5.MÜSTAKBEL KARICIĞIM

1727 Words
Asaf zehrini akıttıktan sonra geri çekilmiş, aramıza mesafe koymuştu. Kollarının hapsinden de kurtulmuştum. Tehlike barındıran sesiyle kulağıma fısıldadıkları, aklımı yerinden oynatacak kadar dehşet verici ithamlardı. "Söylediklerine dikkat et! Bunlar nasıl ithamlar?" Kızgınlığım korkuma galip gelmiş, sesimi yükselterek konuşmuştum. "İtham... İtham öyle mi?" Onun kızgınlığı ise kimeydi bilmiyorum. Ama cefasını ben çekiyordum. Bu gözlerdeki nefretin sahibi ben olamazdım. "Senin baban para için her şeyi yapar. Tıpkı kızını kendi elleriyle yatağıma soktuğu gibi." O konuştukça yüzümün rengi değişiyor, söylediklerinin ise İhtimali bile kanımı donduruyordu. "Yalan söylüyorsun. Babam iyi biri değil evet ama böyle birisi de olamaz. Se... Sen yalan söylüyorsun." Asaf ben ne olduğunu anlamaya kalmadan aniden kolumdan tutup beni kendisine yaklaştırdı. Yine çok yakındık. İstemiyordum bu kadar yakın olmak. "Söylesene yeni oyuncağı sen misin? Bu sefer o plan tutmaz yalnız." Sıktığı kolum acımaya başlamış, yüzüm buruşmuştu. Canımın acısıyla kolumu kurtamaya çalışırken "Ne zırvalıyorsun sen ya! Ne planı, ne oyuncağı." diye konuştum. "Sana laf anlatmakla uğraşmayacağım. Sana son kez ne yapman gerekeni söyleyeceğim." Tuttuğu kolumu geriye savurup, sırtımın duvara çarpmasına sebep olurken aramızdaki mesafeyi de, üzerime adım atarak hızla kapatmıştı yine. O konuşuyor benim konuşmama izin vermiyordu. "Benden, ailemden uzak duracaksın. Canını yakarım Hüma!" Sesini dahi yükseltmeden nasıl bu kadar ürkütücü olabiliyordu. Korkmuştum. Çünkü yapardı. Yakardı canımı. "Güneşte benim ailem." Fısıltıdan farksız, çaresiz bir yakarıştı benimkisi. O an gözlerindeki anlık değişimi yakaladım. Ama bu o kadar kısaydı ki bi an kendim uydurduğumu düşündüm. "Güneş sizin hiçbir şeyiniz değil. Olamaz da." Yine aynı noktaya dönmüştük işte. Halbuki bugün bir şeylerin değiştiğini düşünmüştüm. "Asaf!" Gelen ses ile başımı yana eğip arka tarafa baktım. Mehveş hanım buradaydı. Kapının önüne dikilmiş bizi izliyordu. Görüş alanımı, Asafın bir hayli Kalıblı olan vücudu kapattığından, geldiğini görememiştim. Asaf ise hiç acele etmeden yavaşça dönmüştü arkasını. "Hüma aileden artık. Güneşi istediği zaman görebilecek. Ve sen buna karışmayacaksın." Böylece eve nasıl girebildigimi anlamış oldum. Mehveş hanımın onayı ile, Asafın ise hiç haberi dahi olmamıştı bundan. Aksi taktirde buna izin verebileceğini hiç sanmıyordum. Kasılan omuzlarından duyduklarına hiç memnun olmadığını da görebiliyordum. "Anne sen ne saçmalıyorsun! Ne zamandan beri benim kızım hakkında kararları veren sen oldun." Karşısında annesi olduğundan mı bilinmez biraz daha ses tonuna dikkat ederek konuşmaya çalışmıştı. Dişlerini sıkarak konuşuyordu. Mehveş hanıma baktığımda oğlunun dediklerine bozulmuş görünüyordu. "Güneşi yaşatmak için çabalamaya başladığımdan beri. Çünkü babası bir inat uğruna kızını azrailin kucağına bırakabiliyor. Anlamıyor musun? Bizim bu kızdan başka bir çaremiz YOK." Son cümlesini beni işaret ederek kurmuştu. Son çare bu muydu? Son çare benden bir çocuk istenmesi miydi? Bunu Asaf kabul etse ben edebilir miydim? "Anne kolay mı sanıyorsun. Her bir yandan Gönüllü donör aranıyor, uygun ilik bulunacak." "Zamanımız