2.Bölüm

1410 Words
Yıl dönümü kutlamaları kütüphane rezaleti yüzünden mahvolmuş, dolayısıyla konuklar evden erken ayrılmak zorunda kalmıştı. Ve daha ilk dakikadan, evde yaşananlar sosyal medyada tahminlerinden daha büyük yankı yapmıştı. Haluk Beyin yükselen tansiyonu normale dönerken, gözlerinin içine bakan karısı, “Daha iyi misin hayatım?” dedi. Orta yaşlı adam, ona evlilikleri boyunca hayatım diye hitap eden kadından, ilk kez gözlerini kaçırdı. Çünkü o güne kadar karısı Azize, bir kere bile gözyaşı döktüğünü görmemişti. Şimdi dolan gözlerini görmemesi için, bakışlarını ondan uzak tutmaya çalışıyordu. “Lütfen konuş artık benimle! Bu hale gelmesinin sebebi sensin de istersen ama ne olur sessiz kalma!” Karısının kendini suçlu hissetmesine dayanamayan adam, yüzünü ona çevirirken, neredeyse ağlamak üzereydi. Allah biliyordu ya, kendini tutmakta hiç bu kadar zorlandığı olmamıştı. “Kendini boş yere suçlayıp durma hatun. Beş parmağın beşi de bir olmuyor ki,” dedi ve çatallaşan ses tonuyla konuşmasına devam etti. “Kızlarımıza bir bak. Evlat ayrımı yapmadan, onları da sen yetiştirdin. Bu güne kadar, bir kere bile yüzümüzü kızartacak bir hata yaptılar mı? Neden onlar Zafer gibi değiller. Arada bir tane defolu çıkıyor işte.” Kocasının defolu demesiyle Azize Hanım belli belirsiz gülümsedi. “Haklısın ama bu böyle gitmez ki. Onu adam edecek her yolu denedik. Sevgiyse, bir evlada verilecek en büyük sevgiyi verdik, ilgiyi gösterdik. Çocukluğundan beri sorumluluk verip, üstesinden gelmesini bekledik ama hiçbir zaman, üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmeyi beceremedi. Ne ceza, ne mükâfat onun üzerinde hiçbir şey etkili olmadı. Biz daha ne yapacağız hayatım. Belki biraz geç kaldık ama acaba bir psikologdan yardım mı alsak?” Evet, karısı haklıydı. Her ne kadar oğlunu şımartacak girişimlerde bulunsada, onun iyi bir adam olabilmesi için, aynı zamanda mücadele de etmişti. “Yirmi yedi yaşına gelmiş, kazık kadar herifi, bu saatten sonra hangi doktor düzeltebilir ki!” diyerek, psikolog fikrini reddeden adam, aklına gelen fikirle düşünmeye başladı. Anne ve babaları odalarından çıkmazken, büyük ablası Sema, Zafer'i azarlamakla meşguldü. “Bu kadar ileri gidebildiğine inanamıyorum! Üstelik birde babamızın masasının üzerinde! Senin yüzünden, neredeyse erken doğuracaktım!” Sema, belirginleşen karnını okşayarak kardeşine söylenirken, genç adam, cevap verme der gibi bakan eniştesiyle göz göze geldi. Tam bu sırada, ortanca ablası Sinem konuşmaya başladı. “Haftalardır bu gece için hazırlanmıştık ama bütün emeklerimiz, heyecanımız, sayende yerle bir oldu. Bizi rezil ettin!” Diğerleri konuşur da, küçük abla Gizem durur mu? “Bugüne kadar her konuda yanında durduk, arkanı topladık ama bunu bize yapmayacaktın. Senden bu kadarını beklemezdim. Kendi evimizde, üstelik anne ve babamızın evlilik yıl dönümünde, bu yaptığın hoş görülemez!” Onlar konuştukça, Zafer yerin dibine girdi. 1.82'lik boyuna rağmen sanki o kadar küçülmüştü ki, kendini filler savaşının ortasında kalan, minicik bir karınca gibi hissetti. Her an birisi üzerine basarak ezebilirdi. Herkes büyük salonda suspus olmuş suçlayan gözlerle Zafer'e bakarken, evin hizmetçisi Nazan, buzlu su getirip genç adama uzattı. “İsterseniz biraz daha buz ekleyebilirim.” Zafer buzlu suyun ne anlama geldiğini, Nazan'ın zevkle gülen gözlerinden anlayabiliyordu. Birkaç defa takıldığı kızın yüzüne ters ters bakarak, başıyla istemediğini belitti. Şayet, ağzını açmaya kalksa onu parçalamaya hazır kadınlarla sarılmıştı çevresi. Vakit gece yarısını geçerken, Azize Hanım içeriye girdi. “Hadi herkes odasına gitsin. Hepiniz çok yoruldunuz.” Annelerinin sözlerine karşılık kimseden çıt çıkmadı. Eğer babaları tüm olanlara rağmen, esip gürlemiyorsa fırtına yakın demekti. Ve çıkacak kasırgadan kimse nasibini almak istemiyorsa susmalıydılar. O an Zafer’e acıyarak bakan herkes, odadan çıkmak için ayaklandığında, Azize Hanım oğluna, “Baban, sabah saat 10:00 da şirkette olmanı istedi,” dedi. İşte bu haber bittiğinin resmiydi. Neden, evde olaylar sıcağı sıcağınayken değil de, ertesi gün şirkette konuşmak istiyordu? Ne planlıyor olabilirdi ki? Genç adam, ortada anormal bir durum olduğunun fazlasıyla farkındaydı. Yaptığının bir bedeli olduğunu biliyordu elbet ama neden bu hatanın bedeli bu gece biçilmiyordu, anlam veremiyordu. Annesi bile neden bu kadar sessizdi. İşte ilk kez o an, korkmaya başladı. Kötü bir şeyler olacaktı. Zafer sabah kalktığında, Haluk Bey çoktan evden çıkmıştı. Kahvaltıda annesi de dahil olmak üzere, hiç kimse yüzüne bile bakmadı. Kahvaltıdan sonra evden çıkmadan, bahçede beyaz gülleriyle çocuğu gibi ilgilenen kadının yanına gitti.”Çok özür dilerim anne. Sizi üzmek istemezdim,” dedi. Ama Azize Hanım sırtını oğluna dönerek, güllerinin bakımlarına devam etti. İçi kan ağlasada, ona, yokmuş gibi davranmak zorundaydı. Hatasını anlaması için buna mecburdu. Kendi içinde savaşırken, oğlu arkasından yaklaşıp başını omzuna yasladı. “Sen benim kalemsin. Sığındığım, korunduğum, acılarımı saran, sevinçlerime ortak olan tek kadınsın. Ne olur bağışla beni.” Zafer’in sözleri nihayet sonuç verdi. Azize Hanım annelik duygusuyla sonunda pes etti. Gerçi daima böyle olmamış mıydı? Sadece ona karşı değil, kızlarına karşıda hiçbir zaman öfke besleyemezdi ki. “Ah oğlum ah! Bir gün yaptıklarınla yüreğime indireceksin,” dedi. Genç adam kollarını annesinin beline dolayarak, onu biraz yukarı kaldırınca ayaklarını yerden kesti. “Annelerin bir tanesisin sen!” “Oğlum indir beni! Hem acele etsen iyi olacak, babaların bir tanesi de seni bekliyor.” Azize Hanımın sözleriyle Zafer’in vücudu buz kesti. Çünkü, babasını yumuşatmak, annesi kadar kolay olmayacaktı. Hatta imkansızı zorlayacaktı. “Cezam hakkında küçücük bir ip ucu verebilir misin ana kraliçem? Beni bekleyen şeye hazırlıklı gitsem hiç fena olmaz.” Annesi gülümserken, başını olumsuz anlamda sağa sola salladı. “İnan bana ne olduğuyla ilgili hiçbir fikrim yok. Yalnız, giderken kendine azcık çeki düzen versen iyi olur.” Annesinin uyarısıyla hızlıca duş alıp, ablasının düğününden sonra ilk kez, takım elbise giydi. Babası iş yerinde kılık kıyafete çok önem verirdi, bilirdi. O nedenle küpeleriyle vedalaşmasının ardından, kumral saçlarını ensesinde topladı. Eğer kıyabilseydi, sakallarını da keserdi ancak o kadar da değildi. Babası ağır kokuları sevmediğinden, bu günü atlatıncaya kadar, tıraş losyonuyla idare etmeye karar verdi. Tam hazırlığını bitirip evden ayrılmak üzereyken, durdu. Acaba çelik yelek giyse miydi? Saat 10:00 da babasının odasının önüne geldiğinde, üç kişiyi çalışma masasını odadan çıkartırken gördü. Gözlerini birkaç saniyeliğine kapatıp tekrar açtı. Dedesinin babasından kalan, antika sayılabilecek masa, odadan atılıyorsa, cezası tahmininden çok daha büyük olacaktı. İlk kez korkuyla ürperip, ortadan kaybolmak için sol topuğunun üzerinde geriye döndüğünde, babasının sesini duydu. “Zafer!” Haluk Beyin sesi bütün katlardan duyulurken, genç adam asık olan surat ifadesini, gülen yüzle değiştirerek, yönünü babasına döndü. “Geldim babacığım!” Baba oğul içeriye girip kapıyı sertçe kapattıklarında, bütün şirket çalışanları odadan gelebilecek seslere odaklandılar. Haluk Bey, Zafer’in takım elbise giydiğini gördüğünde şaşırmadı değil. Her zaman, ağzı yüzü bir yana kaymış tişörtler ve kot pantolon giyen oğlundan, bu kadar şık olmasını ummuyordu. Hemen kafasındaki düşünceleri savuşturan adam, moda programı havasını es geçerek, direkt konuya girdi. En sert ses tonu ve bakışıyla “Şimdi hemen, en yakındaki erkek kuaförüne gidip şu saçını, sakalını kestiriyorsun! Annene, karşıma adam gibi gelsin demiştim ama iletmedi sanırım,” dedi Zafer, babasını ilk defa bu kadar katı, bu kadar merhametsiz görüyordu. Başka zaman olsa, onun emrine karşı çıkmak için bir neden bulabilirdi belki, fakat şu an edeceği tek kelime, kıyameti koparabilirdi. Bunu, onun gözlerindeki kararlılıkta görebiliyordu. Liseden sonra asla vazgeçmediği saç ve sakallarından kurtulmak çok zor olacaktı, biliyordu ama olsun. Yine uzarlardı nasıl olsa. Eğer bir gece öncenin cezası buysa, başka yolu yoktu, katlanacaktı. Kendini teselli edecek doğru cümleleri ararken, Haluk Beyin sesi odada bir kere daha yükseldi. “Duymadın mı?” Genç adam yutkunarak, artık yerinde olmayan masanın bıraktığı boşluğa bakarken, söyleyeceği tek bir şey vardı. “Duydum.” İki saat sonra erkek kuaföründen çıkan Zafer, birisi dokunsa ağlayacak haldeydi. Şirkete giriş yaptığında, öylesine dalgın, kendini o kadar başka hissediyordu ki, güvenlik görevlisi bile onu, kartını okutup turnikeden geçerken tanıyabildi. Babasının odasına gitmek için asansörü beklerken, cep telefonuna mesaj geldiğinde gördüğü fotoğrafla yüzünü buruşturdu. Ebru ve Tuğçe, soğuk biralarını birbirlerinin şereflerine havaya kaldırırken, çekmişlerdi bu fotoyu. Cadılar, nispet yapar gibi resmen kutlama yapıyordu. Hızlıca telefonu kapatıp cebine sokuştururken, asansörde nihayet gelebilmişti. Öğle yemek saati nedeniyle asansörden çıkan birkaç genç hanım, ilgiyle onu süzdüklerinde, erkek olmasa ağlardı. Demek o kadar kötü görünüyordu. Hemen yirminci katın düğmesine bastı. Neyse ki kendinden başka kimse binmemişti. Asansörün aynasında kendi yüzüne bakarken, bundan daha kötü bir an olamayacağını düşündü. Suratı bu haliyle tıpkı yolunmuş tavuklara benziyordu. Ya saçına ne demeli. Erkek tıraşı isimli bir modelin olması, bu devirde inanılacak şey değildi. On yedi yaşından beri kendini böyle görmemişti. Yıllardır alıştığı saçları ve sakalı olmadan, kendini çıplak gibi hissederken, kapı açıldı. Bakalım babası bu halinden memnun kalacak mıydı? Küçücük bir çocuk gibi, böyle cezalar almak, ne kadar da onur kırıcıydı. İçinden şansına küfür ederek, babasının odasının kapısını çaldığında, orta yaşlı adamın tok sesini işitti. “Gel!” Zafer içeri girdiğinde, babası yeni masasında kahvesini içiyordu. Oğlunu görünce, saatler sonra ilk kez sert yüzü yumuşadı. İçinden, sonunda bir kılığa girebilmiş çok şükür dedi. E ablaları ve annesi olmadığına göre, onu köşeye sıkıştırması daha zevkli olacaktı. Zaten bu konuşmayı, şirkette yapmak istemesinin sebebi de bu değil miydi? Oğlu tam karşısına geçtiğinde, ona, masanın üzerindeki zarfı almasını işaret etti. Genç adam merakla zarfa uzandığında, daha açmadan burnuna pis kokular gelmişti. “Al al, çekinme! Al ve aç!” diyen babasının sesiyle zarfı açtığında, yüzünde tuhaf bir ifade oluştu. “Adana’ya otobüs bileti mi?”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD