30-Bulutlu Günlerin Başlangıcı

1070 Words
Esneyerek gerildim yatağımda, bugün Cumartesi'ydi. Kendime güzel bir kahvaltı hazırlayarak güne başlayabilirdim. Ama kapım hemen tıklatılmıştı daha uyku mahmuru halindeki ben yatağın içinde sağa sola kıvrılırken. "Efendim Ceylin." dedim homurdanarak. "Günaydın Irmak, nöbetçiyiz ya bugün, ama senin niyetin yok gibi." dedi hazır bir şekilde karşımda dikilerek. "Ne nöbeti ya şaka yapıyor olmalısın?" dedim mızmızlanarak. "Ya da sen uykuluyken ben ne desem şaka zannediyorsun." dedi gülerek. Söylenerek ve kahvaltı hayallerime veda ederek kalkıp giyindim, saçlarımı tepeden topladım. Çok sevdiğim bir dizi vardı, oradaki saçları kabarık kadın karaktere benzemiştim. Ama ben o dizideki gibi başrol erkek oyuncusu ile efsanevi bir aşk yaşamıyordum. Bir Cumartesi sabahı beline silahı koyup mesai yapmak zorunda olan bir polis memuruydum. Kıyafetlerimi giydim ve somurtarak Ceylin'in uzattığı sandviçimi aldım elime. "Arabayı sen kullan, ben hala ayakta uyuyorum." dedim sandviçten ilk ısırığımı alırken. "Belli oluyor." dedi gülümseyerek. Birlikte merkeze doğru yol aldık ve ben köşedeki kahve dükkanında inip ikimize şöyle sert birer kahve aldım Ceylin ile. Cinayet Büro katına geldiğimizde, Ahlas asansörün kapısındaydı. "Nereye böyle?" dedim. "Bugün özel işlerim var da." dedi sırıtarak. "Eee buraya niye geldin o zaman hem daha çok erken değil mi?" dedim bir yandan saatime bakarak. "Bir dosyayı incelemem gerekiyordu, işte biraz da vakit geçsin diye geldim sen de nöbetçisin ya, kahve almaya iniyordum şimdi." dedi. "İyi al gel kahveni konuşuruz." dedim ve büroya doğru hala tam ayılmamış bir halde ayaklarımı sürükledim. "Kızım insan bir öper sevgilisini, ne gıcıksın sabahları." dedi Ceylin söylenerek. "Ne sevgilisi sabah sabah." dedim homurdanarak, ortada ne sevgili kalmıştı ne ilişki. Biz ne olmuştuk şimdi onu da bilmiyorum. Hiç değilse Irmak için bana kötü davranmıyordu. On dakika sonra Ahlas kahvesini alıp yanımıza gelmişti bile. "Irmak ile mi buluşacaksınız?" dedim fısıltıyla, Ceylin biriyle telefonda konuşuyordu ve muhtemelen o kişi Uygar'dı ama yine de sessiz olmakta fayda vardı. "Evet, ama sabahtan jimnastik kursu var. O yüzden ikide buluşacağız. O zamana kadar buradayım. Nasıl davranacağımı bile bilmiyorum." dedi şaşkın bir surat ifadesiyle. Bilmiyorsun da bunu bana mı soruyorsun? Kadınlar konusunda seni çok avlarlar Ahlas Ateş, hiç kalıbının adamı değilsin diye söylenmeye başladım içimden. Beni nasıl tavlayacağını bana soran bir erkek, belki de her kadının ihtiyacı olan şey budur! "Sen doğal ol, bu onun hoşuna gidecektir, emin olabilirsin." dedim. "İyi ki varsın Irmak ya, her şey rüya gibi biliyor musun, şu an o Amerika uçağına binmiş ve Amerika’da bir yerlerde zorla alıkonulmuş olabilirdim. Yanımdayken her şeyi toparlıyorsun, tıpkı benim Irmak için yaptığı gibi, herkesin bir koruyucu meleği var galiba." dedi gülümseyerek. Bir koruyucu melek olmadığım eksikti o da olmuştum. Kendimi bile korumaktan acizdim ben. Ne diyeceğimi şaşırmış bir halde bir süre yüzüne baktım. Ofisin telefonları çalıyordu... "Evden çıkmış mesaj atıyor." dedi Ahlas gülümseyerek. Gülümsemesi kanattı ilk defa içimi. Kendini kıskanmamalısın Irmak, aklınla hareket et, saçma sapan kıskançlık duyguları ile değil. Kendimle konuşurken umarım dış sesimi kullanmıyorumdur! Telefona cevap verdim gülümseyerek. Evet yine ambulans isteyen biriydi telefondaki. Şu telefon numaralarını karıştırmalarına bayılıyordum. Telsiz ötmeye başladı tam o anda. "Ben cinayet bürodan Gökhan Uzun, tekrar ediyorum Cinayet Büro'dan Gökhan Uzun. Leyla Yeşilada'nın kızı Irmak Yeşilada kaçırıldı. Plakası olmayan gri bir Passat araç tarafından alıkonuldu, şu an takipteyiz, Sarıyer tarafına doğru gidiyor araç, bütün ekiplerin bilgisine, Irmak Yeşilada kaçırıldı." Aynı anda Ahlas ile birbirimize korku dolu gözlerle baktık. "Gidiyorum ben." dedi Ahlas, ben ise nöbetçi olduğum için görev yerini terk edemezdim. "Telefonunu kapama telsizin de açık olsun." dedim arkasından ve gitti. Beni kaçırmışlardı. Geçmişte yaşanmayan şeyler yaşandığı zaman ne yapacağımı şaşırıyordum. "Ceylin duydun mu anonsu?" dedim kahve ağacı çıkarmaya çalışan arkadaşıma, elinde de telefon hala Uygar ile konuşuyordu. "Yoo ne oldu ki, senin yakışıklı nerede?" dedi merakla. "Leyla Amirin kızını kaçırdılar, destek için gitti." dedim. Şaşırma sırası Ceylin'deydi. "Nasıl ya Gökhan'lar onu takip ediyorlardı bugün, polislerin gözü önünde kaçıramazlar." dedi gülerek. "Kaçırmışlar işte Gökhan anons geçti." dedim. Piç Anıl'ın adamları geçen sefer beni kaçırdıklarında içip sarhoş olmuşlardı ve hiç de nazik değillerdi. Umarım yakalarlar diye düşündüm. Bir saat öncesine kadar kıskandığım gençlik halim, şimdi bilinmeyene doğru gidiyordu ve ben inanılmaz üzgün ve pişman hissediyordum kendimi. Yarım saat içinde Emniyet Müdürlüğü’nden sivil ekipler yola çıkmıştı, Leyla amirim de eşiyle birlikte emniyet müdürlüğüne geçmişti. Ancak yol üzerinde bir tane bile ekibe rastlayamamıştık, İstanbul için imkansız olan bir şey gerçekleşiyordu. Gittikleri cadde üzerinde bir tane bile destek olabilecek ekip bulamamıştık. Gökhanlar tek başlarına kalmışlardı resmen. Neyse ki Kilyos yolundan bir ekip de karşı taraftan yola çıkmıştı sonrasında. Ama işte yetersizdik, bu kadar hazırlığa karşılık beceriksizdik, her şeyi elimize yüzümüze bulaştırmıştık. Ah Ahlas ah, neden vakit geçirmek için büroya gelirsin ki, git spor salonunda bekle işte. Ya da ben madem cumartesi cumartesi nöbetteyim neden oturup kameraları izlemeye çalışmamıştım ki? Adamların bizden iyi plan yaptığı ortadaydı. Kendimi yiyip bitirirken korkulan anons geldi. “Araca açılan ateş sonucu yaralandım. Ben Gökhan Uzun. Artık takipte değiliz, lastiğimiz patlatıldı. Destek ekipleri yola çıkmıştı ama Irmak’ı kaçıran araç çoktan gözden kaybolmuştu. Mobese kameralarından takip ettiğim kadarıyla ana caddeden sapmışlardı. Ekipleri anons geçip döndükleri sokak yönünde uyardım. Müthiş bir kovalamaca yaşanıyordu ama ben kesinlikle bu sefer aksiyonun kahramanlarından değildim, yaşamaktan daha zordu dışarıdan seyretmek. “Ben Emniyet Genel Müdürlüğünden Yunus Tarhanacı, Irmak Yeşilada’nın kaçırıldığı araç 265. Sokak içerisinde terk edilmiş olarak bulundu. Tekrar ediyorum...” İşte korktuğum buydu, araç değiştirmişlerdi, Irmak’ı bulmak artık koca kumsalda kum tanesi aramak gibiydi. İzlerini kaybetmiştik. Ama bir saat sonra delil poşeti içerisinde örgü bilekliğim ile gelmişti annem büro amirliğe. Anne ben hala buradayım, korkma demek isterdim. Benim varlığım O’nun da yaşadığının kanıtı değil miydi, emin olamasam da umudum bu yöndeydi. Ama bunların hiçbirini kederden kahrolan Irmak Yeşilada’ya söyleyemiyordum. Bunca derdinin arasında bir de delirmiş bir memurla uğraşmayı kimse istemezdi. Ne yapacağımı bilemez bir halde, Ahlas’ı aradım bir ümitle, bütün sokakları teker teker arıyor, gördüğü bütün terk etmiş araçların içine bakıyordu, nihayet neredeyse İstanbul’daki tüm ekipler artık aracın terk edildiği bölgedeydi, ama Irmak her yere götürülmüş olabilirdi, Sarıyer’de olabilirdi, Kilyos, Gümüşdere tarafında olabilirdi, oradan Trakya bölgesine kaçırılmış olabilirdi. Artık daha fazla sokak sokak dolanmanın anlamı kalmamıştı. Oturup elimizde olan adamları sorgulayıp belki de yeni planlar yapmalıydık. Piç Anıl’a ve tüm adamlara ait mülklerin peşine düşmeliydik. Tabii beni kaçırdıkları zamanki gibi karavanla da yolculuk yapıyor olabilirlerdi. Gece yarısını geçmişti Ahlas geldiğinde, süngüsü düşmüş, gözleri kan çanağı içindeydi. Ama artık Irmak bizimle değildi, annemle babamı öldüren o kimsenin inanmadığı maskeli adamlar, sonunda annemle babamı değil ama beni kaçırmışlardı. Belki de geçmişe dönüp bir şeyleri değiştirmenin bedelini ödüyorduk, iki cana karşılık ben ölecektim bu yüzden eşitlemek için ruhum iki bedende de varlığını sürdürüyordu. Düşünmekten delirmek üzereydim! Çaresizlikten bitmiştik hepimiz. Karanlık bulutlu günler acımasızca bizi bekliyordu ufukta.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD