Korkusuz muydum yoksa Vedat Bey'in dediği gibi deli cesareti mi vardı bende bilmiyordum ama içimden bir ses o arabaya bin ve o adama korkmadığını kanıtla diye bağırıyordu.
Kapı açık dururken ne kapıyı açan adam ne de Karadağ tek kelime etmedi. Bineceğimden emin gibiydi. Onu yanıltıp yürüyüp gitsem hiçbir şey yapmayacağından neredeyse emindim. Fakat her zamanki gibi merakıma ve hırsıma yenik düştüm.
Sert adımlarla ilerleyip arabaya bindim. Karadağ'ın tam karşısına oturduğumda bakışları elinde çevirdiği altın kaplama gibi duran çakmaktan ağır ağır bana döndü. Kapıyı açan adam tekrar geri kapattığında araba hareket etti.
Dudaklarına götürdüğü sigarasını çekerken kısılan gözleri üzerimde dolandı. Hafif çatılmış kaşları ve buz gibi bakışlarıyla karşılaşınca ürperdim. Siyah saçları, esmer denebilecek buğday teni ve keskin hatlarıyla yüzü saatlerce bakılacak cinstendi. Otuzlarına yakın, olgun biri gibiydi ama karakterindeki alaycılığı seziyordum. Üzerine giydiği takım elbisenin ceketini çıkarmış, gömleğinin bir iki düğmesini açmıştı. İstemsizce gözlerim yapılı vüducuna kayarken sağ omzunun açıkta ki kısmından dövmesini gördüm. Sağ elinin üstünde de dövme olduğundan o kolunun komple dövmeyle kaplı olduğunu hayal ettim bir an. Bakışlarım gergin kollarına kayarken o kadar kaslı geldi ki gözüme sanki pazularını sıksa gömleğin kumaşı patlayacakmış gibiydi. Koltukta hafifçe yayılmış, bacaklarını açarak oturduğu için gözlerim istemsizce oraya kaydı. Fark ettiğim an hızla bakışlarımı kaçırıp cama baktım.
Bunu o da fark etmiş olacak ki melodik ve erkeksi gülüşü kulaklarımı doldurdu. Çatık kaşlarımla ona döndüğümde sırıtışını ve yanağında hafifçe belli olan gamzesini fark etmemle kaşlarım biraz gevşedi. Gerçekten gülümsese o gamzenin ne kadar güzel görüneceğini düşündüm bir an. Ama bunu görmek imkansız gibi bir şeydi herhalde çünkü buz gibi bakışlarıyla etrafa korku yayan bir kas yığınından başkası değildi. Samimiyetten uzak egolu sırıtışı sürerken sigarasından bir nefes daha çekti.
Sigarasından çıkan duman yüzüme gelirken gözlerimi kıstım ve kendime engel olamayarak hafifçe öksürdüğümde yüzündeki sırıtış kayboldu. Gözlerini benden ayırmadan, sigarayı tuttuğu eliyle camı açtı ve sigarayı rastgele dışarı fırlattı.
Çakmağı çeviren eli duraksamazken gözleri arkama kaydı ve önde oturan adama başıyla sertçe işaret verdi. Ön tarafla arka taraf arasındaki siyah cam kısım kapanırken rahatsızca yerimde kıpırdandım ve yatağımdan bile rahat olan koltuklarda biraz geriye kaydım.
Vücudum gerilirken içimden kendime küfürler etmeye başlamıştım bile. Hakkında onca suç, onca cinayet, onca vahşet duyduğum adamın arabasına sanki kendi arabammış gibi rahatça binmiştim. Vedat'ın avukatlarla ilgili söyledikleri kulaklarımda çınlarken derin bir nefes aldım. Ya beni de öldürürse? Ya arabaya alma amacı buysa? Ya böbreğimi satacaksa? Bu düşünceyle gözlerimi irice açtım.
"Merak etme böbreğini satmayı düşünmüyorum."
Kurduğu cümleyle gözlerim genişçe açılırken bu halimden keyif aldığı belliydi. Kaşlarım çatıldı. Benimle konuşmak istediği için mi buradaydım yoksa gerçekten zarar mı verecekti bilmiyordum. Bu yüzden aklıma ne gelirse söylemeye karar verdim.
"Şu an kaçırılıyor muyum?"
Gözleri kısılırken gülmemek için kendini tuttuğu belliydi. Gözlerime dikkatle bakarken, "Seni kaçırmam için bir sebep mi var?" dedi. O kadar derin bakıyordu ki o an odaklandığım tek şey koyu yeşil gözleriydi. O kadar koyuydu ki... Onu ilk gördüğümde uzaktan göz rengini anlamamamın sebebi buydu.
Tekrar konuya odaklanmak için gözlerimi kırpıştırdım ve bakışlarımı kaçırdım. Baktığım yer şekilli ve kalın sayılabilecek dudakları olduğunda hemen tekrar gözlerine baktım. Evet, beni kaçırması için bir sebep vardı. Ama acaba onun bundan haberi var mıydı.
"Bence yok." diye mırıldandım. Kaşları keyifle kalkarken devam ettim. "Peki neden buradayım?"
Bakışları keskinleşirken dirseklerini dizlerine yasladı ve hafifçe eğildi. Bu hareketiyle yüzlerimiz yakınlaşırken benim birbirine kenetlenmiş bacaklarımın onun büyük iki bacağı arasında kaldığı gerçeği gözümden kaçmamıştı.
"Ortağımız Vedat Kılıç'la olan samimiyetini merak ettim." diye başlarken Vedat'ın adını bile söylemekten tiksiniyor gibiydi. "Yakını mısın? Mekana arada sırada gelip giden bir yeğeni olduğunu duymuştum."
Yuktundum ne diyeceğimi bilemeyerek sadece kafamı olumsuz anlamda salladım. Sessiz kaldığımda devam etti. "İş yaptığı insanları tanırım. Yani çalıştığı biri de değilsin." bakışları karardı. "Sevgilisi misin?"
Bu sorusuna sinirlenirken kaşlarım çatıldı. Garip bir şekilde kendi sorusuna o da sinirlenmişti. Ya da vereceğim cevabın hoşuna gidip gitmeyeceğini tartıyordu.
"Hayır." Keskin cevabımın doğruluğunu tartar gibi gözlerini kıstığında sadece bu sorusuna cevap verdiğimi de fark etmişti. Yalan söyleme ihtimalim olduğunu düşünmesi bile beni sinirlendirirken gerildim.
Bu halime bakışları yumuşarken yine benim tepkimden keyif aldığını biliyordum. "Vedat Bey'in neyi olduğum sizi neden ilgilendiriyor?"
"Merak."
Bir kaşım kalkarken, "Kendisine neden sormuyorsunuz?" dedim. "Aranız mı kötü?"
"Evet." dedi. "Küsüz."
"Ne?" derken omuzlarını silkti. Çok ciddi duruyordu. "Küsmüş bana."
Ne tepki vereceğimi bilemeyerek kaşlarımı çattım. "Nasıl yani? Küsmüş mü? Koskoca adam ortağına mı küsmüş? Hem bugün daha siz gelince-"
Sırıtmaya başlamasıyla duraksadım. "Dalga mı geçiyorsun?" Sırıtması büyüdü. Kesinlikle dalga geçiyordu. Öyle ki gamzesi de bir öncekine göre daha belirgin oldu. Beni çocuk ya da saf yerine koyduğu için mi 'küsmüş' demişti anlayamadım.
" 'geçiyorsun...' sizli bizli konuşmayı bıraktın sonunda."
"Hayır, ne münasebet. Ayrıca siz neden dalga geçiyorsunuz benimle? Ciddi bir şey sordum."
"Biz dalga geçmiyoruz seninle." diye tekrar alay ederken sinir katsayım yükselmeye başladı.
"Sırf ortağınızın neyi olduğunu sormak için mi hiç tanımadığınız birini arabanıza aldınız? Bir de bu saatte?!"
Kafasını yana eğdi. "Evet. Peki sen neden hiç tanımadığın birinin arabasına bindin? Bir de bu saatte?"
Söylediği şeyle dondum. Verecek cevap ararken gözlerimi kaçırdım. Ne diyecektim? 'Ya ben Vedat Bey'le size karşı gizli bir anlaşma yaptım. Sizin de bundan haberiniz olduğu için benimle konuşmak istiyorsunuz sandım da ondan şey oldu, pardon.' mu diyecektim?!
Ağzımı açamadığımı fark edince yana eğdiği kafasını kaldırıp biraz daha yüzüme yaklaştı. "Ailen yabancılar konusunda seni uyarmadı mı, küçük hanım?"
Kurduğu cümle ayrı, yakınlığı yüzünden hızlanan kalbim ayrı sinirimi bozarken sert bir soluk aldım. Güzel kokusu burnuma dolarken bir anlık ona cevap vermeyi unutup kokunun ne olduğunu anlamaya çalıştım. Parfüm kokusu da vardı ama onunla karışan kendi kokusu daha çok ilgimi çekmişti. Fakat kokunun tonunu zihnimde anlamlandıramadım.
Kendimi hafifçe geri çekerken, "Ailem beni uyardı tabiki." sinirim tekrar yerini bulurken hafifçe kaşlarım çatıldı. "Ayrıca ben küçük hanım falan değili-"
Arabanın ani manevrasıyla cümlem yarıda kesildi. Bedenim ona doğru savrulurken o bundan hiç etkilenmemiş gibi beni kollarımdan yakaladı. Ellerim sert göğsüne yaslanırken dengemi sağlamaya çalıştım. Hala oturuyordum ama vücudum ona eğikti. Burunlarımız neredeyse birbirine değecekti. Kollarımdan tutan elleri gerilirken endişeli olduğuna yemin edebileceğim gözleri beni buldu. "İyi misin?"
O anki yakınlığı, burnuma dolan kokusu, bakışları her şeyi unuttururken utançtan tırnaklarımı göğsüne batırmamak için kendimi zor tuttum. Onun bakışları arkamdan şoföre dönünce yine gözleri o soğuk ve korkunç haline büründü. "Cihat!" diye birden bağırdığında çok yakınında olduğum için ani sesle sıçradım. Öndeki adam aradaki camı indirdiğinde Karadağ daha kısık bir sesle, "Düzgün kullan şu arabayı." dedi.
"Kusura bakma abi. Şerefsizin biri birden atladı motorla." mahcup bir şekilde aradaki camı geri kapattı.
Kendimi geri koltuğa çekerken düzgün oturabildiğimden emin olmak için büyük elleri hala kollarımdaydı. Ani hareketle elbisenin kolu biraz sıyrılmıştı ve sol kolumdaki küçük yılan dövmesi belli oluyordu. Karadağ'ın bakışlarının oraya kaydığını fark edince kollarımı ondan çekip elbisenin kollarını tekrar kapattım.
"Sen mi yaptın?"
Ani sorusuyla kaşlarım çatıldı. "Anlamadım?"
"Dövmeyi diyorum."
Ben yapmıştım ama nasıl anlamıştı bilmiyordum. Görenler genelde profesyonel işi sanıyordu.
"Evet." diye mırıldandım bakışlarım koluma kayarken. "Nasıl anladı-" bunu soracakken vazgeçtim. Onunla herhangi kişisel bir diyaloğa girmek istemiyordum. "Her neyse." diyip elimle yüzüme düşmüş saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdım.
"Dövme yapmayı biliyorum." diye cümleye girdiğinde bakışlarım ona döndü. "Dışarıdan bir göz anlamayabilir ama ben iğne hatalarını görebiliyorum."
Kaşlarım çatılırken elbisenin kumaşını iyice çekerek dövmeyi tamamen kapattım. "Öyle mi?" diye sordum alayla.
"Öyle." dedi ve sırıtışı tekrar yüzünde yer edindi. "Ve daha bir sürü şey yapmayı biliyorum, küçük hanım."
Sinirle kaşlarımı kaldırdım ve dudaklarımı yaladım. Kırmızı rujumun tadını alırken bir anlık bakışlarının dudaklarıma kaydığına şahit oldum. "Ne gibi mesela?" dedim. "Adam vurmak? Mekan basmak? Tehdit etmek? Bunlarda da uzmansınız değil mi?"
Sinirlenmesini bekledim. Hatta bağırmasını... Ama yüzündeki keyifli ifade değişmedi. Bu hali beni daha da sinirlendirirken sert bir soluk verdim. "İnmek istiyorum." gözleri kısılırken hiçbir tepki vermedi ama keyfi kaçmış gibiydi. "Hem nereye gidiyoruz?"
Tekrar cevap vermeyince, "Durdurun arabayı!" diye bağırdım ön tarafla aradaki cama doğru. Araba ilerlemeye devam ettiğinde kapıyı açmak için uzanacağım sırada tek elini belime koyup beni tekrar yerime oturttu.
Eli belimin kıvrımıyla bir yapboz parçası gibi bütün olmuştu. İnce kumaşın üstünden bile elinin sıcaklığını hissederken baş parmağıyla belimi hafifçe okşadığını hissettim. Vücudumu yakan bu ani temasıyla bağırmak istedim. 'Sapık mısın, ne cürretle bana dokunursun?' diye cırlamak istedim. Ama yapabildiğim tek şey "Elini çek." diye fısıldamak oldu.
Bir saniyelik bakışı ince belimi kavrayan büyük eline kayarken bakışları yoğunlaştı. Sonra ateşe dokunmuş gibi hızla elini çekti. Ben içimden dört nala koşan kalbime küfürler yağdırırken ayrıca şu an ne yapacağımı düşünüyordum.
"Seni korkutmak istemedim." dediğinde istemsizce kaşlarım çatıldı. Buz gibi sesi bile korkmam için yeterliydi. Hala belimde olan yoğun bakışları gözlerime çıktı. "Dediğim gibi, Vedat'la olan samimiyetini merak ettim. Kendisi iş ortağım sayılır, aramız bozuk. Ve... " bakışları yüzümde dolandı. "Seni bizzat tanımak istedim."
Neden diye soramadım. Koskoca Karadağ neden beni bizzat tanımak istemişti? Ve bu araba hala nereye gidiyordu? Gerçekten böbreğimi mi çalıp satacaklar? Ve tekrar bu düşüncemle gözlerimi irice açtım.
"Hayır. Böbreğini satmayacağım."
Tekrar şaşkınlıkla ona dönerken soğuk bakışları keyiflendi. Elini bana uzattı. "Arslan." dedi. "Arslan Karadağ."
Havada duran eline bakarken tutup tutmamak arasında kararsız kaldım. Koyu yeşilleriyle göz göze geldiğimde kafasını hafifçe yana eğdi. O sert görünüşünün aksine masum biri gibi duruyordu. İçimden bir ses onun bu halinin bana özel olduğunu fısıldadı. Ya da öyle olmasını istedim.
Elimi kaldırıp elini tuttum. Büyük eli ince parmaklarımı sararken, sıcak elinin soğuk elimi yaktığını hissettim. "Asena." dedim sadece. Bakışları yoğunlaştı. Elim yanıyormuş gibi hızla geri çektim ve kucağıma koydum.
Bir dakika sonra araba bir anda durdu. Kapı açılırken görüş açıma bizim bina girerken şaşkınlıkla Karadağ'a baktım.
Evimi nerden biliyordu? Evimi biliyorsa adımı da zaten biliyordu. İşimi de araştırmış olabilir miydi? Bunları ne zaman öğrenmişti?
Şaşkınlığımdan keyif aldığını fark edince aralık dudaklarımı sertçe birbirine bastırdım. Böyle bir adamın bunları öğrenmiş olmasına şaşırmamak gerekiyordu. Arabadan indim ve ona doğru döndüm. "İyi akşamlar, Aslan Bey."
Adı Arslan'dı ve adının yanlış söylenilmesinden nefret ediyordu. Bunu biliyordum. Ama bu cümlemden sonra sırıttı ve yol boyunca içmediği sigarasından bir dal alıp gözlerini gözlerimden ayırmadan yaktı. Arkamı dönüp binaya ilerleyeceğim sırada söylediği şeyle adımlarım yere çivi gibi çakıldı.
"İyi akşamlar, avukat hanım."