyor gibiydi. "Sizi üzmek istemedim sadece." önce bayağı bir kıvranıp ne diyeceğini bilememiş, böyle saçma bir şeyi ortaya atmıştı. "Saçmalıyorsun artık! Sana ne oluyor hiç anlamıyorum?" Annem de babamı anlamaya çalışıyordu. "Ya senin torunun kanser! Deli gibi uygun ilik arıyorlarken, sen sizi üzmek istemedim diyorsun! Kendine gel artık." "Ben kendimdeyim. Siz de kendinize gelin! Eğer Ki o herif olurda bu teklifi kabul eder, seninle evlenmek isterse Hüma, buna asla izin vermem." Gözlerinde bir ateş vardı babamın, Asaf hakkında konuştukça da bu ateş harlanıyordu sanki. "O herifin seninle evlenmekten başka çaresi kalmayacak ve ben onun o çaresiz hallerini zevkle izleyeceğim. Kapımda köle olsa dahi bunun olmasına izin vermeyeceğim!" Yemin eder gibi sarf etmişti sözlerini ama şunu bilmiyorduki Asil Asaf Kandemir, babamın kapısında asla köle olmazdı... ☀️☀️☀️ Gardrobumdan üzerime mini krem renginde bir elbise aldım. Elbise kalçalarımı sarmış, göğüs kısmında olan düğmelerin birkaçı açık bir şekilde giymiştim. Bu da göğüslerimi ortaya çıkartıyordu. Ve sanırım biraz fazla açık giyiniyordum. Bazen frikik dahi veriyor olmalıyım ki annemden hep uyarı alırdım bu konuda. Ama ben buydum değişemezdim. Ayağıma da şık bir topuklu terlik geçirmiş, son kez açık bıraktığım açık kumral olan dalgalı saçlarımı da düzeltmiştim. Aynaya baktığımda tamam olduğuma karar vermiş yollara düşmüştüm. Yine Güneşi görmeye gidiyordum. Bir taksiye binmiş akan yolu izliyordum. Bir kez daha o kapıdan geri çevrilmemeyi umuyordum. Asafla babamın arasında mutlaka bir şeyler olmuştu. Ve bence bu kapıdan sürekli geri çevrilmemin en büyük sebebi de buydu. Ne geçmişti aralarında bunu mutlaka öğrenmeliydim. Babamın anlatmayacağı belliydi. Dün akşam son sözlerini söylemiş konuyu orada kapatmıştı hemen. Peki Asaftan öğrenebilir miydim? Nasıl öğrenecektim? Bir yolunu bulmalıydım. Yol bir süre daha sürmüş malikaneye varmıştım. Uzaktan yine her zamanki yerlerini koruyan korumalara bir göz attım. Taksinin varlığını fark etmiş onlarında odakları burayı bulmuştu. Yavaş adımlarla onlara yaklaşırken, yine nasıl bir tartışma içerisine gireceğimi düşünüyordum. Adımlarım önlerinde son bulmuşken "Güneşi görmek istiyorum." diye itiraz istemeyen bir ses tonuyla konuştum. Karşımda muhattap aldığım koruma, uzun uzun bakmış şöyle de bir incelemişti. "Siz Hüma payidar mısınız?" "Evet." Adamın sorduğu soruya şaşırmış, cevabımın üzerine adamın bana dediği şeyle hep şok geçirmiştim. "Buyrun geçebilirsiniz." Adam eliyle bir yandan bana yol göstermiş, kapıyı açmaları için de komut vermişti. Ne değişmişti peki? Bugünü diğerlerinden farklı kılan neydi ki? Yıllardır aşamadığım bu sınırları aşabilmiştim. "Böyle ilerleyin lütfen." Kapılar açıldığında korumada nasıl ilerlemem gerektiğinden bahsetmişti. Korumaya dönüp, "Bundan sonrasını ben hallederim teşekkürler." dedim. Sonuçta ilk defa gelmiyordum. Sadece uzun bir zaman olmuştu. Evin iç kapısına ilerlerken içimde büyük bir heyecan vardı. Güneşle ilk defa tanışacaktık. O beni hiç tanımıyordu. Ben onu en son gördüğümde daha çok küçüktü. Ah tabi bayılıp hastaneye kaldırdığımızda onu görmüştüm ama tanışamamıştık. Biraz da sitresliydim sanırım, yoksa kapıyı hala çalmayıp da elim havada beklememin başka bir anlamı olamazdı. Elim zile gidip gidip geliyordu. En sonunda ani bir hareketle daha fazla düşünmeye fırsat vermeden hızlıca zile bastım. Şu an gergin bir bekleyiş içerisindeydim. Ama Çok bekletilmeden de kapı sesini duydum. Kapı aralanmaya başlamış ve başım direkt karşıya baktığı için kapıyı açan çalışanla bir süre sonra direkt göz göze gelmiştik. Çalışan güler yüzüyle beni karşılayıp, "Hoşgeldiniz." dedi Hafif tebessüm etmiş "Hoşbuldum. Ben güneşi görmek için gelmiştim." diye de eklemiştim. "Kim geldi diyeyim?" Sorgu sual bitmiyordu bir türlü. "Hüma... Hüma payidar." "Haber edip hemen geliyorum." Kızı onaylamış, beklemeye başlamıştım. Bu kadar zor olmamalı ya gerçekten. Sanırsın düşmanlarıydım. Çalışan bir süre sonra kapıda belirmiş, "Buyurun hüma hanım." diyerek kapıyı sonuna kadar aralamış, yer vermişti. İçeriye bir adım attıktan sonra, ardımdan kapıyı kapatan çalışan, önümde ilerleyerek bana yol gösteriyordu. Yürürken bir yandan da evi inceliyordum. Her şey eskisi gibi yerli yerindeydi. Ev açık tonlarda olup, ara ara Gold eşyalarla da zenginleştirilmişti. Ev hem çok sade, hem de çok şık duruyordu. Ben etrafı incelemeye devam ederken arka bahçeye ulaşmıştık. Bu sıcakta olmak istediğim en son yerdi. Bahçeye adım atmam ile yüzüme vuran sıcak hava ise bu düsüncemin üzerine isabet olmuştu. Bahçenin bir kısmı çimenden oluşuyordu. Bir kısmı ise betondan. Betonun üzerinde ise bahçe oturma grubu vardı. Mehveş hanım ve kızı Billur oturmuş kahvelerini yudumlarken, Balım çimenlerin olduğu bölgede Güneşle oynuyordu. Mehveş hanım ile Billur gözlerini bana dikmiş bakıyorlardı. Ne yapacağımı şaşırmıştım gidip bir selam vermeli miydim? İlk başta olumlu bakıp sonradan vazgeçmiştim bundan. Kadının suratında meymenet yoktu bir kere. Yönümü Balımların olduğu tarafa çevirip onlara doğru ilerledim. Hürrem Sultan misali de içimden 'Allahım Bismillah' diyordum. Yapboz yapmaya odaklanmış ikili onlara yaklaşmamla odakları beni bulmuştu. Benimse dikkatli bakışlarım Güneşin üzerindeydi. Çok güzel bir kızdı. Boncuk, boncuk olan iri gözlerini bana dikmiş merakla beni inceliyordu. Ona kocaman gülümseyerek, kısa elbisemin izin verdiği kadariyla yanına oturdum. Sesimi yumuşak tutarak "Merhaba." dedim. Benim kim olduğumu anlamaya çalışıyor gibiydi. Çocuksu ve merak dolu sesi ile "merhaba" dedi. O masum, masum bakan gözlerinden öpmek istiyordum. Bir elimi yanağına koyarak "Seni çok özledim." dedim. "Ama ben seni tanımıyorum ki." Mahcup hissediyordum kendimi. Ben onun teyzesiydim ama beni tanımıyordu. Beni geç anneannesini, dedesini kimseyi tanımıyordu. "Ben... Ben senin...." Ben senin teyzenim diyemedim. Seni bırakıp giden annenin kardeşiyim diyemedim. Ben güneşin gözlerine dalmış derin, derin düşünürken, Güneşin söylediği şey ile hızla şu ana dönmüş, şok olmuştum. "Yoksa... Yoksa sen benim annem misin?" Ervayla ikiz olsak dahi çok benzemezdik. Onun fotoğrafını görse bile neden Güneş, onun annesi olduğumu düşündü ki? Ben olayın şokunu atlatamamışken, Güneş heyecanla bağırdı. "Babaa..." Güneşin arkamda bir yere bakıp seslenmesiyle, Asafın geldiğini anladım. Heyecanla babasına koşmaya başladı. Oturduğum yerden ayaklanıp arkama döndüm. Asaf, ona doğru koşan kızını yakalamış kucağına almıştı. Yanağına kocaman bir öpücük kondurmayi da ihmal etmemişti. Güneş bir eliyle beni işaret ederek "Baba bak. Annem gelmiş. Beni de çok özlemiş. Ben de onu çok özledim." diye babasına resmen bir kuş gibi şakıyordu. Bu halleri gözlerimi doldurmuştu. Bu ilk kez mi yaşanıyordu acaba? Yoksa tanımadığı herkesi, annesi olarak mı görüyordu. Anne sevgisi görmemiş bir çocuktu. Anne sevgisine aç bir çocuktu. O an bir söz verdim. Ben ona anne sevgisini arattırmayacaktım. Asafın gözleri üzerimdeydi. O da neye uğradığını şaşırdığı için bir tepki dahi veremiyordu. Güneş, Asafın kollarında debelenmeye başlamış, kucağından inmek istiyordu. Bunu fark eden Asaf yavaşça Güneşi yere bıraktı. Küçük elleriyle yukarı sıyrılan elbisesini düzelttikten sonra bu seferde bana doğru koşmaya başlamıştı. Yerde fark ettiğim bahçe sulama hortumu, tehlikeliydi. Endişeyle Güneşe "Yavaşla biraz!" demeye kalmadan, Güneş hortuma takılmış yüz üstü düşmüştü. Endişeyle yanına koşmuş, Ayağa kaldırmıştım. "İyi misin bebeğim?" O sırada herkes etrafımızda toplanmıştı bile. Asaf kızını kucağına oturtmuş, ellerine bakıyordu. Asaf endişe ve merhamet dolu sesiyle "Çok acıyor mu kızım?" dedi. Güneşin gözlerinden yaşlar daha fazla dayanamamış, akmaya başlamıştı. Bir yandan burnunu çekip bir yandan da kafasını aşağı yukarı sallayarak babasını onaylıyordu. Asaf saçlarını şefkatle okşayıp "Geçecek güzelim." dedi. "Nasıl Geçecek?" Güneşin bu masum sorusu karşısında susa kalmıştı Asaf. Her canım acıdığında, annemin öpeyim de geçsin dediği aklıma geldi. Annem öptüğünde geçerdi. Güneşin ellerini tutup kendime çektim. Soyulan avucunun içine bakıp "Öpeyim de geçsin." dedim. Canını yakmamaya özen göstererek dudaklarımı avuçlarına değdirmiş öpmüştüm. Yaşlar akıttığı gözlerine baktım. Elimle yüzünden süzülen yaşları bir, bir silerken "Geçti mi?" diye de sordum. Kafasını aşağı yukarı sallarken "Hı hı." diye de bir kedi gibi mırıldandı. "Kız ben öpünce geçmedi diyordun ya. Sıpa seni." Babaannesi bir sitem de bulunmuştu. "Sadece anneler öpünce geçer. Sen annem değilsin ki." Beni annesi sanıyordu. Annesi olmadığımı söylesek bunu asla kabul edecek gibi de durmuyordu. "Sen şimdi Halanlarla oyna. Biz bir şey konuşacağız." Evet kimle ne konuşuyorsa konuşsun. Yeter ki gitsindi. Öyle bir enerji saçıyordu ki etrafına bütün kaslarım gerim, gerim geriliyordu. Güneşi kucağından indirmesiyle kolumdan tutulup, çöktüğüm yerden ayağa kaldırılmam bir olmuştu. Konuşacağı kişi ben miydim? "Ne yapıyorsun ya!" "Yürü!" Hala kolumdan çekiştiriyordu. "Bıraksana kolumu." Beni hiç tınlamıyordu. Sert adımlarına yetişmeye çalışıyordum. Aksi taktirde yere yapışabilirdim. "Sana diyorum ya! Bırak dedim." Merdivenleri de hızla tırmanıp, beni bir odadan içeriye savurdu. O hızla dengemi kaybedip düşecek gibi oldum ama sonrasında hızla toparladım kendimi. Hırsla arkama dönmüş, ağzımdan geleni söyleyecekken, burnumda bitmiş olması sebebiyle ağzımı dahi açamadım. Dibimdeydi. Ve çok tehlikeli bakıyordu. Bir adım geriye gittim korkuyla. Bir adım daha.. Ve bir adım daha. Yetmiyordu. Onun üzerime yürümeye başlamasıyla hep panikledim. "Gelmesene üzerime!" Siktir! sırtım duvara çarpmıştı. Kaçacak başka bir yerim kalmamıştı. İyice yanıma yaklaşan adamdan kurtulmak adına yana kaçmak istedim. Ama bu çabam, kolunu duvara dayayıp, beni duvarla arasına sıkıştırmasıyla boşa çıktı. Tehlike saçan gözlerini, benim korku dolu gözlerimden hiç ayırmadan sert sesiyle konuştu. "Sana neler yapabileceğimi bilmiyorsun! Ben sabırlı bir adam değilim." "Ben bir şey yapmadım ki Neden böyle davranıyorsun?" Korkudan sesim fısıltı gibi çıkmıştı. Dudağının bir kenarı alayla yukarı kalkmış, sonrasında ise başını, benim başımın yanına yaklaştırmıştı. Dudağının baskısını ilk yanağımda hissetmiş, oradan da dudağını sürte, sürte kulağıma çıkartmıstı. Dudakları tehlikeliydi. Bir yandan boynundan gelen kokusu, bir yandan da yaptığı bu hareket ile içim bir tuhaf olmuştu. Şu anda bir büyünün içerisinde gibiydim. Ama bu büyünün etkisi çok sürmemiş, Asafın kulağıma fısıldadıklarıyla sona ermişti. "Seni SİKMEYECEĞİM! O pezevenk baban, bana bir kızını daha pazarlayamayacak." ☀️
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD