4-Mum

1097 Words
“Mum olmak kolay değildir, ışık saçmak için önce yanmak gerek” (Mevlana) Akşama kadar Ahlas’ın izin günü diye gitmediğimiz, gezmediğimiz yer kalmadı ve nihayet gece yarısına doğru Ahlas beni eve bıraktı. Kol askım olmadan beni gören Yeşiladalar sevinç çığlıkları attılar. Babam iki saat boyunca sınav taktiklerini anlatmaya başlayınca beni uyur vaziyette odama taşımak zorunda kaldılar. Ertesi sabah Mevlana’nın sözüyle uyandım uykumdan, belki mumla ilgili birçok rüya da gördüm ama hiçbirini hatırlamıyordum. Mum olmak kolay değil... Ben bu hayatın içinde yanan bir mumu mu temsil ediyordum, senelerce yaşadığım korkunç şeylerle yanmamış mıydım, artık bir kalıbımın olması gerekmez miydi, biraz durulmak iyi gelmez miydi? Bunların derdine düşmüşken bir gün önce verdiğim söz geldi aklıma. Baktım bizimkiler daha uyanmamış hemen mutfağa geçip kahvaltıyı hazırlamaya koyuldum. Omletin kokusu koridorda yayılmaya başlayınca annem yatak odasından çıkıp mutfağa geldi şaşkın bir halde. “Sen kimsin ve bizim Irmak’a ne yaptın?” dedi çayı demlemekle meşgulken. Sahi kimim ben? Hangi Irmak’ım? Mumların sırrını çözmesi gereken Irmak’ım... Selo abinin kim olduğunu öğrenmesi gereken Irmak’ım. Ama şu an sadece Leyla ve Hakkı Yeşilada’nın biricik kızlarıyım. Bu kahvaltıyı ellerimle sunup onları işe uğurlayana kadar o anın tadını sonuna kadar çıkaracak olan Irmak’ım. Babamla annemin şok içindeki bakışları arasında kahvaltı sofrasını kurdum. Çayları doldurdum. Babam keyifli keyifli çayını karıştırdı. “Eline sağlık güzel kızım benim.” dediğinde bu sözü tekrar tekrar duymak için her gün ona kahvaltı hazırlayabilirdim. Hiç ölmemiş olsalardı bunu asla bilmeyecektim, değerini anlamayacaktım. Yanmış küle dönmüş Irmak’tım ben. Küllerim savruluyordu bütün gerçekliklerde. “Bugün sen ne yapacaksın?” dedi annem. “Doktorun dediği gibi sıcak suya gireceğim sonra evde biraz hareketler yapmaya çalışırım. Ahlas bugün izinli değil malum. Amirinin sınırını yeterince zorladı.” dedim kahkaha atarak. “Kaç dosya birikti haberin var mı? Biri hamile, diğeri aşık, memurlarımın hepsine bir şeyler oldu.” dedi annem gülerek. Annemleri işe yolcu ettikten sonra kahvaltı sofrasını toplayıp bulaşıkları yerleştirdim, sonra gidip sıcak suyun altına girdim. Ama çıktığımda omzum her hareketimi kısıtlar haldeydi. Böyle değil akademiye, markete girip market arabası sürmeye gücüm yoktu. Sinirle omzumdaki sıcak havluyu bir kenara fırlattım ve salondaki koltuğa attım kendimi. Sahi neden hala mumlarla iligli bir şey yapmamıştım. O gece geçmişe dönüp ikinci bir şansa sahip olduğumu düşlemiştim mumu üflerken, yine aynısını yapmalıydım belki de, tam da ihtiyacım olan bir şey varken, neden denemiyordum ki? Hemen mutfağa gidip bir çay tabağı altı aldım. Mumu üstüne dikerek yaktım ve sabitledim. Tuhaf bir ışık yayılıyordu mumdan, o gece de böyle tuhaf bir ışık yayıyordu sanki mum. Aynısıydı işte. Akıl hastanesinden getirdiğim kutudaydı, onu oraya kim koymuş olabilirdi ki? Beni ilaçlara boğduklarında herhangi biri eşyalarımın arasına rahatlıkla istediği şeyi koyabilirdi. Mumu üflerken omzumdaki sakatlığın tamamen yok olmasını diledim, eskisi gibi sağlıklı olmayı düşledim. Mum sönünce, itina ile birazı yanmış mumu ve hiç yakmadığım diğer mumu götürüp çekmeceme koydum. Aniden omzumda bir sızı hissedene kadar hiçbir değişiklik olmadığını düşünüyordum. Ama sanki bir el omzumda yarama bastıra bastıra gezindi, omzum karıncalanıp uyuştu ve sonra bütün hisler kayboldu. Kolumu inanamaz bir halde yukarı kaldırdım. Sağa sola hareket ettirdim, hiçbir sorun yoktu. Hemen soyunup aynada omzuma baktım, yara bile yoktu yerinde, ben bunu acaba kime nasıl açıklayacaktım? Şu an bir açıklama düşünmem bile abesti, kendime nasıl açıklayacaktım peki? Benim aklım almıyordu tüm bu olanları. Kendime gelmek için sıcak bir duş aldım ama bir gün önceki sızı tamamen kaybolmuştu, sıcak suyun altında bile fark eden hiç bir şey yoktu. Salona geçip çalışmam gereken hareketleri çalışmaya başladım. Hiçbir sorun yoktu, on yıl önceki esnek ve sportif bedenim geri gelmişti adeta. Çalan telefon sesiyle yaptığım hareketlere ara verdim ve gün ortasında aklına düştüğüm sevgilimin çağrısını cevapladım. “Aşkım nasılsın, bugün birlikte değiliz ve gün geçmiyor.” dedi şikayet eden ses tonuyla Ahlas. “İyiyim canım, spor yapıyorum.” dedim keyifle. “Çok zorlama istersen, daha yaran tam iyileşmedi.” dedi kaygıyla. Belki de yaşadıklarımı anlatmanın ve ispat etmenin yoluydu bu. Ahlas’a gerçekleri anlatabilirdim artık. “Artık zorlanmıyorum, sırrımı sana açıklamak için sabırsızlanıyorum. Akşam bir şeyler yapalım mı?” dedim hevesle. Bu cesareti şimdi gösterdim gösterdim, sonrasında yine kaygılarım devreye girecekti. “Beni korkutuyorsun.” dedi şakaya vurma gayretinde. “Kork benden sayın amir yardımcısı.” dedim gülerek. “Eee tamam o zaman, kaçta çıkarız bilmiyorum ama seni alırım bir yerlere gider otururuz.” dedi. “Bizim evin önündeki park bile olur.” dedim oradaki anılarımızı düşünerek. Bizim evi gözetleyenleri gözetliyorduk... Benim kabarık kızıl saçlarım onun yüzünü tamamen örtüyordu, kimliğini gizlemeye yetiyordu. Şimdi dümdüz uzanan sarı saçlarıma baktım... Ben kimim? Ben kimim? Bu soruyu her nefesimde soruyordum, belki de bütün bunlar başıma gelmeden önce sormalıydım bu soruyu her solukta. O zaman belki o akıl hastanesine girmemenin bir yolunu bulurdum, kendini bile tanımayı becerememiş, on yedi yaşında aklı bir karış havada sorumsuz bir kız olmasaydım... Bir çay koymama bile ağzı açık kalan ebeveynlerim var, ne halde olduğumu görebilseydim... Ne yanmaya gerek vardı o zaman ne de mum olmaya... Ahlas’ın da, annemin de babamın da canını yakan, kendime zulmeden en başından beri bendim. Sinirle önümdeki koltuğa tekmeyi savurdum. Belki de kendimi tanımanın en tehlikeli yerindeydim. Bütün suçları bir bir kendime yüklüyordum ki hepsinden arınabileyim. Hepsini yükleniyordum ki, hepsini tek bir solukta tek bir yere bırakıp üstüne toprak atabileyim. Telefonu kapatır kapatmaz çaresizlik, korku içinde gözyaşlarına boğuldum. Bu yalnızlık bir öpücükle değil ancak sırrın paylaşılmasıyla giderilecek bir yalnızlıktı. Omzumdaki yüklerin birazını Ahlas’a vermeliydim. On sene önce ona vermediğim o şansı şimdi vermeliydim. Ona güvenmeyi öğrenmeliydim. Bir süre ağladım.. Akmasına izin verdim ne varsa. Irmak oldum, mum oldum, yandım kül oldum. Yaşadıklarımı hazmetmeye çalıştım olmadı. Mumun ışığına pervane kelebek oldum. Ama atladığım bir şey daha vardı. Sırrı olan ve Ahlas’tan saklayan tek kişi ben değildim. Selim abi, onun hayatta en çok güvendiği kişi de ondan bir şeyler saklıyordu ve içimden bir ses bunun hiç de basit bir şey olmadığını söylüyordu. Akşama daha çok vardı, kararımı vermiştim. Bir taksi çağırdım ve Selo abinin atölyesini tarif ettim. Bütün olanların hesabını soracaktım.. Beni hatırladığını biliyordum. Ama atölyenin kapısı kilitliydi ve dakikalarca kapıyı yumruklamama rağmen açan olmadı. Süngüm düşmüş bir vaziyette bir süre yürüdüm. Mumları gördüğümü anlamış mıydı acaba? Ortadan özellikle mi kaybolmuştu. Selim denen adam her kimse Ahlas’ın hayatına tesadüfen girmiş olamazdı. Ne demişti Ahlas, mumlar kundağımın içindeymiş, öyleyse bu Selim denen kişi Ahlas’ın ailesini tanıyor olabilirdi. Ahlas’ın ailesi gerçekten ölmemişti belki de, isim yok, iz yok, bir mektubu ne kadar kolay kabullenmişti herkes! Bu sırrı açığa çıkarmazsam bana da Irmak demesinler... Gerçi Irmak ismi dışında her şeyimin değiştiği zamanlarım da oldu, büyük konuşmaya bile korkar oldum. Bir saat kadar yürüdükten sonra tekrar bir taksiye atlayıp evin yolunu tuttum. Evde beni bir sürpriz bekliyordu. Benim Selo abinin kapısında çaresizce beklediğim gibi, biri de bizim apartman kapısı önünde çaresizlik içinde bekliyordu: JOSH!
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD