Tam üç gündür onu görmedim ama sürekli onu düşünüyorum, düşünürkende salak aşıklar gibi nerdeyse otuz iki diş sırıtıyorum.
Aklıma bana aşkım demesi geldikçe yüreğim sanki göğüs kafesimin içinde tepetaklak oluyor. Yerde miyim, gökte miyim hiç bilmiyorum ki! Bildiğim bir şey varsa, oda onu çok, ama çok özlediğimdir. Ne zaman gelecek diye düşünmekten uyuyamaz oldum.
Gece tüm güzelliği ve sessizliği ile bizi kuşattığında, gözlerim hep dışarda, kulaklarım dış kapıdan gelecek seste.
Biliyorum, o da beni özlemiştir elbet ve buraya gelmek için fırsat kolluyordur. Aklımın bir köşesinde kendisine yuva yapan solucansa işte yine bana sinsi sinsi bana fısıldamaya başladı.
Bu evlilik hikâyesi olmadan önce çok rahat gelip gidiyordu, sonra o mesele çıktı ve gelmez oldu. Evlenmemişte.. aslında benimle eskisi gibi ilgilenmemesi için bir mani yok.. yani onun kendisini cezalandırmasının dışında. Eh artık birbirimize aşkımızı itirafta ettik, e şimdi neden gelmiyor ki? Bir şey olduda bana mı söylemiyorlar?
Ah be aşkım neler oluyor acaba? İşte yine düştüm şüphe denizine!.. Yoksa ağası bir şeyler hissettide ona ceza mı kesti?
Düşünmekten beynimin zonkladığını hissetmeye başladım. Vehimlere kapılmak ve onlardan kurtulamamak en kötüsü.
Nerdeyse tarihi eser sayılacak eski guguklu saate baktım. Ne sarkacı çalışıyordu, nede yuvasından çıkıp yeni saati haber veren kuşu. Akrep ve yelkovan ise, alışık oldukları turlarına hiç ara vermeden devam ediyorlardı. Birkaç gündür yağmayan kar, yerde gevşemeye ve çamurlu bir cıvıklığa dönmeye başlamıştı. İkindi vakti yaklaşmak üzereydi ve Ayla kız, günün yorgunluğu işe yine oturduğu sobanın yanıbaşında içi geçerken, usul usul uyumaya başlamıştı. Camın çıkıntısındaki buz kesmiş kar, havanın güneşli olmasına rağmen hükmünü sürdürüyordu. Yolun üst kısmında bir araç göründü. Tanımıştım o arabayı. Beni İstanbul’dan alıp buralara getiren siyah Mercedes’i artık nerede olsa tanırdım. İçime buz gibi bir korku düştü. Yoksa ağa beni burdan aldırıp, üç gün önce Umut’umun dediği gibi hastaneye mi götürecekti?
“Aylaa.. kız Aylaaa! Uyan ablam ya!.. ağanın adamları geldi.”
Oturduğu yerde derin bir uykunun kollarında çoktan kendinden geçmiş uyuyan kızcağızın beni duyduğu yoktu. Azda olsa hareket edebildiğimden onun haberi yoktu. Firuze anamda, biricik aşkımda bunu kimseye, hatta Ayla’ya bile belli etmememi sıkı sıkı tembih etmişlerdi.
“Aylaa uyan ablaam!”
Yüksek sesle ona seslenmek zorunda kalmıştım ve sonunda nihayet gözlerini açabilmişti.
“Bir şey mi oldu abla, ay kusura kalma içim geçmiş,” dediğinde hiç istemiyor olsamda gülümsedim.
“Bir şey mi olacak yoksa olmayacak mı bilmem ama ağanın adamları geldi, belkide kapıya varmak üzeredirler,” dediğimde, Ayla kız oturduğu yerden adeta bir ceylan gibi fırlayıverdi. Az kalsın halının kenarına takılıp yere kapaklanacaktı. Deli telaşı ile odanın kapısına doğru ilerlerken, başındaki örtüsünü düzeltmeye çalışıyordu. Sadece gözleri açıkta kalacak şekilde başına örttüğü örtüden aşağıya inen elleri, üstündeki yeleğin iki kanadını önünde üst üste getirirken odadan çıktı.
Aynı anda kapının tıklatıldığını duydum. Ayla’nın hızlanan terlik sesi kapının önünde kesildi. Her zamanki gibi kapının menteşelerinden gelen gıcırtığı duyduğumda, Ayla’nın kapıyı açtığını duydum.
“Bizi ağam gönderdi, hanım yengeyi doktora götüreceğiz,” dediğini duyduğum adamın sesinden tanımıştım. İstanbul’dan gelirken önde sağ tarafta oturan adamdı bu.
Evden içeri girdiğini tahmin ettiğim iki kişi, yattığım odanın kapısında belirince, nefes almaya bile korktum.
“Hanım yenge seni almaya, doktora götürmeye geldik,” dedi o tanıdığım adam.
Yine yüzüme bakmadan konuşmuştu ama elbette o saygının aslında bana değilde ağasına olduğunu öğrenecek kadar tanımıştım artık duygu dünyalarını, hayata bakış açılarını. Ağa her şey demekti, ağa dedin mi akan sular dururdu. Kendi kişiliklerinin, isteklerinin, duygularının hiçbir önemi yoktu. Varsa yoksa ağa idi hep öncelikleri.. ağa ve kahrolası istekleri.. gerisini boşvermişlerdi.
“Neden doktora gideceğiz ki? Hiçbir iyileşöe belirtisi yok ki bende. Olsaydı zaten haber gönderirdim,” dedim ters ters.
“Emir böyle hanım yenge. Gitmeliyiz.”
Karşımdaki bir duvardı sanki ve ben ona çok kötü toslamıştım.
“Peki.”
Çaresizliğim diz boyu değildi, tepemden aşmıştı. Eve getirildğimden beri ilk kez dışarı çıkacaktık. Buraya ambulans ile getirilmiştim ve beni görevliler odaya taşımıştı. Şimdi nasıl dışarı çıkarılacağımı merak ediyordum. Adamın kolundaki saatine ve sonrasında da görebildiği kadar benim camımdan dışarı baktığını gördüm.
“Birini mi bekliyorsunuz?” diye sorduğumda gözleri gözlerimi buldu ve hemen bakışlarını kaçırdı.
“Evet hanım yenge. Umut ağam gelecek, onu bekliyoruz,” dedi ya, az kalsın yaşasın der gibi alkış tutacaktım.
“Hah! Geliyor işte!”
Başımı çevirip camdan dışarı bakmamak için kendimi zor tuttum. Öyle heyecanlanmıştım ki, anında dilim damağım kurudu. Adamlar, odayı terk ederken, oturduğum yerden dışarı bakınca onunda camın dışından bana baktığını gördüm.
Aman Allahım, kalbim yerinden çıkacak gibi oldu. Birde bana çaktırmadan öpücük gönderdiğini gördüm ya, kuş olup yanına uçmak istedim.
Görünmez olduğunda hemen dönüp kapıya baktım. Nefesim deli gibi hızlanmıştı. Onu her görüşümde daha çok heyecanlanır olmuştum. Adamlarla selamlaşan o tatlı sesini duyunca kulaklarım bayram etti yine.
Yaklaşan adımların ona ait olduğunu biliyordum. Kapıdan girmeden, “destur hanım yenge,” diye seslendi önce.
Çok akıllı bu ya!
“Gelebilirsiniz,” dediğimde içeri girdi. Ağanın kardeşi olması hasebiyle yüzüme rahat rahat bakabiliyordu. Ona yasak yoktu. Elini kalbinin üstüne götürüp, sadece dudaklarını kıpırdatarak, “seni çok özledim,” dediğini görünce gülümsedim ve gözlerimle kalbimi işaret edip, “bende seni!” dedim tıpkı onun gibi sessizce.
Öyle tatlı gülümsüyordu ki, o anda yataktan fırlayıp ona sarılmayı delicesine istedim ama yapamazdım. Hem hissiz bacaklarım yüzünden, hemde işte..
“Nasılsın hanım yenge?”
Artık oynamaya başlamıştı ve bende mecburen onun oyununa eşlik ettim.
“İç güveysindn hallice,” dediğimde kızarmış gibi kaşlarını çatarken, “ne kadar ayıp,” der gibi alt dudağını ısırdı deli sevdiğim.
Gülmemek için resmen kıvrandım. İşaret parmağını sadece benim göreceğim şekilde, “ah seni, seni!” dercesine salladığını gördüğümde ise, gerçekten kahkaha atmanın sınırlarında dolaşıyordum. Dudağımı ısırınca, başını hafif yan yatırıp bana hayranlıkla bakmaya başladı ya utandım. Hiç istemesemde bakışlarımı kaçırdım. Onunla böylede olsa iletişim kurabilmek çok güzeldi.
“Yıldız yenge, seni doktora götüreceğiz. İznin olursa seni kucağıma alacağım, abim mutlaka doktora görünmeni istedi.”
Duyduğum bu sözlere çok sevinmiştim aslında ama öyle hemen kabul edemezdim.
“Battaniye ile taşısanız daha münasip olur,” dedim ve yine yüzüne baktım.
“Olmaz!.. abim, seni taşınman için sadece bana izin verdi. Hem, battaniye ile kapıdan çıkmak zor olur. Mazallah bir yere çarparız, canını yakarız sonra.”
Daha fazla itiraz edemezdim. O da gözleriyle bana bunu anlatmaya çalışıyordu.
“Pekâla, siz bilirsiniz. Zahmet olacak ama,” dedim yine de.
“Kız seni hazırlasın, sonra taşıma işine başlarım,” dedi ve bana göz kırptı yine. Bu halini çok seviyorum. Bana göz kırparken, dudağının kenarına iliştirdiği o çekici tebessümüne dokunmayı nasıl istiyorum ancak Allah bilir.
Dediği gibi daha fazla oyalanmadan odadan çıktı ve yanıma Ayla’yı gönderdi. Kızcağız sabahtan altımı temizlemişti ama ne olur olmaz diye yine beni kontrol etti.
“Temiz ablam, hiç bir şey yok!”
Bunu duyduğuma çok sevindim. En zoruma giden şeydi şu temizlik işi. Birine muhtaç olmanın tüm ağırlığını en fenasından yaşıyordum. Böyle olacağını bilseydim, ya o dayağı yemeye devam eder, ya da ilk fırsatta bende o kadınları dövmeye başlardım. Asla canıma kast edip kendimi o boşluğa bırakmazdım. Öleceğime kesin gözüyle bakıyordum o anda ama olmadı. Kaderin benim için başka planları varmış. Anladım ama bedeli ağır oldu işte.
Ayla, beni oturduğum yerde düzeltti ve yanında getirdiği poşetten yeni bir şeyler çıkardı.
“Onlar ne?”
“Ablam küçük ağam getirdi bunları. Eşofman mıymış neymiş? Kalın, yünlü bunlar. Seni sıcak tutarmış.Havanın güneşli olmasına aldanma, çok soğuk dışarısı.”
İsterse hava buz kesmiş olsun. Benim sevdiğim bana bir şeyler almış ya, mutluluğuma da, keyfime de diyecek yoktu. Yine salakça gülümsediğimi ancak Ayla’nın, “hayırdır abla pek bir sevindin herhalde bu yeni cicilere. Kırmızısı da çok güzelmiş. Beya tenine de ne yakışacak?” dediğini duyunca fark ettim. Sevdanın tatlı yelleri başımda eserken hep gülümsemek istiyordum.
“Evet, ne yalan söyleyeyim. Sürekli pijama takımı giymek, gerçekten hasta gibi hissettiriyor. Ondan şey ettim öyle,” demekte buldum çareyi.
Ah bir iyileşeyim, nasıl olacaktı bilmiyorum ama bende aşkıma hediye alacaktım. Hemen bunu aklımın bir köşesine altın harflerle yazdım.
Ayla benden yaş olarak küçüktü ama beden olarak iriceydi ve çok güçlüydü. Beni elinde bir bebeği evirir çevirir gibi çok rahat hareket ediyordu ve hiç sıkıntı çekmeden her türlü ihtiyacımı karşılıyordu.
Maharetli elleriyle beni yatakta sağa sola çevirip, üstümü giydirdiğinde hiç yorulma emaresi göstermeyen oydu ama çok yoruln bendim. İster istemez kasıyordum kendimi.
Giydirme işi bitince, uzun siyah saçlarımı çabucak tarafı ve başımın tam arkasında at kuyruğu yaptı. En son kahküllerimi de düzeltti ve ilk kez uzanıp yanağımdan öptü beni.
“Çok güzel oldun be ablam. Hayır haberler alırız inşallah.. amiiin, çook amiin rabbim,” dedi ve havaya açtığı ellerini yüzüne sürdü.
“İnşallah Ayla’m, amiin!” derken kendimi biraz kötü hissettim. Düzelmeye başladığımı ondan gizlemek suçluluk duymama neden oluyordu ve şu son yaptığı ile daha çok suçlu hisseder oldum.
“Ben küçük ağama haber vereyim,” dedi ve yanımdan fırladı, gitti.
Kapının yan tarafında konuştuklarının farkındaydım. Umut kapıda görününce deli gibi sevindim yine. Anlam veremediğim o bakışları yüreğimi deldi geçti. Gözlerine inanamıyor ve hatta hayal kırıklığına uğramış gibi bir hali vardı. Anında moralim bozuldu.
Çok mu kötü görünüyordum ya?
* * *
Kırmızı bir insana ancak bu kadar yakışırdı. Bok vardı gittim ona kırmızı eşofman takımı aldım. Deli gibi kıskanmaya başladım onu. Zaten çok güzeldi, şimdi bu haliyle tam bir yıldız gibi parlayacaktı ve hastaneye gittiğimizde herkes ona bakacaktı. Yeni doktorlarda gelmiş hastaneye, duydum. Genç ve yakışıklılarmış. Benim dokunamadığım aşkıma onlar dokunacak belkide.
Normalde böyle bir şeyi hayatta takmam, hatta kadın hasta ile erkek doktorun ilgilenmesine karşı çıkanlara deli olurum. Cahilliğin, cehaletin hüküm sürdüğü yerlerde böyle şeylerle çok karşılaşılır, bilirim ve şahit olduğumda da basarım azarı. Şimdi ise bende onlar gibi oldum bir anda.
Ah be aşkım, sen niye bu kadar güzelsin ki?
* * * * *