İnsan ne için yaşar bu hayatta? Sevmek? Sevilmek? Daha fazla kazanmak ya da dibe batmak? Umay, dünyaya gelişinde bile lanet okuyan annesiyle, safi masraf olarak gören babasıyla, insan yerine koymayan abi ve ablalarıyla öylesine yaşıyordu. Her şey öylesineydi. Sonra o gelmişti. Mavi gözlü adam aşkı sevgiyi tutkuyu tenine ruhuna aşılamış ardından hiç çekinmeden kanlı tırnaklarını batırıp işkence ede ede geri almıştı.
Ameliyat masasında doktorlar büyük bir karar aşamasındaydı. Tomris, özellikle girdiği ameliyatta boğazındaki düğümünü yok edemiyordu. Hayatı tamamen alt üst olan bu kızın şimdi de geleceği yaralı ve yarım kalacaktı. Kadın Doğum Uzmanı “Başka çaremiz yok. Buna mecburuz” derken kaşları çatılan Tomris “Olmalı. Bir çare olmalı. Bunu yaparsak ileride hayatı ciddi şekilde etkilenir.” Diyerek başını olumsuz anlamda sallıyordu.
Saliselik karar anında Umay’ın bağlı olduğu makinelerden ses gelmeye başladı. Ameliyat hemşiresi “Kan basıncı düşüyor” derken doktorlara baktı. Tomris yutkundu.
“Kan. Kan yeterli değil iki ünite daha gerekli.”
Hemşire koşup ameliyathane telefonundan hastanenin kan bankasını aradı. Aldığı cevapla “Ellerinde kalmamış” dediğinde sinirle soluyan kadın “Dışarıda bekleyen adamlardan birinin kanı hasta ile uyumlu. Hemen haber verin” diyerek hiç istemediği ama mecbur olduğu işlemi yapmaya başladı.
“Affet beni Umay. Yaşaman için bunu yapmak zorundayım.”
Ameliyathanenin kapısı açıldığında Balamir, Aybars’ı yakasından tutmuş “Siktir git lan” diye hırpalıyordu.
Hemşire telaşla “AB Rh negatif kan grubuna sahip olan hanginiz?” Derken Temur'un tuttuğu Emine “Neler oluyor?” diyerek ileri atıldı.
Hemşire “Lütfen beni oyalamayın Hanım efendi, hastanın acil kana ihtiyacı var.” Değince Temur “Benim kan grubum uyumlu.” Dedi. Hızlıca kan alınması için başka odaya alınan adam sonrası Aybars ileri adımlamak istedi. Balamir’e çarptığında “Çekil” dese de önünde duvar gibi duran adama fayda etmedi.
“Çekil dedim sana. Sevdiğim kadın ölüyor.”
Balamir dişleri arasından dalga geçer gibi “Hadi ya. Bak ben bunu bilmiyordum.” Dedikten sonra “Lan pezevenk buradaki kız sevdiğin de doğum yapan neyin ulan, karın değil mi? Bak siktirme bana dalağını bas git. Utanma yok anladık ama fazlası benim damarıma basmak olur, basma. Fena yakarım canını.” Diyerek omzundan geri itti. Emine ise titreyen bedeni ile Balamir’in yanına gelip Aybars’a “Git buradan. Hakkın olmayan yerde duramazsın. Senin yerin burada da onun hayatında da yok. Karına git” dedi.
Başını olumsuz anlamda sallayan adam “Umay burada kötüyken gidemem. Anla beni Emine. Onun için her şeyi yaparım. Bana git deme ne olur.” Diyerek resmen yalvardığı sırada “Aybars” diye biri seslendi. Senin geldiği yöne baktıklarında yaşlı bir adam çatılmış kaşlarıyla “Derhal karının yanına dön.” Dediğinde sinirle ona dönen Aybars kararlıydı.
“Asla. Benim sevdiğim kadın burada. Benim yüzümden ne hale geldi. Onu alsa bırakmam!”
Balamir “La havle Vela. Delirmemek çeyrek kaldı. Ulan bas git. Erkek orospusu.” dedikten sonra daha da geri itti ve yaşlı adama “Köpeğine sahip çık amca bey, fazla havlar oldu. Kesi veririm sesini elimden kimse alamaz” dediğinde Aybars diklenmek istedi ama başı ile korumalarına işaret veren İsmail Bey kollarından tutulup götürülmesini izledi. Adım adım Balamir’in karşısına gelip “Ağır ol delikanlı. İsmail Arslan’ın oğlunu tehdit etmek daha kimsenin haddi olmadı.” deyince dudağının ucunu havalandıran adam “Senin oğlun kim bilmem ama sen benim kim olduğumu öğren de bir daha buralarda yaşına rağmen racon kesmeye kalkma. Senin de karşında Balamir Atalan var. Şimdi o pezevenk oğlunla birlikte yol al bey amca. Bana hastaneyi içinde sizle yaktırma.” dedi.
İsmail Bey anlık kaşlarını kaldırsa da sonrasında tek kelime etmeden arkasını döndü ve gitti. Bir saat kadar sonra kapı bir kez daha açıldığında içeriden Tomris çıktı. Resmen üzerinden tır geçmiş gibiydi. Saç bonesini avucunda sıkarken Emine hemen önüne geldi ve “Nasıl? Umay iyi değil mi?” diye sormaya başladı.
Sıkıntılı biçimde soluk veren kadın “İyi diyemem. Yoğun bakımda birkaç gün kalacak. Yaraları ciddiydi. Toparlaması zaman alacak.” dediğinde gözlerini kapatan Emine “Ah benim kadersizim.” diye mırıldanmaya başladı. Genç kadın bunu söylemek istemese de hasta yakını olarak orada duran kıza bilgi vermeliydi.
“Bir şey daha var.”
Gözlerini açan genç kız “Ne? Ne var?” dediğinde Temur ile Balamir de onu dinliyordu.
“Bıçak darbelerinin ikisi rahmi ve bir yumurtalığı parçalamıştı. Kurtarmaya çalıştık ama ne yazık ki almak zorunda kaldık.”
Eli ağzına kapanan genç kız sendelerken Temur kolundan tutup oturmasını sağladı.
“Olmaz. Olamaz. Daha bebeği kaybettiğinden habersiz. Şimdi bir daha anne olamayacağını öğrenince dayanamaz. Umay, o canına kıyar.”
Ağlamaya başladığında Balamir ile göz göze gelen Tomris iç çekti. Kaşları çatılmış halde duran adamın dişlerini sıktığı çene kaslarından belli oluyordu. Ona bunu yapan abi bozuntusunu yok etmek istedi. Yanına gelen adamlarından birine “Buradan ayrılmayın. Sorun istemiyorum.” diyerek arkasını döndüğü an Temur da hareketlendi.
“Sen gelme koçum. Burada kal.” Başı ile oturduğu yerde iki büklüm ağlayan kızı işaret etti.
Aybars, adamların zoru ile bir odaya tıkıldığında arkasından gelen babası sertçe hırçın oğluna “Kendine gel. Yan odada oğlunla karın var senin.” diye çıkıştığında ellerini saçlarına geçiren adam “Biliyordun. Onun hamile olduğunu biliyordun ve buna rağmen kendi kafanda kurduklarını ona anlattın. Konuşmamıza izi vermedin.” diyerek öfkeyle konuştu.
İsmail Bey dik duruşunu bozmadan “Üç günlük kızlar için aileni dağıtmana elbette izin vermeyecektim. Üstelik çocuğun öldüğünü öğrendim ki bizi bir beladan daha kurtarmış oldum. Yıllar sonra gayrimeşru bir piçin baba diye karşına çıkıp mallarıma ortak olmasına tahammül edemezdim.” dedi.
Gözleri ateş alan Aybars duyduklarına inanamıyordu. Sinir, öfke o kadar çoktu ki karşısındaki kişi babası olmasa çoktan yumruğu yüzüne geçirmiş ağzını burnunu kırmıştı. Elleri yumruk olurken “İleri gitme İsmail Bey. Yoksa o mal varlığını bırakacak bir oğlun olmayacak.” demekle yetindi. Aklı Umay’daydı. Evden çıkarken ki bakışı, yıkılmış hali, gözlerindeki yok oluş unutabileceği bir şey değildi. Yalan söylemenin böylesine büyük bir yıkım yaratacağını düşünmemişti. Doğumdan sonra Nur ile konuşup anlaşmalı boşanacak ve tamamen Umay’ın olacaktı ama herşeyi eline yüzüne bulaştırmıştı.
“Ne demek istiyorsun? Ağzından çıkanı kulağın duysun. Bir kenar mahalle gülü için babana saygısızlık yapamazsın.”
Alay eder gibi sinir dolu bir “Hah” sesi çıkaran genç adam “O gül için değil sana saygısızlık yapmak silerim bile. Hayatım konusunda sınırını fazlaca aştın baba sakın dahası için uğraşma. Yemin ediyorum ne olduğunu anlamadan ezer geçerim seni.” diyerek yanından geçip gitti.
İsmail Bey, ilk kez oğlunu bu kadar net ve kararlı görüyordu. Umay denen kız onun için sorun olacak gibiydi. Onu ortadan kaldırması gerekirse yapacaktı. Önce hastaneden uzaklaştırması gerekecekti. Sonrasına bakardı. Tek evladını o kız yüzünden kaybetmeyecekti. Yakın dostu olan başhekimin ve hastane sahibinin yanına giderken kafasında sadece kızdan kurtulmak vardı.
Yoğun bakım camında dostuna bakan Emine bacaklarının onu tartmayacağını düşünüyordu. Elinde arkadaşının üzerinde kanlı beyaz elbise ve çantası vardı. Sıkı sıkıya tutmuştu. Sanki onları bırakırsa Umay gidecekti. Omuzunda hissettiği el ile yerinden sıçrarken Tomris “Korkma canım benim” diyerek kızı sakinleştirmeye çalıştı. Titreyen Emine’yi bekleme koltuğuna oturturken yanlarında olan Temur’a “Su, çay ya da kahve getirmesene ablam. Biraz toparlanmasına yardımcı olur” dediğinde başını sallayan adam son kez mavileri kanlanmış kıza bakıp gitti.
Tomris elindeki eşyalara uzanıp “Kenara koyalım” dediğinde daha da sıkan kız “Olmaz. Bu, onun. Ben onunla benzer bir hayatı yaşıyorum. Bizde kızlar hep beşinci sınıf muamelesi gördü. O istenmeyen çocuktu ben erkek beklenirken doğan kız. Çalıştık, üstümüzden geçindiler ama aşağılamaktan asla vazgeçmediler. Sonra Umay ile birbirimizi bulduk. Hani yaralar aynı olunca hemen anlar ya insan bizde anladık. Anlaştık. Sekiz yıl. Koca sekiz yıl birbirimize omuz olduk. Yaralarımızı sardık. Kan değil bizdeki can bağıydı. O şerefsiz benim canımı kandırdığında mutluluğuyla mutlu olmuştum. Bilsem başına bunlardan biri gelecek. Kendimi parçalar yine de onunla olmasına izin vermezdim. Şu haline baksana. Kandırıldı. Aptal yerine kondu. Kalbi bin parçaya bölündü. Bebeğini kaybetti. Anne olma şansı ellerinden öz abisi tarafından alındı. Sevdiği adamın karısı ile aynı hastanede yatıyor. O pislik karısının çocuğunun yanındayken destek olurken burada benden başka kimsesi yok. Hoş benim de artık gidecek bir kapım yok.” derken yanağından süzülen yaşı silme zahmetine girmedi bile.
Tomris bu iki yaralı kızın her defasında sızan kanlarını görüyor içi acıyor mehametli yanı parçalanıyordu. Kaşları merakla çatılırken “O da ne demek?” değince acı acı tebessüm eden Emine tek eliyle cebinden telefonunu çıkardı ve mesajı açıp okuması için uzattı. Telefonu eline alan Tomris mesajı okurken kanının donduğunu hissetti. Onlar on kardeşti. Sekiz erkek iki kız. Anne babası da dahil ailesinde kimse böylesi bir zulmü geç haksızlığın h sini yaşamamıştı. Sevgiyi, merhameti, şefkati, birlik beraberliği ve gerçekten aile olmanın gereklerini öğrenmişlerdi. Şimdi arkadaşının eşyalarını sımsıkı tutan kızın aldığı ölüm tehdidi ve evden kovulduğunun kelimelere dökülmüş hali sinirlerinin gerilmesine yetiyordu.
Balamir, karakola girdiğinde onu tanıyan birkaç polisin bakışlarını hissetse de direkt amirin yanına girdi.
“Balamir, hayırdır inşallah?”
“Şu hastanede kardeşini bıçaklayan it burada değil mi?”
Sıkkın bir soluk bırakan adam “Burada, ama görüş yasağı var. Bir saat sonra nöbetçi mahkemeye gönderilecek sonrası hapishane.” dediğinde öğrenmesi gerektiği her şeyi duyan adam “İyi” değip arkasını döndü.
“Neler oluyor Balamir? Bak, bu konu ile bağlantın ne bilmiyorum ama cezasını adalet verecek. Sakın müdahil olma.”
Yeşilleri zehir tonuna bürünen adam omuzunun üzerinden “Seni severim Macit abi. Adalete de güvenim sonsuz. Ne diyorsan o olsun” dedi ama kafasında çoktan birçok şeyi halletmişti.
Gün geceye gece sabaha dönerken rutin kontrolleri yapılan Umay hala uyutulurken Emine Tomris’in ikazları sonucunda bir şeyler yemek için kantine inmişti. Camdan içeri bakan kadının yanına gelen başhekim “Tomris Hanım, hastanın tüm bilgileri tamamlansın. Başka bir hastaneye nakli gerçekleşecek.” dediğinde kaşlarını çatan kadın yavaşça ellili yaşlarında olan adama döndü.
“Nakil?”
“Evet, nakil. Hasta sigortalı ama geldiğinden bu yana vezneye ödeme yapılmamış. Sonuç itibari ile amme hizmeti yapmıyoruz. Üstelik çok hatırlı bir dostum bu hastanın hastaneden uzaklaştırılması konusunda rica da bulundu. Gereğini yapın.”
Tomris, dişlerini sıkarken “Zekeriya Bey, burası bir hastane eş dostun ricasını hayata geçirme mekanı değil. Kaldı ki sorun ödemeyse birazdan tüm masrafları ben yatırırım. Hastanın durumu kritik. Başka yere nakli söz konusu bile değil. O çok değerli dostunuz bundan rahatsızsa kendisi pekala gidebilir. Keyfe keder iş yapmıyoruz burada.” dediğinde karşısındaki adamın yüzünün kızardığını görüyor bunu umursamıyordu.
Balamir, içeri giren adamın yüzüne dikkatle bakarken kafasından geçen dayak sahnelerine karşın dudağının ucunu eğlenceli biçimde yukarı kıvırıyordu.
“Sen de kimsin?”
“Azrailin.”
Balamir gerçekten de abi bozuntusunun eceli olacaktı. Girdiği nöbetçi mahkeme sonrası cezaevine nakli olduğunda kapıda bekleyen kişi Balamir ve adamlarıydı. İçeri ise çoktan haber uçmuştu. Babası ve diğer erkek kardeşi içinse başka planları vardı.