Birkaç gün sonra..
Umut; benim biricik sevdiğim, ilk ve son aşkım, güvendiğim yegâne erkek, birkaç günlüğüne çok özlediğim İstanbul’a gitmek zorunda kalmıştı. Onunla gidebilmek için neler yapmazdım ki!..
Orada takip etmesi gereken işleri varmış ama bana bunlarla ilgili hiçbir açıklamada bulunmadı desem yeri var. Sadece ağasının bazı işlerinde aksilikler yaşandığını ve bunları da ancak kendisinin çözebileceğini söyledi. Ona inanmaktan başka bir seçeneğim yoktu.
Deli gibi özledim onu ve hissediyorum ve çok eminim ki o da beni özlemiştir. Sobanın isli camının gerisinde, kulağıma çok hoş gelen çıtırtılar çıkararak yanan odunların, kızıl ateşle yaptığı dansı izliyordum.
Yalnızım odamda. Ayla'da, ailesi onu çok özlediği için dün akşamdan beri bizimle beraber değil. Yalnız kalmamam ve ihtiyaçlarımın giderilmesi için yanıma başka bir kızcağızı getirip bıraktılar. O da garip, mahsun bir kız. İsmi Ceylan.. gerçekten ceylan gibi narin ve ürkek. Gözlerimin içine hiç bakmıyor. Türkçesini anlamakta zorlansamda sırf kendisini burda rahat hissetsin diye onu konuşturmaya çalışıyorum. Her sorduğum soruya kısa cevaplar veriyor ve suskunluğa sığınıyor.
Firuze anam ise, ağanın adamlarına istediği bazı otlar olduğunu ve şimdi tam onların boy verme zamanına girdiğini söylemişti. Bu işten biraz olsun anlayan başka birileri ile dağ bayır o otları arıyorlar.
Gözlerim hep yolu izliyor. İstiyorum ki Umut artık geri dönsün. Sevdiğimin giderken öptüğü sol şakağımı, buz gibi cama dayamıştım. Başımı geri çektiğimde şakağımın soğuktan adeta uyuştuğunu fark ettim. Kalbim ise yavuklumun aşkı ile sıcacıktı.
Ah sevdiceğim, dönsen gelsen ya artık! Buralar sensiz çok ıssız be güzel gözlüm.
* * *
“Konuş!.. konuş, yoksa seni şimdi burda gebertirem a.. na koduğumun kızı.. söyle, sevişiler mi onlar? Söyle çabuuuk!"
Yanağına yediği tokadın şiddetiyle yere serili, oldukça büyük İran halısının üzerine savruldu Ayla. Ağzının kenarından ince ince sızan kanının sıcaklığını hissedince, kapıldığı dehşetengiz korkusuyla, hemen kazağının koluna ağzını sildi. Kanı halıya bulaşacak ve ağası bunu görecek olursa, birde bunun için dayak yiyeceğinin farkındaydı.
‘Ağa denen şu herifin gözünde bu halı kadar bile değerin yok senin kızım’ diyordu iç sesi.
Şimdi burda ağası canını alsa, hiç kimsenin onu korumak ya da kurtarmak için, parmağının ucunu dahi oynatmayacağı değişmez bir gerçekti ve Ayla, bunu biliyordu. O değersiz bir marabanın kızıydı.. tıpkı diğerleri gibi.
Hemen yanı başında, tek dizinin üstüne çöken ağası, tüm öfkesiyle genç kızın başındaki tülbentini adeta parçalarcasına çekti aldı ve savurup fırlattı salonun uzak bir köşesine. Genç kızın, doğuştan açık kızıl renkte olan ve başının arkasında topuz yaptığı saçını, en dibinden yakaladığı gibi kendisine doğru hızla çekti. Çekilen sadece saçlar mıydı? Canı çekilir gibi hissetti Ayla, ama korkudan sesini çıkaramadı. Ağlamak bile izne tabiydi ne de olsa.
"Söyleeee! Umut bana ihanette mi haaa, yengesine göz mü koymuş laan? Çabuk konuş, yoksa elimde kalacaksın!"
Dehşet bir gök gürültüsü gibi koca salonu kaplayan o sesin korkunçluğu karşısında canının acısını unuturken, çaresiz küçük bir kuş gibi titredi Ayla.
"Vallaha bilmiyom ağam, ben hiçbir şey görmedim, duymadım.. kıyma bana ağaam, elin ayağın öpem vallaha öyle bir şey yoktur ağam! Kim demişse yalan demiş sana ağam."
Saçlarından kapıya doğru sürüklenirken, korku duvarı yıkıldı bir anda ve Ayla, can acısıyla öyle bir feryat etti ki, yüreklere işleyen o feryat, salonun duvarlarını aştı da bütün konağın taş duvarlarına çarptı ve her yerde yankılandı. O sesi duyanların kimisi, elleriyle kulaklarını kapamak zorunda kaldılar. Dayanamaz oldular ama, sesleri de çıkamaz oldu.. zaten, isteseler bile tek bir kelam edemezlerdi.
Salonun içinde genç kızı boş bir çuval gibi ordan oraya savuran ağanın gözünü kıskançlık bürümüştü. Yıldız’ı ve kardeşini düşündükçe, benliğini ele geçiren o sarsılmaz öfkesi dağdan kopup gelen bir çığ gibi büyüdükçe büyüyordu ve tüm hırsını canının derdine düşmüş olan genç kızdan çıkarıyordu.
Yüzü kan içinde kalan Ayla ise direniyordu. Bağırsada, ağlasada direnmeyi seçiyordu. Kendisine örnek aldığı tek bir kişi vardı ve onun adı da, artık gerçek ablası gibi sevdiği, sahiplendiği Yıldız’dı. Canı gibi sever olduğu Yıldız ablasının, ağa ile evlenmemek için verdiği o mücadelesi, fısıltılar haline zayıf ya da güçlü aşiret bireyleri arasında konuşulur olmuştu. Bazı kadınlar Yıldız’ı gizliden gizliye verdiği mücadelesiyle kahraman kız olarak görmeye başlamışlar ve onu takdir etmişlerdi ama korku belasına kalpleri onu desteklerken, dilleri onun delinin teki olduğunu, aklı olsa ağaya kul, köle olması gerektiğini söylemişti.
Ayla ise ona hayrandı ve kendisi bile hiç farkında değilken, Yıldız’ı gözünde ilahlaştırmış, idolü olarak derin bir bağ ile ona bağlanmıştı. Şimdi ağa onu öldüresede asla gammazlık yapmayacaktı. Direniyordu ve gerekirse son nefesini verene kadar da direnecekti.
Karnının ortasına yediği tekmenin acımazlığı karşısında, tüm bedeni ile yere yapıştı. Nefesinin gittiğini hissederken, gözlerinin önünde Yıldız ablasının hayali vardı ve ona gülümsüyordu ama o gülümsemede derin bir acı vardı sanki.
“Söyle ablaam, söyle! Teslim ol!”
Sanki Ayla’ya fısıldayarak o sözleri söylüyordu.
“Olmaz ablam, söyleyemez bu dudaklar!”
Başına aldığı sert darbe ile, sanki olduğu yerden başka bir noktaya çekiliyormuş gibi hissetti. Ucu bucağı görülmeyen bir koridordaydı sanki. Ortalık zifiri bir karanlığa gömülürken, nefes alamaz, sesi çıkamaz oldu. Gözlerini birkaç kez kırpıştırdı ama ışık yoktu ve saf bir korkunun, sinsi kıvrım kıvrım olmuş bir yılan gibi, delicesine çarpan yüreğine çöreklendiğini fark etti.
Sustu duvarlar da tıpkı onun gibi! Ses gelmez oldu hiçbir yerden. Dışarda yağmur yağıyordu. Camlara vuran yağmur damlaları adeta çıldırmıştı. Öyle ki hızla yapışıp, sel gibi aşağıya doğru kaydığı camları kırmak ve içeri girmek istiyor gibiydi her bir su damlası.
Gökler yarıldı sanki ve camlardan gelen tıkırtılar, bir şekilde ağanın dikkatini dağıttı. Son nefesini vermek üzere olan kızı, halının üstünde bir başına bıraktı sonunda Cemal ağa.
Camın önüne gittiğinde, aşağıdaki geniş taş avlunun suyla dolduğunu gördü. Daha öncesinde de defalarca böylesi yağmur yağdığını görmüştü ama, o avluyu hiç böylesi su bastığına şahit olmamıştı.
Ağanın, hızından hiçbir şey kaybetmeyen nefesi, yeni yeni yavaşlamaya başlamıştı ve derin bir soluk alırken, başını kaldırıp yeniden gökyüzüne baktı. Yağmur bulutları sanki sadece konağın üstünde toplanmıştı. Şaşırdı ve sanki biraz da korku filizlendi hissiz yüreğinde.
Dönüp yerdeki kıza acımaktan, merhametten uzak gözleri ile baktı ve yine tüm gücüyle bağırdı.
“Dilooo! Kız Dilooo.. alın şu kahpeyi burdan! Çağırın gelsin doktor.. iyileştirsin onu. Daha işim bitmedi onunla bitmeyecek!”
* * *
Tutulduğu evde, oturtulduğu ve her yerinden sıkı halatlarla bağlandığı sandalyede, yine yüzüne aldığı balyoz gibi bir yumrukla sağa doğru savruldu. Yanında cehennem zebanisi gibi dikilen adam, onu omuzundan tuttu ve sandalye ile birlikte yere düşmesine engel oldu.
Çok yorgun hissetsede ağzını açıp onlara istediği bilgiyi vermemek için direniyordu. Gülmeye, hatta çok eğleniyormuş gibi delicesine kahkahalar atmaya başladı.
“Gülme kurban olayım ağam gülme, bize bu azabıda daha fazla yaşattırma. İtiraf et artık, hatta ben hiçbir şey yapmadım, o kancık beni baştan çıkardı de!.. de ki, bizde ağama uçuralım bu haberi. N’olur söyle artık ağam söyle!.. n’olur!..”
* * *
Söyler miyim hiç? Onlara duymak istedikleri bilgiyi verir miyim hiç? Asla benden o sözleri alamayacaklar, duyamayacaklar.
Korkuyorum deli gibi ama, kendim için değil ki! Biliyorum.. şu an mutlaka Ayla’ya ağanın bizzat kendisi işkence yapıyordur. Bana oyun oynayıp, İstanbul’a gönderen, oralardan bilerek uzaklaştıran abim olacak o şerefsiz, kızın canına okuyordur şimdi.
Ah be Ayla kızım.. tahmin edebiliyorum, konuşmazsın sen! Konuşmazsın da, canından olursun be evladım.
“Ağam, ağam iyi misin?”
Attığım o deli kahkahadan sonra, aniden susuşum ve gözlerimi kapayışım, bilerek yavaşlattığım nefesimi duyamaz oldular ya korku, dağları sardı şimdi. Öleceğimden, ellerinde kalacağımdan korkar oldu ağanın bu üç kölesi.
Bile isteye hiç ses vermiyorum. Kapadığım gözlerimin önünde ise sevdiceğim var. Korkuyorum ona da bulaşmalarından, ödüm kopuyor o pislik herifin sevdiğime de işkence yapmasından.
Beni buralarda esir aldığına göre, zaten esiri olan sevdiğime neler yapmaz ki o zalim, o cani?
Ahh aşkım, ne haldesin acep?”
* * *
Camdan dışarı baktığımda, yolun tepesinde aşkımın jeepini görünce mutluluk kuşu gelip yüreğime kondu. İnsanın kalbi böylesi çırpınır mı mutluluktan? Olurmuş işte. Onu yeniden görecek olmanın heyecanı ile gülümsemeye başlamıştım bile.
Çok şükür geri döndü işte. Yalnız kalabildiğimiz ilk anda ona sarılacağım hemen. Bana ne!.. ister ayıplasın beni, ister günah saysın. Daha önce o sarılmıştı bana, işte şimdi de ben sarılacağım, ne olmuş yani? Kıyamet kopacak değil ya!.. benim kıyametim onsuzluk işte. Artık bunu iyice anladım ben. Onsuz yaşayamayacağımın farkına vardım ki artık.
Öncesinde eve kadar yol yoktu ama, ben burada yaşamaya başladıktan sonra Umut , ağanın aklına girip yol yaptırdı buraya ve artık aracı hemen evin önünde park ediyor. Çok nadir yukarda bırakıyor aracını. Sırf benim camın önünden geçebilmek için böyle yapıyordu ama bugün kapının önüne kadar geldi. Belli ki beni çok özlemiş ve bir an önce evden içeri girmek istemiş.
Heyecandan ve mutluluktan kalbim duracak neredeyse. Dışa kapıya vuran o elin sesini tanıyorum artık. Biraz sakin ama aslında çok heyecanlı. İşte Ceylan kız, kapıyı açtı ve içeri girdi benim biricik sevdiğim. Adım sesleri hafiften telaşlı ve ben ne olur ne olmaz diye yerimde sessizce, kıpırdamaktan uzak, onun odanın kapalı duran kapısını açmasını bekliyorum.
Tuttum nefesimi. İşte son üç, iki ve bir.. bitti adımlar. Şimdi kapıda duruyor ve öksürdü hep yaptığı gibi. Ah aşkım ya, içeri girmek için yalandanda olsa, “destuur diyecek yine çok özlediğim o sesi ile. Dur oyun yapayım bende ona. Asayım yüzümü, kızgın durayım.. yine bana, “sevgilim, asma o güzel yüzünü,” der belki. Ne çok özledim ben bana sevgilim demesini.
Bekliyorum işte!.. hadi aşkım ya, aç kapıyı da girsene artık içeri.
Kapının kolu oynayınca, yine tuttum nefesimi ve ağır ağır açıldı boyasız ahşap kapı.
Yavaşça nefesimi geri solurken, gözlerim kocaman açıldı. Karşımda durup bana bakıyordu. İliklerime kadar dondum, kaldım. Ne konuşabildim, ne de başımı dahi hareket ettirebildim. Taş kestim sanki ve bana, özellikle gözlerime bakan o gözler öyle korkunçtu ki, kırpamaz oldum gözlerimi. Dehşetin kollarındaydım sanki.
“Seni almaya geldim Yıldıız! Bitti artık burda ki hayatın.. sona erdi. Bundan sonra tedavine konakta devam edilecek!” dedi bana.
Hayal, hemde kabus gibi bir hayal görmüş olmayı ne çok istedim. Psikolojim yerlerde sürünmeye başlamıştı bile ama, ona istediğini vermemeye yemin etmiştim bir kere. Dövülüp, sövülüp ve istemediğim bir hayatı bana dayatanlara hayır demiş ve yaşamaktan vazgeçmiş olan ben, onlar gibi olup, onlarla yaşamaktansa hayatımdan vazgeçen ben, o eve sırf bu şerefsiz herif istiyor diye geri dönecekmişim öyle mi? Onun diğer köleleri gibi onun keyfine göre o hapishanede yaşayacakmışım öyle mi? Bunun adı yaşamak değil, esaret.. ezilmişlik, benliğimden, kişiliğimden, ben olmaktan vazgeçmek demek.. asla kabul edemezdim bunu.
Yattığım yerden doğrulup gitmeyeceğimi insan kisvesine bürünmüş bu şeytanın yüzüne haykırmayı ne çok istiyordum ama yapamazdım, yapmamalıydım.
Aksiliğimden hiçbir şey kaybetmediğimi göstermek adına kesin ve çok kararlı bir sesle, “hayır, ben burda çok iyiyim. Senin evine gelip o diğer eşlerinle hiçbir türlü görüşmek, onlarla yüz yüze dahi gelmek istemiyorum. Bugün bu haldeysem onların ha unutmadan, birde senin yüzündendir tabii ve iki cihanda ne seni, ne de onları asla affetmeyeceğim. Seninle evlenmektense, kötürüm kalmayı tercih ederim,” dedim ve göstereceği tepkiyi beklemeye koyuldum.
Tam da tahmin ettiğim gibi yine burnundan solumaya başladı.
“Lan kadıın!.. beni..”
“Hooop!.. ağır ol molla desinler. O sesine bir ayar ver önce. Bak seninle bir konuda anlaşalım. Asla ve asla senin eşin olmam, olmayacağım. Onun için beni iyileştirmeye de çalışma. Evlenmek benim kitabımda yok anladın mı? Hele seninle hiç yok!”
“Umut’la var ama değil mi kahpe seni?” diye bağırdığında, umrumda olan tek şey Umut’un adını anmış olması idi.
“Bana ne bey amca senin kardeşinden, bu ne terbiyesizliktir böyle? Sen kimsin be, kimsin de benim namusuma dil uzatıyorsun? Şerefsizlikte maşallah had hudut tanımıyorsun. Yaşından başından utan be! Utan Allah’ın belası herif, utaan!”
Var gücümle nefessiz kalana kadar öyle çok bağırdım ki, sonunda bitmek tükenmek bilmeyen bir öksürüğe tutuldum.
Tepkim tamamen aşkımı düşündüğüm içindi ama sanki namusuma söz söylemiş ve bende buna delirmişim gibi bağırmak zorunda kalmıştım.
Sevincim yarım kalmışken, şimdi inanılmaz bir korku yaşıyordum ve bunu hiçbir türlü belli etmemeliydim ama bedenimi ele geçirmeye başlayan titremeye de engel olamıyordum.
“Ayla söyledi lan seviştiğinizi, el ele, göz göze saatlerce oturduğunuzu, kardeşim olacak kalleşin sana kırmızı eşofmanlar aldığını, seni öpüp kokladığını yanındaki muhpirim söyledi. Niye burdan gitti sanıyorsun Ayla? Adamlarımla haber göndermiş, ağama söyleceklerim var demiş. Bende sevinmiştim, herhal iyileştin diye ama meğer senin ne kancık olduğunu bana haber vermek istemiş. Kızdım, inanmak istemedim ve dövdüm onu. Hemde ne dövdüm! Ağzını yüzünü siktim attım. Şimdi resmen can çekişiyor ama, sonradan kulağıma başka yerlerden, dedikodular çalındı. Sizi görmüşler meğer hastanede.. utamadan birde milletin içinde nerdeyse dudak dudağaymışınız! Uçtu haber hemen bana, kıza da bir ton dayağı boş yere atmış oldum. Meğer doğru söylermiş masum. Senin yüzünden sakat kalmazsa iyidir,” dedi birde pişkin pişkin.
“Yok öyle bir şeeeey!” diye yeniden bağırdım. Asla Ayla’nın onun muhpiri olduğuna ve bizi ele verdiğine inanmadım. Yalnız hastane ile ilgili söylediği şeyler, fena halde korkmama neden oldu. Bir anlık dikkatisizliğimizi birilerinin gördüğünden emindim çünkü, Ayla o an da yanımızda değildi. Belli ki gerçekten birileri görmüştü ve yememiş içmemiş, o haberi lanet olası bu manyak herife bildirmişti.
Ayla’ya takılan aklım, Umut için endişelenen yüreğimle kendimi dar kapılarda sıkışmış hissediyordum.
Kesin Umut’u benden uzaklaştırmak ve beni de burdan alıp götürebilmek için sevdiğimi iş bahanesiyle İstanbul’a göndermişti.
Pislik herif oyun içinde oyun kurmuştu bize.
“Bak Yıldız, eğer şimdi benimle gelmezsen, kardeşimin katili ben değil, sen olacaksın! Ya benimle gelirsin, ya da elbet İstanbul’u aradığımda kardeşimin ölüm emrini veririm. Eğer söylediğin gibiyse, zaten masum bir insanın ölmesine izin vermezsin, ondan nefret etsen bile sen bunu yapmazsın! Ver kararını.. ha şunu da bil, kardeşim dediğim o kalleşe buralar artık haram, ancak sen benim avradım olursan hayatını bağışlarım o şerefsizin.”
Neye uğradığımı şaşırdım. Zamanda ve mekânda kayboldum sanki! Ölmeden öldüm ben.. öldürdü yine bu şerefsiz beni.
Ben şimdi ne yapacağım Allah’ım? Bir çıkar yol göster bana!.. yardım et! N’olur yardımını esirgeme benden, esirgeme Allah’ım!
* * * * *