-1-

2373 Words
Koşarak gelip ardına sindiği duvara kurşunlar çarpıyor, ağzından kürdanını eksik etmeyen bey biten mermisi nedeniyle çatışmanın da bitmesini bekliyordu. Biraz sonra silah sesleri kesildi ve gelenler aynı hızla gaza basıp tozu dumana katarak uzaklaştılar. "Abi..." diyerek koşturdu Zafer. "İyi misin?" Genç adam yanında merakla yüzüne bakınırken yaslandığı duvarın alçısı üzerine bulaşan adam ağzında kırılan kürdanı yere tükürüp ters ters bakınmaya devam etti. Diğer adamları da yavaş yavaş etrafını sararken omzundaki alçı tozunu silkeleyerek birkaç adım attı. "Abi?" diye yeniden seslendi Zafer. Abi dediği adamdan ses çıkmıyor, yalnızca öfkeli bakışlarla az evvel uzaklaşan arabaların ardından bakınıyordu. Bir dahakine ya o peşindekileri ortadan kaldıracaktı, ya da peşindekiler kendisini... "Şimdi ne yapıyoruz?" diye yeni bir soru yönelten Zafer'e baktı. Ardından bütün adamları peşi sıra ilerlerken arabasına doğru adımlayıp söylendi. "Kayboluyoruz." Ağzına aldığı yeni bir kürdanı dişlerinin arasında kıvırdı. Kapıyı kapatıp herkes arabalara koştururken kolunu çıkardığı camdan şehre bir göz atıp söylendi. "Yeniden ağalık vakti." ... Nisan ayının sıcağı gözleri kamaştırır bir şekilde ortalığı kasıp kavururken Şanlıurfa cayır cayır yanıyordu. İşinde gücünde olan ahali kentin neşesi olurken ara sokaklardaki büyük konaklardan birinde evin neşesi de oradan oraya koşturuyor, inci misali dişleri ve ela bakışları ile konağa güneş gibi doğuyordu. Adı koca konakta yankı yaparken koşa koşa avluya bakan balkona çıktı. "Hadi Lalin!" "Geliyorum, iki dakika bekleyemedin." "Hangi iki dakika acaba?" diye söylenen teyze kızı Dicle elini beline atıp ardına dönerken Lalin de içeri girmiş, aşağı inmek için merdivenlere koşturuyordu. Bastığı yerler konakta yankı yaparken yanından geçen elleri dolu kızlar ağızlarına bir şarkı dolamışlar, gülüşerek ardından bağırıyorlardı. "Nereye kaçarsın Acem kızı?" "Hişş, akşamdan önce gelirim." diyen Lalin işaret parmağını ağzına dayayıp susmalarını işaret ederek yeniden önüne dönüp koşturmaya devam etti. Yanına vardığı teyze kızı Dicle'nin elinden tutup kaçırırcasına onu da koştururken Dicle artık somurtmak yerine kahkahalarla gülüyordu. Konaktan çıkan iki teyze kızı koşturmaya devam ederek sokaktan geçen kızlarla dolu traktöre bindiklerinde arkalarından baka kalan bir grup koruma ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Dünürler yola çıkmış neredeyse geleceklerdi fakat Lalin hala tarla tapan peşindeydi. Konağın önünde durmuş arabadan inen Acem ağası Kılıç ağa da başını bir yana bükerek kızının ardından bakıp gülümsedi. Bir şey diyemiyordu. Sonuçta baba ocağında son günleriydi. Nasıl isterse, ne isterse öyle olsun istiyordu. Yirmi yıl nasıl bir dediği iki edilmediyse, yine edilmeyecekti. Ne bu evde, ne de bu evden gidince... Ağa, adamları konağın etrafında turlarken içeri girmiş, Lalin ile Dicle de bindikleri traktörde kızların şarkılarına eşlik etmeye başlamışlardı. Tarlaya gidene değin bu şekilde güle oynaya vakit geçirmiş, tarlaya varınca da yine aynı şekilde sevecenlikle işlerine koyulmuşlardı. Günler çabuk geçiyordu. Lalin için ise, buradaki günleri artık sayılıydı. O yüzden hiç vakit kaybetmek istemiyor, Maraş'a gitmeden evvel sevdikleri ve sevdiği işlerle daha çok vakit geçirmek istiyordu. Keşke sevdiği burada yaşıyor olsaydı. ... Urfa'nın başka bir mahallesi, başka bir koca konağında ise gün yeni başlıyordu. Gazi ağa avluda hazırlanmış sofranın baş köşesindeki yerini alırken yanı başında oturan bacısı Dilber hatundan başka görünürde kimse yoktu. Başını tabağından kaldırıp bağıracağı vakit elini tutan Dilber hanım gözlerine bakarak başını hafifçe büktü. "Bir sofraya inemediler." diye yeniden kahvaltısıyla ilgilenmeye başladı Gazi ağa. Bu sefer Dilber hanım boğazını temizleyerek evin bir tek gelininin varlığını belli etmek istercesine abisine kaş göz işareti yapmıştı. "Kocan nerede kızım?" diye sorduğunda başını hafifçe kaldıran Afife usulca konuştu. "Sen git, ben geleceğim dedi hala, bakayım mı?" derken hemen ayaklanmıştı ki ağa eliyle oturmasını işaret etti. "Otur kızım otur, canı isterse gelir." Afife yavaşça kalktığı sandalyesine yerleşirken gözler merdivenlerden inmekte olan Cüneyt'e yöneldi. "Kalkabildiniz mi ağam?" diye seslenen Gazi ağa kız kardeşinin sitem dolu bakışlarına aldırmıyordu. Dilber hatun anlayışlı olmasını söyleyip duruyordu ya, abartıyordu. Kaç yaşına gelmiş kendilerine ağa dedirten koskoca heriflere bir de ufacık bebe gibi mi davranacaktı? Daha neler! "Kusura kalmayasın baba, anca inebildim." diye bahane üreten Cüneyt yengesi Afife'nin karşısındaki yerini alırken Afife hızlıca kaynının bardağını doldurup yerine oturmuştu. "Estağfurullah ağam." diyen Gazi ağa ortanca oğlunun sessizce oturmasını izlerken yukarıdan bir kapı açılıp kapandı. Merdivenlerden bu kez inen tek gelin Afife'nin kocası, evin küçük oğlu Ferman'dı. Ferman otuzuna merdiven dayamış, abisi Cüneyt'e göre daha deli dolu, ne zaman patlayacağı bilinmeyen bir civandı. Abisi Cüneyt her daim anlayışlı olmaya çalışıp temkinli kalmak için kendini zorlarken o en az büyük abisi gibi hop oturup hop kalkıyordu. Babasının sert bakışlarına karşı kaçamak bakışlar atarken kendisini her görüşünde başını yere eğmeden durmayan güzel karısının yanındaki yerini aldı. Afife sessiz, sakin, kendi halinde bir kızdı. Evleneli üç ay olmuştu ama hala Ferman'dan çekiniyordu. Belki de babasının aldığı yüklü miktardaki başlık parası yüzündendi, belki de her seferinde gelip gidip bir şeyler istemesi yüzündendi, bilmiyordu. Bu aileye karşı mahçup hissediyordu. İnsanın kendi ailesinden utanması çok saçmaydı, ama utanıyordu işte. Aç gözlü babasından da, ondan kalır yanı olmayan abisinden de... Şekeri kocasından yana tutarken gözleri de başı da hala yerdeydi. Lakin Ferman şuan tam anlamıyla gözünün içine bakıyordu. Ne vardı o da bir kez çekinmeden kendisine baksa, konuşsa, gülse... "Günaydın." diyerek Ferman'ın karısına olan dikkatini dağıttığı gibi masadakilerinde dikkatini çeken Zeynel avluya çıkmıştı. Zeynel Ferman'la aynı yaşta olan Dilber hanım'ın oğluydu. Cüneytle iyi kötü geçinirdi, fakat Ferman'la aralarının iyi olduğu pek söylenemezdi. O, üç kardeşe göre biraz daha rahat hareket eden biriydi. Ne dediğini pek düşünmez, ortama dikkat etmez, karşıdakinin düşüncelerini önemsemezdi. İşte bu yüzden Ferman'da büyük abisi de Cüneyt'e oranla Zeynel'den çok hoşlanmazdı. Zeynel ağa kahvaltı masasındaki yerini alırken yanında oturan Cüneyt'in telefonu bangır bangır çalmaya başlamıştı. Bir an şaşırarak ekrana bakan Cüneyt telefonu açıp kulağına dayadığında konuşmasına fırsat vermeyen kişi sürekli konuşuruyor gibiydi. "Tamam." diyebildi Cüneyt. Telefon kapanmış, kendisi de durumu anlayamamış, kendisini izleyen babası ile halasına dönmüştü. "Sancar geliyor!" ... Vakit ikindiye yaklaşırken Kılıç ağa konağın avlusunda yüzünü güneşe çevirmiş bol köpüklü mırrasını zevkle içmekteydi. Küçük oğlu askerden sağ salim dönmüş, gözden sakındığı konağının çiçeği mutlu bir yuva kurmaya emin adımlarla yaklaşmıştı. Akşam dünürler burada olacak, bir iki güne kına yapılacak, haftaya da Allahın izniyle düğün olacaktı. Gayrı bir sorun yok gibi görünürdü. Ağanın aklına yer eden tek sorun, karındaşı Gazi ağayı düğüne çağırıp çağırmama işiydi. Bacısı Dilber hatun her türlü gelecekti, lakin o haberi gönderdiğinde Gazi ağa için ne dedittireceğini bilmezdi. Neredeyse on yıldır görüşmediği kardeşini artık yanında isterdi. İçinde geçmişe dair ne bir şüphe, ne de bir yanılgı vardı. O zamanda aynı şekilde düşünmüştü lakin, kahrolası töreler yüzünden yolları ayrılmış, Gazi ağa Acemin büyük konağından sürülmüştü. Şimdi kendisi sanki devletin diğer bir ucunu yönetircesine tüm ihtişamıyla ayrı bir konaktaydı. Yalnız iki kardeş değil, çocuklarda ayrı düşmüştü. Acem kızı hiçbirini bilmezdi. Muhakkak onlarda kendilerini unutmuşlardı. "Hasan!" diye avluda sesinin çıktığınca bağırmaya başladı Kılıç ağa. "Hasan!" Nihayet ikinci seslenişinde dış kapı açılmış, içeri ceketinin önünü kapayarak orta yaşa yakın bir adam girmişti. "Buyurasın ağam?" diye ellerini önünde birleştiren adam yere bakarak söylenenleri dinlemekteydi. Ne yapacağını anladıktan sonra hızlıca çıkıp gitti. O sırada avluya çıkan evin küçük ağası Bekir hala esnemekteydi. "Uyanabildin demek." diye askerden günler önce gelen oğluna takıldı Kılıç ağa. Onda küskün olduğu Gazi'yi görüyordu. Tıpkı onun yirmi yıl evvelki hali gibi görünüyor, onun gibi konuşuyor, onun gibi hareket ediyordu. Yıllardır konuşmamalarına rağmen görenler ağayı keyfi yerinde sanıyorlardı. İçinin acısını yalnızca o bilirdi. Acaba Gazi ağa ne düşünüyordu? "Ee, sen bu gün ne yapacaksın ağa?" diye seslendi oğluna elindeki fincanını tabağa bırakarak, o sırada Bekir avluyu boş bakışlarla izlemekteydi. "Bekir?" diye yeniden seslendi. "Hı, ne, buyur baba?" "Sen ne edeceksin derim, kızlar gittiler." "Nereye?" "Tarlaya." "Ben de bulurum elbet kendime göre bir şeyler." diyen Bekir sordu. "Abim de mi gitti?" "Yok, o benle çıkıp işe gitti." "Ben de bir abime uğrarım. "İyi bakalım." Evin küçük oğlu Bekir ağa kendisi için yeniden hazırlanan kahvaltı masasındaki yerini alırken kahya Hasan diğer Acem konağına varmıştı. Kılıç ağanın konağına da haber vermek adına bir gelen vardı. Koca tahta kapı büyük bir gümbürtüyle yumruklanmanın ardından açılmış, içeri birer birer giren onca adam sessiz kalırken tek bir tanesinden ses çıkar olmuştu. Adamın ettiği kelam Kılıç ağanın tüğlerini diken diken ederken, diğer Acem konağının kapısını çalan Hasan kahya destur alarak yıllardır adım atmadığı konağın avlusuna girdi. Hayret, merak ve bir o kadar da endişeyle kendisini izleyen konak ahalisi tetikte bekliyordu. Kapıdakilere Kılıç ağadan bir havadis getirdiğini söyleyen Hasan meraklı bakışların nasıl da kendisini yokladığının farkındaydı. Korumalarla dolup taşan avludaki koca masada Gazi ağa ile kardeşi Dilber hatun oturmaktaydı. Görünürde ne Ferman vardı, ne de Cüneyt. "Hoş gelmişsin Hasan kahya, buyur." diyerek konuşmasına müsaade etti Gazi ağa. Derin bir soluk alan Hasan kahya eğik tuttuğu başını hafifçe dikleştirerek konuşmaya başladı. Gazi ağa kahyanın ağzından çıkacakları öylesine merak ediyordu ki neredeyse yerinden kalkıp bir an önce konuşması için yakasına yapışacaktı. Neydi büyük ağanın demesi için gönderdiği haber? Bunca zaman sonra kendisine ne diyecekti? Kendisini yeniden kardeşi saymış mıydı? "De hele Hasan ne diyeceksen." diye yeniden telkinde bulundu. "Ağam..." "Söyle!" "Ağam, Kılıç ağam derki, Acem kızı gelin olur, akşama erkek tarafı gelecek, Dilber hatuna deyiver, yarından tezi yok, gele misafirlerin başında hatun dura, der." Tuttuğu nefesini bir anda bıraktı Gazi ağa. Denilecekler kendisine değildi, yine o konakta yeri yoktu... Sonra üzülse mi, yoksa sevinse mi bilemedi. Acem kızı gelin olurdu demek, sahi, o kadar büyümüş müydü? Hangi ara gelinlik yaşına gelmişti. Ferman'dan dört beş yaş küçüktü. Yıllar yılı, o konak yüzüne kapandığı vakittir görmüyordu. Kim bilir ne kadar güzelleşmişti. Gülünce neredeyse yok olan ela gözleri ile elini ağzına kapatarak kahkaha atışını düşündü. Nasıl da benzerdi rahmetli yengesine, nasıl da... Kahyanın söyledikleriyle abisinin hüznünü gören Dilber hanım ağanın yaşlanmış elinin üzerine elini koyarak güler bir yüzle kahyaya döndü. "Hayırlı olsun Hasan kahya, diyesin ağama, sabah erden gelirim inşallah." "Hayırlı olsun." diyebildi Gazi ağa. Sesi öylesine kısık çıkmıştı ki, bir an yok olduğunu hissetti. Gözleri hüzünle yerle yeksan olmuş, omuzları çökmüştü. "Kılıç ağam, bir de dedi ki..." diye sözlerine devam etmek üzere seslendi Hasan. Dilber hatun can kulağıyla dinlerken Gazi ağa hala avlunun taş zeminini izlemekteydi. "Ağana söyle, ben gayrı yaşlandım, gelsin, düğün dernek işiyle alakadar olsun." Duyduklarıyla başı dikleşen Gazi ağa gözleri yaşarmış bir vaziyette gülümseyerek bir kahyaya bir Dilber hanıma bakıyordu. "Beni oraya getirmesin dedi." diye son sözünü de söyledi genç kahya. Neşeyle yerinde kıpırdanan Gazi ağa; "Olur, olur erkenden orada oluruz." diyerek güldü. Avluyu doldurmuş hazır olda bekleyen korumalar derin birer nefes alırken Hasan ile adamları sevinçle uğurlanmış, küslüğün sebep olduğu kara bulutlar yavaş yavaş konağın üzerini terk etmeye başlamıştı. Hasan kahyanın haber getirdiği Acem konağında durum böyleydi? Ya diğeri, onda havadisler neydi? ... Urfa'nın sıcağı ha bire artarken alnından akan bir damla teri sildi Acem kızı. Taktığı halka küpeleri saçlarının arasından sallanırken gözleri gülüyor, pembe dudakları bir türküdür mırıldanıyordu. Elini bir kez daha alnına götürdüğünde dizlerine dayadığı çuval ağzına kadar dolmuştu. Eline koluna yapışan pamukları silkeleyip koca çuvalı kaldırarak diğerlerinin yanına, yol kenarına taşıdı. Bıraktığı çuvalın ardından yeni bir çuval alarak tarlaya doğru adımlamıştı ki teyze kızı Dicle yerinden doğrularak seslendi. "Gelme daha, yeter bu gün, eve geçelim." Eteğinin cebindeki telefonunu çıkararak saate bakan Lalin vaktin ikindiyi geçtiği, telefonunun da defalarca kez çaldığını gördü. Sesini açmamış mıydı? Sevgili nişanlısı az değil, beş kez aramıştı. Numarasını çevirerek telefonu kulağına götürdü. Uzun bir çalışın ardından kapanan telefonu yeniden çevirip kulağına götürdü, fakat yine aynı şey olmuştu. En sonunda omuz silkerek telefonu cebine yerleştirmiş bekliyordu ki yakınından geçen arabadan uzanan bir el, eteğinin yandan sarkan süs niyetindeki kuşağını çekti. Belinin geriye doğru çekilmesiyle neye uğradığını şaşıran Lalin tarladaki kızlara gülen gözlerle bakarken aynı bakışla arabaya döndü. Hareket halinde olan araba uzaklaşırken eteğinin kuşağını çekip kurtararak yüzünü göremediği adamın ise bir an için kendisine baktığını hissetti. Çattığı kaşlarıyla adamın yüzünü görmek için bakınmaya devam eden Lalin'in yanına koşturarak Dicle gelmişti. "Ne oldu?" "Aptalın biri işte, boşver." İki güzel arabanın arkasından bakmaya devam ederken arabanın içindekilerde sohbet halindeydiler. "Kimdi o kız?" diye dikiz aynasından bakan Cüneyt yan koltukta oturan her daim çatık kaşlı, yıllar sonra baba ocağına dönen abisine sordu. "Bilmem, tanımıyorum." diyen Sancar açık camdan kolunu çıkarmış bir şekilde yan aynadan gerilerinde kalan kıza baktı. Yol kenarında gülümseyerek tarlayı izliyordu, bir an gözüne o kadar güzel görünmüştü ki takılmadan edemedi. Araba yol boyunca ilerleyip arkalarında kalan genç kız yan aynada git gide yok olurken o hala bakmaya devam ediyordu. Anlaşıldı, gördüğü ela gözleri ve hayat dolu gülüşü uzun bir süre unutamayacaktı. Çevresinde her zaman kadınların dört döndüğü bir erkek değildi. Kadınlarla iyi anlaşırdı evet, fakat istediğinde... Ki, genelde uzak durmayı tercih ediyordu. Sonuçta hangi erkek söz dinlemeyen fakat tek bir bakışıyla karşısındaki adamın sinirlerini alt üst eden biriyle başa çıkabilirdi? Kim isterdi başında sürekli böyle bir belayı? Daima ağlayan, neden ağladığı asla bilinmeyen, neyi niye istediğini bilmeyen, hiçbir şeyi asla beğenmeyen, her zaman üste çıkmayı başaran... Kadınlar zordu. Hiç bulaşmamak en iyisi. Derin bir iç çekerek konağa giden yolu izlemeye devam etti. Peşi sıra gelen arabalar şüphe uyandırır nitelikteydi. Üstelik şimdi herkes ne diye geri döndüğünü soracaktı. Ne de olsa yıllar evvel baba ocağını geride bırakırken büyük işler yapan büyük adamlardan olmaya gittiğini söylemişti. Şimdi işin yoksa açıklama yap, sesleri kesecek bir bahane bul, diye içinden geçirdi. ... Şarkı söyleyerek geldikleri yolları aynı şekilde dönen tarla ahalisi Acem konağının önünde traktörü durdurmuştu. Gülerek herkese el sallayan Acem kızları traktörden inip kol kola konağa doğru ilerlediler. Kapıda her zamanki yerlerinde bekleyip her daim Acem kızının sevecen selamına karşılık veren korumalar bu kez bakışlarını kaçırıyor, başlarını yerde tutmak için kendilerini zorluyorlardı. Anlamayan bakışlarla birbirlerine bakınan kızlar konaktan içeri girdiklerinde avluda oturan Kılıç ağa ile etrafına toplananlara baktılar. Neler oluyordu? Neden herkes bu kadar sessizdi? "Baba?" diye seslendi Acem kızı. Kılıç ağa yere eğilmiş başını yavaşça kaldırıp kızının güzel yüzüne baktı. Yorulmuştu, biliyordu. Ama bunu asla belli etmemeye kararlıydı. Tıpkı rahmetli annesi gibiydi. Şilan hanım da en küçük bir şeyden şikayet etmez, yaptığı işleri her zaman severek yaptığını söylerdi. Lalin'e de bunu öğretmişti. Severek yapınca, güzelleşmeyecek hiçbir şey yoktur. "Bir şey mi oldu?" diye sordu Lalin. Toplananlar usul usul kenara çekilirken Kılıç ağa yaşlı elini kaldırıp kızına doğru uzattı. "Gel Lalin, gel kızım." Lalin Dicle'ye, ardından da abilerine bakıp ağır adımlarla babasının yanına doğru ilerlerken, Dicle de olanları öğrenmek için annesinden yana yönelmişti. "Baba..." diye tekrar söylendi Lalin. Kalbi boğazında atıyordu. Neydi ağayı böyle susturan? "Lalin, Mehmet... Mehmet ile ailesi gelirken, kaza geçirmişler." Ela gözleri yaşla dolan Lalin elini kalbinin üzerine koyarak nefesini tutup babasının sözlerini sürdürmesini bekledi. Lakin ağa fazlasına hacet yokmuş gibi konuşmuyor, öylece hüzünlü gözleriyle bekliyordu. "Şimdi ne haldedirler baba?" diye sordu sesi çıkmayan babasına Lalin. Hala sessiz kalmaya niyetli olan ağanın dizlerinin dibine çökerek az evvel kendisini çağıran elini tuttu. "Nerededir ağam?" Ve ağa konuştu. Konuşması Acem konağının tepesinde şimşekler çaktırırken, baharın sıcağı Acem kızını artık yakmıyor, üşütüyordu. "Başımız sağolsun Acem kızı."
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD