Sabah uyandığımda hızlıca duş alıp üzerimi değiştim. Nöbet tutarken giydiğim iş kıyafetlerim 112 istasyonundaydı gidince giyecektim.
Biran önce gitmek istiyordum çünkü bu evde rahat olamıyordum herkes iyi davransa da yine de ben onlara onlar da bana yabancıydı.
Odadan çıktığımda birkaç adım atmıştım ki Tanju karşımda belirdi. “Günaydın.” dediğinde “Günaydın.” dedim.
“Ev bakmaya mı?” diye sorunca başımı hayır anlamında salladım.
“Nöbete.”
“Kahvaltı yapalım okula giderken senide bırakırım işyerine.” Tereddüt ettiğimi görünce omzumdan dökülen saçımı parmağına doladı. “Ailemin yanında neden rahat olamıyorsun?”
Saçımı parmağından geri çekerken elinin sıcaklığını hissetmiştim. “Birincisi baban yanındaki heykeli bile koşarak kaçıracak kadar sert bir duruşa sahip ikincisi Ayberk ağabeyin o heykeli koşmakla uğraştırmak yerine doğrudan uçarak kaçıracak kadar korkutucu görünüyor. Enes ağabeyinde sert ama diğerleri kadar değil.”
Söylediklerime gülmeye başlamıştı. “Yamyam olmadığımızı söylemiştim.”
“Komik mi?” dedim sitemle.
“Tamam kabul ediyorum ailem biraz katı görünüyor gerçi aramızda kalsın babam ile Ayberk ağabeyimden ben de arada korkuyorum ama bu korku sadece onları sinirlendirdiğimde oluyor. Deliliğiyle nam salmış Şirin yengem bile onların karşısında istediğini yapamıyor ama yine de kötü insanlar değiller.”
“Kötü olduklarını söylemedim sadece korkutucu göründüklerini söyledim arada fark var.”
Koluma girip yanında sürüklemeye başladı. “Önce kahvaltı sonra iş.”
Yürürken annesiyle karşılaşınca suçüstü yakalanmış gibi birbirimizden uzaklaştık. Kol kola yürüdüğümüzü görmemiş gibi davranıp yanımızdan geçip gitti ama utanmıştım. Kim bilir aklına ne düşünceler gelmişti?
Kahvaltı masasında toplandığımızda hep yaptığım gibi sessizdim.
“Tanju öğleden sonra dersin var mı?” diye soran Enes ağabeydi.
“Hayır bütün derslerim öğlene kadar.”
Tanju'nun cevabıyla diğeri konuşmaya devam etti. “Okuldan çıkınca yanıma gel işe beraber gideceğiz.”
“Tamam gelirim.”
Ne iş yaptıklarını bilmiyordum ama belli ki Tanju’ya öğretmeye çalışıyorlardı.
“İş başındayken o kulağındaki küpeyi görmeyeceğim.” diyen Ayberk ağabeye sadece, “Anladım.” diye cevap vermişti.
Alttan alta gülerek sadece onun duyabileceği şekilde fısıldadım. “Ne oldu bir korktun sanki?”
Aynı şekilde karşılık verdi. “Birazdan kanatlarım çıkacak."
Tam kahkaha atacakken son anda elimle ağzımı kapatmıştım.
Kahvaltıdan sonra derse gitmeden önce beni çalıştığım yere bırakmıştı. Hızlıca üzerimi değişip nöbeti devraldım ve ilk dakikadan çalışmaya başladık.
Zaman geçerken yorulsamda dışarıya yansıtmadan hastalarla ilgilenmeye devam ediyordum. Bugün yanımda İsmail ağabey vardı ve onun tecrübesi benim için değerliydi.
Hastaneye teslim ettiğimiz hastadan sonra geri dönerken kolumdaki saate baktım gece yarısını geçmiş dördü gösteriyordu. Biran önce bitsin ve gidip uyuyarak dinleneyim istiyordum. Telsizden söylenen kodu duyduğumda verilen bilgileri dinlemeye başladım ve yeni hastaya doğru yola çıktık.
Tek katlı müstakil bir eve gelmiştik. Kadın elli yaşındaydı ve obezdi. Yüzelli kilodan fazla olmalıydı. ‘’İsmail ağabey ambulansa nasıl taşıyacağız?’’ diye sordum.
‘’Taşımayacağız merkeze söyleyeceğiz obez ambulansını gönderecek gelen ekip halledecek. Sen damar yolunu açıp vitallerini al ben görüşeyim.’’
Başımla onaylayıp hastanın yanına yaklaştım. Vitallerini alıp kenara not ettim ama damar yolunu nasıl açacaktım? Kilosundan dolayı damarlarını hissedemiyordum. Kolundaki turnikeyi iyice sıktığımda alkollü pamukla kolunun iç yüzeyini tamamen sildim. Damarın hafif beliren yeşil rengini görünce derin bir nefes alıp intraketin ucunu batırdım. Kan gelip gelmediğini kontrol ettim ama yoktu girememiştim.
Şansımı bir kez de el üzerinden deneyecektim. Hastanın canını yaktığımın farkındaydım ama damarları belli olmuyordu.
El üstünden girmek için yeni bir intraket açtım ve iğneyi batırdım. Hafif ilerlediğimde kanın kırmızılığını görünce rahatlamayla omuzlarım gevşemişti. Flasterle sabitlediğimde İsmail ağabey de gelmişti.
Biz yapılacak her şeyi yaptığımızda obez ambulansıyla gelen ekibe teslim edip olay yerinden ayrıldık. Dinlenmek için gözlerimi kapattığımda telsizden yeni anons duyuldu ve bu defaki sadece bize değildi. Bizim ekibin koduyla beraber toplamda beş ekibin daha kodu sayılmıştı ve hepimizi aynı yere gönderiyorlardı. Çoklu trafik kazası olduğu söylenmişti.
Kutudan aldığım eldivenleri hazır olmak için elime geçirirken İsmail ağabey konuştu. ‘’Birkaç eldiveni üst üste tak kanlandığında elinden çıkarıp yenisini giymekle vakit kaybetmezsin.’’
‘’Tamam.’’ dedim ve üç eldiveni üst üste giydim daha fazlası benim hareketlerimi kısıtlardı. Birazını da sarı yeleğimin cebine koydum.
Torpido gözünü açtığında renkli kağıtları çıkardı. ‘’Triyaj yapmayı biliyor musun?’’
‘’Sözel bilgide evet ama hiç yapmadım.’’ dedim. Çok sayıda hasta ve yaralının olduğu yerlere ilk giden ekip triyaj ekibi sayılırdı ve her hastayı kısaca değerlendirip üzerlerine renkli bir kağıt bırakırdı. Diğer ekipler bu renklerle göre önce kime müdahale edeceğini bilirdi.
‘’İlk biz gidersek bu iş bize kalacak sözel bilgide bildiklerini uygula ve sakın duygusal düşünme. Eğer ilk giden ekip olmazsak da unutma önceliğin kırmızı renkle ayrılmış yaralılarda olacak.’’
‘’Ama ya siyah kart verilen hala nefes alıyorsa?’’
‘’Hayır öncelik kırmızıda bu işe duygularını karıştıramazsın. Kırmızılara bakan varsa hangisine gideceksin?’’ diye sordu.
‘’Önce sarı sonra yeşil.’’
‘’Sakın Gülçiçek duygularını unutacaksın acemilik istemiyorum.’’
‘’Tamam.’’ dedim.
Olay yerine geldiğimizde ambulans, polis ve itfaiye araçlarının ışıkları birbirine karışıyordu. ‘’İyi triyaj bize kalmadı.’’ dedi İsmail ağabey. ‘’Hadi atla aşağıya.’’
Ambulanstan inip arka kapıyı açtım ve sırt çantasıyla beraber lazım olabilecek diğer malzemeleri aldık. Kaza yerine ilk adımı attığımda afallamıştım. Yerde gördüklerim kopmuş uzuvlar mıydı?
İsmail ağabeyin, ‘’Gülçiçek!’’ diyen uyarı dolu sesiyle silkelenip kendime geldim ve adım attım.
İlk hastanın başına geçtiğimizde ayağından dışarı fırlamış kemiği görünce derin bir nefes aldım. Vital bulguları sabit değildi. Çantadan çıkardığım portatif oksijen tüpüne maske takıp yüzüne yerleştirdim. Ben bunu yaparken İsmail ağabey de bacağını sabitleyecek ateli takıyordu. Durumunu stabil hale getirdiğimizde sırt tahtasına alıp nakil için gelen ambulanslardan birine teslim ettik.
İkinci hastaya yöneldiğimizde yaralı kadınla ilgileniyorduk ama kucağında tuttuğu minik bir bebeği vardı. Dört ya da beş aylık falan olmalıydı. Bebeği almak istediğimde vermedi. ‘’Bebeğin güvende lütfen.’’ dedim.
‘’Olmaz kaybolur.’’ deyip duruyordu ama durumu kötüydü.
İsmail ağabey benim kadar yumuşak değildi. Bebeği annesinin kollarından çekip aldı ve kucağıma bıraktı. Bebeği kenarda yere yatırdığımda kadınla ilgilenmeye döndüm. Damar yolunu açmayı bitirmiştim ki göğsüne bağladığımız cihazdan tiz ses ötmeye başladı. ‘’Gülçiçek entübe et.’’ diyen İsmail ağabey CPR (Yeniden canlandırma/Kalp masajı) yapmaya başlamıştı.
Biraz paniklemiştim çünkü daha önce kimseyi entübe etmemiştim yani etmiştim ama onlar maketti. Laringoskopu alıp ucunu taktığımda minik ışığı yandı. Yaralının ağzını laringoskop ucuyla yavaşça açtırdım ve ses tellerini görmeye çalıştım. Gördüğümde de tüpü alıp yavaşça boğazından ilerlettim. Ucunu şişirip sabitledim sonrasında ambuyu takıp ambulamaya başladım. (Manuel hava kesesi, oksijen verecek cihazın olmadığı yerlerde elle sıkılarak hastanın akciğerlerine hava pompalanır.)
Uzun süre geri döndürmeye uğraştık. İsmail ağabey arada saatine bakıyordu. ‘’Gülçiçek bırak ex.’’ dediğinde gözüm yerde ağlayan bebeğe kaydı. (Ex; Kalbin geri dönüşü olmayacak şekilde durması/ kişinin ölmesi.)
Cebinden çıkardığı siyah kartı kırmızı kartla değiştirdi. ‘’Ağabey bebeği var.’’ dedim gözlerim dolmuş halde.
‘’Yapabileceğimiz her şeyi yaptık artık dönmez. Bekleyen hastalar var topla kendini.’’ dedi ve malzemeleri toparlamaya başladı.
Bebeği yerden kaldırıp kucağıma aldım. Burada böyle yerde bir başına bırakamazdım en azından hastaneye göndermeliydim. Bekleyen nakil ambulansına yürürken omzuma kusmuştu. Benim gözümden akan yaşta onun omzuna damladı. ‘’Üzgünüm, annen için özür dilerim.’’ dedim ve diğer ekibe verdim. ‘’Annesi ex oldu babası burada mı bilmiyorum.’’ dedim.
Geri döndüğümde İsmail ağabey ağladığımı görse de tepki vermedi. ‘’Otobüsün içine gireceğiz.’’ dedi.
Yan dönmüş otobüse ilerledik. İçine emekleyerek girmek zorunda kalmıştık. Bağıran kadına ulaştığımızda iki itfaiye personeli kolunu sıkıştığı yerden kurtarmak için ezilmiş koltuğu kesmeye çalışıyordu.
Kadının karnını gördüğümde hamile olduğunu anlamıştım ve üzerindeki pantolonu kana bulanmıştı. Doğumu mu başlamıştı? İyi de burada hareket edecek alan bile yoktu ki?
İsmail ağabey hızlıca genel durumunu değerlendirmiş damar yolunu açmış serum takıştı.
‘’Gülçiçek makas.’’ diyen İsmail ağabey ile dizlerimin üzerindeyken çantayı açıp çıkardım. Eline alır almaz pantolonu hiç düşünmeden kesmişti. ‘’Ambulanstan doğum setini getir, koş.’’ diye bağırdığında emekleyerek girdiğim yerden geri çıktım ve ambulansa doğru koştum. Doğum setini alıp yine koşarak geri döndüm.
Seti açtığımda içinden çıkan örtüyü bacaklarının üzerine örttü. ‘’Bu iş sende.’’ dedi ve kendisi çantadan aldığı malzemelerle kolunun sıkıştığı yere geçti. Nasıl olmuştu bilmiyordum ama kolunda kesik oluşmuştu ve atardamar kanaması vardı. Durduramazsa kadın kan kaybından ölürdü.
Bugün kesinlikle ilkleri yaşıyordum. Daha önce doğum da yaptırmamıştım tabi şizofreni hastasına gittiğim zaman ki hayali hastayı saymazsak. Setin içindeki steril eldiveni takıp bacaklarının ön tarafına geçtim.
‘’Sancın geldiğinde ıkın.’’ dedim.
‘’Tamam.’’ dedi ama konuşmakta zorlanmıştı.
Bir kaç kez ıkındığında bebeğin başını görmüştüm. Epizyo açmam gerekiyor muydu? Daha önce yapmamıştım ve yapamazdım da o kadar bilgim yoktu. (Epizyo; doğum esnasında vajinaya bebeğin kolay çıkması için atılan küçük kesik.)
‘’Daha güçlü ıkın.’’ dedim. Üstüm başım kan içinde kalmıştım. Omzumda bebekten kalan kusmuğun kokusunu duyumsuyordum.
Bir kez daha ıkındığında bebeğin başı dışarı çıkınca yavaşça tutup çektim ve bedenini de çıkardım. Setin içinden çıkardığım yeşil örtünün üzerine koyup göbek bağını klempleyip kestim.
Bebek ağlamaya başladığında hızlıca ağız ve burun içini minik hortumla aspire edip temizleyerek yeşil örtüye sardım.
O sırada sıkışan koluda çıkarılmış kanama durdurulmuştu. Bebeğini diğer koluna yatırdığımda İsmail ağabeye baktım. ‘’Plasentayı çıkaramam.’’ dedim. (Plasenta; halk arasında eş olarak bilinen bebeğin içinde büyüdüğü kese)
‘’Ben yaparım.’’ diyerek yanıma geldi ve biraz uğraş sonucu plasentayı bana nasıl yapılacağını göstererek çıkardı.
İtfaiye personelinin yardımıyla kadını bebeğiyle beraber otobüsün içinden çıkarıp ambulansa götürdük. Yanından ayrılacakken kadın elimi tuttu. ‘’Adın ne?’’ dedi.
‘’Gülçiçek.’’ dedim.
‘’Kızıma senin adını vereceğim. Teşekkür ederim.’’ dediğinde tebessüm ettim.
Biraz önce ağlıyordum şimdi ise mutluluktan gülüyordum. Bu meslek her şeyi içinde barındırıyordu.
Kaza alanına geri döndüğümüzde kalan yaralılardan birine yaklaştık. Kırmızı ve sarı kodlu hastalar bitmişti ve sadece yeşil renkliler kalmıştı. Onlarda ufak tefek yara alanlardı içlerinde ciddi olan yoktu.
Yaralarla ilgilenirken onlarda bir bir azaldı. Bize düşen yaralıyı alıp hastaneye götürdük ve teslim ettik. İstasyona döndüğümüzde uzun bir süre kullandığımız sırt tahtasını, atelleri ve boyunlukları temizlemekle uğraşmıştık. Daha doğrusu ben temizlerken İsmail ağabey baktığımız hastaları isimsiz olarak sisteme girip kullanılan malzemeleri depodan düşüyordu.
Bütün işleri bitirmemiz uzun sürmüştü ve diğer ekip nöbeti devralmak için geleli bir saat olmuştu. En son istasyondan çıktığımızda üzerim berbat bir haldeydi. İsmail ağabey yanıma geldi. ‘’Üzerini değişmekle uğraşma arabamla bırakırım eve.’’
‘’Bu şekilde arabana oturmamı istediğine emin misin?’’ dedim gülerek.
‘’Ben de aynı durumdayım bir şey olmaz.’’
Arabasına bindiğimizde Tanju’nun evinin adresini verdim ve yola çıktık.
‘’Gülçiçek, yaptığımız meslek duyguları kaldırmaz bunu unutma. Sana duygularını sil demiyorum bunu yaparsan ve tamamen duygusuz birine dönüşürsen hastalarla tam ilgilenemezsin ama duygularını işe karıştırırsan bu defa hastalara faydan değil zararın olur. Sonuç üzücü de olsa doğru kararları verebilmen gerekiyor.’’
Söylemek istediğini anlıyordum. Dün yanımda olmasaydı sadece bebek annesiz kalacak diye geri dönmeyeceğini bildiğim halde annesine kalp masajı yapmaya devam ederdim ve kurtarabileceğim hastaların zamanından çalıp yaşama ihtimalini azaltırdım.
‘’Biliyorum ve doğruyu yapmayı öğreneceğim.’’
‘’Gittiğin her vaka senin için bir tecrübe onları iyi sakla.’’ Arabayı evin önünde durdurdu ve dışarıdaki eve baktı. ‘’Burada mı yaşıyorsun?’’ Biraz şaşırmıştı.
‘’Hayır evimde bir tadilat gerekiyordu o sürede akrabamın yanına geldim.’’ dedim geçiştirmek için.
‘’İyi bakalım. Nöbette yaşadıklarını oldukları yerde bırak ve hayatına etki etmesine izin verme.’’
‘’Tamam görüşürüz.’’ diyerek arabadan indim ve O giderken bende eve doğru ilerledim. Üzerim bu haldeyken biriyle karşılaşmamak için dua ediyordum.