Karşısındaki adamı sadece Umay’ı bıçakladığı o kısacık anda arbede sırasında gördüğünü yüzüne tedirgince bakarken fark etti. Ona kafa atan adamdı bu oldukça kuvvetli olduğunu kırılan burnundan anlayabiliyordu. O an kaşları kalktı. Geri yaslanıp yayvan biçimde otururken “Ne o bizim küçük orospunun çocuk peydahladığı sen misin yoksa?” dediğinde aslında inadına sonunun hızlı olmasını sağladığını bilmiyordu. Onun rahatlığı olduğu yerin hapishane olması ve bir şey olmasına izin vermeyecekleriydi.
Balamir, dişlerini sıkıp orman yeşillerini ateşe verirken başını dikleştirdi. Yüzüne oturan ölüm soğukluğu abi demeye bin şahit adamın yutkunmasına neden olurken “Diyelim ki benim. Bundan sonra seni bağlayan bir durum var mı? Hele hele de ona yaptıklarından ve bu dört duvar arasına girdikten sonra.” diyerek göz temasını hiç kesmedi.
Metin. Ailenin en büyük oğlu, hazır yiğiciliğin vücut bulmuş hali. Kendine göre de namus gurur onur tayin eden beyinsiz mahluk. Umay'ın hamile olduğunu öğrendiğinde ona göre namusu kirlenmiş erkeklik onuru zarar görmüştü. Tek çare akacak kan millete namusunu temizledi diye verilecek kandı. Şimdi karşısında oturan adam ona göre kardeşi ile yatıp kalkan, karnını dolduran adamdı. Aynı yayvanlığa devam etmeye çalışan Metin “Ben namusumu temizledim. Mahkeme de sırf bu yüzden salacak beni fazla kalmam buralarda. O kahpe de ölmediyse.” dediği an kafasından tutulup suratının masaya çarpması bir oldu. Burnundan ve dudağından kan sızarken başını kaldırmasına izin vermeyen Balamir hırlar gibi konuşmaya başladı. Artık sabır sınırı ve kotası dolmuştu. Çok bile dayanmıştı ya neyse.
“Bana bak, senin o dilini keser kıçına monte ederim ağzınla değil götünle konuşursun. Yakıştırma yaptığın kız senin kardeşin lan piç. Andım olsun bu içi boş kafayı vura vura parçalarım sonra da çıkar mal zararı parayla karşılığı neyse ödeyeyim der döner arkamı giderim. Şimdilik bununla idare et. Bundan sonra da bir gözün açık uyu. Ensendeyim.”
Odadan çıkarken homurdanıp bir şeyler söyleyen Metin’e bakmadı bile. Görevliye “Başını masaya çarptı” dediğinde neden geldiğini ve tavırlarını gören adam başı ile tek bir onaylama işareti verip odaya girdi.
Balamir ceza evinden çıkışta yanına gelen adamlarından sağ kolu olana “İçeride her gün nizami biçimde tozu alınacak. Kendini öldürmeye kalkarsa engel olsunlar. En önemlisi de taşakları ezilecek. Bir daha erkeklik duygusunu tadamayacak.” dediğinde “Emrin olur abi hemen haber uçuruyorum bizimkilere” cevabını aldı.
Diğer yandan ödemeleri yapan Tomris en güvendiği diğer doktor arkadaşını sıkı sıkıya tembihleyip üzerini değiştirirken Temur en sağlam adamlardan yoğun bakım önüne ve koridora yerleştirdi. Hastaneden gönderilme olayını duyduğunda başhekimi ziyaret edip “Hastamız bu hastanenin kapısından çıkarsa sizi o hatırlı dostlarınız da kurtaramaz. İşinizden ve de itibarınızdan olmayı göre almazsınız diye düşünüyorum.” diyerek ufaktan tehdit etmiş ablası ile eve doğru yol almaya başlamıştı.
Eve girdiklerinde anneleri Hayime Hanım yaşına rağmen dinç bedeni ve güler yüzüyle karşıladı evlatlarını. Sıkı sıkı sarılırken hala dünkü çocuk muamelesi yapıyordu. Oturma odasına girdiklerinde babaları Süleyman Bey baş köşe de oturmuş torunları ile sohbet ediyordu. Fazla ses yoktu. Herkes yanındaki ile muhabbet ediyor yemeğin hazır olmasını bekliyordu. Tek eksik Balamir’di.
Dedeleri ile sohbete ara veren iki küçük kız “Annem gelmiş” diye koşarak Tomris’e sarıldığında genç kadın tıpkı annesinin onlara yaptığı gibi evlatlarına içi gide gide sarıldı. Eşine içten bir tebessüm yollarken “Cümleten selamın aleyküm.” değip babasının yanına gidip elini öptü. Temur da benzer şeyleri tekrar ettikten sonra saatini kontrol etti. Onlardan on dakika sonra gelen Balamir ile kış bahçesinde kurulan kocaman masaya geçtiler. Ailecek kalabalık yemekleri seviyorlardı.
Baş köşede Süleyman Bey onun sol tarafında Hayime Hanım sağ tarafında en büyük oğlu Orhan yanında eşi Melek. Sırayla Osman ile Aybike, Melikşah ve Nurcan, Ertuğrul ile Neşe, Tomris ve Cem yer alıyordu. Bekarlar ise Hayime Hanım’ın yanındaydı. Alparslan, Balamir, Temur, Asena ve Baybars. Toplam da on tane olan torunu ise yan taraflarında onlar için hazırlanan masada neşe içinde yemeğe başlamışlardı.
Sohbet yemekler daha da keyiflenirken sessiz olan Tomris ve Balamir’e Temur da katılmıştı. Sor sorulursa cevap veriyor önlerindeki yemekleri yerken zorlukla yutkunuyorlardı. En büyükleri Orhan bu durumu fark etti.
“Tomris, neyin var abisim sesin soluğun çıkmıyor. Bu iki fırlamanın da öyle hayırdır inşallah.”
Temur sessiz kalırken Balamir göz devirdi. Genç kadın lafı dolandırmadı. Ailesi ile paylaşmazsa birilerine anlatmazsa düşünmekten beyni çatlayabilirdi.
“Bir hastam abi. Ona hem kafam çok takıldı hem de vicdanım sızlıyor. O kadar üzüldüm ki nereye bastığımı biliyorum.”
Osman “Nasıl bir hasta ki bu kardeşim?” dediğinde yemek yemeği bırakmış herkes Tomris’e bakar olmuştu.
“Bir kız. Yirmi beş yaşlarında. Kalabalık bir ailenin son çocuğu ama istenmeyeni. Şiddet gördüğü için önce bebeğini düşürdü sonra da abisi gözümüzün önünde bıçakladı. Sırf bu yüzden bir daha anne olamayacak. Annesini arıyorum geberdi mi öldü mü diyor çok yakışıksız söylemleri var. Tabi bu ailevi tarafı. İşin bir de diğer boyutu var. Evli barklı adam kıza bekarım diye yanaşmış. Evlilik vaadi ile kandırdı büyük ihtimalle sonra da kız hamile kalıp evine gidince işler ortaya çıkıyor. Ve o adam da tanıdığımız biri. İsmen de olsa biliyoruz.”
Kaşları çatılmış dinleyen Süleyman Bey “Kimmiş o evladım? Bilelim ki uzak duralım.” değince Tomris şöyle bir çocukları kontrol etti ardından Temur ile Balamir’e bakıp “İsmail Arslan’ın oğlu Aybars Arslan.” değince içtiği suyla öksürmeye başlayan Asena “Şaka yapıyorsun değil mi abla? O adamın karısı daha yeni doğum yaptı.” diyerek tepkisini verdi. Adamların kaşları sertçe çatılmış kadınlar ise şaşkınlıkla gözlerini büyüttü.
Alparslan “Balamir?” dediğinde sinirle annesinin yaptığı sarmalardan yiyen adam “Geldi. Karısı üst katta hayatını kararttığı kız alt katta. Bir de utanmadan diyor ki seviyorum. Elimde kalacaktı da babası aldı götürdü.” dedi.
Alparslan “Peki kızı bıçaklayan abisi?”
Balamir “İçerde. Gereği yapılacak.”
Hayime Hanım dudaklarını peçete ile silerken “Şu karanlık işleri masamda istemiyorum.” deyip kızına döndü.
“Kızım sen hastanı bana daha detaylı anlat yemek sonrasında.”
Annelerinin sözlerinden sonra erkeklerin aklında Aybars ve İsmail Bey, kadınlarsa hayatını kısaca dinledikleri ve üzüldükleri Umay vardı. Yemek sonrası Asena, Tomris ve gelinler evin üst katına terasa çıkarken erkekler kış bahçesinde kalmış çocuklarsa saat ilerlediği için dedelerinin evindeki odalarında uyumaya çekildiler.
Hayime Hanım “Şimdi anlat bakalım kızım. Bu hasta kızın durumu olay ne?”
Tomris “Anne, benim arkadaşından öğrenebildiğim Umay, yani o kız yaşadığı ailenin en küçük çocuğu. İstenmemiş ve doğduğundan bu yana da doğmasının bedelini şiddet aşağılama ve hor görülme ile ödemiş. Sevgi görmediği için ona ilk seni seviyorum diyen adama kanmış. Sonrasında hamile kalınca da işler karışmış. Evde dayak yedikten sonra bebek düşüyor. Balamir ile Temur sahilde adam kovalarken şans eseri denk gelmişler ona. Hastaneye geldiğinde kötüydü. Düşün ya annesini aradım kadın ne küfüler etti neler söyledi. Gebersin dedi düşün. Babası abileri hastaneye gelince kötü olan daha da beter duruma geldi. Birçok şeye şahit oldum alıştım etkilenmem derdim ama ekmek bıçağı ile bir abinin kardeşine kıyışını unutamıyorum. Ameliyatta o kızın rahmini yumurtalığını aldım. Kendine geldiğinde yaşayacağı yıkımı bir düşünün.” dediğinde gözleri dolan kadınlar iç çekti.
Her kadın anne olmak isterdi istisnalar hariç ama kendi kanından birinin bir kadına bunu reva görmesi korkunçtu.
Hayime Hanım sinirlenmişti. Kızına sahip çıkmayan anneye, onu doğurup doğdu diye eziyet eden insana ve kız kardeşine hayatı boyunca taşıyacağı çok büyük bir yükü ve hasreti yükleyen abiye ve tüm bunlara çanak tutan babaya kızmak istedi.
Erkeklerde ise durum daha sert ilerliyordu. Balamir kaşları çatık biçimde öylece elindeki kahve fincanına bakarken kafasında çok şey dönüyordu. O sırada telefonu çaldı. Numara belli değildi. Ekrana tıklayıp kulağına götürdüğünde sadece dinledi.
“Abi, torbacılardan dört tanesini elimize geçti. Fabrikadayız.”
“Geliyorum.”
Telefonu kapadıktan sonra Temur ile göz göze geldi. İkili ayaklandığında babalarının elini öptüler. Sonrasında terasa çıkıp annesine ve kardeşlerine de göründüklerinde evden çıktılar. Onları dışarda Alparslan bekliyordu. Üç araba peş peşe evin önünden ayrıldığında ellerinin uzandığı yerlerde izin vermedikleri beyaz işinin piyonlarını sorgulamak ağa babalarına ulaşmak istiyorlardı.
Hastane de ise işler karışmaya başlamıştı. Nur, kocasının ve baba dediği adamın halindeki değişimi fark ediyordu. Doğumu biraz sıkıntılı olduğu için birkaç gün hastanede kalması lazımdı. Oğlu öyle güzeldi ki mutluluktan gözleri ışıldarken kocasıyla bunu paylaşmak istiyordu ama onu sürekli gergin sinirli ve çatık kaşlı görüyordu.
Yine benzer bir anda “Aybars, hayatım neyin var? Evden bu yana hiç iyi değilsin. Anlat bana lütfen.” dediğinde dalgın olduğu için duymayan adam öylece dışarıyı izliyordu. Nur, dikkatlice ayağa kalkıp kocasının yanına geldiğinde koluna dokundu.
“Aybars.”
“Hı.”
Bir anda koluna dokunulduğu için irkilen Aybars gözlerini karısına çevirdi. Nur, bir süredir hayranı olduğu mavi gözlerde eskisi gibi aşkı göremiyordu. Görünmez duvarlar örülmüştü aralarına ve bunu hep hamileliğe bağlamıştı. İstedikleri gibi sevişip gece hayatı yaşayamıyorlardı. Belki de onu bu etkiliyordu ama o kızı gördüğünden beri Aybars ona göre iyi değildi.
“Neler oluyor? Evden bu yana iyi değilsin. Babam da bir garip. Bana anlat çünkü kendimi aptal gibi hissediyorum.”
Aybars “Nur, lütfen uzan hadi. Dinlenmen lazım. Sonra konuşuruz büyük bir sıkıntı yok.” diyerek koluna girdiği kadına adım atması için teşvikte bulundu ama artık sabrının sınırına gelen genç kadın kolunu sertçe kocasından kurtardı ve sesini yükselterek “Yeter! Hemen bana ne olduğunu anlatacaksın. Aptal yerine koymayı bırak. Seni tanıyorum ben Aybars. Çocukluğumuz gençliğimiz yıllarımız birlikte geçti. Kaşının oynayışından gözünü kaçırmana kadar her şeyini anlarım. Kaç aydır sen sen olmaktan çıktın. Kaçmak yok. Dinliyorum.” dediğinde Aybars oflayıp ellerini saçlarına geçirdi.
“Saçmalıyorsun. Hiçbir sıkıntı yok. Şimdi yat dinlen. Bu hamilelik ve doğum ikimizi de gerdi.”
Odadan çıkarken yatağın kıyısına oturan karısının göz yaşlarına kör adını haykırışlarına sağır kalmayı tercih etti. İsmail Bey ise odaya girdiğinde gelinini ağlarken görünce sinirle soludu.
Nur “Baba, Allah aşkına sen bari anlat. Biliyorum sen birçok şeyi biliyorsun. Ne olur bana işkence etme” dediğinde soluğunu sertçe bırakan adam refakatçi koltuğuna oturup “Beni dikkatli ve sakince dinle kızım tamam mı? Bu konuda Aybars suçlu değil. Onu oyuna getirdiler.” dediğinde kafasında çoktan bir senaryo yazmış yazdığı senaryoda baştan sonra kötü ilan ettiği Umay’dı.