yok anlasana oğlum! Her geçen gün elimizdeki son ihtimali de kaybediyoruz. Bir an önce Güneşin bir kardeşi olmalı." Konunun benim üzerimden dönüyor olması beni bir hayli geriyordu. Üstelik bana bir şey sorulmuyordu bile. Asaf şimdi evet dese ben söz sahibi bile değildim onların gözünde. "Asaf kabul etse dahi benim bunu kabul edebileceğimden nasıl emin olabiliyorsunuz?" diye sordum. "Siz bu aileye çok şey borçlusunuz! Siz ne yaparsanız yapın bizim hakkımızı ödeyemezsiniz. Bir kez olsun bencil olmayın." Ben nasıl bir noktadaydım böyle? Sanırım İki ucu boklu değnek denilen noktadaydım. Aklımdan tonlarca düşünce geçiyordu. Kabul edersem olacaklara dair veya kabul etmezsem olacaklara dair bir sürü senaryo dönüyordu "Kabul etmezsem eğer buna bencillik diyemezsiniz." diye gerginlikle konuştum. "Emin misin? Öncelikle kendi çıkarını, kendi yararını düşünen kimseye ne denir peki? Bencil! Sen kendi çıkarın ve yararın için hareket eden bir bencilsin!" Haklıydı. İlk defa haklıydı. Bencil... Bencil olmak. Yine de kolay alınabilecek bir karar gibi mi görünüyordu? Her şey o kadar basit miydi? Söylenilecek bir şey bırakmamıştı kadın ben de ne desem boştu bu saatten sonra. Dilim damağım kurumuş, Lal olmuş dilimle mehveş hanıma bakıyordum. En sonunda benim bir şey diyemeyeceğimi anlamış olmalıydı ki "Sen Güneşin yanına git. Bizim konuşacaklarımız var Asafla." diye aramızdaki sessizliği bozdu. Hem daha fazla bu gergin ortamda kalmak istemediğimden, hem de Güneşi tekrar görebilme isteğimin ağırlığı benim odadan hızla çıkmam için yeterli olmuştu. Odadan çıkmış, sürüklenerek çıkarıldığım merdivenlerden şimdi ağır, ağır inmeye başlamıştım. Aklımda binlerce düşünce kol geziyordu. Babam hakkında söyledikleri beynimi kurcalıyordu. Ervayı onun koynuna babamın soktuğunu iddia ediyordu. Babam böyle bir plan yapmış olsa dahi Erva nasıl bunu kabul edebilmişti. Hayır inanmıyordum işte. Ya da inanmak istemiyordum. Asafla babamın arasındaki sorunun bu olduğuna inanmak istemiyordum. Hâlâ aynı yerde olduklarını umarak arka bahçeye doğru ilerlemiş, onları görmüştüm. Güneş yarım bıraktığı yapbozuna devam ediyordu tüm odağıyla birlikte. Balım ise ona yardımcı oluyordu yine. Billuru ise şu an göremiyordum. Zaten olmasında mümkünse hiç diyaloğa bile girmeyelim, yılanın başıydı o. Güneşin, altın gibi parlayan saçlarından öpmüş, yapbozda olan ilgisini kendime çekmeyi başarmıştım. Yüzündeki kocaman gülümseme, benim gülümsememi daha da genişletti. "Yapboz yapmayı seviyor olmalısın." kafasını tatlı, tatlı aşağı yukarı sallarken beni onaylayıp "hı hı..." diye de bir mırıltı çıkarmıştı. "Ama tek başıma yaparken sıkılıyorum. Balım halam ve babam benimle yapboz oynuyorlar ama bilyur halam ve babannem oynamıyorlar." Hemen derdini anlatmaya başlamıştı. Billur diyememesi ise aşırı tatlıydı. "Neden oynamıyorlar?" "Bilmem oynamıyorlar işte." Omuzlarını da yukarıya çıkartıp indirmiş, öyle sarf etmişti sözlerini. Bu sırada da içimden zekaları yetmiyordur diye geçirmeme de engel olamamıştım. "Ben oynarım seninle. Hem ben de çok severim yapboz yapmayı bence çok eğlenceli" Gözlerini belertmiş heyecanla bana bakarken "Gerçekten mi? herkes sıkıcı buluyor ama bence de eğlenceli." Yapbozun parçasından bir parça alıp bana uzatmış "bunu sen yerleştirir misin?" diye de sormuştu. Elinden parçayı alırken "Tabi." diye onaylamış, biraz bakındıktan sonra parçayı uygun yere yerleştirmiştim. Bunu sevinçle karşılamış ellerini de çırpmıştı. Bizi gülerek izleyen balım çarptı gözüme. Çok sessizdi sanırım benimle konuşmaya çekiniyordu. Balım benden iki yaş küçüktü ve cıvıl cıvıl bir kızdı. Hayat doluydu. "Nasılsın Balım?" "İyiyim. Seni görmek güzel." İlk şaşkın bir nida çıkmıştı ağzımdan"Ah! sanırım böyle düşünen tek kişi sen olabilirsin." "Ben de varım teyze. Ben de seni güzel görüyorum hem de çok güzel bir prenses kadar güzel." İlk Güneşin bana teyze demesine mi şaşırmalıydım? yoksa halasını yanlış anlamasına mı gülmeliydim? Balıma merakla bakıp neler olduğunu anlamaya çalıştım. "Güneşe onun annesi olmadığını, teyzesi olduğunu söyledim." Üzerimden sanki büyük bir yük kalkmış, kuş gibi de hafiflemiştim. Bunu ona nasıl açıkladı bilmiyorum ama bunu benim yerime yapmış olması beni hafifletmişti. Çünkü onu bırakıp giden annesinden söz etmek dahi istemiyordum. Balıma minnettar olduğum bakışlarımla teşekkür ettim. Başımın yönünü değiştirdiğimde bütün heybetiyle bize doğru gelen Asafı gördüm. Güneşten dolayı kısık baktığım gözlerim, onun bizim önümüzde dikilmesiyle bedeni gölge yapmış, gözlerimi açabilmiştim. "Güneş, stellayı ormanda gezdirmek istiyordun gezdirelim mi kızım." Güneş duyduğuna bir hayli sevinmiş "Gezdirelim baba." diye de bir çığlık koparmıştı. Aniden kollarını boynuma saran güneş mavi gözlerini tatlı, tatlı kırpıştırarak bana "Sen de gelir misin teyze bizimle?" diye de konuştu. Kararsız bakışlarımı Asafa çevirdim. Onun da yüzünden ne düşündüğü anlaşılmıyordu. Güneş hala kolları boynuma sarılıyken "Lütfen, lütfen..." diye olduğu yerde zıplıyordu. Biraz çekinerek "Gelmek isterim." dedim. Güneş ise boynuma sarılı olan ellerini çözüp, avucumdan tutmuş beni oturduğum yerden kaldırmaya çalışıyordu. "Hadi o zaman teyze." Eteğime dikkat ederek yavaşça kalktım. Çekingen bakışlarımla alttan Asafa bakıyordum. Ne tepki vereceğini bilmiyordum. En son bizden uzak duracaksın diye tehtid ediyordu. Ama Asaf beni şaşırtarak hiç tepki vermemiş düz bakışlarını bir süre ben de tuttuktan sonra "Düş önüme cimcime..." diye Güneşe hitaben konuşmuştu. Evin arka tarafı ormanla çevriliydi. Arka bahçesinin sınırları ormandan oluşuyordu. Güneş elimi bırakmadan yürümeye başladı. Biraz ilerleyince Stellayı da gördük. Aman Allah'ım gördüklerime inanamıyordum şu an. Karşımda bir sürü yavru köpek vardı. Saymakta zorlanıyordum bile. Annesi Stella olmalıydı. Stella Golden cinsi bir köpekti. Ve bu ismi ona Güneşin verdiğine emindim. Güneş onları görünce elimi bırakıp hızla koşmaya başlamıştı. Yavru köpeklerden birini kucağına almaya çalışıyordu. Yüzünde kocaman olan gülümsemesiyle ''Teyze bak! Çok tatlılar.'' diye bana bakmadan hala bütün ilgisi yavru köpekteyken konuşuyordu. Yanına vardığımda ben de köpeklerden birini, eğilip hemen kucağıma aldım. Bir elimle karnıma yaslamış, diğer elimle kafasını seviyordum. Hiç yerinde de durmuyordu. Köpeği severken gözlerim, Asafın bana olan düz bakışlarıyla kesişmiş, o ana kadar fark etmediğim yüzümdeki gülümsemeyi yavaş, yavaş soldurmuştu. Bu bakışlar neyi ifade ediyordu bilmiyordum. Hiçbir duygu yoktu o gözlerde. Stella ormana doğru ilerlemeye başlamış, yavruları ise onu takip etmeye başlamıştı. Bize ise onları takip etmek kalıyordu. Orman çok engebeli gözükmese de ayağımdaki topuklu terlikler pek orman yürüyüşü için uygun değildi. Kolumu, bacağımı kırmamayı umarak ormana girdim. Biraz zorlansam da idare edebileceğimi düşündüm. Güneş kendisini tamamen kaptırmış, bizi dahi unutmuştu. Asaftan bahsetmiyordum bile varlığımı tamamen yok saymış gözüküyordu. Ama dibimden de ayrılmıyordu. Ara, ara gözleri ayağıma kayıyor kendi, kendine bir şeyler homurdanıyordu. Orman ben de garip bir hissiyat oluşturmuştu. Çok ıssızdı. Ne bir kuş cıvıltısı vardı ne de bir şey... Koca bir sessizlikti. Bu sessizlikte sadece bizim yürüyüş seslerimiz ve köpek sesleri can buluyordu. Umarım benim buraya gelmeme hiç ses etmemesinin sebebinin altında beni burada sessiz, sedasız öldürüp kurda kuşa yem etme gibi planları yoktur. Düşüncelere kapılmış etrafı incelemeye dalmışken önüme bakma fırsatını yakalayamamış, ne olduğunu anlamadığım bir şeye takılmamla düşündügüm her şey aklımdan uçup gitmişti. zihnimi korku ele geçirmiş, istemsiz bir çığlıkta beraberinde ağzımdan çıkmıştı. Yere düşmeyi beklerken, öyle olmamış belime sarılan kollarla son anda yeri boylamaktan kurtulmuştum. Yaşadığım adrenalinden sebep kalp atışlarım hızlanmış, nefeslerimde sıklaşmıştı. Göğsüm hızla inip kalkıyordu. İki elimle yakasına sıkı, sıkı hiç bırakmak istemez gibi yapıştım. Ne renk olduğunu bilmediğim gözlerim ayı aratmayan bembeyaz teninde çarşaf gibi serili olan siyah dağınık saçlarının gölgesindeki kuzguni kara gözlerine baka kaldı. Onun ise gözleri yüzümün her bir yanını inceliyor yine son durağı gözlerim oluyordu. "Dikkatimi çekmek için kendine zararlar verme." Yüzündeki eğlenir ifadesine baka kaldım. Söylediklerinin etkisiyle gözlerim açılmış şaşkın şaşkın bakıyordum. Bir şey dememe fırsat vermeden de doğrulttu beni hızla. Ayaklarımın üzerine basmıştım. Hala daha kavrayıp ta bırakmadığım yakasını fark edince elime ateş değmiş gibi hızlıca çektim. Hâlâ daha aynı ifadesini koruyordu. Belli ki beyefendiyi eğlendirmiştik. "O halde sen de, bana yaklaşmak için fırsat kolluyor olmalısın." Söylediklerim onu daha da eğlendirdi. Tehlikeli gülümsemesiyle aramızdaki az olan mesafeyi de kapatmış burun buruna gelmiştik. Bir elini sıkıca belime dolayıp beni kendine yaslamış, diğer eli ise çenemi tutmuştu. Tabi aynı zamanda benim zavallı kalbim bir maraton koşusuna çıkmışcasına atıyordu. Kendime tembihledim bir daha izin vermeyecektim bu kadar yaklaşmasına çünkü aklımı başımdan alabiliyordu. "Fırsatları kollamama gerek yok... Ben isterim ve olur." Bu kendinden emin halleri beni sinirlendirmekle etkilemek arasında gidip getiriyordu. Bu kadar kolay teslim olmazdım ama ben. "Benim izin verdiğim kadar..." diyip diz kapağımla kasığına vurmam bir oldu. "Ahh! Siktir!!" Hızla ellerini bedenimden çekmiş beli bükülmüştü. Ellerini ise acıyla kasıklarına götürmüştü. Acısı biraz olsun azalmış tehlikeli bakışlarını gözlerime sabitlemişti. Yüzündeki yarım gülümsemesiyle konuşmuş , dilinden dökülen sözcüklerinin arasından sadece biri algımı yerle bir etmişti. "Müstakbel karıcığımın oğlumla ilk tanışması..." ☀️☀️☀️
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD