Ateşsiz yanmak, yakılmak diye bir şey varsa işte ben şu an yarı canı gelmiş bedenimde bunu hissediyorum.
Bana ruhunu ele geçiren tüm pisliği ile bakıyordu ve ben sadece ama, sadece tepkisiz kalmak zorundaydım. Derin derin aldığım her bir nefes, kor olup ciğerlerimi yakıyordu.
Sessizliğim karşısında hiddetlendi yine bir anda. Bas bas bağırmaya başladı.
“Konuş laan!”
İşte o anda tutamadım kendimi. Onun deli gibi bağırmasına karşılık, bende bağırmaya başladım.
“Ne senin isteklerinin, ne de kardeşinin hayatı zerrece umrumda değil. Boktan yere kardeş katili olmak istiyorsan buyur ver vurun emrini. Benim vicdanım rahat. Sen kendi derdine yan ve seninle hiçbir yere de gelmiyorum. Çık git şimdi!”
Hayatımın kumarını oynadım, hemde sevdiğimin hayatı üzerine. Saçının bir teline kıyamazken, belki de onun sebebi olacaktım. Hayatımda hiç kimseden nefret etmediğim kadar bu mahluktan nefret ediyorum. Yüzünde tiksinti ile gezinen gözlerime, nefretimi de katık ettim ve inadına gözlerinin içine bakmaya devam ettim. Bekliyordu mel’un! İstiyordu ki bakışlarımı çekeyim, gözlerinden gözlerimi kaçırayım.
Ölsem, bakışlarım başka bir noktaya kaymayacaktı. Bilsin, anlasın ve bana inansın istiyordum.
Göz pınarlarımdan doğamayan, içime akıttığım göz yaşlarım zehir olup sızıyordu yüreğime. İçin için döktüğüm göz yaşımı görmesi imkânsızdı. Şu çaresizliğime mi yanayım, yoksa aşkımın hayatının her an sona erebileceğine mi? Öyle zordu ki hissiz davranmak, umursamaz görünmek ah ne zordu ama, yapmak zorundaydım. Onun yaşayabilmesi için böyle davranmaktan başka çarem yoktu. Biliyorum, aşkımda şimdi tıpkı benim gibi davranıyordur. İtiraz dahi etmiyordur. Eğer onu biraz olsun tanımışsam kahkahlarla şu duruma gülüyordur.
“Ceylan seni hazırlayacak ve öyle ya da böyle konağa geliyorsun artık. Ceylan yine hizmetinde olacak ve Firuze kadında bizimle gelecek. Bitti!”
Biten sözler değildi, bitmekte olan benim hayatımdı. İtirazlarımın sonuç vermeyeceğinin elbette farkındaydım. Götürecekti beni ve belki de gözünün önünden ayırmayacaktı pislik herif. Şu an bu umrumda bile değildi. Tek derdim Umut’tu. O yaşasın da ben ölmeye razıyım.
* * *
Beş ay sonra!..
“İstediğin kitaplar gelmiş kuma! Kitaptan başka bir bok bilmez misin sen?”
“Eğer bir daha bana kuma diyecek olursan, and olsun o bana kuma diyen dilini keser atarım Dilek hanım!”
“Ammaaan!.. kül başımaa! Hele hele.. dillere bak dillere! Hangi elinle keseceksin dilimi? söyle de uzatayım o eline sen yorulma hasbam.”
Neden bana kızarsın ki sen hâlâ, unuttun mu ki bugün kolum kanadım kırıksa birazda sen ve senin o üç kuman yüzünden değil miydi?
Tamı tamına beş ay, on gün oldu bugün onu görmeyeli. Yaşıyormuş, sadece bunu biliyorum. Onun hakkında başka hiçbir haber yok.. ve küstüm ona, çok kırgınım artık ona. Adına Cemo ağanın koca konağı dedikleri bu hapishane, her günüm başka bir kabus, bambaşka bir kahır nedeni bana.
Arada Ayla ile görüşmeme izin veriyorlar ve tabii birde Firuze anamla. Onun haricinde hep yalnızım, yapayalnız hemde.
Son günlerde dilimde bir şarkı, “Kimseye etmem şikâyet ağlarım ben halime.”
Evet, ağlıyorum bende her gece.. ağanın son karısı olarak geçtim tarihin lanetlenmiş sayfalarına. Evet demediğim halde kıydılar imam nikâhını, benim evet dememe ne hacet, yeterliymiş ağanın evet, aldım kabul ettim demesi. Malım ya ben hani, ne gerek sözüme, onayıma, fikrime ne gerek?..
Şimdi ağanın benim için hazırlattığı bu kocaman odada, Ayla’nın gelmesini bekliyorum. Hiç geçmişi konuşmasakta, onun bahisini edemez olsakta iyi geliyor Ayla’yı görmek. Onun yanında biraz olsun insan olduğumu hissediyorum, hatırlıyorum.
Kapının tıklatıldığını duyunca, beni esir almayı pek seven karanlık düşüncelerimden sıyrıldım.
“Gelebilirsin!”
Kapının, altın renkli topuz kolu yavaşça döndü ve Ayla’m başını içeri uzattı. Gülümsüyordu ama bugün acı vardı sanki tebessümünde.
İçeri girip, kapadı kapıyı. Bu kısa görüşmelerimizde ona okuma yazmayı öğretmeye başlamıştım. Epeyde yol aldık hani.
Geldi ve avuçlarının arasına aldı yüzümü hep yaptığı gibi. Öptü iki yanağımdan ve alnımdan beni alışık olduğum gibi.
Gözlerinde derin bir hüzün vardı ve yanıma oturduğunda eğdi önüne başını.
“Bir hal var sende, n’oluyor kız, Karadeniz’de gemilerin mi battı?”
“Orası nere ki ablam?” diye sordu yine tüm saflığıyla yine.
Coğrafya dersi vermeyi hiç canım istemiyordu. “Amaan! Boşver nereyse nere?” dedim, kestirip attım.
“Peki ablam,” dediğinde, dikkatini sürekli oynadığı parmaklarına verdiğinin farkındaydım.
“Çıkar dilinin altındaki baklayı! Haber var değil mi?” diye sorduğuma inanamadım. Kalbimde buna dayanamamış olacak ki, hızlanan nefesime yarenlik yapmaya başlamıştı bile. Öylesine hızlı çarpıyordu ki, bedenimin yanında zaten yorgun olan ruhumunda gücünün tükenmeye başladığını hissediyordum.
“Var ablam var.. ama bilmem ki bunu sana nasıl izah edeyim?”
Gözümden düşen yaş kucağımda duran elimin üstüne düştü. Ölmüştü demek! Öldürmüştü sonunda onu abisi olacak cani herif! Boşuna değildi ki bu kahredici sessizlik. Durmazdı, ayrı kalamazdı benden bu kadar uzak, birbirimize hasret, yapamazdı ki!
“Ne, ne zaman olmuş, yani gittiğinden beri mi yoksa yeni mi?”
“Çok yeni sayılmaz be ablam.. üç ay olmuş içte.. bugün haberi geldi. Konakta deli bir telaş var. Kazanlarla yemekler pişmeye başladı bile. Dağıtacaklarmış herkese, sadaka niyetine! Hayrı bütün ölmüşlerini bulaymış, öyle emretmiş Cemo ağa.. sende artık bekleme boş yere, üzme kendini. Yapmış tercihini işte, evlenivermiş!”
Son söylediği ile döndüm aptala, şaşkına, salağa.. ben sevdiğimin kara haberini aldım zannederken ve onunla bende yine yeniden öldüğümü hissederken, evlendiğini duydu garip bir uğultunun kapladığı bu kulaklar.
Bu kardeşlerin benimle derdi neydi ki? Biri hayatımı çaldı benden, diğeri yüreğimi ve ikiside öldürdü beni.
O son sözler, zehirli ateşten bir hançerdi sanki. Tekrar ve tekrar ettikçe içimden, dönmez, söz söyleyemez olan dilimi, çırpınışları duran yüreğimi dağlar oldu bu kahreden haber!
“Abla iyi misin, ses ver n’olur ablam ses ver!..”
Nefes almayı unuttum ki ben. Canlı cenazeyim sanki! Anlayamıyordum, inanmak hiç istemiyordum. İnkârlardaydım, isyanlardaydım içten içe.
“Hayırlı olsun!” dedi dilim.
“Beni yaktığın gibi sende yan! Ateşlerde kavrul!” dedi kanayan kalbim.
Kapadım gözlerimi. Uyumak, bir daha hiç uyanmadan ölümüne uyumak istiyordum hemde.
“Yatır beni ve git Ayla’m.. uykum var!”
Son sözüm bu oldu. Tek kelam etmedi Ayla kız.. yatırdı beni ve sessizce ağlarken, çıktı gitti odamdan, bıraktı beni yalnız.
Dilimde yine o şarkı.
“Kimseye etmem şikâyet, ağlarım ben halime, titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime!..”
* * * * *