‘Akşam olur gizli gizli ağlarım,’ şarkısını mırıldanıyordum yine ve aklımda hep geçmiş günlerim vardı. İnsanların yaş aldıkça geçmişi çok düşündüğünü ve çokça da özlediğini birilerinden duymuştum ve bazı sevdiğim gazeticilerin köşe yazılarında okumuştum. On sekiz yaşıma girdiğim bugün, kendimi çok ama çok yaşlanmış hissediyorum. Ne garip, ağlıyorum ama gözyaşlarımı silmek için ellerimi kullanamıyorum. Bu halim, her geçen gün biraz daha ağrıma gidiyor. Bir başkasına muhtaç olmak, ondan bir şeyler istemek öyle zor ki. Öncesinde özgürce yaptığım her şeyi, şimdi yapamıyor olmak çok ama çok yoksun hissettiriyor. Keşke ölmeyi becerebilseydim, şimdi böylesi bir hayat her gün ölüm bana.
Yanaklarımı silmek için neler vermezdim ki. Bana bakması için ağa tarafından gönderilen Ayla kız, içeri girdiğinde hemen başımı cama doğru çevirdim. Bana doğru adımlamaya başladığında, “Ayla’cım, ışığı söndürür müsün?” diye sorunca, kız gerisin geri gitti ve az önce yaktığı ışığı söndürdü.
“Başka bir isteğin var mı hanım yenge?”
“Bana hanım yenge demesen çok mutlu olacağım canım. Sadece abla desen daha iyi olur,” dediğim sıra, odanın kapısı açıldı ve yeniden ışık yakıldı.
“Karanlıkta oturmak çok mu hoşunuza gidiyor Yıldız hanım?”
Belli belirsiz bir kızgınlıkla söylenen kişi, Umut’tan başkası değildi. Dönüp ona baktığımda, Ayla’ya gitmesini işaret ettiğini gördüm.
Kız hiç oyalanmadan kapıya yöneldi ama son anda durup, “ağam kahveni yapayım mı?” diye sordu.
“Yap, hemde iki tane ve orta şekerli olsun,” dedi. Kızcağız gözden kaybolurken, Umut’un kapıyı kapadığını gördüm. Halinde bir başkalık vardı.
“Niye ışığı söndürttün kıza?”
Sorduğu soruya şaşırdım. Alt dudağımı ısırırken, onun gelip yine ayak ucuma oturmasını izledim.
“Nerden biliyorsun ışığı benim kapattırdığımı?”
“Müneccimim ya ben, her boku biliyorum işte. Nerden bileceğim kızım, söylediğini duydum tabii ki, yeni girdim eve ve yanına geliyordum,” dediğinde, canım hiç istemesemde güldüm.
“Şükür be! Güldüğünü görebildik.. hep bir ağlama, zırlama halleri.. içim kıyıldı her geldiğimde seni böyle görmekten.”
“Gelme, görme!!. Sanki yolunu gözleyen var.. davetiye mi gönderiyorum ben sana?”
“Merak etme, bir vakit göremeyeceksin zaten beni.”
Duyduğum o son söylediği sözlerle, neye uğradığımı şaşırdım. Kaşlarımı çattığımı, o söylemese hiç bilmeyecektim.
“Ne çattın o kaşlarını, gelme görme demedin mi zaten az önce bana?”
Ne diyeceğimi bilemezken, sadece gözlerimi bir kez kırptım. Gelemeyeceğini söylediğinden beri yüreğime kara bir bulut çöktü sanki. Durmadan can acıtan yağmurlar yağdırıyordu o bulut.
“Dediysem dedim, sırf ben öyle dedim diye mi gelmeyeceksiniz beyfendi?” dedi dilim ama, asıl söylemeyek istediği için şey can çekişiyordu sımsıkı kapadığım dudaklarım.
Yüzümü talan eden o gözleri, gelip gözlerimle buluştuğunda belli belirsiz gülümsedi.
“Eh madem sen sormayacaksın, ben söyleyeyimde rahatla bari.”
En sinir bir tip olduğu zamanda bile beni güldürmeyi bir şekilde başarıyordu pis herif. Sesimi çıkarmadım ama açıklama yapması için ölüyordum. Kesin ikide bir söz ettiği ama bir türlü oldurtamadığı, o yurt dışı seyahatine gidecekti.
“Evleniyorum!”
Yok.. ben öyle bir şey duymadım. Duymuş olmayı asla kabul etmiyorum. Ensemden aşağıya derin bir sızının girdiğini hissettiğimde, kalbimin çok hızlı bir vuruşla göğüs kafesime yumruk attı.
Sessizce gözlerimin içine bakmasından nefret ettim. Evleniyorum diyen, diyebilen o şekli çok çekici olan dudaklarından ölesiye nefret ettim ve ben, Yıldız.. sanki nefesimi kaybettim.
Şaşkınlık değildi yaşadığım.. başka, bambaşka bir şeydi. Çok istesemde gözlerimi kendisine esir eden o gözlerden çekemiyordum.
Garip bir titreme aldı sanki bedenimi ve bunu hissetmek inanılmazdı. Aynı anda derin bir korkuya kapıldım. Öyle bir korkuydu ki bu ona sığındım bir anda.
“Bir şeyler oluyor Umut.. bir şeyler oluyor!” dediğimde nefes nefeseydim. Nasıl korktuğumun farkındaydı ve anında ayak ucumdan kalktı. Yanıma oturup, beni kendisine çekip sımsıkı sarılnca, yanaklarımı ıslatmaktan vazgeçmiş olan o gözyaşlarım, sel olup boşaldı göz pınarlarımdan.
“Korkma Yıldıız!.. korkma ca.. ben yanımdayım, burdayım işte bak!”
Korku dolu sesiyle söylediği sözleri henüz bitirmişti ki, kapıdan yana bir kırılma sesi geldiğini duydum. Beni hemen bırakan Umut, dönüp kapıya bakarken bende aynı yöne baktım.
Kahve koyduğu tepsiyi elinden düşüren Ayla, şok olmuş gözlerle bize bakıyordu ve Umut ayağa kalktığında, hemem bakışlarını kaçırıp yere çömeldi. Yerde ters dönmüş tepsiye kırılmış fincan parçalarını ve sağlam kalmayı başarmış tabaklarını toplamaya başlamıştı.
“Kusura kalmayasın ağam, halıya takıldım da,” dediğinde, üçümüzde bunun koskoca bir yalan olduğunu biliyorduk.
“Ayla, buraya bak!”
Genç kız başını kaldırıp, çekinerek ama aslında daha çol korku ile Umut’a baktı ve onun kendisini eliyle yanına çağırdığını gördü. Sessizce ikisini izlerken, bende düşüncelerimin çokluğunda kaybolmuş gibiydim.
Ayla, bir suçlu gibi ellerini pazen elbisesinin önünde birleştirmişti ve önüne eğdiği başını hiç kaldırmadan gelip, Umut’un bir adım önünde durdu. Kızın korkudan titrediğini görebiliyordum. Açıkçası bende kıza bir şey yapacak diye korkmaya başlamıştım.
“Az önce burda gördüğün o şey, aklına gelen ilk şey değil ve burda kalacak. Bir kişiye, hatta Firuze anaya bile bir şey söyleyecek olursan , bende bunu duyacak olursam!.. emin ol seni öldürürüm ve cesedini kimse bulamaz!”
Umut’un ses tonuna da yansıyan o tehdit karşısında hissiz bedenimle buz kestim sanki. Ben bile o tehditten böylesi korktuysam, kim bilir Ayla nasıl korkmuştur?
“Ben bir şey görmedim ki ağam,” dediğinde bedeni gibi seside titriyordu.
“İyi madem, şimdi lütfen bize yeniden kahve yap!”
Umut, biraz yumuşamıştı. Dönüp bana baktı ve göz kırptı. Başımı önüme eğdim. Ayla’ya karşı suçluluk duyuyordum. Benim yüzümden ölümle gözü korkutulmuştu.
Kızcağız, odadan çıkıp gittiğinde, yanıma gelen Umut, “iyi misin biraz?” diye sorunca, ona baktım. İyi olmadığımı biliyordu. Tedirgin bakışlarından bunu okuyabiliyordum.
“Şu durumda ne kadar iyi olunursa, o kadar iyiyim işte. Ayla’ya üzüldüm. Yazık, çok korktu kız,” dedim tüm içtenliğimle.
“Korkutmam gerekiyordu, yoksa bende önüme geleni öldürmekle tehdit etmiyorum. Buna aklını yorma şimdi.”
Yüzüne öyle bir baktım ki, tatlı tatlı gülümsedi. Çok nadir gülümsüyordu ve bu ona çok yakışıyordu. Eğer kollarımı kaldırabilseydim, ona sarılmayı çok isterdim. Üstelik bunun ikimiz için de çok tehlikeli olduğunu bile bile.
“Neyse, az önce ne oldu öyle sana?” diye sorunca düşüncelerimden sıyrıldım ve sanki omuzlarımı kaldırabiliyormuşum gibi hareket etmek istedim ama, olmadı tabii ki.
“Bilmiyorum, başım bir tuhaf oldu, ağırlaştı gibi geldi ve korktum işte,” demek zorunda kaldım. Ensemdeki bir anlık o ağrı hissi çok kısa sürdü ama, benliğimde yarattığı o his aslında korku falan değilmiş, saf heyecanmış. Ancak şimdi ayırdını yapabiliyorum. Ona bunu söyleyemezdim. İyileşmemi herkesten çok onun istediğini en iyi biliyorum ve ona böylesi boş bir umut veremem. Umut’a umut verememek.. kendi kendime küçücük ve seslice güldüm.
“Niye güldün şimdi durduk yere?” diye sorunca, yine güldüm.
“Maşallah mahalle muhtarı gibisin arkadaş ya! Her şeyi de bilme.. güldüm işte öylesine. Hem sen ne zaman evleniyorsun, kim şu şansız garip?” diye sordum ya, pek hoşuna gitmiş olacak ki, gülmeye başladı. O gülmeleri kahkahaya dönüşürken
öyle tatlı kahkaha atıyordu ki, ister istemez ona baktıkça bende kıkır kıkır gülmeye başladım. Bizi böyle gören her şeyin güllük gülistanlık olduğunu düşünürdü. Oysa bağıra bağıra ağlamayı ne çok istiyordum.
Aşiretler arasında birleşme kararı alındı ve bunun içinde, ağanın ilk ve tek vekili olarak Kuşkanlar Aşireti’nin ağasının kızıyla evleneceğim bende.”
Sanki yüreğime çığ düştü.. sanki aldığım her nefes bir ateş oldu, ciğerlerimi yakmaya başladı. Gözleri titremeye başlayan dudaklarıma takıldı. Sıktım dudaklarımı. Gülümsemeye çalıştım. Tebrik etmeliydim onu aslında ama.. ama nasıl yapacaktım ki bunu?
Bilmiyordu ki yaşadığım karanlığın tek ışığı o olmuştu.. karanlığımın umudu olmuştu,karanlığın adı Umut olmuştu benim için ve şimdi, şu öğrendiklerimle ışığımı, umudumu aldı benden. Bilmiyor ki, aslında onu nasıl deli gibi sevdiğimi. Sadece sığındığım, güç almaya çalıştığım limanım sanıyor kendisini. Varsın öyle sansın bundan sonrada.
Kapının tıklatılmasıyla onun “gel!” demesi bir oldu. Ayla, kapıyı açıpta içeri girdiğinde, başı önündeydi ve ütün dikkatini taşıdığı bakır tepsiye vermişti.
Kahveleri artık divanımın yanında duran, gıcır gıcır yeni sehbanın üstüne bıraktı. O sehbayıda Umut alıp getirmişti. Arkasını dönüp gidecekti ki Umut onu durdurdu.
“Ayla kahvesini sen içir hanım yengene,” dedi ve sonra bana baktı. Çaktırmadan yine göz kırptı. Böyle yaptığında, küçük bir çocuk gibi çok sevimli oluyordu.
“İşte böyle hanım yengem.. artık bir an önce iyileşmeye bak ve iki düğün birden yapılıversin. Van’ı inletelim,” dedi sonsuz bir neşe ile.
“Bence sen benim iyileşmemi bekleme. Bunu beklersen kocamış damada çıkar adın. Tez elden, en şanlısından yapın düğününüzü. Madem ki çok seviyormuşsunuz birbirinizi,” dedim ve bile isteye onun oyununa katıldım. Anlamıştım. Bu konuyu özellikle Ayla’nın yanında yeniden dillendirmişti. Amacı hem beni, hem kendisini korumaktı ve belkide ağasını.
Oysa ben.. oysa salak ben, onunda beni sevdiğini düşünmeye, hatta hisettmeye başlamıştım. İmkânsız bir aşkı yaşamaya başlamıştım hayalimde.. iyileşiyordum ve onunla buralardan kaçıp gidiyorduk. Deli gibi seviyormuşuz ya hani birbirimizi, benden çok beni sever olmuştu ya hayalimdeki Umut’um.. evet, hepsi bir hayalden ibaretmiş meğer..
Ağlıyasım, hemde yana yakıla ağlıyasım var ama ne çare ki onunda vakti var. Ayla’nın yudum yudum içirdiği o kahve, zehir oldu sızdı bedenime. Kahvelerimiz bitiverince, kızcağız hemen ayaklandı, koydu tek tek fincanları tepsiye ve sordu ağasına, başka bir isteği var mıdır diye.
Bir film izler gibi izliyordum ikisini. Ruhum yine ayalardaydı. Hiç olmadığım kadar yalnız hissediyordum kendimi ve hiç istemediğim kadar kendimle baş başa kalmak istiyordum. Beklemekten başka çarem olmadığınında farkındaydım.
Yüreğim ya sabır dedi, ağzımın içinde sessizce dönen dilim, aşk acıyısıyla kavrulan kalbimi çaresizce tastik eyledi ve gömülüp kaldım hissiz bedenim gibi ölü bir sessizliğe.
Konuşuyordu Umut ve zorda olsa söylediklerini anlamak ve kabul etmek, öylece dinliyordum biricik aşkım olduğunu bilmeyen yarim.
“Ayla ben birkaç günlüğüne gelemeyeceğim kızım. Evleniyorum ve düğün hazırlıkları ile ilgilenmem gerekiyor. Yengem, önce Allah’a, sonra sana emanet. Firuze anamla ilgilenmeyi de ihmal etme. İhtiyacınız olan her şey yine hiç eksiksiz gelecek. Hanım yengenin ayaklarına, ellerine masaj yapmayı unutma. Bir durum olursa, gelen kişiyle haber gönderirsin bana, bakarız bir şekilde çaresine. Hepsi bu.. çıkabilirsin şimdi.”
O, hiç ara vermeden konuşurken, içimden deli gibi kahkaha atmak geldi ama tuttum işte kendimi. Kanadı kırık bir kuştum sanki ve kanadımı kıranda sevdiğimdi.
Ayla odadan çıktığında Umut’ta ayağa kalktı ve eli ceketinin cebine gitti. İlk kez elinde sigara paketi gördüm ve sanki yarısı içilmişti.
“Bir sigara içeyim, bende gideyim artık,” dedi ve gitti harıl harıl yanan sobanın az ilersindeki yer döşeğine oturdu.
“Işığı kapasan artık. Dışarda kar yağıyor ve böyle sokak lambasının ışığında karın yağışını izlemek çok zevkli oluyor,” dedim.
İtiraz etmedi ve sigarasından derin bir nefes çekerken ayağa kalktı. Işığı kapatıp, yeniden gidip döşeğe oturdu.
Biliyordum. Ben dışarıyı izlerken, o da beni izliyordu. İkimizde çok sessizdik. Odayı sigarasının keskin kokusu doldurmuştu ve ben sanki dünyanın en güzeş kokusuymuş gibi onu içime çekiyordum, Umut’u koklar gibi.
Üst üste kaç sigara içti bilmiyorum. Dönüp ona baktığımda, sobanın camından sızan ateşin ışığının yüzüne vurduğunu gördüm ve birde göz pınarlarında parlayan bir şey.
Ona baktığımı görünce, bakışlarını benden kaçırıp yanan ateşe çevirdi.
Ne düşünüyorsun a sevdiceğim, ne düşünürsün o güzel aklınla?..keşke bilebilseydim.
* * *
İnsan yaşadığı için, nefes alıp verdiği için her gözünü açtığında kendisine küfür eder mi, nefretin en dibinde kendi kendisinden tiksinir mi?
Ben tiksiniyorum işte. Bu iş benim başıma ne zaman geldi hiç anlamadım ki! İnsan, bir kardeş, hiç yengesi olacağını bildiği bir kıza aşık olur mu? Gönlü düşer mi pervasızca, arsızca, ahlaksızca.. benim düştü işte.. kahretsin ki gönlümde düştü, gözümde ondan başkasını görmez oldu. Onun içindir ki işte ağam, abim evlilik konusunu açtığında hiç itiraz etmedim, hemde onun itiraz edeceğimi bildiği, beklediği halde olmaz demedim, diyemedim.
Kader öyle bir yerden yakaladı ki beni, yukarı tükürsem bıyık.. aşağı tükürsem sakal dedikleri şeyi yaşatır oldu bana.
Şimdi, sevdiğimle böyle hiç konuşmadan aynı odada oturmak, mutluluğun en büyüğü ama aynı zamanda kabir azabı gibi.
Ben bu dünyada ölmeden öldüm, kabire girdim ve şimdi yanıyorum ateşlerde.. bari o yanmasın.
Bilmesin hiç onu sevdiğimi, hissetmesin. Yıllarca baş kaldırdığım, bir parçası olmak istemediğim için kaçıp gittiğim o yurt dışından, annemin ani ölüm haberi ile geri döndüm. Keşke yas bitince geri dönseydim ve onunla hiç karşılaşmasaydım. Dünya’nın bütün toprakları bir araya gelse, denizler ve dahi okyanuslar birbirine karışsa pişmanlığımın üstünü örtemez ki! Onu sevdiğim, hemde deli gibi sevdiğim için değil pişmanlığım.. kalbimin sahibini başına gelenlerden koruyamadığım, bu aşirete, onun ağasına, abime kurban edilmesine engel olmadığım içindir işte pişmanlığım.
Başka bir hayatı yaşarken, karşısına çıkamadığım içindir kahredişim.
Duramam daha fazla burada, onun yanında böyle. Gitmeliyim artık.
* * *
Ayağa kalktı birden. Yüreğime bir kor düştü o anda. Dudağımı ısırmaya başladım. Gidecekti sanırım.
Yanıma yaklaşıp öylece durdu. Başımı kaldırıp baktığımda ona, yüzünde acı dolu bir tebessüm gördüm.
“Gideyim ben.. eh sende ben olmadan rahat edersin tabii,” dedi.
“Ederim tabii.. şu sigaranıda az iç biraz. Anladık sevdalanmışsın. Her şeyin fazlası zarar, azı karardır bunu unutma!”
Beni de unutma Umut olur mu? Burda seni seven birinin olduğunu bilmesende, bir canın, senin yolunu gözleyen bir canın, arkadaşının olduğunu unutama olur mu?
* * *
Ah beYıldız’ım!.. unutmayacağım biri varsa o da bir tek sensin. Bilmesende seni nasıl sevdiğimi, seni asla unutmayacağımı ve sen beni zamanla unutsanda, ben asla unutamam seni.. öylesi sevdim işte seni.
* * * * *