14- A Takımı

1193 Words
Tekne denizin derinliklerinde seyir etmeye devam ediyordu. Selo abi dümene geçmişti, aslında bizim aramızda konuşmamız için fırsat vermişti biraz da. "Irmak Akan'ı şimdi hatırlıyor musun?" dedim başımı kaldırarak. "Anlattıklarına inanıyorum ama söylediğin hiç bir şeyi hatırlamıyorum maalesef." dedi Ahlas. Kalbim acımıştı, hani inandığı zaman hatırlayacaktı her şeyi. Kalkıp Selo Abi'nin yanına gittim apar topar. "Selo Abi Ahlas anlattıklarıma inanıyor ama hiç birini hatırlamıyor, hani hatırlayacaktı?" dedim sitem dolu bir sesle. "Irmak, sen mum kullandın, yani tılsım." dedi Selo abi sanki çok doğal bir şeyi açıklarmış gibi. "Eee?" dedim sabırsızca. Ne olmuş yani kullandımsa, şimdiye kadar bir kez de bilmeden kullanmama sebep olan o değil miydi? "Her tılsım kullanışımızda bir ya da birden fazla bedel öderiz Irmak, işte tam da bu yüzden o kahinler var içimizde. Sana akıl hastanesinde mum getirmemin sebebi tam da Ozan'ın bunu teklif etmesiydi. Ben ne olacağını bilemiyordum ancak ümit ediyordum ama o bir şeyleri görmüştü. Bir bedel ödendi, kaçırıldın ve vuruldun ama ölmedin, Ahlas, annen ve babanın ölmesine karşılık kıyaslarsak epey makul bir bedeldi. Ama bunu Ozan öngörmese cesaret edilir bir şey değildi, belki de üç cana karşılık düzinelerce insan ölebilirdi. Bedel ödemeye hazır değilsen o mumları kullanmayacaksın! Şimdi beni dinlemedin. Ama bunun bedeli umalım da Ahlas'ın kalben inanana kadar, gerçek anlamda inanana kadar olan biteni hatırlamayacak olması olsun. Daha fazla daha kötü bedelleri olmasın." dedi ciddiyetle. İçime bir ateş düşmüştü. Ya ona bir şey olursa? Ben ne yaptım diye kendime kızmaya başlamıştım bile, büyük bir vicdan azabıyla Ahlas'ın yanına döndüm. Sımsıkı sarıldım boynuna. Şu Ozan denen adamı görmeliydim belki artık, bundan sonra ne yapacağımı o bana söyleyebilirdi, ama bunu Selo abinin ya da Ahlas'ın yanında yapmayacaktım. Adresi biliyordum nasılsa, onların yanımda olmadığı bir zamanda gidip konuşmalıydım sahte medyumumuzla. Bir süre yalnız oturduktan sonra Ahlas ile Selo abi tekrar yanımıza geldi. Kilyos açıklarındaydık, deniz durgunlaşmıştı. Ama benim denizimin içinde fırtınalar kopuyordu. "Ahlas senin ailemizle arandaki bağını, soyadını sana vermeyi çok isterdim ama ben bile izimi kaybettirdim teknoloji bilgimi kullanarak, sistemde istediğim zaman görünür istediğim zaman görünmez hale gelerek koruyorum kendimi ve kimliğimi. Ancak sen polissin, senin görünmez olma şansın yok. Bu yüzden Mumcu soyadını şimdilik alamazsın." dedi Selo abi. "Şu an hiç bir şeyi almayı vermeyi düşünmüyorum zaten, kafamda çok fazla soru var. Senin bunca yıl gözümün içine baka baka beni kandırdığın gerçeğini hazmetmeliyim önce." dedi gözleri dolarak. "Abiciğim ben sana yalan söylemedim hiç bir zaman ama gerçeği saklamamın çok haklı sebepleri vardı ve eğer ölmüş olmasaydın çoktan öğrenmiştin zaten." dedi başı önde. "Öldüm bir de değil mi, o Amerika uçağına bindim yani. Bu kadar aptalca davranmış olmam da çok şüpheli bir durum ya." dedi içine sinmemiş yeni bilgisiyle. "Aşkım, ben seni hatırlamıyordum ve Josh ile birlikteydim, benden umudu kestiğin için gidiyordun, zaten insanı aptal yapan yegane şey aşk değil mi, çok anlaşılır bir durum." dedim koluna girerek. Nedense bu güne kadar dokunmaya utandığım çekindiğim Ahlas ile birden yakın ten teması kurmaya başlamıştım. Bunu farkında olmadan, onu teselli etmek, yanında olmak, destek olmak adına yapıyordum elbette ama fark etmediğim diğer bir şey de bakışlarındaki değişimlerdi. Bana ateşle bakarken bütün payı kızgınlığına veriyordum oysa başka düşünceler de yer etmeye başlıyormuş aklında. Her şeyden habersiz başımı omzuna koydum, denizin ortasında denize yaslanmak... Huzurun tarifi gibiydi benim için. Oysa fırtınada bir de yangın çıkmıştı, alevler ikimizin tenini de çoktan sarmıştı. "Dönelim artık." dedi Ahlas soğuk bir tonda. "Tamam abiciğim sen nasıl istersen." dedi Selo abi dümene geçerek. Ama dümendeyken bir ara yanına gittiğimde gözleri kızarmıştı ve ağladığı her halinden belli oluyordu. Dönüp Ahlas'ı uyaramadım bile, en az Selo abisi kadar suçlu hissediyordum kendimi. Ahlas hiç bir şey söylemeden beni eve bıraktı. Odama geçip uzun uzun ağladım bizimkiler içeride televizyon izlemeye dalmışken. Bana inanmasını istemiştim elbette, ama bu tılsımın heyecanına kapılıp hatırladıklarıyla her anımızın hatırasını sahiplenmesini de ummuştum. Doğru zamanda doğru şekilde yapılmamış bir sihir ancak mutsuzluk getiriyormuş insana, bu gün öğrendim. Tıpkı dualar gibi, yanlış dualar, yanlış istekler de insan hayatını mahvediyordu. Dönüp baktığımda, Josh benim yanlış duam, yanlış bir isteğimdi ve bu isteğimde ısrarım Ahlas'ı alıp götürmüştü benden uzağa, ölüme kadar sürüklemişti onu. Birden telefonumdan gelen mesaj sesiyle irkildim. Bir sosyal medya grubuna eklenmiştim. "Akademi A Takımı" yazıyordu grupta ve kırk kişi eklendikten sonra grubu açan kişinin mesajı yer alıyordu altında. "Merhaba Gençler, ben Mithat Gürkan, girmiş olduğunuz Polis Akademisi sınavında seksen öğrencimiz başarılı olmuş ve eğitim almaya hak kazanmıştır. Bu öğrenciler kırklı iki grup olarak idare tarafından ayrılmış olup sizler A Takımı'na seçilmiş öğrencilerimizsiniz. Ben de Takım'dan sorumlu hocanızım. Burada hem gerekli işlemlerin, malzemelerin paylaşılması hem de tanışıp kaynaşılması amaçlı bu grubu kurdum. Hepinize şimdiden iki sene sürecek eğitiminizde başarılar diliyorum." Mithat denilen adam şu babamın arkadaşı olan mı? Herkes beni tanıyor olacak gittiğim yerde ve ben orası hakkında hiç bir fikre sahip değilim, aman ne güzel! "Merhaba ben Ceylin, İstanbul'da oturuyorum, yatılı kalacak olan arkadaşlar var mı?" yazdı birisi. Gözümü açtığım anda Ceylin'lerle tanışmak da kaderimin bir parçası herhalde. "Ceylin Leventoğlu değil mi? Ben de İnci, İzmir'den geldim ben de sınavda tanışmıştık." yazdı başka biri. "Çok sevindim aynı takımda olduğumuza." "Ben de." "Merhaba Arkadaşlar ben Onur Kendirci. Ailem Amasya'da ben de yatılı kalacağım." dedi başka biri. Mesajlar akıp giderken ben hiçbir şey yazmadım. Beni hepsi tanıyordu, şimdi ne yazsam dikkatlerimi üzerime çekmekten başka bir şey olmayacaktı. Bundan uzak durmalıydım. Canım sıkılmış bir halde grubu sessize aldım ve erkenden yatağıma girdim. Deniz havası almak iyice uykumu getirmişti. Bir kez daha Ahlas'tan mesaj gelir umuduyla telefonuma baktım. Ama hiç bir mesaj yoktu. Kendisine bir şey yapar mıydı? Yok canım, bunu yapacak kadar aptal değildi... Uykuya daldım... Kaç saat geçti bilmiyorum, aklımda son kalan düşünce ile uyandım. "Mumların bedelleri var!" dedim kendi kendime. Ahlas'a ulaşmalıydım, telefonuma baktım hala hiç bir mesaj yoktu. Saat gecenin ikisiydi. Bizimkiler çoktan yatıp uyumuştu. Apar topar çalışma masasına uzandım. Şansım yaver giderse sabah kalkıp da odama girerlerse mesajımı bulacaklardı. "Anne ben erkenden koşuya çıkıyorum, beni merak etmeyin." şeklinde karaladığım kağıdı yatağımın örtüsünün üstüne bıraktım ve sessizce gecenin karanlığında sokağa attım kendimi. Korkarak, caddeye kadar koşturdum arkama bakmadan ve taksi durağına vardım. Şansıma bir taksi orada öylece durmuş beni bekliyordu. Taksiciye Ahlas'ın yaşadığı yeri tarif ettim. Adam gecenin yarısı binen müşterilere soru sormamayı öğrenecek kadar tecrübe sahibiydi belli ki, hiç sohbet açmadan beni gideceğim yere kadar götürdü. Apar topar çantamdan kartımı uzatarak ücreti ödedim. Binanın nostaljik asansörüne ilk defa yalnız biniyordum. Ama yine de bu asansörü tercih etmiştim. Bir yandan korkuyla elim ayağım titremeye devam ediyordu. Neden Ahlas bana hiç bir şey yazmamıştı, neden kaçıyordu? Deniz olmaktan mı, ister Deniz ister Ahlas, ister Mumcu ister Ateş, o benim her şeyimdi bunu hiç bir şey değiştiremezdi. Kapısında duraksayıp derin bir soluk aldım. Kapıyı çalmaya başladım sonra içeriden ayak sesleri duydum, biri kapı deliğine yaklaştı, bedeninin kapıya sürtüşünü duyabiliyordum ve saniyesine kapı açıldı. "Irmak saat gecenin üçü sen napıyorsun?" dedi telaş içinde. İyiydi, kendindeydi, biraz abartmış olabilirim ama bu beni gülümsetmeye yetmişti. "Seni öyle bırakmak istememiştim. Sanırım artık sensiz duramıyorum." dediğim anda iklim değişti. Bir elini saçlarımın arasına daldırıp ensemden tuttu ve kendisine doğru çekti ve hiç yaşamadığımız bir şeyin başlangıcına dokunduk. Derin ve şehvetli bir öpüşmenin dünyayı değiştirmesi mümkün müydü? Değiştirmişti işte, Irmakların suyu artık kaplıca suyu kadar kaynardı, Denizlerin dalgası dağları aşıyordu. Rüzgar bedenlerimiz arasında şiddetli kasırgalara yol açmıştı da, söyleyecek sözlerin hepsi tükenmişti. İki ateş birbirimizi yakıyorduk.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD