2- İkinci Şans

1582 Words
Ahlas önümden ilerlerken gördüğüm rüyanın tadını çıkarmaya çalışıyordum. Annemin yaşadığı, benim hayatımın heba olmadığı, geçmişi tekrar yaşama sansı elde ettiğim harika bir rüyanın içinde olabilirdim. Bu yüzden her türlü çılgınlığı yapabilirdim. Ahlas ile bir ilişikiye başlayabilirdim mesela, sonuçta akıl hastanesinde geçen yıllarım öncesi Josh dışında bir erkek arkadaşım olmamıştı, bu yaşıma gelmiştim ve asosyal bir canlı olarak yaşama on yıl sonra adım atmıştım. Kuyuya atılmış gibiydim. Saçma da olsa, mantıklı da olsa, rüya da olsa, gerçek de olsa geçmişe dönmüş olmak bana iyi gelmişti. "Komiserim!" dedim Ahlas'ın hızlı adımlarına yetişemediğim için. Rüyamda bari yormayın beni! Ahlas komiser aracına doğru gidiyordu, koşarak yetiştiğimde aracın anahtarını elime fırlattı. Betim benzim atmıştı. Bir iki defa babamın arabasını kullanmışlığım dışında o da on sene önce araba kullanma deneyimim yoktu. Tam aracın içine geçip anahtarı çevirmiştim ki, Ahlas komiser "Offf Unuttum." diye sayıkladı. "Neyi unuttunuz komiserim?" dedim ateş saçan kol kaslarına bakıp kendimden geçerken. Dün marketten aldığım bayat kek, bu gün Ahlas Ateş'in kasları! Bunu hak etmek için ne yapmış olabilirim acaba? Ben daha önce nasıl süzmemişim bu adamı böyle, yedi yaş varmış alt tarafı aramızda. O bana bakmazdı belki ama ben bakardım, gözüm gönlüm açılırdı. Gözüm Josh'tan başkasını görmüyormuş gerçekten de. Henüz yirmi dört yaşında, ne yapmıştı da bu adam, bu kadar terfi almıştı? "Evde bir dosyayı unuttum, akşam yanıma almıştım incelemek için. Şimdi lazım olacak. Sen geç yerime, ben süreyim, şimdi kırk saat sana ev tarifi vermeyeyim." dedi. "Pekala." dedim sevindiğimi belli etmemeye çalışarak. Araç kullanma işini en kısa zamanda halletmeliydim, sonuçta bu Irmak'ın ehliyeti vardı ve ne yazık ki kabarık saçları da vardı. Aslında kabarık saç sorununu çözersek çok güzel bir kızdım, kimliğimi çıkarıp yaşıma baktım. Yirmi iki yaşındaydım, akademiyi bitireli taş çatlasa bir sene olmuştu yani. Gerçi Ahlas da üç sene önce bitirmiş olmalıydı. Süper terfi falan almıştı bu sürede, torpili mi vardı acaba? Beşiktaş'tan yokuş yukarı çıkarken, nereye gittiğimizi bile bilmiyordum. Arnavutköy sahiline yakın bir apartman dairesinde yaşıyorduk biz, okulum da yakındaydı. Üniversite sınavına bile girmemiştim daha. İstanbul'u karış karış bildiğimi iddia edemezdim ama sanırım bir polis memuru olarak ara sokakları bile çok iyi bilmem gerekirdi. Bu kadar donanımsız hayal mi olur, nasıl kurdum acaba bu temelsiz hayali ben? "Josh ismini de hiç sevmem, çüş gibi geliyor kulağa.." dedi kendi kendine. Ne alakaydı şimdi? Hemen aynadaki suretime baktım, acaba yeniden kendime mi dönüşmüştüm, bu isim ne alaka şimdi? "Anlamadım, nereden çıktı bu Josh?" dedim hala kızıl kabarık saçlarım aynadaki görüntümden yansıyınca. "Leyla Amirim dedi ya, kızı Irmak, adaşın İngiliz bir oğlanla çıkıyormuş. İsmi Josh'mış. Josh ismini hiç sevmediğim geldi aklıma birden." dedi. "Nereden aklınıza geldi amirim şimdi, yoksa tanışıyor musunuz önceden?" dedim, garip bir şekilde bana dönüp baktı. Sabah da Irmak Yeşilada olduğumu söyleyince çok acayip bir tepki vermişti. Kızmıştı epey. Irmak gerçekten ben olmasam beni tanıdığını düşünürdüm. Karar vermiştim, bu rüyanın en güzel kısımlarını Ahlas ile geçirecektim. Ne kaybederdim, madem rüyamda araba kullanmayı öğreneceğim, her şeyi deneyimlemeliyim değil mi? "Bir şey mi oldu Irmak?" dedi ona nasıl baktıysam artık. Yok amirim, eviniz de uzakmış epey, dedim kıvırmak adına. Aslında o kadar da uzak sayılmazdı sabah trafiğine yakalanmıştık. Nihayet bir rezidansın önünde durduk, spor tesisleri, havuzu falan olan yeni bir binaydı. "Burası kaç katlı böyle?" dedim endişeyle. "30" dedi. "30. Katta mı oturuyorsunuz yoksa?" dedim. "Hayır 27." deyip kestirip attı, insanın o kadar yüksekte başı dönmez mi ya, oksijen var mı ki o katta?" "Ben de gelebilir miyim sizinle yukarı?" dedim heyecanla. "O neden Irmak?" dedi, adımı "r" lere bastıra bastıra söylemek hoşuna gidiyordu adımın. "O kadar yüksekten nasıl görünüyor merak ettim." dedim dürüstçe. "İyi gel hadi." dedi aracın kapısını açarak kendisi indi ben de inip yine hızına yetişmek zorunda kaldım. Bu kadar katlı bina yapıyorlardı ama daracık asansör yapıyorlardı, bu adamın nefes alış verişini duyuyordum ve bu da bütün bunların rüya olduğunun kanıtıydı işte. Bu nasıl heyecanlı bir rüyadır, senelerdir neden görmedim acaba, halbuki akıl hastanesi böyle bir rüya görmek için ideal yerdi. Muhtemelen orada verilen bir ton kimyasal ilaç yüzünden bu hale gelmiştim. Hala annemle babamı öldürmediğimi biliyordum, bu düşünceye tutunmamış olsaydım akli dengemi de çoktan yitirmiş olurdum zaten. Asansör uzaya kadar çıkacaktı herhalde, havasız hissetmeye başlamıştım ve hala durmamıştık. Kapının üstündeki sayıya baktım yirmi üçüncü kattaydık. "Dayan Irmak... Dayan." dedim kendi kendime. Ateş basmıştı her yanımı. Yirmi yedinci kata geldiğimizde asansörün kapısını ittirdi Ahlas aslında kapı iki yana açılıyordu ama dışarıda nostaljik demir bir kapısı vardı ve inişimizi geciktiriyordu buna rağmen ben kendimi ondan önce attım dışarı. Arkamdan gelip karşıdaki kapıya yöneldi, ben de onu takip ettim. Anahtarıyla kapıyı açtığında, açık mutfaklı bir salona açıldığını fark ettim kapının. Geniş salonun bitiminde bir oda kapısı vardı ve o odanın içinde de banyosu vardı Ne kötü dizayn edilmiş, normal bir arkadaşın gelse, banyoyu kullanmak için illaki yatak odana girmesi gerekecek. Bunları yatak odasının kapısı ardına kadar açık olduğu için görmüştüm gerçi. Kırmızı renkte parlak bir çarşafı yine kırmızılı siyahlı bir yatak örtüsü vardı. Pencereden bütün şehrin ayaklar altında olduğunu görebiliyordu insan. Hatta deniz bile görünüyordu, ne kadar uzakta da olsa, salon kesinlikle iç açıcıydı. "Sana da buradan bir daire tutalım çok beğendiysen." dedi. Düşüncelerimden sıyrılıp yüzüne baktım. "Sizin gibi kısa zamanda terfi almış değilim amirim, maaşım işe giriş şartlarında devam ediyor." dedim gülerek. "İyi o zaman gidebiliriz, dosyayı aldım ben" dedi elindeki dosyayı göstererek. Birlikte asansöre tekrar girdik, bu sefer daha da tuhaf bir şekildeydik ve düğmeye basmaya çalışırken resmen beni ezmişti. Yaptığını fark eder fark etmez geri çekildi. "Çok özür dilerim Irmak düğmeye basmaya çalışıyordum, sen basabilir misin rica etsem?" dediğinde elim ayağım titrer bir halde zemin kat düğmesine bastım. Araca tekrar bindiğimizde neyse ki anahtarları bana vermedi. Ne kadar dalgın göründüysem artık. Bütün bunlar rüya mıydı gerçekten, insan rüyalarında koku duyabiliyor muydu? Mesela annemin kokusunu duymuştum seneler sonra, Ahlas'ın teninin kokusunu duymuştum asansörde. Bu bir rüyaysa neden yeni duygular uyanıyordu içimde? Bu kadar mı insansız kalmıştık. "Irmak, sen hep böyle dalgın mısın bugüne mi özel?" dedi aniden. "Bilmem bugüne özel sanırım." dedim. "Bugün uyanık olmak zorundasın, uyuşturucu mafyasının içine giriyoruz." dedi Ahlas. "Bir kahve içelim o zaman gitmeden." dedim. "Polisler bir yerde oturup kahve içmezler Irmak, kahveyi alır yolda içerler." dedi Ahlas. Bütün bu hırsız polis oyununun sonunda umarım bu benim için elde ettiğim ikinci bir şanstır. Tekrar aynı tuzağa çekilmeyeceğim, anne babamı ölümden kurtarabileceğim, katillerini yakalayıp hapse tıktıracağım bir oyundur bu. O gece yatmadan önce doğum günümü tek başıma kutlarken de keşke bütün bunlar daha farklı olsaydı, ben böyle yalnız olmasaydım hayatın içinde dememiş miydim? Eğer bunlar rüya değil de gerçeğin ta kendisiyse benim gözümü dört açmam ve bu işi ciddiye almam lazım. "Olur kahveler benden amirim, köşede durun alıp geleyim, hem açılırım." dedim araçtan fırlayıp koşar adımlarla bize iki sert kahve aldım. "Sert ve şekersiz? Beni tanıyor gibisin?" dedi şaşkınlık içinde. "Kendime aldığımın aynısını aldım, soramadığım için." dedim omuz silkerek. Bir saat kadar yol gittik, Riva yolunda bir depoda durduk. "İkimiz mi gireceğiz sadece adamların içine?" dedim korkuyla. "Bu sefer randevulu geldik, tehlikeli olmaması gerekir, sen yine de tetikte ol tabii." dedi. Araçtan indik, ağaçların arasına itina ile saklanmış bir deponun kapısını çaldık ev ziyaretine gelmiş gibi. "Kime baktınız?" dedi izbandut gibi esmer bir adam içeriden çıkarak. "Ben Ahlas Ateş. Korhan Arslanoğlu beni bekliyordu." dedi Ahlas sakin bir şekilde. Adamlar bizi bir süre beklettikten sonra içeri aldılar. Her yere yığılmış koliler vardı, eminim o kolilerin içinde çocuk oyuncakları ya da makarna yoktu. Tedirgin bir şekilde izbandut gibi olan adamın gösterdiği yerden ilerledik. Karşımızda sarı saçlı ama dişleri de saçları kadar sarı bir adam duruyordu. Bir adam bu kadar mı yazık eder tipine korkunç görünmeye çalışırken? "Hoş geldin Ahlas Komiserim. Artık baskınlara hanım arkadaşlarla mı geliyorsun, bu kadar mı kolay olduk senin için?" dedi gülerek. Birden feminist duygularımın kabardığını hissettim, silahı çıkarıp alnının ortasından vursam nasıl olurdu acaba? Gerçi silah kullanmayı da bilmiyordum iki emniyet mensubunun çocuğu olarak, sahi kullanmam gerektiğinde ne yapacaktım??? "Baskına gelseydim o kutuların arasından elimi kolumu sallayarak geçip gitmezdim Korhan. Şimdi gelelim esas meseleye, Pusat Yılmaz'ı kimler neden öldürdü ne biliyorsan anlat." dedi Ahlas davete gerek görmeden deri koltuklardan birine oturup. Ben de karşısındaki koltuğun ucuna oturdum olabildiğince tetikte görünmeye gayret göstererek. "Baskına gelmediğine göre bir kahve söyleyeyim sizlere." dedi nasıl içersiniz dediği anda da Ahlas da ben de "Şekersiz" dedik aynı anda. "Uyumunuz göz yaşartıcı." deyip adamlarından birine işaret etti. Adam koşarak uzaklaştı kahvelerimizi getirmek için. "Amirim kendisini zerre sevmezdim, birbirimizi birçok kez ölümle tehdit ettik. Çatıştık, adamlarımızın kanını döktük. Ama onu tek bir adamını dahi arkada bırakmadan öldürecek kadar ileri gitseydim, ah yapan keşke ben olsaydım, cümle aleme ilan eder, arkasından da rakipsiz bu alemin tek kralı olurdum. Daha da sağdan soldan irili ufaklı çeteler karşıma dikilip racon kesmezdi." dedi. Düşününce doğru söyleme olasılığı yüksekti ama bu tür adamların bir huyu da çok yalan söylemekti. Hepimiz bir yalanın içinde değil miydik zaten? "Bak bunları ifaden olarak yazacağım, değiştirmek istediğin bir şey var mı?" dedi Ahlas ciddiyetle. O sırada şekersiz bol köpüklü kahvelerimiz geldi. "Eğer bu olay yaşanmasaydı bir iş görüşmemiz vardı, sana söylersem benim de başımı yakarsın, bir ihracat olayı mı diyelim geçelim, sevkiyat olayı mı diyeyim... Bir iş sözleşmemiz olacaktı. Ama sözleşmeyle bizi oyalayıp Piç Anıl ile anlaşma yaptığı bilgisini aldık. Ne kadar doğrudur, bir teyit edemeden öldürüldü. Bunu da söyleyelim de içimizde kalmasın." dedi iğrenç bir kahkaha atarak. "Tamam o zaman ben bu Piç Anıl ile de bir görüşeyim. Sonra olmadı sana tekrar uğrarım." dedi Ahlas. "Her zaman böyle geleceksen başımın üstünde yerin var." dedi adam sırıtarak. Ahlas ciddi ve soğuk bir ifadeyle arkasını döndü. Biz araca doğru ilerlerken o mavi gözleri sanki siyaha dönmüştü, derin bir kuyu kadar tehlikeli bakışları Piç Anıl her kimse onunla bir mazi yaşadığının işaretiydi.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD