5 Beni kendine mahkûm ettin..

1577 Words
"İnsan ölümüne ne kadar hazır olursa, bende o kadar hazırım işte!" Dilimden dökülmek isteyen cümle buydu aslında, ama bambaşka bir söz çıktı dudaklarımdan. “Ben kız değilim Umut. Abin bunu öğrendiğinde beni öldürecek!” Buz gibi bir sessizlik ikimizi de esir aldı. Hemen arkamda durduğunu ve hızlı hızlı nefes alıp verdiğini duyabiliyordum. Korku içinde idim ve ağasından önce beni, onun öldüreceği düşüncesi aklımın tüm köşelerinde dolaşır olmuştu. “Sırf evlenmemek, bundan kurtulmak için kendi adını lekelediğin yetmezmiş gibi birde abiminde adını karaya çıkaracaksın öyle mi? Hani, nerde o gururlu kız? Velev ki diyelim, doğru söylüyorsun, gidip birinin altına yatmışsın varsayalım.. bana bunu söylemek için kockoca üç günün vardı. Niye şimdi söylemeyi tercih ettin ha?! Derdin kendini bana öldürtmek mi?” Oturduğum sandalyeden kalktım ve yavaşça dönüp, ona baktım. Gözlerinde gördüğüm hayal kırıklığına ister istemez şaşırdım. “Derdin nee?” diye bağırırken, elini yumruk haline getirip havaya kaldırdığını görünce, kapıldığım korkuyla hemen yüzümü kapadım ve beklemeye başladım. Yumruk yemeyi beklerken aniden kollarımda hissettiğim sımsıkı parmaklarla ileri doğru çekildim. Bedenim, bedeniyle temas halindeydi ve titremem daha çok artarken, ellerimi yüzümden yavaşça çektim. Korkumdan, nefes almayı dahi unutmuştum. “Bizi şu an bu halde görse biri, ölüm fermanımı imzalamış olur Yıldız!.. ama umrumda olan bu değil. Umursadığım tek şey, o güzel aklınla beni aptal yerine koyman. İşte bunu yapmayacaktın. Madem ki bir oyun oynamaya karar verdin, sana bu oyununda eşlik edeceğim. Bundan sonra olacakların sorumluluğuda sende.. her şeye hazırlıklı ol!” dedi ve beni kendisinden uzaklaştırdığı gibi arkasını dönüp gitmesi bir oldu. Sebebini anlayamadığım bir şekilde belirsiz geleceğim için endişelenmiyordum. Hatta üstümden çok büyük bir yük kalkmış gibi hissediyordum. Garip bir şekilde yüreğimi sevinç kaplamaya başlamışken, odamın kapısının önünden gelen bir kadın çığlığı ile boşta bulunup yerimde sıçradım. Hiç çalınmadan açılan o kapıdan, iri yarı bir kadın içeri girdi ve direk bana saldırdı. “Seni kahpeee! Seni orospuuu! Ağama veremediğim erkek çocuğu sen mi verecen şimdi haa, sen miii? Yıllarımı verdim ben ona, şimdi sen gelip şu gençliğinle onu benim elimden alacan mı haa, alacan mıı?” Bas bas bağıran kadının elinde tıpkı bir yaprak gibi ordan oraya savruluyordum. Kendimi korumaya zaman bile bulamamıştım ve o kadın, tüm delirmişliği ile bana saldırıyordu. Başımdaki parlak pullu kırmızı dantel örtü bir yere, ben bir yere savrulurken, oday giren diğer kadınlarında saldırısına uğradığımda, artık aklımdan geçen tek şey; ölümümün ağanın, ya da Umut’un elinde değil de, bu kadınların ellerinden olacağıydı. Ağalarına yettiremedikleri o zavallı güçleri, bana yetmişti ve her biri dozer gibi üstümden geçiyordu. Soruyordu aklım!.. “Ne zaman suçsuz bir kadın, başka bir kadının böylesine düşmanı haline gelmişti, yoksa bu hep böyle miydi?” Bütün kemiklerim kırılmış gibi ağrırken, çekilen ve hatta yolunan saçlarım, adeta kapanın elinde kalıyordu. Hepsinin de ortak nefretinin hedefi bendim. Suçladıkları niyeyse bendim ve soruyordu onlara yine aklım. “Hadi ev sahibi suçluda, hırsızın hiç mi suçu yok?” “Hayatı elinden çalınan benim, ama o hayatı çalan sizin ağanız!.. Neden ona kızmazken, bütün öfkenizi bana kusuyorsunuz? Ben istemedim ki burda olmayı, hiç istemiyorum ki ağanızın malı olmayı.. cesaretiniz varsa gidin birazda ona kızın ve beni dövmek yerine hayatımı kurtarmama yardım ediin!” Hangi ara üstüne çıktığımı bilemediğim geniş çıkıntısında camın, haykırarak söylediğim bu sözler karşısında dört kadın da neye uğradığını şaşırdı bir anda. Hepsinin de gözlerinde gördüğüm tek şey, inanılmaz bir korkuydu. Topluca geçirdikleri o cinnet halinden, ruhen sıyrılmışlardı ve akılları başlarına gelmiş gibi bir halleri vardı şimdi. Artık benim için olmasa bile, kendileri için korkar olmuşlardı. Odaya ilk dalan o iri yarı kadın, ağır adımlarla cama doğru yaklaşırken, elini bana uzattı ve yüzündekikorkunun gölgelediği bir tebessümüyle, “gel aşağıya gurban olduğum. Bağışlayasın bizi.. çok haklısın aslında, bizim bir an aklımız uçup gittide ondandır sana yaptıklarımız. De hayde tut elimide, iniver aşağıya!” dedi ya, o korkmuş, ezik haline üzüldüm, ona acıdım.. oysa asıl acınacak halde olan bendim. Gözlerimden boşalan kahır dolu yaşlar, yüzüme vuran ayazla sanki buzdan nehire dönüştü. Bedenimin üşüyor olması, ruhumun üşümesinin yanında neydi ki? Son bakışım, kadının titreyen irislerinde asılı kaldı. Camın çıkıntısında bir adım daha geri gittim ve kollarımı iki yanıma açtım. Bir kuş gibi uçup, cehennem azabı dolu bu yerden kurtulduğumu düşlerken, bedenimi boşluğa bıraktım. Kulağımda dört kadının korku çığlıkları asılı kalırken, üçüncü kattan aşağıya doğru devam eden yolculuğumda, artık bir tüy kadar hafifim ve son kez gülümsedim hayatıma. Ya ölecektim, ya da öldürülecektim. Kadere bak ki, ikiside kesin kurtuluştu benim için. Bedenim hızla taş zemine çarptığında neredeyse bütün kemiklerimin çatırdadığını duydum ve sanki ciğerlerime bir şeyler batıyormuş gibi bir duyguya kapıldım. Garip bir öksürük tuttu beni ve ağzımın içine dolan sıcaklık, dudağımdan boynuma doğru sızmaya başladı. Silah sesleri susarken, ortalığı delicesine bir bağırış, çağırır sardı. Üst üste atılan kadın çığlıkları kulaklarıma çarpıp, beynimin içinde yankılara dönüşüyordu. Nefes almak çok zordu. Sesler uğultu halini aldığında yine öksürdüm. Kıpırdamak istesemde, parmağımın ucunu dahi oynatamıyordum. O derin uğultunun içinden bir ses, durmadan adımı haykıran tanıdık bir ses geldi. “Yıldııız!.. Yıldız aç gözlerini aaaç!.. duyuyor musun beni Yıldııız! Nefes al kızım yaa nefes aaal!” Umut’tu böyle deli gibi korkmuş bağıran, durmadan üst üste nefes almam için yana yakıla ısrar eden. Sıkıysa sen alda görelim Umut manyağı, yiyosa gel de sen al o nefesi!.. * * * Üç ay sonra.. Ne düğün kaldı ne dernek.. o günden sonra iki ay komada kalıp, karlı bir günde yeniden gözlerimi açtım ve ölmediğimi anlayınca, hissettiğim korkuyla ilk gözyaşımı döktüm. Bir aydır tanıdık bu divanın üstünde dışarı bakarken yine ağlıyorum. Sabırla iyileşmemi ve yeniden ayağa kalkacağım günleri bekliyorlar. Anlamıyorlar, ya da inanmak istemiyorlar. Benimle ilgilenen doktorlar, “bu kız, boyundan aşağı felçli ve bundan sonra düzelmesi çok zor, günümüz tıbbı bunun için bir çare bulmuş değil, sadece fizik tedavi ile kaslarının erimesini biraz geciktirebiliz,” dedikleri halde doktorları iş bilmez görüyorlar. Son bir çare ile beni getirip Firuze teyzenin başına attılar. Yetmezmiş gibi birde kadını tehdit ediyorlar. Ya beni iyileştireymiş, ya da gerisini o düşüneymiş. Ben böylesi saçmalık ne gördüm, ne de duydum. Lapa lapa yağam karı izlerken, çocukluğumu düşünüyordum. Yoklukta olsa ne mutluyduk. Kışın böyle kar yağdığında İstanbul’da, iki göz oda, her şeyiyle eskimiş küçük bir mutfak, yıkandığımız ve tuvaletide içinde olan banyomuz, küçük arka bahçemizle o gece kondu evimizde ne güzel günler geçirmiştik. Sobamız yanarken, elektirikler sık sık kesilirdi ve çoğunlukla mum ışığında ders çalışırdım. Şimdi akşam bastırmaya başlamışken, yanan sobanın üstünde duran çaydanlıktan gelen o ses, uykumu getiriyordu. Gözüm