36- Piç'in Hakkında Karar

1866 Words
Ertesi sabah uyandığımda bitin kolu üzerimdeydi ve bir ayı kadar ağırdı kolları. Kollarının altından sıyrıldım ve yüzümü yıkadım güzelce. Pencereyi açıp odayı havalandırdım ve güneş ışıklarının odaya dolmasını sağladım. Son sekiz gün dedim kendi kendime, doğum günüme de beş gün kalmıştı, artık dananın kuyruğu kopacaktı. Belki bu uğurda ölecektim, belki hiçbir zaman geleceğim olmayacaktı ama gençliğim hiç değilse yaşanmaya değer kılınacaktı. "Sultanım." diye bir homurdanma duydum. Hemen aynanın karşısından sıyrılıp yerimi belli etmek için sifona bastım, tekrar suyu açıp sabır çekerek şakaklarımı suyla ıslattım ve yüzüme sahte bir gülümseme yerleştirerek odadan çıktım. "Ne oluyor ya ne ara sabah oldu." dedi şaşkınlıkla. "Aaa paşam dün gece erken uyudun ama öncesinde muhteşemdin." dedim kıkırdayarak. "Nasıl ya, yattık mı biz?" dedi kaba bir tabirle. Yuh Öküzün önde gideni, öldürmemek için zor tutuyordum onu ama oyunu sürdürmeliydim. "Hem de nasıl." dedim olabildiğince mesafemi korumaya gayret göstererek. Doğrulup üstündekilere baktı sadece iç çamaşırıyla kaldığını görünce inandı duruma. Ama hiçbir şey hatırlayamadığı için de afallamıştı. "Sen beni nasıl sarhoş ettin dün gece öyle, aklımı başımdan aldın kadın." dedi gülerek sonra belimden tutup kendine doğru çekti, o sırada kapı tıklandı, kapı tıklatıldığı için neredeyse sevinçten ağlayacaktım. "Abi müsait misin?" dedi adamın biri. "Onat bekle iki dakika." dedi. "Sen lavaboya geç güzelim, gecelikle görünme bu azmanlara." dedi vücudumu süzerek. Midem bulana bulana lavaboya koştum zaten can havliyle. "Gel şimdi." dedi Onat'a. Onat içeri girdi ve konuşmaya başladı. "Bizim Nevzat'ın koğuşundaymış Piç Anıl, geçen hafta hücre cezası almış bu hafta koymuşlar geri koğuşa." dedi Onat. "Bu piçe bir hediye gönderelim madem ya." dedi gülerek. "Nasıl olsun abi." dedi Onat sanki dürüm siparişi alıyor gibi. "Şöyle sivri tavuk şiş, kuş başı için olanlardan olsun, derinden bir iz bıraksın, hatta izin peşinden giderse daha da makbul." dedi Bit. Ne yani şimdi şişleyecekler miydi Piç Anıl'ı, gerçi hak etmediğini söyleyemezdim ama cinayet büro memuru olup da cinayete tanıklık edip durdurmamak ne kadar iç açıcı olabilirdi. "Ne yapacağız." dedim kendi kendime tabii vermek istediğim mesaj yerine ulaşmıştı eminim ki... Lavabodan çıktım Onat'ın gittiğini duyunca. "Üstüme bir şeyler giyeyim ben, hadi sen de banyo yap." dedim usulca. "Tamam, aşağı inme odada bekle beni." dedi. "Emredersin paşam." dedim içimden küfürler savururken. Hemen telefonumu elime aldım ve su sesi gelir gelmez Ahlas'ı aradım. Yine de ne olur ne olmaz şifreli konuşmalıydım. "Ay Mehtap napıyorsun kız?" dedim yaya yaya. "Mehtap kötü isim daha güzelini bulamadın mı?" dedi gülerek. "Duydun mu olanları, Piç Anıl'dan kurtuldum." dedim ekleyerek. "Hah duyuyorum orada olan biteni, iyi olmana sevindim oyunculuğuna da hayran kaldım Irmak Hanım, ben çoktan indirmiştim herifi aşağı. Sabretmeye devam, tehlike olursa diye tetikteyiz. Anıl ile ilgili de Leyla amirim, daha suç işlenmedi ve yasalarımıza göre hapishane korunaklı güvenli bir yer. Eğer burası güvensiz hale geliyorsa, cinayet büronun değil cezaevi yönetiminin sorumluluğundadır dedi. Ölmez de hastaneye kaldırılırsa ben bol bol ziyaret ederim onu çiçekle böcekle. İlla alırım Irmak'ın yerini ağzından. Yani bu saatten sonra kimseye acımak yok Irmak'ım. Sen de papatyalar ne güzelmiş, dediğin anda şifre bu, seni alıyoruz oradan eve baskın yapıp. Söylemen yeterli anlaştık mı?" dedi. "Ah tamam Mehtapçığım, bak şimdi yakışıklım da çıktı duştan, kahvaltı ederiz herhalde. Çok acıktırdı beni çünkü." dedim açlık kelimesinin üstüne basa basa. "Tamam ben de öptüüüm." diyerek kapattım telefonu. "Kiminle konuşuyorsun Sultanım?" dedi merakla. "Mehtap diye bir arkadaşım canım, çok tatlıdır o da sağ olsun, Piçten kurtulduğumu duymuş tebrik ediyor." dedim gülerek. "Beni tebrik etsin beni." dedi sırıtarak. "Herhalde aslanım, hadi kahvaltıya inelim nasıl da acıkmışım." dedim. "Eh epey yordum anlaşılan gece seni." dedi kıkırdayarak cevap verdim sadece geri zekalıya. Sonra nihayet elimden tutup çekti ve kahvaltıya indik beraber. Bu sefer gizli bir görüşme olarak görmemişti benimle temasını o yüzden boğaza nazır bir sahil bahçesine hazırlanmış kahvaltımızın başına kurulduk. Amanın nasıl bir kahvaltı keyfidir o, şimdi burada Ahlas ile olsaydık tabii. Ama bu ayıyla ancak karnını doyurabilirdi insan. O kadar. "Ben şeyi merak ettim ya, Şiringül ne yaptı seni görünce." dedi omleti ağzına tıkarken Bit ayısı. Şiringül... Çalışmadığım yerden geldi soru... Ama bu ismi bir yerden hatırlıyordum ben. Nereden nereden? Hah, benim yangın gecemde, Şiringül'le yemek yiyordu Piç Anıl. Hatırlamamla birlikte sırıtarak arkama yaslandım. "Daha ruhu bile duymamıştı ki, beni tanımaz ama ben onun adını çok duydum Anıl ile. Zaten Anıl da bana Şiringül kim ki diyordu seni kalbimin sultanı yaptım ben diyordu. Umurunda değildi pek ama ben eve geldiğim gün tutukladılar işte Anıl'ı. Adamları da köşe bucak sakladı beni Şiringül'den." dedim derin bir nefes alarak. "O biliyordur şu Yeşiladaların kızının yerini." dedi düşünceli bir şekilde. Evet ya, o biliyordur!!! Anıl'ın nesi var nesi yoksa biliyordur yıllardır. Ben bunu nasıl akıl edememiştim! "Kimse ona ulaşmadan sen ulaş öyleyse, sen Yeşiladaların kızını alıp elinle teslim etsen, daha sırtın yere gelmez, emniyet sana ömür boyu göz yumar vallahi." dedim gülerek. Nah göz yumarız da, işte sen öyle heveslen bakalım biraz. "Cidden akıllı da hatunsun, dediğin gibi, bir yanda koskoca emniyet müdürü, bir yanda cinayet büro amiri, kızlarının canını kurtarmış kahraman Bit." dedi kahkaha atarak. "Ertan!" diye seslendi gene. Ertan koşarak geldi ve otomatik olarak ekmek sepetinin boşaldığını görünce ekmek dilimlemeye koyuldu. "Oğlum bırak şimdi ekmeği, Şiringül'ü getirin bana çabuk." dedi. "Emredersin abi." dedi Ertan, dilimlediği ekmekleri sepete atıp aceleyle koşturdu araçlara doğru onunla birlikte üç dört adam daha yola koyuldular. Kalbim hızla atıyordu, Irmak'a ulaşmama çok az kalmıştı. Ahlas'ın da içindeki yangını hissedebiliyordum taa buradan. Şiringül.. Esmer kadın, tıpkı medyumun söylediği gibi, kendi kendime sırıttım. Bir ara şu medyuma uğrayıp başıma gelenleri de anlatsam mı acaba? Gerçi onun önceden her şeyi biliyor gibi bir hali vardı, bir de bakalım ben bu bitin elinden nasıl kurtulacaktım? Şiringül'ü emniyete alsak konuşturabilirdik belki, ama konuşmayabilirdi de sonuçta orası sorgu odasıydı. Ama Piç Anıl'ın bir daha içeriden çıkmayacağını düşünen bir Şiringül, sırtını sağlam demire yaslamak için elbet ilk iş Bit'e yalakalık yapmak isteyecek kendi elleriyle kızın yerini söyleyecekti. Umarım biliyordur, diye geçirdim içimden. Kahvaltımızı ettikten sonra, "Ne yapmak istersin sultanım?" dedi Bit. Ne bileyim bu tür kadınlar sevgililerinden ne ister. "Birlikte masum bir şeyler yapmak isterim." deyince kahkahalar attı. "Eminim dün gece öyle demiyordun." dedi. Geri zekalı dün gece karşına geçmiş bir tarafımla gülüyordum sana. "Eee gece başka gündüz başka, zaten birazdan Şiringül'ü de getirirler buraya. Madem Şiringül ile konuşacağız, dün geceki gibi sert olacak halin yok ya, balık tutalım mı, olta var mıdır?" dedim aniden denize bakarak. "Balık mı, hiç tuttun mu ki?" dedi. "Hayır ama sen bana öğretirsin diye düşünmüştüm. Dün akşam öğrettiklerin gibi." dedim kıkırdayarak. İlla konuyu oraya dokundurunca adamın yapmadığı şey kalmıyordu. İlla övecektik adamı. Hayatımda daha salak bir adam görmedim. Belki de bütün adamlar böyleydi, Ahlas hariç. Ben onu düşününce kalbime ılık ılık sular akıyordu, kuşlar o suların üstüne konup su içiyorlardı mutlu mutlu. O zaman erkek olmaları değildi bazılarını böyle aptal hale getiren, kibirleriydi, bir gram övgü için salya akıtarak dilenecek hale gelen benlikleriydi. "Onat!" diye seslendi bu sefer de dağ ayımız. "Efendim Abi." dedi Onat hemen koşarak, hiç mi akılları yoktu bu adamların, bütün gün ayakta dikiliyorlar, tehlikeli bir durum olursa silahlı çatışmaya giriyorlar ve bu adamın dibinden ayrılmıyorlardı. Korkunç bir meslek olsa gerekti. Sonra Samim'i düşündüm, o yollardan geçerek yıllarca yaşamış bir çocuk, herhalde sonunda bütün gün ayakta durup silahla vurulmayı seve seve göze alırdı. Bunları küçük yaştan yanlarına alıyorlar buna uygun bir şekilde eziyet ede ede yetiştiriyorlardı. Vakti gelince de o hallerine dönmemek için sen ne istersen yapıyorlardı. Piç Anıl'ı hapse tıktırmamıza rağmen adamları hala o ne isterse yapıyordu. "Abi bu takımları bulduk olur mu bunlar?" dedi Onat. "Git yem olacak bir şeyler ayarla lan." dedi Bit. "Tavuk olur mu abi." dedi Onat saf saf. "Olur küçük küçük parçalara böl getir." dedi. Eline oltalara alıp iğnelerin ucunu kontrol etti. Sağlam olduğuna emin olduklarını kenara ayırdı. On beş dakika sonra tavukları dilimlemişti Onat ve elindeki tepside getirip masanın üstüne koydu. Bit bana bakıp gülmeye başladı. "Lan ne hatunsun, gençliğimden beri balık tutmadıydım, bana da bunu yaptırdın ya helal olsun." dedi gülerek. Tavukları teker teker iğnelere geçirirken gençliğini anımsamış bir Bit benim de yüzümü güldürmüştü. O'nu masum bir şeyle oyalamak işime gelmişti. Balık tutmak nereden aklıma geldiyse, Selo abiden herhalde, yoksa ömrümde balık tutmuşluğum yoktu. Aynı Saatlerde Silivri Anıl koğuştaki yatağına uzanmış tesbihini sallıyordu. Son günlerde bir sürü adamı içeri alınmıştı ama hiçbirini göremiyordu burada, bir iki tanesine belki havalandırma saatinde denk geliyordu günün içinde ama büyük bir cezaeviydi burası, karşılaşma şansları binde bir oluyordu maalesef. Koğuşun Ağası Bilal'in cep telefonu vardı, Nevzat da sağ koluydu ve yıllardır düşman olduğu Bit'in adamıydı. Elbet gün olup devran dönecekti. Geçen Nevzat ile kavga etmişler, bütün koğuş Anıl'dan şikayetçi olunca, Anıl'ı hücre hapsine almışlardı. O yüzden şimdilik sesini çıkarmıyordu Anıl ama daha yatarı vardı nasılsa, Nevzat'ı kendi adamlarıyla ya da tek sıkıştıracaktı elbet bir yerde. Bunun fırsatını kolluyor sesini çıkarmadan köşesinde oturuyordu. Sabah Bilal Nevzat'i çağırmıştı yanına, çaktırmadan telefonu uzatmıştı. Nevzat tamam abi deyip durduğuna göre emir alıyordu ve tabii ki o sadece emirleri Bit Toprak'tan alırdı. Zamanında Erva'yı sevmişti Anıl. O zaman babasının işleriyle ilgilenmiyordu, mutlu bir gençti, tek derdi Erva'ydı. Okulunun çıkışına gidiyor Erva'ya hediyeler alıyordu. Babasının altına çektiği arabayla bütün kızlar ona bakıyordu ama o Erva'dan başkasına bakmazdı. Toprak onu takip etmişti. Ne yapıp edip Erva'nın önünde onu rezil etmeye adamıştı kendini ilk başta. Ama sonraları Toprak da kaptırmıştı kendini bu güzel kıza. Ve aylarca süren mücadelenin sonunda Anıl babasından yardım istemişti, o da işlerin sorumluluğunu alması koşuluyla yanına adamlarını vermişti. Okulun önünde silahlı bir çatışma yaşamışlardı. Ama adamlardan birinin silahından çıkan kurşun Erva'nın yakın arkadaşı Ebru'nun omzunu sıyırmış, Erva'nın ise kafasına saplanmıştı. Beynine değen kurşunun etkisiyle yere serilen Erva, gözleri önünde öldürülen babası iki yeminiydi Piç'in bu hayatta. İntikam için yaşıyordu, intikam için de ölecekti. Öğlen olmuştu, Anıl acıkmıştı, yemek yapma sırası ikizlerdeydi. İki kundakçı kardeşin çetelerle işi yoktu, kendilerine çalışıyorlardı. "Rüstem ne zaman yapacaksınız yemeği?" dedi Anıl. "Birazdan yaparız kardeş." dedi Rüstem yattığı yerden doğrularak. İkizine hadi deyip patatesleri doğramaya başladı. Koğuşun kapısı açıldı ve Gardiyan'ın sesi duyuldu. "Nevzat, Anıl banyo sırası sizin." dedi gardiyan. Anıl kendi sırasının geldiğini biliyordu da, Nevzat daha dün gece yıkanmıştı, bu işin içinde bir bit yeniği vardı. Yine de korkusuzdu Anıl, intikam ateşi korkularını almıştı onun elinden. Kalktı havlusunu ve temiz iç çamaşırlarını alıp terliğini giydi, gardiyanın önünden geçip duşlara doğru ilerledi. Nevzat nedense oyalanmıştı arkada kalıp. Anıl umursamadı. Duşa girdi soyunup. Sıcak buhara kendisini bırakırken Şiringül'ü düşündü. Buradan kaçış planları yapacaktı elbet ama iki sene sonra açığa alındığında yapacaktı. O zaman Şiringül ile kaldığı yerden devam edecekti hayatına. Duşun perdesinin önünde bir kıpırtı olduğunu fark etmedi Anıl. Sıcak buharın altında bir acıyla sarsıldı bedeni, dönüp baktığında beline bir şiş saplanmıştı, şiş geriye doğru çekildi, gelişi güzel yine saplandı bedenine, acıyla perdeye tutundu Anıl düşmemek için. Nevzat ile göz göze geldiler. Perdeye asılarak yere yığıldı. Nevzat garantilemek için tekrar çıkardı şişi, tekrar sapladı, yedide durdu. Artık kan gölüne çevrilmişti ortalık, sakin bir şekilde şişi suyun altında yıkayıp yine suyun altına bıraktı. Soyunup duşa girdi hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi. Anıl kan gölünün ortasında intikamını düşündü çaresizce, gözleri ağırlaşırken, üstüne yağan su, sızan kanın aktığı deliklerinden içeri doluyordu. Canı çok yanıyordu ama içi kadar sızlamıyordu hiçbir yeri. O Nevzat'ı öldüren o olmalıydı. İntikam ertelenmemeliydi, koca hayatının dersi buydu işte. Şimdi adamları yarım kalan intikamının peşine düşerler miydi ki? Geride onun yarım bıraktığı işi tamamlayacak da birileri yoktu. Bütün pişmanlıkları ile hayata gözlerini yumdu Anıl. Piç ölmüştü. O alınacak intikamları düşünürken, yaptıklarına layık bir halde serilmişti taşların üstündeki kan gölünün ortasına.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD