16-Kırk Yılın Hatırı

1249 Words
Gece eve gider gitmez annem ilk iş yüzüğüme baktı. Babam oldukça kıskanç ve huzursuz görünüyordu. Ahlas'ı oğlu gibi severdi, buna rağmen bu ruh haline büründüyse başkasını düşünemiyorum bile. "Baba bir yere gittiğim yok alt tarafı söz kesilecek, nişanlı olacağız işte." dedim. "Sen öyle san, ben de annenle söz kestiydim iki sene sonra evleniriz diye üç ay sonra düğün yaptık." dedi sinirle. "Sen ayrı duramadın çünkü!" dedi annem kahkahayı patlatarak. "Ahlas durabiliyor sanki, bürodan da evinden de çok bizde maşallah." dedi babam. "Orası öyle." dedi annem sırıtarak. "Tamam o zaman şöyle söyleyeyim şu an Josh ile sözleniyor olabilirdim ve sonsuza kadar İngiltere'ye taşınabilirdim. Ahlas'ın evi şurası, arabayla on dakika, olur da evlenirsek ve ileride çocuklarımız falan olursa, siz de emekli olursunuz daha yakın evlerde otururuz, malum çocuklar dedeye nineye emanet edilir." dedim gülerek. "Ohoo biz nişan yapmaya korkuyoruz, torun yaptı kızın gördün mü Leyla Hanım. Bunlar üç ay da beklemez." dedi babam elindeki gazeteyi sinirle sehpaya bırakarak. Yakın gözlüklerini çıkarıp kaşlarını çatıp somurtmaya koyuldu. "Nişan yüzüklerini seçtiniz mi?" dedi annem, ne ara seçecektik acaba? "Şu yüzükteki ince düşüncesi ve zevkine karşılık onu da o seçsin bir zahmet." dedim omuz silkerek. Odama geçip üstüme biraz kız gibi görünebileceğim bir kıyafet seçmeye karar verdim. O arada telefonumu elime alıp kahve tüyolarına bakacaktım ki tanımadığım numaradan gelen bir mesaj olduğunu gördüm. "Merhaba Irmak. Ben Akademiden Ersin. O gün yaptığım kabalık için gerçek bir özür dileme fırsatı bulamadım, malum sınav telaşı ve heyecanı içindeydik. Grupta numaranı görünce çok sevindim. Sınavını izledim, bileğinin hakkıyla akademiye girdiğini gördüm, zaten başka türlü A takımında olamazdın, bizim grup en başarılı kırk öğrencinin olduğu grupmuş. Başarı sırasına göre sınıflandırmışlar. Neyse, dediğim gibi kuru özrümden fazlası gerekiyor biliyorum ama artık okullar açılınca bir kahve ve bir dilim pasta sözüm olsun.Gerçekten özür dilerim davranışım için." Hah, böyle bir günde bir bu eksikti. Cevap vermeli miydim? Kesinlikle hayır, en azından bu gün değil. Neyse ki okulun ilk gününde de saçma sapan laf sokma yarışına girmeyeceğini biliyordum artık. Bu biraz iyi hissettirmişti. Koyu lacivert bir elbiseye takıldı gözüm o arada dolabımdaki. Tam elime almıştım ki annem girdi içeriye. "Sen kaçırılmıştın ama ben aklımı kaçırmak üzereydim biliyor musun? Ceylin'lerin düğününe gidecektik ailecek, sen bulunacaktın ve ailece o düğüne gidecektik. Bu düşünceye sımsıkı tutunmak için gidip sana o elbiseyi aldım sen yokken. Tabii sonra aldığım elbiseyi de düğünü de unuttum o ayrı. Ahlas bizi öldürecekleri ihbarını almış Balık İso'dan. Bizi sorgu odasına kitleyip gitti operasyona, orada o sorgu odasında her an kötü bir haber duyabileceğim düşüncesiyle saatlerce ağladım. Senin vurulduğun haberi geldiğinde Ceylin artık çıkardı bizi içeriden hastaneye nasıl geldim anlatamam. Neyse ki geride kaldı o günler. Ahlas bizi düşündü biliyorum, ama orada ölmek daha kolaydı bir hücrede beklemektense." dedi annem gözlerinden bir damla yaş süzüldü. Birden içimde yoğun bir konuyu değiştirme isteği duydum. Tıpkı onun yaptığı gibi. Bazı huylarımı annemden bazılarını babamdan almıştım, ne garipti şu genetik denilen şey. "Sarı saçlarım çok güzel durur bu elbiseyle. Topuz yapacaktım ama salayım madem." dedim neşeyle ve yanağına bir öpücük kondurdum. Elbiseyi giydiğimde gerçekten dediğim gibi olmuştu. O kabarık kızıl saçları özlemiyordum ama Irmak Akan'ın film artisti gibi dik dolgun göğüsleri bende de olsa bu elbise epey güzel durabilirdi. "Her istediğin aynı anda tek vücutta olmuyor işte." dedim aynadaki suretime. Artık kendi kendime de konuşmaya başladığıma göre korkunç bir kahve yapıp insanları kusturacak kadar heyecanlanmayı başarmıştım belli ki. Mutfağa gidip babamın aldığı malzemeleri kontrol ettim. Kahve fincanlarını çıkarıp hazır ettim. Annemle babam da sürekli bir şeylere koşturuyorlardı ama dönüp onların ne yaptığına bakmıyordum bile. Nihayet kapı çaldı ve Ahlas Deniz Ateş tüm yakışıklılığı takım elbisesi ve güzel gülüşüyle kapıda belirdi. Bir de Selo Abi tabii. Ahlas elbiseyi öyle bir süzdü ki, babam içeride bekliyor olmasa bu bakışlardan sonra değil kız vermek, tüm İstanbul emniyetini üstüne salardı Ahlas'ın. "Buyrun" dedi annem benim bakışmaktan konuşmayacağımı anlayınca. Annem şaşkın şaşkın baktığımı görünce dürtüp terlikleri gösterdi. "Ha tamam" dedim kabaca ve terlikleri verdim misafirlere. Kolumda örgü bilekliğim, son derece şık lacivert elbisem ve şaşkın halimle neye benzediğimi dışarıdan görmek isterdim doğrusu. Ama Ahlas da farklı değildi, bir de o şu an patronunun ve İstanbul Emniyet müdürünün kızını istiyordu, onun işi daha da zordu. Annemler içeri geçince ben de mutfağa geçtim ve türk kahvesi yapmaya koyuldum. O sırada annem mutfağa gelip gidip taktikler veriyordu. Ahlas'ın kahvesine karabiber tuz koyulacaktı. Babamın kahvesi orta, Selo abinin kahvesi şekersiz olacaktı. Annem de şekersiz tercih ettiği için ilk taşımda şekersiz yapıp sonradan babamın kahvesi için bir küp şeker ilave edecektim. "Anne tamam kafam şişti. Yapıyorum hepsini ne olur tekrar edip durma." dedim sonunda. Sinirlerim dayanamamıştı daha fazla strese. "Tamam tamam azıcık gülümse, gören de zorla evlendiriyoruz sanır." dedi annem mutfaktan çıkarken. Sahi evleniyor muydum ben? Yok canım nişan alt tarafı, on yediydim, bir yirmi olurdum herhalde evlenmeden. Cinayet büroda da çalışmaya başlarsam iki sene sonra, Ahlas ile birlikte gider gelirdik mis gibi. Babamın dediği gibi üç ay sonra kaçmayı düşünmüyordum Ahlas'a. Gerçi Ahlas'a kalsa beni bu gece alıp gidecekmiş gibi bir hali vardı. Kahveleri götürdüm sonunda tepsiye koyup, Ahlas'ın kahvesini gözümle işaret ettim. Selo abi başladı kıkırdamaya. "Efendim sebebi ziyaretimiz..." diye söze girdi Selo Abi. Kahvelerden ilk yudumlar alınmış kısa bir sessizlik hakim olmuştu öncesinde. Ben kapıda ayakta duruyordum. Nedense, adettenmiş. Ahlas işe gerçekten ateşin ortasında gibiydi, elinde acı tuzlu kahve, karşısında annem ile babam. "Gençler birbirlerini gördükleri anda bağlanmışlar birbirlerine. Kızımız da mesleği yolunda ilk adımlarını attığına göre biz de artık bu arkadaşlığı bir sonraki seviyeye taşıyalım istedik büyükleri olarak. Allah'ın emri peygamberin kavli ile, kızımız Irmak'ı Oğlumuz Deniz'e istiyoruz." dedi Selo Abi. Bizimkiler Deniz adını bilmiyorlar tabii, annemle babam birbirlerine şaşkınlıkla baktılar. "Efendim benim doğduğumda koyulan ismim Deniz'miş, en yakın zamanda kimliğime ekleteceğim inşallah." dedi Ahlas hemen. Babamla annem gülümseyip rahatladılar. "Ahlas oğlumuzu kızımızı yangından kurtarırken tanıdık biz. O günden beri hep takdire şayan şeyler yaptı. Başkası olsa bu kadar erken yaşta nişanlanmasına izin vermezdim tek kızımın doğrusu. Ama Ahlas bizim oğlumuz gibi oldu. O yüzden ben de..... verdim ... gitti..." dedi babam zorlanarak. Annem babamın bu haline çok güldü. Ahlas hemen kalkıp annem ile babamın elini öptü ben de gidip Selo abinin elini öptüm. Annem nişan tepsisini getirdi, ben kahve yaparken çoktan alıp koymuş nişan yüzüklerini içine, ben ise ilk defa görüyordum yüzüklerimizi ve gerçekten çok ince bir zevke sahip olduğunu bir kez daha anlamıştım. Hiç bir kusurunu bulamadığım bir adamla evleniyordum sanırım. Bir insan bu hayatın bu dünyanın içinde bu kadar güzel kalabilir miydi? Yüzüklerimiz takıldı, babam kurdeleyi kesti ve kendi aramızda sözlenmiş olduk. Önümüzdeki yaza bir salon kiralayıp nişanı yapalım diyorlardı ki ben mutfağa geçip tatlıları hazırlamaya koyuldum, telefonumdan gelen mesajla irkildim. "Irmak cevap vermedin? Seni üzdüğümü biliyorum ama bir cevabı da hak ediyorum sanırım?" Ne kadar salak bir insandı bu böyle, ne hissettiğime, ne düşüneceğime ve kimin neyi hak ettiğine sürekli o karar veriyordu. Narsistlik böyle bir şey olsa gerek! Bendeki inatla tanışması lazım böyle birinin, inat değil mi cevaplamıyorum işte arkadaş! Tam telefonu cebime koyarken Ahlas geldi arkamdan mutfağa. "Sevgilim, yardıma geldim." dedi keyifle. "Olur mu hiç, sen damatsın." dedim gülerek. "Eee sen de gelinsin, biz oturalım Selo abi mi hazırlasın? Hadi ver şu tabakları." dedi neşeyle. Uzattım tabakları ben de çayları koydum tepsiye. Arkasından salona ilerledim. "Eh artık kahveni de içtik." dedi Selo abi. "Kırk yıl hatırım var değil mi abi?" dedim gülerek. "O genel geçer kanunlarda öyle, senin bende sonsuz hatırın var Irmak." dedi göz kırparak sonra da ilk fırsatta kulağıma eğilip ekledi. "Sen bana ölmüş kardeşimi geri verdin." dedi mutlulukla. Bunun için her bedeli ödeyebilirdim kuşkusuz ama bana inanması için, içinden gelerek olmasa da bana inanması için ne bedel ödeyecektim, buna hazır mıydım onu bilmiyordum işte.

Read on the App

Download by scanning the QR code to get countless free stories and daily updated books

Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD