Verilen adrese geldiğimizde İsmail ağabey ile kapıyı çaldık. Sırtımda ağır acil yardım çantası vardı ve taşımakta biraz zorlanıyordum ama alışmak için diğerlerinin taşımasına izin vermiyordum. Kapıyı açan iri yarı adama baktım. “Hastanız varmış 112’yi aramışsınız.” dediğimde başıyla onayladı.
“İçeride gelin.”
Ardından girdiğimizde evin ağır kokusuyla biraz yüzüm değişmişti. İçerisi de fazlasıyla dağınık ve pisti.
Odalardan birini gösterdiğinde içeriye girdik ama boştu. Adam eliyle yerdeki kirden siyaha dönmüş şilteyi gösterdi. “İşte orada.”
Ben tam orada kimse yok diyecekken İsmail ağabey benden önce konuştu. “Ne şikayeti vardı bize anlatır mısın?”
“Doğumuna daha vardı ama sancısı başladı.”
“Tamam biz bir muayene edelim.” diyen İsmail ağabeye tuhaf tuhaf bakınca kaşlarını havaya kaldırıp susmamı söyleyen bir işaret yaptı.
Odadaki boş kirli şilteye yaklaştığımızda “Çantayı yere bırak.” diyen sorumlumun söylediğini yaptım.
Adam bir anda, “Söylenip durma artık geldiler işte.” diye bağırdığında biraz korkmuştum.
İsmail ağabey her şey normalmiş gibi şilteye baktı. “Ne olduğunu sen anlat bana.” dedi ve bir süre susup tekrar konuştu. “Tamam biz seni iyileştireceğiz.”
Tekrar odanın girişini kapatmış iri yarı adama dönerek elindeki telsizi gösterdi. “Doğum burada olursa diye bebek için bir ambulans daha çağıracağım.”
Adam başıyla onayladığında telsizin mandalına basıp konuştu. “112 merkez, 7850 bulunduğumuz adrese I20 tanısıyla destek istiyoruz, tamam.”
“Anlaşıldı 7850 tamam.”
Tanı kodunu duyunca bende jeton düşmüştü. Bu kod şizofreni hastalığı için sisteme tanı girerken kullandığımız koddu ve İsmail ağabey olayı anladığı için adama belli etmeden üstü kapalı polis ekibi istemişti.
Ben olsaydım bu acemiliğimle burada kimse yok bizimle dalga mı geçiyorsun der iyice sinirlendirirdim.
Ben ne yapacağımızı düşünürken İsmail ağabey adama baktı. “Sen dışarıda bekle hasta mahremiyeti var yanında doğum yaptıramam.”
Adamın korkutucu sesi duyuldu. “Sen de benimle dışarı çık karıma bakamazsın bu kız yaptırır doğumu.”
Olmayan birine doğum mu yaptıracaktım? Sorumlum, “Arada konuş sesini duysun.” diye fısıldadı ve yanımdan kalkıp dışarı çıktı. Kapıyı örtmek istese de adam izin vermemişti.
Her türlü vakayı gördüm sanıyordum da bir hayali birine doğum yaptırmam eksik kalmıştı.
Sesimi yüksek tutarak arada, “Böyle devam et, ıkın, çok iyi gidiyorsun…” gibi sözler söyleyip duruyordum.
Yaklaşık yarım saat sonra dış kapıya vuruldu ve sonra polislerin sesi geldi. Her ihtimale karşılık çantadan sakinleştirici ilaçlardan birini çıkarıp enjektöre çektim.
Dışarı bakmak için gidecekken adam odaya girdi ve elindeki bıçakla üzerime yürüdü. Kendimi korumak için geriye adımlamıştım.
Polislerde ardından geldiler. Konuşarak ikna etmeye çalışıyorlardı ama onları kesinlikle dinlemiyordu. Bana baktığında bıçağı üzerime doğru salladı. “Karıma bak bizi ayırmanıza izin vermeyeceğim.” dedi.
“Tamam.” dedim daha fazla sinirlendirmemek için ve şilteye doğru eğildim. İsmail ağabey bana eliyle sakin ol diye işaret yapıyordu. Deniyordum ama korkudan kaçmama az kalmıştı.
Adam bana doğru biraz daha yaklaştı. “Doğumu yaptırmaya devam et.” dediğinde yine, “Tamam.” dedim.
Bacağı hemen yanımdaydı. Elimdeki enjektörün kapağını yavaşça açtım ve iğnenin ucunu bacağına batırdım. Pistona basıp ilacı verdiğimde bıçağı bana doğru savurmak istedi ama polisler engel oldu ki çok geçmeden de ilacın etkisiyle tamamen uyuştu.
Bu ilacı doktor onayı olmadan yapma yetkim yoktu ama şu an kimseyi arayıp izin isteme imkanım da yoktu.
İsmail ağabey yanıma geldiğimde anın stresiyle biraz titriyordum. Kolunu omzuma atıp kendine çekti. “Çok iyi idare ettin.” dediğinde yüzüme dökülen saçları geri ittim.
“O ilacı kullandığım için soruşturma geçirir miyim?” diye sordum titreyen sesimle.
Gülerek omzumu sıvazladı. “Hayır, ilacı yapmak için doktor onayı gerekse bile eğer doktora sorma imkanın yoksa ve acil bir durum varsa bütün ilaçları kullanabilirsin bunu unutma.”
Adamı sedyeyle ambulansa aldığımızda polis memurlarından biri de bizimle gelmişti ve hastaneye götürüp teslim etmiştik.
Geri dönerken İsmail ağabeye baktım. “Ben anlamamıştım sen olmasan muhtemelen burada hasta yok der iyice sinirlendirir ve saldırganlaşmasına yol açardım.”
Sözlerime güldü. “Buna da tecrübe diyorlar. Yirmi yedi yıldır bu mesleği yapıyorum o kadar da anlayalım ama bir daha aynı durumu yaşasan artık sen de anlarsın.”
Yolda ilerlemeye devam ederken telefonumun titreşimini hissedince çıkarıp baktım. Yabancı bir numaraydı.
‘Selam, hangi gün müsaitsin?’
Bu kimdi şimdi? Yanlışlıkla mı atmıştı? Cevap vermedim bir de sapıkla uğraşamazdım. Telefonu cebime geri koyacakken tekrar titredi.
‘Özür dilerim kendimi tanıtmadan bodoslama daldım mesaja ben Tanju, tanışma işi için yengemle konuşacağım da ne zaman müsait olduğunu söyleyebilir misin?’
Yüzümde bir gülümseme oluştu. Cidden Şirin Al ile tanışacaktım.
‘İlk mesajınla seni sapık sanmıştım. :) Bugün nöbetteyim, yarın bütün günüm uyumakla geçer ama sizin için uygunsa sonraki gün olur.’
Söz konusu Şirin Al olsa da nöbetten çıkıp uyumadan hiç bir yere gidemezdim. Uykusuzluktan şişmiş gözlerle karşılarına çıkmak istemiyordum.
‘Tamam olur yine haberleşiriz. İmza; sapığın. ;)’
Mesajının sonuna yazdığıyla gülmemek için kendimi zor tutmuştum.
~~~~
Nöbet bittiğinde teslim yaparken Hasret abla nasıl geçtiğini sorunca İsmail ağabey gülerek cevap verdi.
“Gülçiçek tek başına doğum yaptırdı.”
“Ciddi misiniz?” dediğinde başımı hayır anlamında salladım.
“Hayali hastaydı.”
“Şizofren hastasına mı gittiniz?” diyerek doğrudan sormuştu.
“Gitmek ne demek adamın hayali karısına doğum yaptırmakla kalmadı bir de adamı bayılttı.”
Olayı hızlıca anlattım.
“Bir yıla var ya bundan fena olur.” diyen Hacer ablaya İsmail ağabey cevap verdi.
“Olur ki ne olur. Soğukkanlılığı yerinde olay bitene kadar sakin ne zaman tehlike geçiyor ondan sonra yaşayacağı stresi yaşıyor.”
“Polis olsaymışsın daha iyi olurmuş.” dedi Özer ağabey.
Gülerek cevap verdim. “Polislik benlik değil koşamam öyle suçlu peşinde, silahla ateş de edemem enjektörlerimle iyiyim ben ama şu an sadece eve gidip uyumak istiyorum.”
Nöbet devri bittiğinde eve gelip başımı yastığa koydum. Uyku çok güzel bir nimetti ama kıymetini bilmiyorlardı bence tabii nereden bileceklerdi ki hiç yirmi dört saat uykusuz kalmamışlardı.
Gözlerimi telefon alarmıyla açmıştım. Bilerek alarm kurup erken uyanıyordum yoksa gece uyuyamıyordum ve bu defa da ertesi gün gündüz uyumak zorunda kalıyordum derken uyku döngüsü bir anda tersine dönüyordu.
Kahvaltı tabağı hazırlayıp balkona çıktım ve küçük yuvarlak masanın yanındaki sandalyeye oturdum. Manzaram evlerden oluşsa da genel olarak güzeldi.
Eve geri girip saçlarımı elimle düzeltip pembe simli rujumu sürdüm ve tekrar balkona çıkıp telefonumun kamerasını açtım. Kendimi fotoğraf çekip sosyal medya hesabıma koydum.
Açıklama kısmına, ‘Bana kahvaltıyı akşam üzeri yaptıran yeni hayatıma kocaman merhaba!’ yazdım.
Bizim çocuklar paylaşımın altında çoktan goygoya başlamıştı. Metin’in yazdığına çok gülmüştüm.
‘Kahvaltı mı o da ne?’
Asiye anında ona cevap yazdı.
‘Genelde sabah saatlerinde yapılan ülkeler arası farklılık gösterse de Türk kültüründe zeytin, peynir, yumurta, ekmek tüketilen bir çeşit beslenme şekli.’
Yorum olarak bolca kahkaha atan emoji koymuştum ki gelen yeni yorumu gördüm.
Kullanıcı adında TTanju yazıyordu. Benim hesabımı nasıl bulmuştu ki? Gerçi kullanıcı adım düz Gülçiçek’ti tabi bir de yengesini takip ediyordum. Arayan böyle buluyordu işte. Yazdığı yoruma baktım.
‘Güneş ışıkları çok parlak zamanda yanlışlık olmalı.’
Birkaç kez daha okuduğumda söylemek istediğini anlayabilmiştim. O güneş ışığı diye bana yazmıştı.
Sohbet grubundan gelen bildirimlere baktım. Yorumun ekran görüntüsünü atmışlardı.
Asiyem; Bu çocuk kim?
Tuğbam; Nereye kaçtın gel ve cevap ver.
Ben; Şirin Al’ın kocasının kardeşiyle tanıştım demiştim ya işte o çocuk.
Şulem; Oha hesabındaki fotoğrafları gördünüz mü yakışıklılığı ateş ediyor?
Metincik; En az benim kadar romantik görünüyor.
Asiyem; Bize kıskanç görümce diyordun bu senin yaptığın ne şimdi?
Ben; Saçmalamayın konuyu saptırıyorsunuz.
Şulem; Hep biz saptıyoruz zaten yoksa çocuk oraya adres sormak için yorum yazmıştı!
Tuğbam; Afedersiniz hanımefendi kalbinize giden yol ne taraftaydı acaba?
Asiyem; Akşamüzeri sokakta.
Metincik; Kahvaltısız girilmez!
Ben; Sizin dilinize düşeceğime simli rujumun simleri solsun be!
Telefonu kenara bıraktım ama yüzümde aptal bir gülümseme vardı.