Akşamın hafif esen sıcak rüzgarı Acem konağının acısını bilirmişçesine içli içli eserken Acem kızı penceresinin önündeki hasırın üzerine oturmuş gözyaşı döküyordu. Saatlerce haykırışlarla ağlamış, en sonunda yorulmuş, gayrı yasını sessiz hıçkırıklarla tutar olmuştu. Yas için konağın yolunu tutanlar eşik ağzında beklerken gelenlerden biri de Acemin diğer ağası Gazi ile hanım ağa Dilber hatundu. Konağın önünde eline sazını almış ağıt yakarak Acem kızı türküsünü söyleyen orta yaştaki ozanın önünden geçip içeri girdiklerinde konağın avlusunun önü kadar kalabalık olmadığını gördüler.
Kendine yasak olan koca Acem konağına yıllar sonra ayak basan Gazi ağanın adımları ağırdı. Bu konağa bu şekilde dönmek ne diye nasip olmuştu ki? Böyle acı üzerine girecekse, hiç girmesin daha iyiydi. Derin bir nefes alırken belki de hayırlısının bu olacağını düşünerek Dilber hatunun ardından yürümeye devam etti. Dilber hatun ondan önce davranıp ağasının elini öpüp baş sağlığı diledikten sonra yukarı çıkmıştı. Etrafta dolaşan kadınlarda onunla birlikte çıkarken bekleyen bir kaç adam ağaları yalnız bırakmak adına Gazi'ye hoş geldin edip dışarı çıktılar.
Kılıç ağa başı önünde, elindeki küçük kehribar tesbihini çekmekteydi. Ağır adımlarla abisinin yanına gelen Gazi ağa önce ne diyeceğini bilemedi. Sonrasında usulca yanına oturup bir çocuk gibi, yıllar önce bu eve yasaklı olacağı günkü gibi elleri dizlerinin arasında oturdu. Bir şeyler diyecek oldu, diyemedi. O an üst kattan duyulan ağıt ve çığlık sesleri olanların habercisiydi.
"Lalin!" diye bağırıyordu birileri, bağırışlar yükselirken yerini yeniden ağlama sesleri almıştı. Kılıç ağa gibi Gazi ağa da başını kaldırmış sessizce Acem kızının camına bakıyordu. Gözleri camdan ayrılırken birbirlerini buldu ve bir an öylece bakan Kılıç ağa hasret duyduğu karındaşının omzuna yığılıverdi. Yüzü omzuna kapanıp gözyaşları sel misali akarken Gazi ağa kıpırdamadan beklemekle yetindi.
Aralık duran kapıdan gören duyan oldu mu bilinmezdi, lakin büyük ağa kardeşinin omzunda ağlayabildiği kadar ağlamıştı.
Ölüm vardı ya, ölüm vardı, bilirdi. Bu günde bir kez daha sırası gelenin değil, vadesi yetenin zamanı geleceğini anlamıştı. Yaşlı bedeni bu acıya nasıl dayanırdı, bilmiyordu. Acemin kızı gözlerinin önünde eriyip biterken, yanıp kül olurken nasıl dayanırdı? Hangi baba dayanırdı yavrusunun acı çekişini, feryat figan çığlıklarını duymaya? Yukarıdan gelen çığlıklar bir susup bir duyulurken geceyi nasıl gündüz edecekti?
"Ağam." diyen kardeşinin sesini duydu.
"Yapma, etme, isyana girer."
Onunda sesi ağlamaklıydı. O da yıkıldı yıkılacaktı. Abisini hiç böyle görmemişti.
Keşke de görmeseydim.
"Lalin..." diyebildi ağa.
Sahi, Acem kızına ne olacaktı? Onca hazırlık edilmiş, onca şey düşünülmüş, yapılmıştı. Şimdi ne olacaktı?
O güzel, uğruna mal mülk gözden çıkarılan Acemin çiçeği Lalin bu acıya nasıl katlanacaktı?
Ne de severdi Gazi ağa Lalin'i. Kendi üç er babası olmuştu da, bir kızı olmamıştı. Oysa bilirdi, Acemin kızı oğluna da bedeldi.
"Bir oğlun olduğunda, erkek evlada sahip olmayı öğrenirsin. Bir kızın olduğunda ise, baba olmayı... Böyle derdin hep, Lalin'i göstererek." diyen Gazi ağa bir an sustuktan sonra sözlerine devam etti.
"Ben üç ere sahip olmayı öğrendim, lakin babalığı yarım yamalak bilirim. Şimdi isterim ki, senin de iznin olursa, baba olmayı öğreneyim."
Gazi'nin sözleriyle başını omzundan kaldıran Kılıç ağa anlamamış, ağlamaktan kızarmış gözleriyle bakıyordu.
"Sen ne dersin Gazi?" diye sordu.
"Derim ki, Allahın emri, ve peygamberin kavliyle, Acemin ağası Sancar için, Acemin göz bebeğine talibim."
...
Birkaç saat önce...
Arabadan inip gözündeki gözlüğü çıkartan Sancar, kısa bir an konağa bakındıktan sonra hoş geldin nidalarının arasından sıyrılıp eve doğru adımladı. Peşinden gelen Cüneyt onun adına herkesi selamlıyor, o ise kimseyi duymamış gibi yürümeye devam ediyordu. Konaktan içeri girdiğinde karşısına çıkan halası gülümseyerek kendisine yaklaştı.
Halasını gördüğü zaman tıpkı onun gibi yüzüne koca bir tebessüm yerleştiren Sancar yaşı geçmiş kadına sıkı sıkı sarıldı. Annesiz büyümüş, onu anne bilmişti. Annesini kaybettiğinde çok küçük sayılmazdı, lakin her çocuk gibi anne şefkatine hasret kalmıştı. İşte tam bu sırada gelen halası kara bulutlar kaplı bu Acem konağına bir nebze de olsa sevgi ve umut getirmişti.
"Hoş gelmişsin yiğidim." diyen Dilber hatun geriye doğru çekilip oğlunun yüzüne baktı. Hiç değişmemişti. Hala her an öfkeliymiş gibi bakan bir surat ifadesine sahipti. Ve kimsenin onu yenemeyeceğini anlatan bir çift kara göz...
"Hoş gördük halam."
Halasının ardında duran konak ahalisi hazır olda durmuş yeniden eve dönen ağalarını selamlıyorlardı. Sancar da başını hafifçe sallayarak selamlarına karşılık verip halasıyla birlikte salona çıktı. Açık kapıdan içeriye girmesiyle babasını görmesi bir oldu. Bir an durup baktı Acemin yaşlanmış ağasına. Gözlerinin kenarlarında oluşan kırışıklıklar kendini iyice göstermiş, yaşının geçkinliği her yönden belli olmaya başlamıştı. Her şey o büyük Acem konağı yüzündendi. Buralardan ilk gidişi de, babasının bu kadar çöküşü de...
"Hoş gelmişsin oğul." diyerek elini öne doğru uzattı Gazi ağa. Bu huy abisi Kılıç ağadan, ona da babası Ahmet ağadan kalmıştı. Hızlıca babasından yana ilerleyen Sancar uzatmış olduğu elini öpüp alnına koyduktan sonra yeniden vücudunu dikleştirdi. Ağa büyük oğluna, kendisinden sonra gelecek olan Acem ağasına baktı. O da Dilber hatun gibi düşünüyordu; Sancar hiç değişmemişti. Ne kara gözlerindeki anlam, ne de duruşundaki korkusuzluk...
"Seni baba ocağına hangi rüzgar getirdi?" diye sordu Gazi ağa, oğluna oturması için işaret ederken, bir yandan da diğerlerine merakla bakınıyordu. Kimseden ses çıkmazken gözlerini diğerleri gibi sessiz kalan Sancar'a dikti. Ne diyecekti? İşler değişti, canımı kurtarıp toparlanmak için ortadan kayboldum diyemezdi ya, sessizce bekliyordu işte.
"Dönmekle hata mı ettim ağam?"
"Gecikmekle hata ettin ağa." diye cevap verdi Gazi ağa. Hala kimseden ses seda çıkmazken Dilber hatun lafa girecek olmuştu ki salonun kapısı telaşla vuruldu. Açık duran kapıdaki adama bakan Gazi ağa seslendi.
"Hayrola evlat? Ne bu telaş?"
"Ağam, büyük konaktan haber vardır."
"Hayrolsun?" diye oturduğu yerden kalktı Gazi ağa. Daha sabah düğün dernek haberi gelmiş, konak sevinçle ayaklanmıştı. Şimdi gelen haber ne olaydı ki?
"Desene oğlum neyse." diye çıkıştı. Bunlar böyle sessiz kaldıkça kendi delleniyordu.
"Konuş!" diye çıkışan bu sefer Sancar'dı. Varlığını hemen belli etmişti.
"Acem kızının yası vardır ağam, dünürler, sizlere ömür!"
...
Ertesi gün öğle vaktinde definden dönen erler sessizce otururken Gazi ağa Kılıç ağa'nın yanındaki yerini aldı. Cüneyt, Ferman ve Bekir sohbet ederek kapıdan girerken, ne Halis ne de Sancar ortalarda görünmüyordu. Güle oynaya askere gönderildiği o konak, on iki ay sonra babasına da, Sancar'a da, diğerlerine de yasaklı olmuştu. Şimdi nasıl girecekti? Hem, kimseyi tanımıyordu ki.
Ne sözü edilen o güzeller güzeli Acem kızını, ne Halis'i, ne de askerden yeni gelen Bekir'i.
Kalabalıkla dolup taşan konağın önünde, arabasının içinde oturmuş beklerken önünden geçen hala oğlu Zeynel bağırdı.
"Sen gelmiyor musun Sancar ağa?"
Bu hareketiyle o meşhur Sancar ağanın dönüşünü belli etmiş oldu. Sancar ise bunu bilerek yaptığını adı gibi biliyordu. Zeynel konağa girerken sinirlerine hakim olmaya çalışan Sancar derince bir nefes alıp arabasından indi. Ahali ayaklanıp ağalarını selamlarken sadık adamı Zafer koşarak yanına gelmişti. Diğerleri de arabalardan indiklerinde Sancar durup konuştu.
"Siz burada kalın."
Ardından ağır adımlarla verilen selamları alıp sağ elini göğsüne vura vura konağa ilk adımını attı. Kalabalık avluda herkes bir yana koştururken kendi nefes alış verişini duyar olmuştu. Kılıç ağanın yüzünü bile görmek istemezken, nasıl olacakta elini öpecekti? Üstelik babası Gazi ağa kendisini görmüş, yanlarına çağırıyordu. Cüneyt ile Ferman ise bir kenarda oturmuş bekliyor, yanlarındaki çocuk da merakla kendisine bakınıyordu. Yüzündeki sinek kaydı traşından anlaşılacağı üzere bu Bekir olmalıydı. Peki ya diğeri, Halis neredeydi? Derince bir iç çekip babasından yana yürüyen Sancar Kılıç ağanın önünde durdu.
"Başınız sağ olsun." derken ne o elini öpmek adına bir hamle yapmış, ne de koca ağa elini uzatmıştı. Elini uzatıp onu mecbur bırakmak istemeyen Kılıç ağa başını aşağı yukarı sallayarak oturması için işaret etti. Gazi ağanın ise gözleri büyük oğlu ile ağabeyi arasında gidip geliyordu. Nasıl Kılıç ağa Gazi ağa ile Bekir'i birbirine benzetiyorsa, Gazi ağa da abisi ile büyük oğlunu aynı görüyordu. Aynı gurur, aynı inat, aynı öfke...
Zaman oldukça ağır bir şekilde geçerken oturduğu yerde daralan Sancar kalkıp banyoya doğru ilerledi. Yıllardır uğramadığı bu konakta yeniden gezinmek garip bir duyguydu. Neredeyse hiç değişmeyen evin koridorlarından geçip nihayet banyoya vardığında durup bir an bekledi. Ne zaman içeri girecek olsa, muhakkak dolu oluyordu. Tabii bu eskidendi. Lakin, acaba şimdi de biri var mı diye düşünmeden edemedi.
Ensesini ufalayarak kapıyı usulca tıklattı. Ses seda yoktu. Demek ki içerisi boştu. Kapı kulpunu çevirip içeri girdiğinde gördüğü manzarayla bir an donup kaldı. Dün tarlaların yanından geçerken eteğinin püskülünü çekip takıldığı genç kız yeni giyinmiş olarak ıslak saçlarıyla kendisine bakınmaktaydı. Avazı çıktığınca bağırıp çığlık atmaya başladığında elleriyle gözlerini kapatan Sancar hızla arkasını döndü. Acem kızı da duş perdesinin arkasına girmiş söyleniyordu.
"Başkasının evine girip kapı çalmaktan aciz misin?"
"Başkasının evinde geziniyor olsam banyoyu kendim bulmam herhalde, değil mi?" diye cevap verdi Sancar.
"İnsan bari kapıyı çalar, utanmıyor musun?" diye söylenmeye devam eden Acem kızı ağlamaktan kızarmış gözlerindeki öfkeyle arkası dönük adama bakıyordu.
"Kapıyı çaldığım an ses verseydin içeri girmezdim hanımefendi."
"Kapıyı çalmış olsaydın elbet ses verirdim beyefendi."
"Bana bak, beni delirtme!" diyerek genç kadından yana dönen Sancar adını bilmediği bu güzelin yeni bir çığlığıyla yeniden ardına döndü.
"Çık dışarı! Sapık!" diye bağırdı Lalin.
"Düzgün konuş!"
"Çık dışarı!"
"Bak hala." diyerek yeniden Lalin'den yana döndü Sancar. Genç kadın duş perdesini önüne siper ederken kapı açılmış, Bekir, Ferman ve Cüneyt üçlüsü içeri girmişti.
"Abi, noluyor?" diye sordu Cüneyt.
Perdeye doğru bakınan Sancar:
"Allah çene vermiş, gerisini koyvermiş, yer cücesi!" diye söylenerek dışarı çıktı. Üçlü durumdan habersiz bir şekilde anlamamışçasına bakınırlarken perdenin ardından bir ses duyuldu.
"Kapısız yerden çıkmış hödük!"
"Abla?" diye usulca seslendi Bekir. Yanındaki genç adama bakakalan Ferman duş perdesini göstererek sordu.
"Lalin mi?"
...
Salonda oturmuş durumu yeni öğrenmiş ağalar mahçup bir şekilde birbirlerine bakınıyorlardı. Bu şekilde tanışmaları hiç hoş olmamıştı. Şimdi nasıl bu ikiliye birbirlerine alınıp verildiklerini söyleyeceklerdi? Ağalar kara kara düşünürlerken Cüneyt konuşacak olmuştu. Fakat o sırada içeri giren Dicle ortanca ağayı hem susturmuş, hem de güzelliğiyle mest etmişti. Güzel gözleri ağaların üzerinde gezinen Dicle eniştesi Kılıç ağayı görmesiyle başıyla selam verip gözlerini yere indirerek sordu.
"Beni çağırmışsın ağam, buyur."
"Otur hele şöyle kızım." diyen ağanın ardından Cüneyt'in gözleri hala kendisindeyken boş sandalyelerden birine yerleşti Dicle.
"Başımıza gelenleri, ocağımıza düşen ateşi bilirsin."
"Bilirim ağam, hepimizi yakıp kavurdu o ateş."
"Onca hazırlık, onca dönüp dolaşan laftan sonra, Acem kızını isteyenler, yeniden kapıyı doluştular."
Dicle duyduklarıyla öfkelenmişti. Hiç mi utanma arlanma yoktu bu adamlarda? İstemediklerini bile bile bu acı günde kapıya mı gelmişlerdi?
"Acemin acısını bilmezler, kendi şanlarının, şöhretlerinin derdine düşerler." diyerek sözlerine devam etti Kılıç ağa.
"Ben de düşündüm ki, Acem kızını bu aç kurtların elinden kurtarmak lazım gelir. O yüzden, Allahın da izniyle, küslüğü bitirip, yeniden hısım olmaya adım attım."
"Ben, anlamadım ağam."
"Lalin'in karşısına çıkan o genç adam, Gazi ağanın büyük oğlu Sancar'dır. Biz deriz ki..." diyerek yanında oturan kardeşinin dizine eliyle vurarak devam etti.
"Lalin'i, Sancar ile baş göz edelim."
Dicle bu seferki duyduklarıyla neye uğradığını şaşırmış, gözlerini kırpıştırarak bir süre boş bakışlarla bakınmıştı. Kendisini izlemekte olan Cüneyt ile göz göze geldikleri vakit kendine gelen Dicle Kılıç ağaya döndü.
"S-sen, na-nasıl, uygun görürsen, ağam." derken kelimeler dudaklarından çıkmamak için debeleniyordu. Acısıyla yüreği yanıp tutuşan Acem kızına nasıl bu acının üstüne başkasına yar olacaksın diyecekti? Bu yükün altında ezilircesine yüreği ağırlaşırken ağaların yanından çıkıp Acem kızının odasının yolunu tuttu. Kapıda bir ileri iki geri yüreği ağzında gidip gelirken kalabalık avlunun bir köşesinde göz göze geldiği Acem ağası ile meşhur Sancar ağanın konuşmakta olduklarını gördü. Öfkeden renkten renge giren Sancar ağa hırsla salondan tarafa adımlamış, Cüneyt ağa önüne geçip sakinleştirmeye çalıştığında ise konaktan bir hışımla çıkmıştı. Cüneyt ağanın gözleri yeniden kendisini bulurken başıyla selam verdiğini gördü. Genç adamın selamına karşılık veren Dicle bu göz hapsinden kurtulmak adına odaya giriverdi.
"Lalin." diye seslendi.
Lalin yatağının üzerinde oturmuş kurumuş saçlarını tarıyordu.
"Gel Dicle."
Usulca teyze kızının yanına geçen Dicle Sancar ağanında artık durumdan haberdar olduğunu aklına getirip, Lalin'e de durumu açıklamanın bir yolunu arıyordu.
"Ne oldu? Bir şey mi var?" diye sordu Lalin. Nasıl söyleyecekti ki? Kılıç ağa onu nasıl bir yükün altına sokmuştu böyle? Ela gözleri acıyla kendisine bakarken nasıl söyleyecekti?
"Lalin."
"Söyle Dicle. Ne oldu? Hıh, ya da daha ne olabilir? Daha canım ne kadar yanabilir?" diyerek ayaklanıp tarağını yerine bıraktı Lalin. Aynanın önüne geçmiş saçlarını düzeltirken gözlerindeki şişlikler ve kızarıklıkları fark etti. Halasının dediği gibi, isyan etmiş gibi olmasın diye susuyordu. İsyana girmesin diye gözyaşlarına hakim olmaya çalışıyor, kendini oradan oraya vurmuyordu. İsyana girmesin diye burnunun ucu her sızladığında yutkunup, gözleri her dolduğunda yukarıya bakıyordu.
Aynadaki aksini izleyen Dicle ise kafasında kuruyor, olmayınca baştan düşünüyordu. Kucağındaki elleriyle oynarken avuçlarının içinin terlediğini hissetti. Yok, bu böyle olmayacaktı. Beklemekle, düşünüp bir çare aramakla olmayacaktı. İyisi mi, olduğu gibi bir anda söylemeliydi.
"Lalin." dedi bir kez daha. Aynanın önünde durmuş saçlarını düzelten Lalin aynadan Dicle'ye bakıp başını salladı.
"Eniştem..."
"Ne olmuş babama?" diyerek teyze kızından yana döndü. Duyduğu sözler ise başından aşağı yeni bir kaynar suyu boca etmişti.
"Eniştem seni, amcan Gazi ağanın büyük oğlu, Sancar ile evlendirmek ister."