-4-

1971 Words
Malum törenin ardından kendini eve zor atan Sancar kravattan bir çabuk kurtulup ardarda arayan Zafer'i aramak üzere cebinden telefonunu çıkardı. Kilit ekranını açtığında gelen mesajlar arasında iki de fotoğraf bulunuyordu. Fotoğrafları açtığında birinin Acem kızı elini öperken, diğerinin ise yan yana durdukları an çekilmiş olduğunu gördü. "Lan süslü!" diye öfkeyle Zeynel için söylenirken fotoğrafı silmek üzere ekrandaki çöp kutusuna dokunmuştu ki Zafer aradı. "Ne lan kırk kere arıyorsun?" diyerek telefonu açtığında karşı taraftan duyduklarıyla pencere önündeki tekli koltuklardan birine yerleşip bıyıklarını burmaya başladı. "Gelsin gelsin." diyerek keyifle geriye yaslandı. "Güzel bir karşılama yaparız tabii. Gözünüzü ayırmayın." Ardından kapanan telefonu önündeki sehpanın üstüne bırakmıştı ki ekranda beliren fotoğrafı gördü. Kapanmamış mıydı? Hızla telefonu eline alıp silmek için bakındı. Çöp kutusunun üzerine basacağı sırada Zafer aramış, silememiş, silemediği gibi yanlışlıkla kenardaki kalbin üzerine dokunmuştu. Kırmızıya boyanan kalbe yeniden dokunup rengini soldururken fotoğrafın telefonda durmasının ne gibi bir zararı olacağını düşündü. Zaten galeriyi kullanan bir insan değildi. Ne olacaktı ki? Omuz silkip silmeden kapatıp bıraktı. ... Sabahın dokuzunda konaktan çıkarken aile üyeleri kahvaltıya yeni oturmuşlardı. Babası Gazi ağanın seslenmesiyle isteksiz bir şekilde geriye dönüp baktı. "Kahvaltını yap, aç açına olmaz." diyen babası gibi herkes yüzüne bakıyordu. Bir an için gözlerini kapatıp kendini sakinleştirerek masaya geçti. Yerini alırken çay bardağını önüne bırakan evin şuan için tek gelinine baktı. Gözleri bardaktaki çay ile gelin Afife arasında gidip gelirken Ferman da kendilerini izliyordu. Tabağıyla birlikte çay bardağını kenara bırakan Sancar; "Adam akıllı getir şu çayı." diye söylenerek önüne döndü. Belki de bir başkası olsa kocasına bakıp medet umardı lakin Afife kimseye bir sitem de bulunmayarak bardağı alıp boş bardaklardan birine demli bir çay doldurdu. Bu sefer memnun görünen Sancar şekersiz çayını yudumlarken bir yandan da hızlı hızlı atıştırıyordu. O sırada yerine yeni oturan geline bakmadan söylendi. "Senin yerin ora mı?" Kaynının konuşmasıyla ayakta kalan Afife bu kez anlamayarak gözlerini kırpıştırmaya başlayarak bakındı. Sancar tam yeniden söylenecekti ki Ferman araya girdi. "Buraya gel Afife." Kocasının yanına geçen Afife kahvaltısına başlarken masaya en son oturan Zeynel'di. "Fotoğrafları beğendin mi?" diye ani ve beklenmedik bir soru sorduğunda kahvaltısını bir çabuk bitirmiş olan Sancar çayını bitirmeye çalışıyordu. Elindeki bardakla durup Zeynel'e baktığında bu bakış bir çok anlam ifade etse bile pek kimsenin anladığı söylenemezdi. Başını hafifçe sabır dilercesine yana eğen Sancar telefonunun çalmasıyla yerinden kalkıp babasına ufak bir bakış atıp dış kapıya doğru ilerledi. Arayan yabancı numaranın sahibi kendini tanıttığında yüzünde garip bir ifade oluşan Sancar neden aradığını merak etmişti. Halis onunla ne konuşacak olabilirdi ki? Telefonu kapatıp yanına gitmek üzere arabasına yöneldiğinde yanına gelen Zafer'e sordu. "Gelmiş mi hıyar ağası?" "Akşama doğru yanında olur abi." "İyi. Ben şu Halis'e bakıp geliyorum." "Halis?" diye soran gözlerle bakan Zafer'e karşı alay dolu bir ifadeyle konuştu Sancar. "Kaynım." "Ha, tamam abi." "Kaçırmayın elinizden hıyarı." "Tamam abi." Nihayet arabasına binen Sancar'a bir seslenen daha vardı. "Abi, abi!" Durup baktığında bu seferkinin Cüneyt olduğunu gördü. "Nereye?" "Kaynımın yanına. Yolun yarısına dayandık amma hala hesap veriyoruz anasını satayım." "Ben de geleyim." "Kuyruğum musun oğlum, her yere geliyorsun. Uza!" "Abi." "Cüneyt!" "Abi geleyim." Bir süre kardeşine bakınan Sancar gayrı ev ahalisinden kolay kolay kurtuluş olmayacağını anlayarak söylendi. "Bakma öyle enik gibi, bin!" Abisinin yanındaki yerini alan Cüneyt bu kuyruk olayından her ne kadar memnun olmasa da babasının emrini yerine getiriyordu. Bundan sonra abisiyle takılacaktı. Başa gelen çekilir. Kısa bir yolculuğun ardından geldikleri kafenin terasında oturan Halis kahvaltı yapmakla meşguldü. Ağzını olabildiğince dolduran genç adam bıyık altı bir gülüş atarak buyur etti. Çayından birkaç yudum alarak ağzındakileri yutup karşısındaki kardeşlere döndü. O sırada Sancar da içten içe nelerle uğraştığına dair hayıflanıyordu. "Seni görmeyi beklemiyordum." diyen Halis dudaklarını sildiği peçeteyle Cüneyt'i işaret etti. "Sancar'ı tek tabanca bilirdim." "Yalnız kalmalık bir durum mu var?" diye soran Sancar'a baktı Halis. Bu muydu yani herkesin korkup köşelere sindiği Sancar ağa? Orta boy, bıyıkla bütünleşmiş ve oldukça garip görünen sakallar, her daim diş kurcalar gibi ağızda tutulan kürdan ve öfkeyle çığrından çıkmış bakışlar... Gerçekten dillere dolanan ağa bu muydu? "Sayılır, malum kız alıp veriyoruz." "Ee?" diye soran Sancar oturduğu yerde öne doğru eğildi. Çıkacak baklayı merakla bekliyordu. "Bu soydan bir kız almak kolay değildir, bilirsin." "Bilmem mi?" derken Sancar dişlerini sıkmaya, yüzündeki garip gülümseme ile gözlerini sonuna değin açıp kırpmaksızın beklemeye başlamıştı. "Kesenin ağzını açmak gerekir." diyen Halis de gülümseyerek kendisine bakınıyordu. Duyduklarıyla sessizliğe gömülen Sancar bu kez gerçekten burada, bu insanlarla ne yaptığını sordu kendi kendine. Bu saçmalıklarla uğraşmaya hiç niyetli değildi. Çalan telefonuyla yerinden kalkarken masada Halis'le kalan Cüneyt'ti. Abisinin uzaklaşmasıyla Halis'e dönen Cüneyt öfkesini gizlemeye çalışarak sordu. "Hayrola Halis ağa, nereden çıktı bu başlık? Kılıç ağayla böyle konuşmamıştık." "İşler değişti diyelim, Cüneyt ağam. Ha diyorsanız ki yok, olmaz..." "Ne kadar?" diyerek aniden yerine oturan Sancar yüzündeki boş ve umursamaz ifadeyle Halis'e bakmaktaydı. Ani çıkışına şaşıran Halis bir an sessiz kalırken sorusunu yineledi. "Ne kadar dedim." "200." "300 olsun." "..?" "Müstakbel eşime görümlük." "Sağolasın..." diyerek verilen teklifi kibarca reddeden Halis'in sözünü kesen Sancar eğleniyor gibiydi. "Hatrım kalır." "Peki madem." Kardeşi Cüneyt'in omzuna dokunarak hızla ayaklandı Sancar. Kolundaki saate bakıp devam etti. "Bir iki saate olmuş bil, kayınço." "Eyvallah, enişte." ... Deste deste düzenlediği paraları öfkeyle çantaya yerleştiren Sancar burnundan solusa da umursamıyordu. Sakin olmalıydı. Sakin kalmalıydı. Aksi takdirde birilerinin gövdesine ağır gelen kafası yerinden olacaktı. "O kadar parayı gerçekten verecek misin?" diye sordu yanı başında bekleyen Cüneyt. Sancar'dan çıt çıkmıyordu. Bu da Cüneyt'i yeniden konuşmaya itti. "Kılıç ağanın haberi olmadığına kalıbımı basarım, kafasına göre iş ediyor şerefsiz..." "Herkes kafasına göre iş ediyorsa, o işler bizde de değişir." diyen Sancar gözlerini kardeşine dikti. Kuyruk gibiydi ama, seviyordu bu herifi. "Otur." diyerek yanındaki koltuğu gösterdiğinde odanın kapısı açıldı. "Gelmezsiniz sanıyordum." diyen Ferman içeri girmiş, bulundukları odanın penceresinden şehre şöyle bir göz atmıştı. Ardına döndüğünde iki abisini önlerinde desteyle paralarla görünce yanlarına yaklaşıp sordu. "Ne iş?" "Başlık." diye huzursuzca cevap veren Cüneyt olmuştu. "Amcam öyle bir şey istemez." diye kendinden emin bir vaziyette başını iki yana salladı Ferman. "Amcam değil, Halis." "Keyfince iş mi yapıyor?" diyen Ferman'la birlikte Cüneyt yeniden celallenmişti ki Sancar'ın sesi duyuldu. "Hişş, sakin." "Sen bu çıkarcıyı bilmezsin abi..." Elindeki desteyle parayı sallayan Sancar parmağının dudaklarının üzerine götürüp susmalarını işaret etti. "İyi dinleyin, en büyük kahpe, paradır. Kadını soyar, adamı bozar." "Bir şey yapmayacak mısın?" diye sordu Cüneyt. Sancar ağanın sessiz kalmasını beklemek en büyük aptallıktı. "Sabredin, sadece birkaç saat sabredin. Önce bakalım, bozulan kim, soyunan kim olacak." ... Saat öğleyi geçerken yeni eniştesinden yüklü miktardaki parayı alan Halis, şirketten de çektiği parayla keyifli bir şekilde tefeci Kenan'ı karşılamak üzere yola çıkmıştı. Arabanın arka koltuğunda ilerlerken yanında para dolu çantaya bakıp bakıp gülümsüyordu. Bu işin bu kadar kolay olacağını düşünmemişti. Sancar olay çıkarır sanıyordu. Fakat görünen o ki Sancar hiçte öyle anlatıldığı gibi cengaver bir tip değildi. Tek bir sözle dünya kadar para alması bir olmuştu. Geldiği yer fıratın suları altında kalan, kayıp kent olarak bilinen bölgeydi. Sular altında kalan minarelere karşı bacak bacak üstüne atarak oturmuş kahvesini içen adamı daha araçtan inmeden görmüştü. Kenan keyfine düşkün biriydi. Hiçbir şey için telaş etmez, yapacaklarını en başından düşünür her şeyi yerli yerine otuttururdu. "Hoş geldin ağa." diye seslendi kahvesini höpürdeterek içmekte olan adam. "Sen de hoş geldin." diyen Halis yanındaki diğer sandalyeye kurulurken tıpkı Kenan gibi gözleri suları bulmuştu. Şu su ne canlar almıştı... "Eee, sohbete mi geldin ağa?" diye söylendi Kenan. Halis'in neyden bahsettiğini anlaması uzun sürmedi, istediği şey aşikardı. Elindeki boşalan fincanı bırakan adama para dolu çantayı uzattı ve bu pek de temiz olduğu söylenmeyen hafif göbekli adamın paralara karşı mutlu bir şekilde bakışını izledi. "Bir dahakine geciktirme." "Senin acelen." "Haftayı geçti Halis. Başkasına böyle müsamaha göstermem, bilirsin." Aldığı çantanın fermuarını açarak paralara mutlu mesut bakınırken Halis konuştu. "Eee?" "Ne eee?" "Senetler, alayım!" Kenan'ın kara gözleri genç adamı bulurken, bu genç ağanın o kadar da aptal olmadığını görüyordu. Elini ardına doğru uzatarak adamının senetleri vermesini bekledi. Aldığı senetleri Halis'e uzattığında öne atılan genç ağadan hızla çekerek konuştu. "Seninle iş yapmak zevkli, arayı açmayalım." Bu lafına bir cevap vermeyen Halis elindeki senetleri hızla çekip ayaklandı. "Otursaydın, bir kahve de birlikte içerdik, özlemişim memleketi." "Ailevi işler var, bir dahakine." diyen Halis uzaklaşırken Kenan hala aldığı paranın mutluluğuyla yerinde oturuyordu. Yeni bir kahve söyleyip aynı pozisyonda beklerken Halis arabasına binip uzaklaşmıştı. Bu kıl kuyruk herifi sevmiyordu ama, işi daima düşüyordu. Kendisi yerine gelen iki araç ise Kenan'ı höpürdettiği kahvesinin başında gafil avlamış, çok zorlanmadan etkisiz kılarak yanları sıra götürmüşlerdi. ... Çeyizlerin götürülme vakti geldiğinde Gazi ağanın isteğiyle Kılıç ağa ile diğer aile üyeleri de konağa doğru yola çıkmışlardı. Peş peşe gelen arabaları gören Sancar Zaferi'in aramasıyla konağın daha sessiz olan arka avlusuna geçti. O sırada gelen araçlardan birinden Acem kızı da inmiş, abisi Halis'in kolunda konağa doğru ilerlemeye başlamıştı. Avluda bekleyen ev çalışanları merakla Acem kızını görmek için birbirlerinin önüne geçerlerken bismillah çekip içeri giren Lalin halasının öne atılmasıyla abisinin kolundan çıktı. Büyük bir kucaklaşmanın ardından ağalar yukarı salona çıkarlarken Acem kızı diğer hatunlarla birlikte alt kattaki salona geçmişlerdi. Bir ara teyzesi ile halası sohbete dalarken kenarda bekleyen kızların gözleri hala Lalin'deydi. "Lalin'im." diye seslendi Dilber hatun. Böyle çekingen davransın istemiyordu. Sonuçta burası onun eviydi. "İstersen çık bir konağı gez, görmüş tanımış olursun." Lalin de biraz olsun nefes almak için bunu düşünüyordu ya, dillendiremiyordu. Halası bu teklifi yaparak onu büyük bir dertten kurtardığında başıyla onaylayıp yerinden kalktı. Teyzesinin komutuyla Dicle de onun peşine takılmış, iki genç kadın kendilerini avluya atmışlardı. Geniş avluda gezinirken gözlerden uzak olmanın verdiği etkiyle rahatlayan Lalin ağır adımlarla yürümeye başladığında müştemilatın yanındaki patika yolu gördü. Arka tarafta bir avlu daha olmalıydı. O yana doğru yöneldiğinde yolu yarılamıştı ki sesler duymaya başladı. Bir erkek sesiydi. Ardına dönüp baktığında ise Dicle'den başka hiç kimseyi göremedi. "O tarafa gitmeyelim istersen." diyen Dicle'ye tam onay verecekti ki bir ses daha duydu. Biri yalvarıyor muydu? Hızla ilerleyen Lalin peşinde Dicle ile arka avluya geçtiğinde ileride üst kattan baş aşağı sarkıtılan adamı görmesiyle durdu. Dicle tam konuşacak olmuştu ki Lalin'in elini kaldırmasıyla susup yanına geldi. Kulağına doğru: "Lalin gitsek iyi olacak." dediğinde adamı sarkıtmakta olan diğer adam kendilerini görmüştü. Bu o'ydu. Sancar ağa! "Hanım ağam allah için..." diye lafa giren adam yardım dileneceği yeri şaşırırken Sancar'ın bakışları Lalin de takılı kalmıştı. Aynı şekilde kendisine bakınan Lalin nasıl biriyle bir ömrü paylaşacağını merak ediyordu. "Lalin..." diye yeniden konuştu Dicle. Onun da korkmuş gözleri Sancar ile Cüneyt arasında gidip geliyordu. "...gitsek çok iyi olacak. Hem de çok iyi." diyerek Lalin'in kolundan tutmuş geriye doğru çekiyordu. Ama Acem kızı gözlerini kaçırmadığı gibi yerinde durmaya da devam ediyordu. Başını iyice dikleştiren Sancar ağa ise konuştu. "Bazılarının yakardıkları, benim ayaklarımın altında." Sarf ettiği sözleri anlamayan Lalin kaşları çatılmış vaziyette bakarken Sancar'ın artık kendisine değil, başka bir yere, daha gerisine bakındığı fark etti. Hızla ardına döndüğünde ise abisi Halis'i görmüştü. Neler oluyordu? Ne demek istemişti? "Lalin hadi." diye çekiştiren Dicle yüzünden oradan uzaklaşırken; "Abi?" diye seslendi. Fakat Halis dönüp bakmak yerine Sancar'la baş aşağı salladığı Kenan'a bakmaya devam ediyordu. Görünüşe bakılırsa, Sancar onu ufak da olsa zorlayacaktı. ... Akşam yemeğinin ardından kapıya çıkıp çaylarını orada içen üç kardeşten Cüneyt lafa ilk giren olmuştu. "Şimdi ne olacak?" "Ne ne olacak?" diye Zafer'in getirdiği çayı aldı Sancar. "Paranın yarısı Halis'e ait." "Eee?" "Eee'si, bir kısmını vermek..." "Bak oğlum." diyerek kardeşinin lafını yarıda keserek söze girdi Sancar. Elindeki bardağı yere bırakmış, elini Cüneyt'in omzuna atmıştı. "Kimseye acıma, düşene bir de sen vur, alabildiğinin hepsini al demiyorum. Amma, bazılarına hakettiği gibi davranmak lazım. Bunu da unutma." Sancar'ın sözleri bittiği an kapı açılmış, ağalar ile gelen misafirler konaktan hep birlikte çıkmışlardı. Sancar'dan yana bakmaya çekinen Lalin babasının konuşmasının bitmesini beklerken, abisi Halis genç kadının kolunu tutarak hızla arabaya bindirdi. Bu hareketiyle oturduğu yerden ani bir kalkış yapan Sancar gözlerini Halis'e dikmiş öfkeyle bakıyordu. Aslında umrunda olduğu söylenemezdi. Fakat kendisine olan sinirini masum kızdan çıkarması hoş bir şey değildi. Üstelik onun yanında... Gözüne baka baka... Birkaç saat sonra ona ait olacak bir şeye asla bu şekilde davranamazdı! Durdu. Birden düşünceleri yok oldu. Ne saçmalıyordu? Ne diye kendi kendine gelin güvey oluyordu ki? Ne yaparsa yapsın, nasıl davranırsa davransın, onu ne ilgilendirirdi? Sakın bu aptal rüzgâra kapılma. Sakın!
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD