İLKAY ZEYNEP’TEN…
“Kaymakam Hanım durun” dedi koruma polisi İzzet. Nasıl durayım? Kaymakamlıktan eve kadar koşmaya başladım. Arkamdan araba ile gelmiş olmalı ki hızla durdu.
“Binin”
“Allah’ım lütfen buna dayanamam. Alma onları benden lütfen” dedim. Oturduğumuz sokağın başında alevler gökyüzüne çıkmıştı.
Bir sürü kalabalık toplanmış ellerinde kovalar ile döndürmeye çalışıyorlar bir kısmı da izliyor. Evet sadece izliyorlar. Hızlıca indim koşarak eve doğru gittim.
“Hayır hayır Allah’ım lütfen”
“Çıktılar mı gören var mı?” oradakilerin boğazına sarıldım. Sadece bakıyorlardı.
“Eraaaaaaay?”
“Emiiiiiiir?”
Akşamın sessizliğini boğazımdan yırtılan acı bir çığlık bozdu. Kapıya koştum. Alevler yüzüme yüzüme vuruyordu.
“Geldim geldim buradayım. Geldim anneciğim”
“Kapı açılmıyor” dedi biri.
Kapıyı içeriden kilitlemelerini söylemiştim.
Girmek için hamle yaptım. “Kaymakam Hanım durun” dedi İzzet.
“Duramam kocam içerde evladım da. Allah aşkına yardım edin”
Feryatlarıma bir iki kişi daha kıpırdandı.
“Su itfaiye nerede Allah için çağırmadınız mı?”
“Allah rızası için bir damla suyunuz yok mu?”
Ardından Jandarma İlçe komutanı koştu geldi. Bütün askeriyeyi toplamış. Orada bir sürü insan evladım ile kocam içeride dirı diri yanarken baktı da kimse kılını kıpırdatmadı. Bir kapıya koştum bir pencereye.
“Emir geldim anneciğim korkma”
“Eraaaaaaay burdayım sevgilim. Ne olur yardım edin.”
“Daha sekiz aylık lütfen evladımın dişleri daha yeni çıktı.” Delirmiş gibiydim bir o yana bir bu yana.
Jandarma komutanı anında askerlerini seferber etti. İtfaiyenin seni duyuldu. Bir sürü er can hıraş çalışıyordu. Yeniden kapıya koştum kulpunu tuttum ellerimi yaktı.
“Eray dayan sevgilim”
“Benim yüzümden Rabbim lütfen onları değil beni al”
Evin etrafında dört döndüm. Benimle birlikte İzzet’te. Jandarma deli gibi söndürmeye çalışıyordu. İtfaiye bütün gücü ile yüklendi.
İçeri girmeye çalıştım. İzzet belimden sarıldı.
“Kaymakam Hanım lütfen. Bırakın itfaiye ve asker işini yapsın.”
“Bırak İzzet canlarım yanıyor bırak beni bırak”
Elinden kurtuldum yine daldım içeri her yer yanıyordu.
Evin arkasına dolandım. Zaten iki katlı çoğu ahşap bir evdi. Alevlerin çıtırtısından başka ses duyulmuyordu. Öylece izlediler de Jandarma ve itfaiye dışında bir iki kişi hariç yardım etmediler.
Yangının sönmek üzere olduğu bir taraftan içeri girmeye çalıştım. Biri yolumu kesti. Yüzünde poşusu vardı lakin o gözleri ölsem unutmam.
“Sana dedik kadın. Eksik etekliğinle gelmiş örgütün nema kaynağını kesecem sanırsın. Bak yaşayan ölüye çevirdik.”
Yukarıdan yanan bir odun karşılıklı durduğumuz için onun sağ benim solu omzumun üzerine düştü.
“İzzet evimi yakan burada” diye bağırdım. Can acısı ile kaçmaya başladı. İzzet kaçan adamı gözü peşine düştü. Yüzü gözü is olmuş jandarma komutanı beni içeriden çıkardı.
“Efendim bina çökmek üzere”
“Bırak bende onlarla yanayım”
“Olmaz lütfen hadi.” Dedi ardına baktı biri daha İzzet’in koştuğu yere koşmaya başladı. Sanırım acıyı tamda o an hissetmeyi bıraktım.
“Hadi efendim omzunuza baksınlar”
“Yandılar değil mi?” sorumla gözlerini kaçırdı.
“Nasıl yanmasınlar baksana kundaklamışlar” dedim. Evin arkasında birkaç yerde odun öbekleri vardı. Sanırım hem odun dizmişler hem de yangının şiddeti artsın diye benzin dökmüşler.
Jandarma komutanı beni içeriden çıkarırken bina çökmeye başladı. Sonrasını hatırlamıyorum. Kendime geldiğimde hastanedeydim.
Fırladım kalktım lakin canım yandı. Omuzum sargıdaydı.
“Aman diyim kaymakam hanım yanık derin sakin olasın” Şaziye. İzzet’in karısı.
“Neredeler? Şaziye Allah rızası için bana evde değillermiş de. Sadece rüyaydı de”
“Başınız sağ olsun” dedi hıçkırarak.
Çığlığım hastane koridorlarını deldi geçti.
AYVAZ’DAN…
“Böceğim?”
“Söyle Çiçeğim” dedim. Biz nişanlandık. Nişan sonrası sevgilimi kaçırmış Aladağlarda bir dağ evine getirmiştim.
“Bu kadar mutluluk nazar çekmez değil mi?” Yüzüğü takar takmaz aldım koynuma. Zaten dayanacak gücüm kalmamıştı. Birini bu kadar seveceğimi söyleseler güler geçerdim. Lakin Hava Harp Akademisinde onu ilk gördüğümde içim kıpır kıpır olmuştu. Gördüğüm ilk an dedim ki “İşte bu. Ömrüm boyunca seveceğim kadın bu”.
Çok şükür onunda gönlü bana kaydı. Karım kadınım oldu. Hayatımda Çiçekler açtırmaya gelmiş sanki.
“Allah’a sığınıp dua ederiz bir tanem. Rabbim seni bana nasip ettiği için ben gece gündüz dua ediyorum. Seni koruması içinde dua ederim”
“Sadece beni değil seni de” güldüm bu haline. Öyle deli doluydu ki. İnsan baktıkça gülme isteği uyandırıyordu.
“Sensiz bu hayatı neyleyeyim komutanım” timlerin sevgilisi gibi bir şey olmuştu. Daima bir planı bir odağı vardı. Bu noktada Köroğlu’na çok benzetirdim.
“Allah’ın izni ile biz çok uzun ve güzel bir hayat yaşayacağız Çiçeğim. Böceğin seni daima çok sevecek.”
“Böceğim?”
“Emret güzelim”
Güldü.
“Eğer olurda bir gün ayrı düşersek”
“Hişşt ne biçim laflar bunlar?”
“Sözümü kesme de dinle. Ola ki bir şey oldu ayrıldık. Bana söz vereceksin”
“Ne sözü?”
“Mutlu olma sözü”
“Veremem” dedim yekten.
“Böyle bir sözü benden alman imkânsız.”
“Ama böceğim?”
“Zorlama Çiçeğim. Dediğin şeyin nereye gittiğinin farkında değilsin”
“Ne dedim ki?”
“Mutlu ol diyorsun sensiz olur mu?”
“Ama”
“Hadi güzelim” dedim kaçır gibi yatıyorduk. Sıkıca sarıldım.
“Kapat konuyu. Ben senin tenin güneşte kızarınca dert sahibi oluyorum. Sinirlendirme beni”
Sustu. Güneşin tenini yakmasına kıyamadığım kıymetlimi dağda mağara mağara arayacağımı bilmiyordum henüz.
İLKAY ZEYNEP’TEN…
Başımda korkunç bir ağrı ile uyandım. Gözlerimi açmaya çalıştım fakat güzüm yetmedi. Sanki yanımda biri vardı. Fısıldıyor gibi geldi. O bildik acı geldi tamda göğsümün üzerine oturdu. Evladımı ve kocamı diri diri yaktılar.
“Ulan kadın senin yüzünden omzum yandı. Neyse ki şimdi işin bitecek ve sende piçinle kocanın yanına gideceksin”
Demek yarım bıraktığı işi tamamlamaya geldi.Tamam ben varım. Ama önce aldığın canlarımın hesabını vereceksin.
Gözlerimi birden açınca beklemiyordu ki ikildi. Yüzünde poşusu vardı lakin o gözler. Uğursuz bakış.
“Uyandın hemi? Dedim kadının burada işi olmaz değil? Merak etme bitireceğim acını. Örgüt kimseyi affetmez”
“Sen mi yaktın evi” Poşudan yüzü belli olmuyordu fakat gözler kibirle kısıldı.
“Ben yaktım. Çıkamasınlar diye kapıyı da bağladım. Cayır cayır yandı ikisi de. Sen gelene kadar acı çığlıkları yankılandı da bir kişi yardım etmedi. Anlamadın değil? Bura örgüte hayran. O çocukların dağa çıkmasına izin verecektin bak ne oldu kendi çocuğun öldü.”
Yanaştı. Tam elleri boğazımı tutacak oldu. Serum takılı kolum içinde serum iğnesinin kırılmasına aldırmadan kaldırdım. Yakasından tuttum. O da benim boğazımdan. Sıkıyordu. Makinaya bağlı olduğum için cihaz ötmeye başladı. Boşta kalan elimi gözüne taktım ve bağırıltısına aldırmadan sol gözünü çektim aldım. Bu sefer bağıran oydu. Beni bıraktı gözünü tuttu.
“Lan orospu gözümü oydun”
“Canlarımın canını aldın madem beni de yollayacaksın intikam almadan gider miyim?” kalkmaya çalıştım. İçeri hemşire girdi.
“Neler oluyor burada” adamı görünce çığlık attı.
Bu sefer tek gözünü kapattı. “Burada bitmedi kaymakam hanım” dedi hemşireye çarpıp koşarak uzaklaştı. Bende peşinden gitmeye çalıştım lakin serum engel oldu. Hırsla çekince damar patladı.
“Yakalayın Kaymakam Hanımı öldürmeye çalıştı” dedi kendine gelen hemşire.
Hızla yanıma geldi.
“Kolunuz serum iğnesi kırılmış.”
“Bırak”
“Efendim böyle gidemezsiniz zaten iki adımda bayılırsınız” demeye kalmadı kendimden geçtim.
Ne kadar süre uyudum bilmiyorum. Zaman durdu mekân durdu. Uyandığımda yanımda kız kardeşim Sonay vardı.
“Abla iyi misin?”
Yüzüne baktım. “Ne zaman geldin?”
“Duyar duymaz ilk uçakla geldim.”
“Saat kaç?”
“12’ye geliyor”
“Neredeler?”
“Abla şimdi değil”
“Sonay nerede benim canlarım”
“Morga aldılar”
“Tamam beni morga götür”
“Abla”
“Hadi Sonay sen yapmayacaksan da kendim giderim”
Pes etti. İki kızız biz. Anne ve babamız bir kazada öldü. Sonay Almanya’da bir Üniversitede çalışıyor. Koluma girdi. Kapıda İzzet ve karısı Şaziye vardı.
“Kaymakam Hanım”
“İzzet yakaladınız mı?”
“Kusura bakmayın. Tamda hastane işleri ile ilgileniyordum nasıl girdi anlamadım.”
“Yakalandı mı?”
“Hayır hastane içinden yardım almış kaçtı.”
“Dün akşam da kaçtı.”
Başını öne eğdi.
“Yapacağım son iş bile olsa onun canını ben alacağım. Kaçsın” dedim. Uyuşmuş gibiyim. Acıdan donmuş kalmışım. Gözyaşlarım kirpiğimin ucunda.
Morga indik.
“Abla yapma”
“Çekil”
İçeri girdim. Yüzüme akan Görevliye “Emir Kaynarca Eray Kaynarca dün akşam diri diri yakıldılar” dedim. Duvara yanaştı bir demir kapak açtı. Beyaz bir çarşaf örtüşler fakat yanık etin kokusu hala buram buram.
Çarşafı sıyırdım.
Eray canım kocam. Oğlumuzu korumak için bedenini siper etmiş. Morgda bile ayıramamışlar. Küle dönmüş bedenleri ile baba-oğul birbirlerine öyle sıkı sarılmışlar ki.
“Anneciğim ben geldim. Bakıyorum da çok babacı oldun sen? Anneye bir öpücük yok mu?”
Yaşasaydı kollarını çırpar alttan ve üstten çıkan dört dişi ile gülücük atardı. Kocam da nazlı nazlı girme hanım aramıza diye takılırdı bana.
“Eray sevgilim ben geldim. Kalkmayacak mısınız?”
Ses gelmedi.
“Emir bebeğim süt içmeyecek misin bak” şişmiş ve sağılmadığı için ağrıyan göğüslerimi gösterdim.
Bu hareketime “Anne mama” diyen oğlum sessiz. Dağlar sessiz Denizlerde dalgalar durmuş. Rüzgâr esmiyordu o konuşmayınca.
“Hadi ama çok yattınız kalkın ben yalnız kaldım burada” dedim eğildim. İkisinin de alınlarından öptüm.
Yanık et kokan benim mis gibi süt kokan bebeğim olamaz. Daha bir önceki gece kollarında sevişmekten yorgun düştüğüm adam bu et yığını olamaz. Ağlayamıyorum ki ağlasam belki geri gelirler.
“Kalkın” diye bağırdım. Morg kapısı açıldı.
“Dokunma onlara”
Gelen kim diye baktım. Kaymakam gelini ile guru duyan Hatice anne ve Şaban baba.
“Hatice anne”
“Bana anne deme”
“Evladımın başını yaktın. Sana kaç kere dedi inat ettin şimdi iyi mi oldu ha”
“Hanım tamam" dedi Şaban babam.
“Ne tamam ne? Bak şuraya bu benim oğlum mu? Eray’ım mı şurada yatan et yığını.” Ağlıyordu. Ne şanslı.
“Yaktın başını çocuğumun. Allah seni kahretsin. Dokunma onlara” Sonay geldi.
“Hatice teyze onunda kocası ve oğlu böyle olsun iter miydi?”
Anne tabi çocuğuna kıyamıyor.
“İster. Makam hırsı ile harcadı yavrularımı. Dokunma onlara defol git” o zaman ensemde bir tüy attı.
“Onları bir kere benden aldılar daha da kimseye vermem” diye bağırdım. Kim varsa odadan çıkarıp morgun kapısını da kilitledim. Sonay dışarıdan yalvarıyordu.
“Abla yapma” duymadım. Morg kapısını yumrukluyordu.
Gittim yanlarına yattım.
“Anneciğim korkma annen burada. Sakın korkma bebeğim. Bir daha seni asla bırakmayacak.”