yoldaydı. Onu bekliyordum. Her gün bu saatlerde geliyordu. Hiç ihtiyacımız olmasada sebze, meyve ve kuruyemişin her türlüsünden getiriyordu. Ayak ucuma otururken, bana hep aynı şeyi soruyordu. “İyi misin, var mı gelen bir his canına?” Cevap hep aynıydı. “Hayır yok, hiç yok hemde!” İnanmıyormuş gibi bana, hissetmediğim ayak parmaklarıma dokunduğunu görüyordum. Ne yaptığını bilmiyordum. Başını kaldırıp bana bakıyordu. Gözlerindeki öfkenin bir gün bile geçtiğini görmedim. Anladığım kadarıyla bana çok kızgındı ve artık rengini iyiden iyiye anladığım tatlı yeşil gözleri bana hep öfke ile bakar olmuştu. “İyi halt ettin. Kendini felç olmaya, benide kendine mahkûm ettin gerizekalı kız! Ve fakat, hiçbir şey değişmedi. Seni iyileştirmeyi ve sana çocuk doğurtmayı kafasına taktı ağa bir kere. Yenilmeyi asla kabul etmez ve bugüne kadar hiç kimseye eyvallah etmeyen Cemal ağa, bu yenilgiyi de kabul etmiyor işte. Gerekirse seni benimle yurt dışına gönderecekmiş. “Abi vazgeç bu işten, o kızdan artık bi cacık olmaz desemde vazgeçmiyor. Başka bir genç kız bulalım sana,” desemde, “on tane de bulsan getirsen, onundan da erkek çocuğum olsa, yine o kızı istiyorum,” diyor, başka bir şey demiyor Yıldız hanım.” dedi ve sustu. Sinirli bir tebessüm geçti yüzünden ve camdan dışarı bakmaya başladı. “Delilikte hanginiz sınır tanımıyorsunuz, gerçekten karar veremiyorum,” dedi ve sanki kendi kendisiyle konuşuyor gibiydi. “Bak, benim burda rahat etmem için her şeyi yapıyorsun, bunun farkındayım ayrıca sana çok teşekkür ederim. Ağan olacak o manyağı ikna et. Benden vazgeçsin artık. Benim kendime hayrım yok. Yanımıza getirip bıraktığın şu kız olmasa, kendi pisliğimde boğulup öleceğim ve bu zor, çok zor.. benim sonumu senin ağan ve o dört karısı hazırladı. Keşke ölmüş olsaydım ama olmadı işte,” dedim ve sustum, ikimizde sustuk. Gitmesi gerekiyordu. Ağanın kardeşi olması ve sorumluluğumu üstüne almış olması, benim günün birinde yine ağayla evleneceğim gerçeğini değiştirmiyordu. Doğal olarak benimle uzun süre bir arada kalması niyeyse ağanın işine gelmiyordu. Tüm bunları bana söyleyen bizzat birkaç kez ziyaretime gelen ağanın kendisi söylemişti. Hayatımın bittiği o gün, dört karısını da hastanelik edecek kadar dövmüş, kırbaçlamış.. “eğer bir daha ona bir şey yapacak olursanız, sizi vururum,”’diye tehdit etmiş. “O benim Yıldız’ım ve bana doğuracağı erkek çocuğunda anası, uzak duracaksınız ondan,” diye bas bas bağırmış. Şimdilerde hiçbirinin sesi çıkmıyor, birkaç kez ziyaretime geldiler ama hiçbir şey konuşmadan, hal hatır sorup, hızursuzca oturdukları o yerde daha fazla duramayıp, kalkıp gittiler. Şimdi Umut’unda gitme vakti gelmişti. Ayak ucumdan kalktı ve yanıma geldi, yarı gövdeme örtülmüş kalın, yün battaniyenin üstünde pelte gibi duran hissiz elimi elinin içine aldığını gördüm. His yoktu yine bende. Onu hissedemiyordum, sadece o hissi hatırlamaya çalışıyordum. Elimi yeniden kucağıma bırakırken, yüreğimi hüzün bastığını hissettim. Beden hissizleşmiş olsada, kalp hissiyatından bir şey kaybetmiyordu. “Yarın gelirim yine. Var mı bir isteğin?” “Yok, sağol.” Onun gidişini görmek rahtsızlık veriyordu. Sırf bunu görmemek için, başımı çevirip camdan dışarı baktım. Çok şükür ki rabbim bu kadarını bana çok görmemişti. Ağlıyordum yine ve gözlerim yağan bembeyaz kar tanelerine takılmışken, camın dışında onu gördüm. Gelmiş ve tam benim camımın önünde durmuştu. Başını cama dayadı ve gözlerimin içine baktı. Derin bir iç çektiğini gördüm. Onun kirpiğinin ucunda titrek bir kar tanesi, benim kirpiğimin ucunda ise titreyen gözyaşım asılı kaldı. * * * * *
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD