15- Aşkın Tarifi

1277 Words
Hiç dudaklarımdan ayrılmadan beni evin içine doğru çekti ve eliyle kapıyı ittirerek kapadı. Sonra öpüşüyle yetinmemeye başladı teni eli vücudumda gezinmeye başladı, bedenimi bedenine doğru bastırmaya başladı. Her an nefesim kesilecekmiş gibi hissediyordum, bir yandan korku içinde durmak istiyordum, bir yandan da karşı koyamayacağım kadar güzeldi hissettiklerim. "Leyla Amirim.." diyerek homurdandı bir anda. "Ne?" dedim alev alev yanarken yüzüm. Annemin ne ilgisi var şu an ile? "Ben yapmamalıyım, ama böyle de olmaz, olmuyor artık yetmiyor." dedi homurdanarak yine. "Ne yetmiyor." dedim tüm saflığımla. "Sensiz olmuyor işte, sen de duramıyorsun. Tılsımlarla, sihirlerle dolu bir hikaye anlattın bu sabah, asla inanmayacağım şeylere inandım. Tamam kabul ama kader madem bizi sürekli bir araya getiriyor o zaman neden hala liseliler gibi flört ediyoruz?" dedi bir yandan da salonun penceresini açmış nefes almaya, hava almaya çabalıyordu. "Ben zaten lisedeydim, yeni girdim akademiye." dedim gülerek. "O Selo denen geri zekalı, madem abimmiş, madem abim olmadan abim rolü kesmeyi tercih etmiş bunca yıl geri zekalı, gelsin gerekeni yapsın." dedi hırsla. "Ahlas dediklerinden hiç bir şey anlamıyorum ben, korkmaya başladım." dedim artık. İnanılmaz güzel bir an yaşamıştık az önce ama hemen sonrasında Ahlas kafayı sıyırmıştı. Hadi bakalım Irmak Hanım, bunu da çöz, çözülecek gibi durmuyor gerçi ama... "Sen nasıl geldin buraya, ne dedin amirime?" dedi nihayet düşünebilmeye başlamıştı, az önce düşünmekten çok uzak tek hücreli bir canlı gibi davransa da bu soruyla toparlamıştı çok şükür. "Not bıraktım, sabah görsünler diye koşuya çıktığımı yazdım." dedim sakince. "Çok büyük risk almışsın, ama böyle eve de bırakamam seni. İyice panik olurlar, yanlış anlarlar." dedi Ahlas. "Yanlış anlaşılacak bir şey yapmadık ki." dedim yine tüm saflığımla. "Biraz daha burada kalırsan.." deyip sustu ve kulaklarına kadar kızardı. Neler olup bittiğini anlamaya çalışıyordum. Evet Ahlas'tan önce Josh ile çıkmıştım ama beni öpmesine bile hiç izin vermemiştim. Çok çocukça bir şeydi, şimdiyse, sanki bütün çocukluğum, gençliğim, kadınlığım, şehvetim, masumiyetim ve ihtiyarlığım, beni ben yapan, bana dair ne varsa Ahlas'ın avuçlarının içindeydi. O ne yaparsa kabulümdü, ne isterse onun için göze alınabilirdi. Aşk böyle bir şey miydi, bu kadar tehlikeli miydi? "Tamam anlaşıldı geç içeri benim yatak odama... Orada yat sen." dedi birden. "Sen nerede yatacaksın, başka oda yok ki?" dedim. "Ben burada koltukta yatarım." dedi tuhaf bir şekilde yutkunarak. Oysa şu an ona sarılıp uyumayı istiyordum ama buna cesaret de edemiyordum. O da aynı durumdaydı bunu anlayabiliyordum. O yüzden sesimi çıkarmadan onun yatağına geçtim ve kokusunun sinmiş olduğu yatakta bir ömür sürmesini dilediğim bir uykuya daldım. Sabah gürültüye uyanmıştım. Ahlas dolabın kapağını kapatırken istemeden de olsa gürültü çıkarmıştı. "Nereye gidiyorsun beni bırakıp?" diye söylendim uyku mahmuru. "Seni bırakmıyorum ki, kalbimde götürüyorum nereye gidersem." dedi gülerek. Dün geceki halinden eser kalmamıştı, aynanın karşısında kravatını düzeltmekle meşguldu. "Annemi arasan ve izin alsan olmuyor mu sana şöyle güzel bir kahvaltı hazırlardım." dedim gülümseyerek. "Kesinlikle olmaz, çünkü amirimle konuşmam gereken çok önemli bir konu var. Ama akşam işten erken çıkacağım, sen de kalk hadi, kahvaltıyı dışarıda ısmarlayıp eve bırakayım seni." dedi. "Koşuya diye çıkıp yemek yiyip eve dönmek harika fikir!" dedim somurtarak. Oysa bu gün onun evinde uyanmıştım güne, sarılabilirdi, öpebilirdi ama o tuhaf bir şekilde uzak duruyordu hepsinden. Anlam veremediğim tavrı karşısında aceleyle kalktım, yatağını güzelce düzenledim ve peşi sıra evinden çıktım. Güzel bir kahvaltı ettik ama kısa ve aceleydi, beni hemen eve bırakıp oradan işe geçti. İşi benden önemli miydi yani? Offf, yirmi yıllık evli kadınlar gibi şikayete başlamıştım bile. Onsuz yapamıyordum artık, bunu benim dışımda kimse fark etmiyor muydu? Akşama kadar vakit geçmek bilmedi, ben de sessize aldığım grubuma döndüm ve yazılanlara göz gezdirdim ve karşıma çıkan mesaj moralimi bozmaya yetmişti. "Ben de Ersin Kahraman, İstanbullu'yum, herkese şimdiden başarılar." yazıyordu. Gerçekten günün kötü haberiydi, gıcık çocuk hiç değilse B takımında olsaydı ne olurdu sanki. Kötü haberin üstüne iyice vakit geçmez olmuştu, bir sürü film açıp izlemeye çalıştım hepsini de beğenmeyip yarıda kapattım ve nihayet akşamüstü saat beşte telefonumda beklediğim isim görünmüştü. "AŞKIM" kelimesi kalbimin hızla atmasına yetmişti. "Efendim aşkım?" dedim telefonu aceleyle açarak. "Aşağıda bekliyorum seni hadi." dedi hiç bir açıklama yapmadan. "Nereye, ne.." demeye kalmadan da telefonu kapadı, ben de üstüme bir şeyler geçirip aşağı indim çaresizce. Erken çıkacağını söylemişti ama benimle ilgili bir planı bile olduğunu söyleme zahmetine girmemişti beyefendi. Araca biner binmez "Nereye gidiyoruz?" sorusunu yineledim. "Sürpriz" dedi sadece. Araç yokuş yukarı tırmanırken bir süre sonra Yalnızlar Parkı'na gittiğimizi fark ettim. Hatırlamış mıydı yoksa? Kalbim yeniden heyecanla atmaya başlamıştı. Gülümsememe engel olamıyordum. Tepelerden deniz manzarası görünmeye başladığında, boğaz bu gün daha bir ışıltılı görünmeye başlamıştı nedense gözüme. Yalnızlar parkına yaklaştığımızda daha tuhaf bir görüntü çarptı gözüme. Parkın bütün ağaçlarının dalları uçan balonlarla süslenmişti renk renk ve geçen gün odamdaki gibi yerler güllerle kaplanmıştı. Ama bu sefer bütün parkı kaplayacak kadar çok gül yaprağı vardı. Sanırım dünkü sinirli halini telafi etmeye çalışıyordu, biraz içim burkulmuş olsa da bu da güzel bir şeydi. Zira dün gece epey tuhaf davranmıştı, sabah da epey soğuktu, bu gel gitleri arasında kaybolup gitmekten ölesiye korkuyordum. Araçtan tam inecektim ki, hızlı davranıp kapımı o açtı. Gülerek indim araçtan. Parka doğru yolu gösterdi sanki gidilecek başka yer varmış gibi. Güllerin arasından hiç de yalnızlığı çağrıştırmayan romantizmin doruklarını yaşatan parkın arkasında durdum. Arkamdan geliyor mu diye dönüp baktığımda Ahlas yerde dizlerinin üstüne çökmüş elleriyle bana doğru bir yüzük kutusu uzatıyordu. "Irmak o markette kartını düşürdüğün andan beri, telaşla çantanı karıştıran o şaşkın halinle tanıştığım günden beri sensiz nefes aldığım bir anım olmadı. Binlerce milyonlarca başka hayatta başka şeyler de yaşamış olabiliriz hatırlayamadığım, ama ne kadar zaman akışı, ne kadar paralel evren, ne kadar tılsım, sihir olduğu umumda değil, nefes aldığım her anda, her zamanda seninle olmak istiyorum. Benimle evlenir misin?" dedi, ilk düşündüğüm bu konuşmanın doğaçlama olup olmadığıydı, önceden oturup bunları kağıda yazıp ezberlemiş miydi acaba, onu öyle düşünmek çok komik gelmişti bir anda... Bir saniye.. Ne bir saniyesi otuzuncu saniyede bana evlenme teklifi ettiğini idrak ettim nihayetinde. Diğer her şeyi nasıl düşünebildim acaba bu teklif böyle ortada kocaman dururken? "EVET." diye bağırdım, bütün yalnızlık döküldü bir bir ağaçların dallarından. Yerler aşkla doldu. Yerinden doğrulup kutudaki yüzüğü parmağıma takıp beni kucakladı ve çocuklar gibi parkın ortasında döndürmeye başladı. Nihayet durduğumuzda bir öpücük kondurdu dudaklarıma. "Seni çok seviyorum." diye fısıldadı beni yere bırakırken. "Ben...ben de seni çok seviyorum Ahlas." dedim usulca. "Adım... adımı ekletmeye karar verdim kimliğime." dedi birden. "Nasıl yani?" dedim. "Ahlas Deniz Ateş." dedi gülerek. "Memnun oldum ben de müstakbel Irmak Ateş." dedim gülerek. "Hayatımda duyduğum en güzel isim bu." dedi mutlulukla. Bir kez daha sarıldık. Biliyordum, artık ayrılmamız mümkün değildi. Bir kere karışmıştık birbirimize. "Bir dakika annemin haberi var mı bütün bunlardan?" dedim geri çekilip yüzüne bakarak. "Sence aksi mümkün mü? Önce kendisinden izin aldım, amirim olmuyor böyle, adını koyalım dedim. Artık akademiye de girdi, liseli bir kız değil dedim. Selo abi olayını anlatınca da epey bir yumuşadı. Yarın akşam seni istemeye geliyoruz, abim olacak o eşşek herif abi olarak ilk icraatını gerçekleştirsin bari." dedi. Hem kızgındı Selim Abiye hem de onu inanılmaz seviyordu. Yeryüzünde abin kim olsun diye sorsalar Ahlas zaten onu seçerdi. Deniz adını eklemesinin sebebi de bunun en güzel kanıtıydı aslında. Bir süre burnundan getirecekti anlaşılan, eh o kadar da nazlansın abisine, yapacak bir şey yok. "Babamın haberi var mı acaba?" dedim düşünceli bir halde. "Leyla amirim aramıştır şimdiye." dedi Ahlas. "O zaman yarın akşama kadar kahve nasıl güzel pişirilir konulu bir milyon video izlemem gerekiyor." dedim sırıtarak. "Ha ha ha, deneme de yapacaksan giderken bir çuval alalım." dedi keyifle. Omzunu yumrukladım gülerek ama bu an hiç bozulmasın diye dua ettim içimden hep. Dün geceki tuhaflıklarından sonra sonunda kötü bir şey çıkmaması da yanında en güzel hediyeydi sanırım. Birden anın büyüsüne kapılıp gittiğim için parmağımdaki yüzüğe hiç bakmadığım geldi aklıma. Bir tek taştı ama su damlası biçimindeydi. Irmak...Deniz... bizi en güzel şekilde temsil edecek şeyi bulmuştu işte yine. Bir su damlası kadar bizdik artık...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD