6- Sırra Kavuşmak

1992 Words
Bizim evin arka sokağından dümdüz ileri gidiyordum tek başıma. Ne ara buraya gelmiştim, ayaklarım beni nereye sürüklüyordu gecenin yarısı hiçbir fikrim yoktu. Birden yolun karşısından nihayet bir insan göründü. Ama bu sıradan bir insan değildi. Yaşlı bir kadındı ve yüzü fena halde tanıdık geliyordu. “Irmak dur kızım.” diye seslendi. Şaşkınlıktan olduğum yere çakılıp kaldım zaten. Bu kadın beni nereden tanıyordu, ya da adımı nereden biliyordu. Dikkatle yüzüne bakıp tanımaya çalıştım ama o sanki annemiş gibi şefkatle bana bakıp gülümsedi sadece. “Sonunda denizine kavuşmuşsun.” dedi. Bu bir metafor muydu? Denizim derken, Irmak akar denize kavuşur gibi bir şey mi demeye çalışıyordu. Amacıma mı ulaşmıştım. Evet ulaşmıştım aslında, annemle babam hayattalardı, ben sağlıklı bir şekilde yeniden on yedi yaşımdaydım. Tek sorun aklımı kaçırdığımı düşünmeye başlamamdı, mesela tanımadığım bu yaşlı kadın beni nereden tanıyordu, bunları nereden biliyordu? “Çok yakında öğreneceksin zaten.” dedi tatlı bir gülümsemeyle. Aklımı mı okuyordu bu kadın? “Deliriyorum sanırım.” dedim aklımdan geçen bu cümleyi daha fazla içimde tutamayarak. ”Hayır delirmiyorsun. Bekle, yarın mumcunun kapısını tekrar çal, cevapları onda bulacaksın.” dedi kadın ve arkasını dönüp hızla yürüyerek gözden kayboldu. “TEYZE DUR! DURSANA!” diye bağırdım, arkasından koşturdum ama bir anda gözden kayboldu. Ne oluyor anlamıyorum ki, neden kimse açıkça her şeyi söylemiyor bana! Birden gözlerimi açtım, ter içinde sürahiyi arandım. Bunların bir rüya olduğuna sevineyim mi, yoksa her şeyin bir rüya olacağından mı korkayım bilmez halde bir dikişte içtim elim titreyerek koyduğum suyu. Evde kimseler yoktu, bugün annemle babamın işe gidişine yetişememiştim anlaşılan, çoktan kahvaltılarını edip çıkmışlardı. Ben de kalkıp elimi yüzümü yıkarken yaşlı teyzenin etkisinden hala çıkamamıştım. Ne demişti, tekrar git o mumcuya demişti, Selo Abi’yi kastediyor olmalıydı. Aceleyle üstüme bir şeyler geçirdim, annemin sabah fırından alıp benim için bıraktığı poğaçayı elime alarak evden hızla dışarı çıktım. Koşar adım durağa gittikten sonra bu sefer bir dolmuşa bindim. Peşimde yine emniyetten birilerinin olma ihtimaline karşılık olabildiğince normal davranışlar sergilemeliydim çünkü. Telefonumu çıkardım çantamdan, Ahlas “Günaydın Sevgilim.” diye mesaj atmıştı. “Günaydın aşkım!” yazarak gönderdim. Josh’la ilgili bir gelişme olup olmadığını da merak etmiştim ama sormamak en iyisiydi. Kıskandığını yeterince ifade etmişti, şimdi bir de çok umrumdaymış gibi onu sorarsam durum iyice beter hale gelecekti. Bunları düşünürken gülümsediğimi fark ettim. Yanımda oturan kadın bana dik dik bakınca ciddileştim. “Umarım Selo Abi bugün oradadır. Konuşabilirim.” diye dua etmeye koyuldum. Dolmuştan indikten sonra beş dakika kadar yürüdüm. Neyse ki on metre kala gördüğüm kadarıyla atölyenin kapısı aralıktı. Demek ki Selo abi içerideydi. Adımlarımı hızlandırıp göz açıp kapayıncaya kadar kapıya ulaştım. Keyifle ve heyecandan kalbim duracak bir halde kapıyı araladım ki, atölyenin ortasındaki masanın kenarında gri sakallı fazlasıyla tanıdık tuhaf görünümlü bir adam oturuyordu. Kesinlikle Selo Abi değildi. Hatta.... Bu adam annemle gittiğimiz medyumun ta kendisiydi. Nasıl??? Ne oluyor??? “Aa merhaba, sonunda denizine kavuşmuşsun.” dedi adam aniden kafasını kaldırarak. Selo abinin atölyesinde olduğu yetmiyormuş gibi rüyamdaki kadınla aynı cümleyi kuruyordu. Gözlerim faltaşı gibi açılmıştı. “Selim Abi burada mı?” dedim yok saymaya çalışarak bu kadar rastlantıyı. “Balığa gitmişti, dönmek üzere.” dedi. Olacak olaylardan emin bir şekilde konuşması insanın tüylerini ürpertiyordu bu adamın. Ama sonuçta mesleği bu değil miydi? Çok öyle falcıya medyuma gidecek bir tip değildim ama işte annem meraklıymış meğersem, bunu da kızı olmadığım bir anda öğrenmek nasip olmuştu. “Ooo Irmak Yeşilada ziyaretimize gelmiş.” dedi elinde çipuralarla içeri dalan Temel Reis kılıklı Selim Bey. Bu rahatlığı tansiyonumu yükseltmeye yetmişti. “Selim Abi, Irmak Yeşilada’dan başka Irmak’lar da tanıyorsun, bu yüzden mi soyadımı vurguladın?” dedim. Şaşırmadı, kaçmadı. “O zaman hakkını teslim edeyim benim adım da Selim... Selim Mumcu..” dedi. Kahkahayla gülmeye başladım, ne yani soyadı mumcu muydu gerçekten? “Başka ne bilmem gerekiyor senin hakkında, aaa belki de Medyum Bey’e sormalıyım, hazır o da burada.” dedim, salak gibi mi duruyordum acaba, yoksa bu insanlar fazla mı rahattı? Belki de tehlikeli, bu kısmını hiç düşünmemiştim gerçi. “Yaptığım mumları birden fazla kullandın Yeşilada. Demek ki senin soyunda da birileri vardı. Ama annenle babanda olmayınca sen kim olduğundan bihabersin.” dedi Selo abi. Acaba ne demek istiyordu ama kafamı karıştırmasına izin vermeyecektim. “Benim değil senin kim olduğun şu an meselemiz.” dedim kararlı bir şekilde. “Ben Selim Mumcu, kırk yaşındayım annemle babamı on beş yaşında kaybettim, hayatımdaki tek sahip olduğum kardeşim Deniz’i henüz kundakta olduğu için yetimhaneye bıraktım. Çünkü ben bir koruyucuyum, sense büyücüsün.” dedi sakin bir şekilde. Cümleyi on kez falan tekrar ettim kafamın içinde. Yetimhaneye bıraktığı kardeşi Ahlas mı? Ama Deniz dedi... Sadece o demedi ki Deniz diye, rüyamdaki kadın az önceki kahin, asıl adı Deniz miydi yani, Selo abinin gerçek kardeşi miydi? Düşündüklerim neticesinde yutkunmakta bile güçlük çekiyordum. O bana büyücü mü demişti? “Ne büyücüsü?” dedim sesli düşünerek. “Böyle ayakta olmaz, kahin de sen de bahçeye geçin, şu balıkları temizleyip geliyorum. Güzel bir sofrada, güzel bir sohbet olsun.” dedi bütün rahatlığıyla. Elin falcısına da Kahin dedi. Normalde bu insanları annemi arayarak ihbar etmem gerekirdi ya da beni tıktıkları o akıl hastanesini aramak daha da mantıklı olurdu ama ben on yedi yaşıma geri dönmüştüm ve deliyseler, ben de en az onlar kadar deliydim. İşte bu yüzden mecbur oturup dinleyecektim bu adamları. Bahçeye geçtim, medyum bozuntusu da arkamdan geldi birlikte masanın etrafına oturduk. On dakika sonra Selo abi temizlediği balıklarla geldi. “Irmak Akan olsa şimdi salatayı yapardı ben söylemeden.” dedi gülerek. Tüylerim diken diken bir halde yerimden kalktım ve buzdolabına yönelip yeşillikleri çıkardım, o kadar sinirliydim ki, elimdeki bıçakla marulları doğramaktan daha çok katlettim. Sonunda balıklar kızardı, salata hazırlandı ve biraz daha konuşmazsa onu öldürebileceğimi düşündüğüm bir anda Selo abi aldı sazı eline. “Şimdi sevgili Irmak, az önce sana büyücüsün dedim, ancak büyücüler üçe ayrılır. Bunların ilki kahinlerdir, olanı ve yakın zamanda olabilecekleri söylerler. Çoğu insanların dünyasında medyumluk yaparak para kazanır Ozan gibi.” dedi gri sakallı adamı işaret ederek. “Eee?” dedim alayla. “Bir de tılsım koruyucuları var. Bu tılsım koruyucuları mum yaparlar, bunun sırrına vakıftırlar, ama öyle sıradan bir mum değildir bunlar, büyücülerin dileklerini gerçekleştiren tılsıma sahip mumlardır. Tek görevleri bu da değildir, hem tılsımın sırrını korurlar hem de etraftaki büyücülerin ifşa olmasına, engel olurlar. Ben bir koruyucuyum. Babam gibi...” dedi Selo abi sonra salatanın tadına baktı sakin bir şekilde. “Kardeşim Deniz’in ne olduğunu bilmiyordum, genelde kişinin ne olduğu çocuk yaşında belli olur. O yüzden kendisini keşfetmesi için yetimhaneye bırakırken onun yanına birkaç mum koymuştum. Tahmin ettiğim gibi o da kendisini keşfetti. Ama insanlar sihirli şeyleri masallaştırmaya, yok saymaya o kadar meyillidirler ki, Deniz de büyüdükçe bunun çocukça bir oyun olduğunu düşünmeye başladı. Kendisine ait olmayan bir dünyaya daldı. Ama bir gün seninle kesişti yolu, sen de bir büyücüydün, bunu o zaman ben de bilmiyordum. Ama şimdi anlıyorum ki, onun kendisini yeniden bulması için büyük bir şanstın. Ama olaylar istediğimiz gibi gelişmedi. Ahlas’ı kaçırıp öldürdüler.” dedi. Birinin bunu söylemesi canımı çok yakmıştı. Hatırlamadığım aşkım, öldürülmüştü bir yerlerde, sonra annemle babam ve karşımdaki adam en başından beri bunların hepsini görüyor ve izliyordu. “Irmak benim iki tane kız kardeşim vardı, annem babam ve kız kardeşlerim de öldürüldü aynı gece. Ahlas’tan başka büyücü tanıdığım da yok. Bir kaç kahin tanırım, iki tane de koruyucu. Elimizdeki tek umut Deniz’di. Ama onu koruyamadım. Bütün dünyam başıma yıkıldı derken senin annenle baban öldürüldü, gazeteler, basın günlerce yazdı. Senin katil olduğunu söylediler, inanmadım. Ama bir umut. Dedim ki denemeye değer. Belki içindeki sevginin gücünden ümit ettim. Ama onu bile hatırlamıyormuşsun. Gelip hastanede seni ziyaret ettim. İlaçlarla uyutulmuştun. Çekmecene iki tane mum koydum. Eğer doğuştan gelen gücün yoksa, o mumlar normal bir mumdan farksızdır. Yine de belki de hatıra olsun istedim sende Ahlas’tan geriye. Belki de küçücük bir umut ışığı olsun istedim. Senin böyle bir güce sahip olma imkanın yoktu. Ama Ozan mumları sana getirmem gerektiğini söyleyince ufacık bir umut ışığıyla koştum yanına. Sonra bir gece nihayet, seneler sonra sen o mumu kullandın ve ne diledin bilmiyorum ama zamanın akışını hissettim. Ozan da öyle. Biz bu akışı bu değişmeyi anlarız. Değişiklikleri unutmayız.” “Ahlas hatırlamıyor ama hiçbir şeyi.” dedim hemen. “Hatırlamıyor çünkü artık böyle şeylere inanmıyor. Sen sihrin gücüne inanmayı terk edersen o da seni terk eder.” dedi. “Eee, böyle mi olacak hep?” dedim merakla. Halbuki her şeyi ona anlatacağım günü iple çekiyordum. “Olmayacak, onu sen inandıracaksın yeniden. Seni ve soyunu epey araştırdım. Normalde büyücüler birbiriyle evlenirler, ne kadar az kalmış olsak da, gidip kahinle evlenirim mesela, ya da Ozan gider bir büyücü seçer. Çünkü sırrın korunması gerekiyor. Ama senin büyük ninen sırrı saklamış ancak normal biriyle evlilik yapmış bir büyücü çıktı. Araştırınca buna ulaşabildim. Böyle olunca da kaç soy boyunca büyücü çıkmamış ama sen o kadar normal insanın arasında o yeteneği alan yegane ışıksın.” dedi. Atölyenin kapısında süpürgesiyle Harry Potter belirse artık söyleyecek sözüm yoktu. Ben bu saçmalıkların içinde idrakte zorluk çekiyordum. “Şimdi ben bir büyücüysem süpürgeye binip uçabiliyor muyum? Ya da bir asam olacak mı?” dedim kafamda İstanbul’un arka sokaklarında gizli bir büyücüler sokağı olduğunu düşleyerek. “Fazla roman okumuşsun sen, elbette öyle şeyler yok. Atalarımız tılsımı bir nesneye hapsetmişler, onun sırrını da koruyuculara aktararak tılsımı korumuşlar. Bunu da herkes kullanamıyor, kahinler tılsımdan bağımsız ama eskiden kahinler tılsımın olası sonuçlarını danışmak için kullanılırmış. Dediğim gibi soyumuz tükenmek üzere.” dedi Selo abi. “Sen şimdi Ahlas’ın abisiysen neden bir yaştan sonra kendisine açıklamadın bu durumu? Ailenize ne oldu, kız kardeşlerinize ne oldu?” dedim her şeyi bir çırpıda dinlemek ve buradan çıkıp gitmek istiyordum. Yirmi yedi yaşımda Harry Potter Serisi okurken uyuyakalmış bir deli olabilirdim pekala, bunu düşünmemem için hiç bir sebebim kalmamıştı. Duyduklarımı inkar etmek istediğim halde, yaşadığım tuhaf ancak sihir tılsım gibi şeylerle açıklanabilecek hayatım beni bundan alıkoyuyordu. Selo abi ile birlikte oturup Ahlas’a bunları anlattığımızı düşünemiyordum bile. “Irmak sana tuhaf geliyor olabilir ama insanlık var olduğundan beri tılsım, sihir gibi şeylerin varlığı da devam eder, bizim içimizde olmayanlar için bunlar masal, efsane niteliğindedir, bir insanın istediği her şeyi elde edebilecek olması büyük bir güçtür ve bunun sırrını herkesle paylaşırsan dünyada tek bir insan kalmaz. İntikam, hırs, kıskançlık duygularıyla yok edilir dünya. Bizler hep saklanmak zorundayız bu yüzden. Ailem de bu şekilde saklanan bir aileydi. Ben en büyükleriydim, on beş yaşımdaydım, Ece 13, Elif 8 yaşındaydı. İki kız o kadar yakındılar ki kıskanırdım onları. Benim niye erkek kardeşim yok diye üzülürdüm. On beş yaşımdayken annem bir erkek kardeş doğurdu sonunda. Adını ben koydum, Deniz’i çok sevdiğim için Deniz koydum adını. Ailem de kabul etti. Ama o sırada devlet yani derin devlet hep bizim izimizi takip eder zaten, yerimizi tespit etmiş. Bizi alıp incelemek, sorguya çekmek için peşimize düşmüşler. Ailemiz ifşa olduğu için topluluğun geri kalanıyla iletişime de geçmiyorduk. Sırrı korumak adına. Sürekli yer değiştirdik, bir gün ben dışarıda arkadaşlarımlayken evde bir patlama oldu, her yer yanıyordu, deli gibi koşturdum eve doğru, bir bebek ağlama sesi duydum, sese doğru yöneldim Deniz patlamanın etkisiyle sanırım dışarı fırlamıştı ve evin bahçesinde ağlayıp duruyordu. O’nu kucakladım ve etrafın kalabalıklaştığını görünce bir karar vermem gerekti. O’nu bırakıp alevlerin arasına dalacaktım ve bizimkileri kurtarmaya çalışacaktım ya da yaşadığına emin olduğum kardeşimi korumak için oradan uzaklaşacaktım. Tercihimi yaptım ama bir arada kaldığımız sürece onu koruma şansım yoktu. Tek yapabildiğim kim olduğunu bir gün ispat edebileceğim mumları kundağına bırakmak oldu, adını bile sakladım, kimsenin onun kim olduğunu bilmesine izin veremezdim. Kendim de sokaklarda kaldım, iş buldum çalıştım ve hep Deniz’i takip ettim. Ama Ahlas şu anki haliyle bunlara inanacak bir kafa yapısında değil, yavaş yavaş anlatmayı düşünüyordum, etrafına ipuçları bırakarak adım atmayı düşünüyordum ki Amerika uçağına bindi ve kayboldu. Sonra öldüğünü öğrendim. Sonra sen çıktın karşıma, sevdiği kız... Gerisini biliyorsun.” dedi medyum bana bakıyordu sanki bana baktığında geleceğimi görüyormuş gibi. Huzursuzca kıpırdandım. Kafamda daha binlerce soru vardı, artık bitsin istiyordum kabus olan ne varsa. Çalan telefonumun sesiyle gerçek dünyaya dönüş yaptım. Annem arıyordu, güpegündüz işinin ortasında nereden aklına düştüm acaba, diyerek açtım telefonu. “Efendim anne.” “Irmak neredesin kızım.” “Dışarı çıktım...spor..” “Tamam hemen Araştırma Hastanesine gelmelisin.” “Ne oldu ki?” “Ahlas... Ahlas vuruldu!”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD