10-Çilekli Tatlı

1541 Words
Ahlas ile aracına bindiğimizde, Ahlas kararsız görünüyordu, kararsız olduğu konu elbette benimle ilgili olan konuydu. Ama Josh'ı benimle birlikte görmek onda bir şeyleri değiştirmişti. Öyle kuzu kuzu peşimde dolaştığı sürece de gerçekten onu fark etmem imkansızdı. On yedi yaşımdaydım, enerji doluydum. Hayat bana bütün renkleriyle görünüyordu. Orada bir köşede gri tonlarda pusuya yatmış bir Ahlas istediği kadar yakışıklı olsun dikkatimi çekmiyordu. Beni takmasa, küçük olduğuma dair imalar yapmış olsa biliyorum ki, dikkatimi çekerdi ve cezbederdi. En azından inadına ona büyüdüğümü kanıtlamaya çalışırdım ya da onu bir kız ile görsem, onun da bir seçenek olduğunu idrak ederdim. Ya da o yangın hiç yaşanmamış olsa, on sene boyunca onu görmeyi düşleyerek bile yaşlanabilirdim. Ve bunun olmamasına gerçekten çok üzülüyordum. O zaman hiç gitmezdi, bütün bu süreçte yapayalnız kalmamış olurdum. Biliyorum o bana inanırdı. Josh’ın inancı eksik, yanlış, hatalı değil miydi en başından? Benimle uyumsuz değil miydi, ne kadar önemliydi karşındakinin neye kime inandığı, seninkinden farklıysa başlıyordu problemler. İnsan sevdiği ile aynı şeye inanmalı, el ele yol almalı ve birbirini tamamlamalıydı. Böyle olmalıydı ki o evlilikte huzur olsun, birlik olsun. Ahlas'ın yaşadığı rezidansa geldiğimizde yine o daracık nostaljik asansörlerine bindik, yani böyle bir rezidansa böyle bir asansör çok abes değil miydi, kafamdaki soruyu Ahlas ile paylaştığımda gülmeye başladı. "Az ileride yirmi kişilik dev asansör var ama bu hemen benim kapımın önüne çıkıyor, eski göründüğü için de kimse binmiyor." dedi gülerek. Yani bizim Sayın Ateş, özellikle mi bu dar alana beni hapsediyordu? Kulaklarıma kadar kızarmıştım. Asansör Ahlas'ın katına tırmanırken Ahlas aniden konuşmaya başladı. "Sen bu amirin evine ve apartmanına yerleştirdiğin kameraları izliyor musun hiç?" diye sordu. "Açıkçası daha izlemedim. Zaten hızlandırılmış bir şekilde izleyebilirim vakit bulunca ama bu aralar sakin olduğunu düşünüyorum. Piç Anıl bir ayarlama yapacaksa önce çıkamayacağından emin olmalı ya da çıkmalı. İki seçenekten hangisi olduğundan emin olmadan harekete geçmeyecektir." dedim. "Nasıl bu kadar eminsin Irmak'a saldıracağına." dedi. "Bugüne kadar amirim çok uğraşmış o ve çetesiyle, sanırım babasının da ölümü amirimin elinden olmuş." dedim. Bu bilgileri gençliğimden hatırlıyorum. Piç Anıl diye birinden konuşuyordu annemle babam yemekte. Babam gülerek "Eh babasının çetesini çökertip babasını etkisiz hale getirince sen, oğlana çevredekiler öksüz yerine piç demişler, bir nevi isim annesi sensin hayatım." demişti babam eğlenerek. Ama bu konuşma ev yanmadan önceydi. Piç Anıl piyasaya yeni çıkmıştı. Babasının intikamı ile dolup taşıyordu demek ki. İşlerin başına geçince de ilk işi bizim evi kundaklamak olmuştu. Sonrasında da annem uğraşmıştır diye düşünüyorum bu adamla, kızının az daha yanacak olmasını hoş göreceğini hiç sanmıyorum. O gün kızını alevlerin arasından alan akademi öğrencisini kendisine yardımcı yaptığına göre. "Sen nereden biliyorsun bütün bunları?" dedi Ahlas merakla. "Biliyorsun arşiv kurduyum. Bir sürü dosya okudum." dedim sırıtarak. Göz göze gelmiştik, avuçlarımın terlediğini hissettim, göğsümde de ateş gibi bir kor. "Geldik" dedi tuttuğum nefesi dışarı verdim ben de nihayet. Demir kapıyı ittirir ittirmez çıktım. Evine geldiğimizde Ahlas beklemeden yatak odasına geçti ve çekmeceleri karıştırmaya başladı. Oturup mektupları inceledik. Bir kere logonun boyutu farklıydı. Yazı stili değiştirilmişti ve değiştirilmediyse bütün imzaların isimleri değişmişti. Red mektuplarında isimler hep birbirinin aynısıydı oysaki. "Gördün mü? Kim bilir o uçuş için ne planlıyorlar?" dedim öfkeyle. "O kadar büyük bir olaya dahil olacaklarını hiç sanmıyorum." dedi düşünceli bir halde, çok da emin değildi tabii. "Ben ikimize birer kahve yapayım." dedim mutfağa yönelerek. Kahveleri hazırlayıp salondaki sehpaya koyduğumda telefonu bilgisayarına bağladım ve kamera görüntülerini açtım. Amirim eve girmişti, dış kamerada da babam eve geliyordu. Irmak odasında müzik dinliyordu. Ne kadar çok severdim müzik dinleyip kitap okumayı. Kaç yıl olmuştu bir kitaba dokunmayalı, insan kendi hikayesini sevmezse, başkalarının hikayeleri de cezbetmiyordu bir yerden sonra. "Kamerayı mı açtın?" dedi yanıma oturarak. "Evet bak burası mahalleyi görüyor." dedim dış kamerayı büyüterek. "Köşedeki sokak lambasına yaklaştırabiliyor musun?" dedi. "Bir şey mi gördün?" dedim. "Evet ama emin olamadım." deyince kamerayı yaklaştırdım gerçekten de orada bir adam vardı, normal bir şekilde telefonda konuşuyordu. Direğe yaslanmıştı ancak bir dakika sonra evi gözetlediğini fark ettim. Sürekli bizim evin penceresine bakıyordu. "Adam şimdiden kafaya koymuş, yuh!" dedim inanamayarak. "Belki de hiç vazgeçmedi, belki de iki senedir zaten oradalar." dedi Ahlas. Doğru söylüyordu, bazen birinin beni takip ettiği hissine kapılırdım okula yürürken, yangın günü gibi net değildi hiçbir zaman sadece histi ama şimdi hislerimin gerçekliği apaçık karşımda duruyordu işte! Yangın günü aklıma geldikçe ben de yanıyordum, on sene demiştin Ahlas, on iki sene geçti diye düşünürken derin bir nefes aldım. Dönüp baktığımda beni izliyordu. Gözlerimizle bir süre öyle baktık birbirimize. Ateş gibi... Adımın anlamında gizli su gibi... Telefon sesi... Bu hayatta daha çok nefret ettiğim bir şey yoktu sanırım. Eline telefonunu alıp ekrana baktı. "Selo Abi" yazıyordu. Kahretsin bu telefonu açması önemliydi. Kendimi koltukta yanına attım nefesimizi düzene sokmak için. "Alo, abim... Evet abi. Bir saniye abi not alayım. Okaliptus Kafe... Tamam abi. Nerede bu tam olarak, tamam abi at sen konumunu. Kartın üstündeki isim... Anladım... Çalıntı kart bir de. Adıma alınan bilet hırsızlıkla mı alınmış? Neyse abi sen o ismi de ver, belki şüpheleri çekmemek için şikâyette bulunmuşlardır. Anladım abi çok sağol." Telefonu kapattı, elindeki notlarda Meryem Odabaşı ismi, bir kafe ismi ve adres vardı. Ama kesinlikle hepsi Türkiye'deydi. Bilet Amerika'da bir üniversiteden alınıp yollanmamıştı. "Sana bir suikast düzenlenecek, bu durumda o gün uçağa kadar gitmelisin, tabii gizlenen sivil bir ekiple." dedim. "Evet, yapacağım şeyde bu. Sen kız arkadaşım olarak Amerika'ya gitme kararımı bol bol konuşur musun ofiste?" dedi. "Elbette seve seve." dedim gülerek. Telefonumu elime aldım ve Ceylin'in numarasını çevirdim. "Irmak, neredesin canım sen, eve girdim şimdi yoksun." dedi merakla telefonu açar açmaz. "Şey..Ahlas Ateş'in evindeyim." dedim. "Neeeeee? Bir kez daha mı oraya gittin sen, neler oluyor?" dedi heyecanla. "Artık bir şeyler oluyor işte, ama merak etme diye aradım. Bu gece burada kalacağım. Yarın anlatırım." dedim. "Ben yarına kadar çatlarım şimdi anlat!" dedi ama dinlemedim tabii kalanını. "Görüşürüz." deyip kıkırdayarak kapattım. "Bu gece burada kalıyorsun yani?" dedi Ahlas sırıtarak. "Yani istemiyorsan da bir otele giderim artık, inandırıcı olması gerekiyordu ve Ceylin senin gibi biri yanımdayken el ele parklarda dolaşmamı normal karşılamazdı." dedim gülerek. "Benim gibi biri nasılmış ki?" dedi. "Kaslı, karşısındakini alev alev yakan, aşırı tahrik edici.. Daha sayayım mı?" Dedim alaycı bir ses tonuyla." Ama içimde acımasızca Ahmet Kaya’nın bir şarkısı çalıyordu derinlerden... "Ne sen Leyla' sın ne de ben Mecnun Ne sen yorgun ne de ben yorgun Kederli bir akşam, içmişiz sarhoşuz, hepsi bu" şarkıyı dışımdan söylediğimi biraz geç fark ettim sanırım. "Ahmet Kaya sever misin?" dedi gülerek. "Sevmezdim aslında ama bazı parçalarını seviyorum. Bu da çok güzel ve bizi anlatıyor. Bak şimdiden iki romantik aşık gibi bir şarkımız oldu." dedim kahkaha atarak. Sarıldı öylece. Neden sarıldı bilmiyorum, ama içinde teşekkür vardı, anlamasa da sığınma vardı. Aşkının yarası kanarken, ufak da olsa bir teselli vardı. Aynı ruhu taşıdığımı bilse acaba beni sever miydi bu kızıl saçlarla. “Sen benim odamda yat istersen ben burada koltukta yatarım.” dedi aniden. “Olmaz öyle şey, ben burada salonda yatarım, hem buradan deniz görünüyor.” dedim. “Uyurken deniz manzarası mı seyredeceksin?” dedi gülerek. “Hayır ama orada olduğunu bileceğim.” dedim ve kalkıp bana verdiği çarşaf ve yastık kılıfını geçirdim. Odasına gidip kapısını kapadığında ben de kendimi derin bir uykuya teslim ettim. Ama bu sefer çok başka bir yerde buldum kendimi. Yine mi bedenim yer değiştirmişti, bu sefer neden? Üstümde bir pelerin vardı, az ötemde birbirlerine benzeyen birkaç çocuk, ortalarına çok güzel yüzü olan başka bir çocuğu almışlardı. Çocuk heyecanla gördüğü rüyayı anlatıyordu diğerlerine, bir adam da oturduğu yerden onları izliyordu. Etraf çöl gibiydi. Çocukları izleyen adamın yanına yaklaştım. “Neden buradayım biliyor musunuz acaba?” dedim, muhtemelen adamın tanıdığı birinin bedenine girmiş olmalıydım. Bu daha ne kadar sürecekti ki ben daha cinayeti bile çözememiştim. “Çocukları izlesene.” dedi adam sorum karşılığında bu benim için cevap değildi ki. Ama çocukları izlemeye koyuldum, onlar da bir yere doğru gittiler. Yol boyunca onları takip ettim. Sonunda o güzel yüzlüyü önden gitmesi için uyardılar ve yanlarındaki koyunları gütmeye çalışan küçük çocuk söz dinleyip önden ilerledi sürüyle. “Öldürelim hemen.” “Burada mı?” “Herhalde burada Ruben! Daha iyi bir yer var mı ki?” dedi büyük olan. “Onu bir kuyuya atalım bence.” dedi Ruben isimli çocuk. Onları duyamayacağım şekilde fısıldaştılar. Sonra devam ettiler yola nihayet bir kuyuya varmışlardı. Güzel yüzlü çocuğu kaldırıp bir kuyunun içine attılar, sonra da pelerinini alıp geri dönüş yoluna gittiler. Sürüyü artık Ruben idare ediyordu. “Yardım edin kimse yok mu!” diye bağırdım arkalarından. Çocuk kuyunun içindeydi. “Yardım bulacağım sana.” diye seslendim. Gülümsedi, kuyunun içi sanki onun yüzüyle aydınlanıyordu. “Sen kendine yardım bul, beni zaten yardım bulur.” dedi çocuk. “Sen kimsin ki?” dedim endişeyle. “Ben Yusuf, benim duamı etmelisin.” dedi çocuk. Yusuf derken Hz. Yusuf muydu? “Irmak geç kalıyoruz!” dedi Ahlas’ın sesi, gözlerimi açıp şaşkınlıkla Ahlas’ın yüzüne baktım. Rüyamdaki o güzel yüzden sonra Ahlas’ın yüzü bile çirkin kalırdı. “Tamam” dedim üstümdeki örtüyü ittirerek, telefonumu elime alıp Hz. Yusuf’un duası diye arama motoruna yazdım. "Ey Rabbim! Zindan bana, bunların beni davet ettikleri şeyden daha sevimlidir. Eğer sen, bu kadınların tuzaklarını benden uzak tutmazsan, ben onların tuzağına düşerim ve cahillik edenlerden olurum" Aa Ahlas’tan mı uzak durmalıydım? Belki de burada bulunmam hataydı. Ceylin’e inandırıcı olmak istiyorduysam gidip bir otelde kalabilirdim. Sonra tuzaklardan bahsediyordu duada, konsantre olmam gereken şey buydu işte, ben cinayetle ilgilenmeliydim, genç halimin romantik ilişkileriyle değil. Kendi kendime kızarken, dönüp baktığımda Ahlas mutfak bölümüne geçmiş Ceylin gibi bize sandviçler hazırlıyordu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD