Araba hareket ettiğinde lastiğin kaldırdığı tozla baş başa kaldım.
Biliyordu... Arslan Karadağ, benim avukat olduğumu, oraya neden geldiğimi, Vedat Bey'le konuşma sebebimi...
Neden bir şey yapmamıştı peki? Yoksa bu bir uyarı mıydı? Ya da beni hiçbir şey yapamayacak acemi bir avukat olarak mı görüyordu? O yüzden mi ciddiye almamıştı?
"Kız Asena!"
Apartmanın üst katından, balkondan bana bağıran Nurgül teyzeye döndüm. Hırkasını takmış, elinde çekirdek, muzip bir bakışla beni kesiyordu.
"Kimdi kız bırakan? Manitan var da bize mi anlatmıyon?"
Aklımdaki düşünceler zaten karman çormanken bir de bu gerçekle bir kez daha yüzleştim. Aile apartmanı! En üst katta halamlar, bir alt katta amcamlar, onun altında ben ve giriş, bahçeli katta da annemler oturuyordu. Camdan bana bakan Nurgül teyzeye oflayarak baktım. Amcamın karısıydı ve aslında tatlı bir insandı ama şu an hiçbir şey çekecek kafam kalmamıştı.
"Araba da güzeldi ha. Zengin mi kız?"
"Of Nurgül teyze! Ne alakası var Allah Allah! Boşver sen hadi iyi akşamlar."
Anahtarı çantamda ararken apartmana doğru ilerledim.
"Kız zenginse annesini bizim altın gününe çağır."
Nurgül teyzenin yukarıdan hala söylenmesine gözlerimi devirdim ama sırıtışımı da engelleyemedim.
Apartmana girdim. Tam annemlerin dairesinin kapısını çalacakken kardeşim Barış açtı kapıyı. Kafasına uçan terlikten son anda kurtulduğu için terlik benim suratıma geldi.
"Abla hoşgeldin. Hadi ben kaçtım."
Annem arkasından bağırırken ben içeri girdim. Yine sınava çalışmadığı içindi bu kavga biliyordum. İyi bir lise kazanamamıştı ve ben kötü bir liseye gitmesini istemediğim için masrafları benim karşılamam şartıyla ailemi özel okula ikna etmiştim. Şu an derslerini toparlamıştı ama annemler hala gergindi. Gidip annemin yanağını öperken, "Boşver sen onu Nesli Sultan. Bırak biraz gezsin." dedim.
Annem bana ters bir bakış atıp içeride koltuğa kurulmuş dizi izleyen babama, "Duydun mu Erkut? Oğlun bir kızın iki. Delirteceksiniz beni vallahi!" diye söylendi.
Gülerken babamın yanına gittim. Şirketteki işlerden bana bahsederken hala onların yanında çalışmam için ısrar ediyordu. Ama ben kendi ayaklarım üzerinde durabileceğimi kanıtlayacaktım.
Karadağ... Onun davasını bir kazanayım, işte o zaman rahatlayacaktım. Hem kardeşim üniversiteye geçince artık onun okuluna verdiğim parayı kendi evimi başka bir yerde tutmak için harcayacaktım. Her şey hallolacaktı yani.
Herkese iyi geceler dedikten sonra üst kata, kendi daireme çıktım. Burası da bizim dairemizdi. Birkaç sene önce kiracı çıkınca ben üstüne konmuştum. Şimdilik istediğim semtteki evi tutacak param olmadığı için bununla idare ediyordum. Kendimi yatağa atıp bir gün içinde yaşadığım onca kaosu düşündüm.
.
~~~
.
Sıcak ve büyük elleri vücudumda kayarken belimde duraksadı. Sanki büyük elleri arasında belim küçücük kalmış gibi sarmaladı. Beni kendine bastırırken nefesini ensemde hissettim. Kafam göğsüne yaslanırken nefesim hızlandı. Elimi geriye attığımda sert göğsüne tırnaklarımı geçirdim. Bunu yapmamla ağzından çıkan erkeksi tını neredeyse aklımı kaybetmeme sebep olacaktı.
Neredeydim bilmiyordum. Yer yoktu. Zaman yoktu. O vardı. Ben vardım. Sesi vardı. Nefesi vardı, tenimi yakan. Vücudumdaki dokunuşları vardı. Siktir, kokusu vardı. Vücudundan yayılan o kokuyu net olarak duyuyordum.
Ellerinin karnıma oradan da daha aşağılara kaydığını hissettiğimde kafamı geriye attım. Kalbimin kulağımda attığını duyuyordum. Nefesim kilometrelerce koşmuşum gibi sıktı.
Sert elini tutup onun bana dokunmasını engellediğimde güldüğünü duydum. Ve bu neredeyse dizlerimin bağının çözülmesine sebep oldu.
"Seni korkutmak istemedim, küçük hanım."
.
~~~
.
Nefes nefese uyandığımda alarmım çalıyordu. Elim dokunuşunu hissettiğim belime, nefesini duyumsadığım enseme gitti. Birkaç saniye algılayamadım. Rüyaydı.
"Siktir!"
Kendimi geri yatağa atarken kalbim hala deli gibi çarpıyordu. Neydi bu şimdi? Sadece arabada on beş dakika konuştuğum bir adam üzerimde nasıl böyle bir etki bırakmıştı? Kokusunu, dokunuşlarını nasıl bu kadar net hissetmiştim? Karadağ...
Ter içinde olduğumu fark edince hızla yataktan kalktım. Sinirle alarmı kapatıp banyoya ilerledim. Onun üzerimde bıraktığı etkiyi kendime yediremiyordum. Hızla duş alıp hazırlanmaya başladım. Bugün kanıt toplamak için Karadağ'ın mekanlarına gidecektik.
________
Gün içinde gezdiğimiz dördüncü mekan falandı. Hazan artık topuklu ayakkabı yüzünden ağlamak üzereyken Mert kaçıncı olduğunu saymayı bıraktığım içkisini yudumluyordu.
"Lütfen bu son mekan olsun. Yoksa bu topuklu ayakkabıları Mert'in bir tarafına sokucam." Hazan'ın söylenmesiyle Mert ona döndü.
"Ben ne yaptım kızım?"
"Hiçbir şey yapmadın, Mert! Sorun o! İnsan ayakkabımı vereyim falan der. Hiç olmadı taşısaydın bari beni." bunu söylerken kızarmıştı.
Hazan Mert'den hoşlanıyordu. Bunu son bir senedir falan kabul etmişti ama Mert nedense karşılık vermiyordu. Hazan'ın dediklerini umursamadan içkisini içmeye devam ederken gözlerini devirdi.
Sabahtan başlayıp Karadağların önce iki restoranına gitmiştik. Orada birkaç kişiyle sanki meraklı bir müşteri gibi konuşup gizlice bilgi toplamaya çalışmıştık. Pek bir şey çıkmamıştı. Herkes yaşanan olayları biliyordu ama detayları ve kimin yaptığını sorunca kimsenin ağzını bıçak açmıyordu.
Oradan sonra bir eğlence mekanına gitmiş ve Vedat'la Karadağ'ın husumetinin eskiye dayandığını öğrenmiştik. Bunu Vedat'a sorup sormama konusunda şüpheliydim. Orasını önce kendim araştıracaktım.
Ve son olarak şimdi buradaydık. Inferno. Karadağların en ünlü ve merkez olarak bilinen mekanı. Aslında alkollü bir eğlence mekanıydı fakat club gibi de değildi. İçip sapıtanlar ya da ortalıkta yiyişenler yoktu. Daha nezih ve saygın insanlar vardı.
Biz de Karadağların bu gece buraya geleceğini öğrenince son olarak buraya da uğramak istedik. Saat gece yarısını geçmek üzereydi. Ve Mert gittiğimiz her mekanda ikramlık ne kadar içti varsa içmişti. Sözde bizi korumak için yanımızdaydı ama ayakta zor duruyordu.
Mekan iki bölümdü girişte önce tam karşıda, ileride bar kısmı vardı. Sağda yemek için masalar, solda ise kokteyl masaları vardı. Dans pistini kokteyl masalarından bir basamak indirmişlerdi. Ayrıca sol kısımda dans pistinin üstünde VIP üyeler için balkon katlar da vardı. Club gibi rengarenk ışıklar yoktu. Sarı loş bir ambians vardı. Ayrıyeten bunun dışında bir üst kat daha vardı fakat orada ne olduğunu hiç bilmiyordum. Sadece mekana girerken yukarıdaki yüksek terası görmüştüm.
Müziğin sesi birden kısılırken bakışlarım etrafta dolandı. Biz bar kısmının sağ kısmında, yani yemek masalarına yakın kısmında oturuyorduk. Girişten birden birçok adamın girmesiyle gözlerim tek bir kişiyi aradı. Arslan Karadağ, tüm heybetiyle önden yürüyordu.
Hızla arkamı dönerken Hazan'ı da bana doğru döndürdüm. Bizi görmemesi en iyisiydi. Adamlar sol kısımdaki merdivenlere ilerlerken göz ucuyla o tarafa baktım. Karadağ kravatını boynundan koparırcasına çekiştirirken hızla gözden uzaklaştı. Sinirli görünüyordu. Sanırım bugün kaçırdığımız bir olay olmuştu.
Barmene doğru eğildim. "Şu gelen Karadağ denen adam mıydı? Niye bu kadar gergin?" diye sordum hiç bilmiyormuşum gibi. Barmen kafasını salladı. "Evet, o. Bana gergin gibi gelmedi. Patronun her zamanki hali." dediğinde samimiyetle güldü. Ben de ona gülümsedim ama bir olay olduğundan emindim.
Barmenin biraz daha ağzını aradım ama o da diğer mekanlardaki insanlar gibi bilgi isteyince susuyor ya da lafı çeviriyordu. "Lavabo ne tarafta?" diye sordum en sonunda. "Merdivene gelince düz git, sağda." diyince teşekkür edip kalktım.
Merdivene ilerlerken gözlerim etraftaki adamları tarıyordu. Merdivene gelince yanından düz ilerlemek yerine yukarı çıktım. Beklediğimin aksine üst katta hiç koruma yoktu. Uzun ve geniş bir koridora girdiğimde ileride üçe ayrıldığını gördüm. Sol taraf terasa çıkıyordu. Sağ taraf normal bir oda kapısı gibiydi. Tam karşıda ise kocaman deri kaplama bir kapı vardı.
Deri kapıya yaklaşıp kulağımı dayadım. Ama hiçbir şey duyulmuyordu. Elim tam kapının kulpuna gidecekken sağdaki odanın kapısının açılmasıyla kendimi hemen sola, teras kısmına attım. Duvarın arkasına saklanırken Karadağ'ın sesini duydum. Sanırım kuzeni Gurur ile konuşuyordu. Ne dediğini anlayamadım ama deri kapının açılıp kapandığını duydum.
Sesler kesilirken kafamı hafifçe dışarı uzattım. Kimse yoktu ve sağdaki kapı açıktı. Dışarıdan göründüğü kadarıyla bir ofisti. Tekrar kafamı kendime çekip düşündüm.
Ya şimdi çıkacaktım ya da o kapının da kapanmasını bekleyecektim. Ama bunun için vaktim olup olmadığını bilmiyordum. Derin bir nefes aldım ve birden kendimi koridora doğru attım. Sertçe bir şeye çarptığımda neredeyse düşüyordum ki bir el belimi kavradı. Bakışlarım kaslı bir göğüsle buluşurken kafamı yukarı kaldırdım.
Arslan Karadağ...
Sinirli bakışları yüzümde dolanırken yutkundum. Sert eli belimin sıkıca sararken şu an bıraksa düşecek gibiydim. Korku tüm ruhuma işlerken yüzüme doğru eğildi.
"Saklanabildiğini mi sanıyorsun, avukat hanım?"