Spor lüks bir arabaya binmiştik. İkimiz de sessizdik. Ağlamam azalsada arada gözümün önüne Mert'in yüzü gelince gözlerimden akan yaşı durduramıyordum. Alnımdaki sızı ise artmıştı. Muhtemelen yara açılıyordu çünkü alnımın kenarından yanağıma doğru süzülen kanı hissediyordum. Ama umurumda bile değildi. Sadece boş gözlerle camdan dışarıyı izliyordum.
Karadağ ise arada bakışlarını yoldan çekip bana çeviriyor bu halime sinirle iç çekip sessizce bir küfür mırıldanıyordu.
Kırmızı ışıkta durduğunda bakışlarım yola çıktığımızdan beri ilk defa ona döndü. Sağ elini gevşek bir şekilde direksiyonun üzerine koymuş, sol kolunu kapıya yaslamış ve şakağını ovuyordu. Eli direksiyonda ne kadar gevşek dursa da belirginleşmiş damarları ve gömleğin kolunu sıvadığı için görünen dövmeleri o kadar güzel duruyordu ki bir süre gözlerimi ayıramadım. Gerilmiş yüzü, kasılmış çenesi ve hafif çatılmış kaşlarının altındaki zümrüt gözleri yüzünü mükemmel tamamlıyordu. Sinirli olduğu her halinden belli olsa da bu ifade bile ona yakışıyordu. Kırmızı trafik ışığı da yüzüne vurunca bir sanat eseriymiş gibi duruyordu önümde.
"Hoşuna gitti galiba?"
Boğuk sesi ortamdaki sessizliği yıkıp geçerken gözlerimi birkaç kez kırpıştırdım, kendime gelmeye çalışır gibi. Ama gözlerimi ondan çekemediğimde bakışları bana döndü ve kaşları hafifçe çatıldı. Sadece, "Hm?" diye bir ses çıkardığımda bakışları dudaklarıma kaydı.
"Sinirli halimi görmek hoşuna gitti galiba diyorum? Gözlerini ayıramadığına göre."
Söylediği şeyle utandığımı hissetsem de kaşlarım çatıldı. Kaşlarımı oynatmamla alnımdaki yara sızlarken onun bakışları alnıma kaydı ve çehresine yayılan endişeyle karışık siniri gördüm.
Tekrar kısık sesli bir küfür ederken bana doğru eğildi ve elini alnıma doğru uzattı.
"Daha çok kanıyor."
O an iz kalma ihtimalini bile düşünemeden alnıma değen parmaklarına ve derimi ateş gibi yakan sıcaklığına odaklandım.
Üzerime doğru eğildiğinde neredeyse yüzüme değecekken gözlerimi irice açıp kendimi hafifçe geri çektim. Sırtım kapıya yaslanırken onunla kapının arasına sıkıştım. Bu hareketime ve telaşıma sırıtırken torpidoya uzandı.
Yakınlığı ve burnuma dolmaya başlayan kokusu aklımı bulandırırken topidodan paket bir mendil aldı ve üzerimden çekildi.
Mendili paketinden çıkarırken bakışları bana döndü. Hala kapıya yaslı durduğumu görünce bakışlarını bir anlık kaçırıp sert bir nefes verdi. Beni belimden tutup hızla kendine çektiğinde daha ne olduğunu anlamadan kendimi onun dibinde buldum. Elimin biri refleksle kolunu kavrarken kafamı hafifçe kaldırdım.
Yüzümüz gereğinden fazla yakındı. İstemsizce gözlerim yüzünü tararken onun da gözleri bir anlık dudaklarıma kaydı. Kasıldığını gördüğümde kendini toparlamak ister gibi sert bir soluk alıp elindeki mendile çevirdi bakışlarını.
Mendili önce alnımın kenarından akan kana bastırdı. Yavaşça temizlerken giderek yaraya yaklaşıyordu. Gözleri canım acıyor mu diye tepkilerimi kontrol ederken mendili hafifçe yaraya bastırdı.
Gözlerimi kapatıp kendimi sıksam da yüzümü hafifçe buruşturmadan edemedim. Fark ettiği an hızla mendili çekti ve elini yanağıma koyup ona bakmamı sağladı.
"Çok mu acıyor?"
Sesi her ne kadar kalın ve boğuk olsa da bu cümleyi kurarken çok nazik ve fısıltı gibiydi. Şaşkınlığımı gizleyemezken kafamı olumsuz anlamda salladım. Bana inanmamış gibi kaşları kalkarken gözlerinde ilk defa saf endişeyi görüyordum. Sinir, öfke yoktu. Sadece endişeli bakıyordu.
Gözleri doğru söylediğimden emin olmak için gözlerimi arşınlarken bakışları aralık dudaklarıma düştü. Çenesi kasılırken yanağıma koyduğu elinin baş parmağının hareketlendiğini hissettim. Yumuşak bir şekilde yanağımı okşarken yavaşça dudaklarıma kaydı. Parmağının ucunu hafifçe alt dudağımda gezdirdiğini hissettiğimde benim de gözlerim onun biçimli dudaklarına düştü. Yutkunduğunu fark ettiğimdeyse içimi anlamsız bir heyecan sardı.
Nefesi dudaklarımı yakacak kadar yakınlaştı. Zümrüt gözleri dudaklarımdan bir an bile ayrılmazken gözlerim hafifçe kapanmaya başlıyordu. Parmağını hafifçe sürtüp dudaklarımı araladığında kalbimin göğüs kafesimde çırpındığını hissediyordum. Ve buna engel olamıyordum.
Yüzüme daha da yakınlaşmak için yaptığı hamleyle gözlerim tamamen kapanacekken birden gelen korna sesiyle hafifçe sıçradım. Gözlerim irice açılırken bakışlarımı arka cama çevirdim.
Yeşil ışık yandığı için arkadaki araba ilerlememiz için korna çalıyordu. Karadağ'ın eli yanağımdan düşerken dikiz aynasından arkadaki arabaya bakıp ağır bir küfür mırıldandı. Hızla arabayı çalıştırırken ben ise kızararak koltuğuma geri sinmiştim.
Az önce ne olmuştu bilmiyordum ama şu an deli gibi atan kalbim hiç hayra alamet değildi. O an beni öpse gerçekten geri çekilmeyecek miydim? Ne yapıyordum ben?
Utanç yanaklarıma sıçramaya devam ederken araba ilerideki anayoldan başka bir yola saptığında gerildim. Bunu anlamış olacak ki, "Evim yakın. Alnına pansuman yaparız. Sonra nereye istiyorsan bırakırım." diye kısaca açıkladı.
Hiçbir şey söylemeden sadece kafamı salladığımda önüme döndüm. Annemler bu gece Hazan'da kalacağımı sanıyordu. Ama ben belamı arıyormuş gibi dava açacağım mafyayla onun evine gidiyordum. Ve böbreğimi çalabilirdi?!
Bu düşünceleri kafamdan silmeye çalışırken bakışlarımı yola çevirdim. Hem belki onun evinde bir kanıt bulabilirdim.
.
.
BU SIRADA MEKAN 'INFERNO' DA;
Hazan Mert'in başında endişeyle onu ayıltmaya çalışırken güvenlikler gelip Mert'i kaldırdı. Hazan onlara engel olmaya çalışırken, "Bırakın! Nereye götürüyorsunuz onu?!" diye bağırıyordu. Mert'i tutanları itiyor, etraftakiler bağırıyor ve eline ne geçerse yere fırlatıyordu.
Güvenlikler onu dinlemezken sert adımlarla ortama biri girdi. Adamlar ona bakarken adam neredeyse yeşile kaçan ela gözlerini Hazan'ın üzerine dikti. Soldan daha yetkili duran bir adam, "Gurur abi, Arslan abi adamı çıkarmamızı söyledi." dediğinde Gurur kafasını götürün der gibi salladı.
Hazan bağırarak peşlerinden koşacakken Gurur onu tuttu. "Hanımefendi siz ne-"
Cümlesini bitiremeden sözünü Hazan'ın tokadı keserken ortam bir an sessizleşti. Soldaki yetkili gibi duran adamın kaşları şaşkınlıkla kalkarken gülmemek için kafasını eğdi.
"Ne yaptınız ona?!" diye Hazan tekrar bağırdığında Gurur eli yanağında şaşkınlıkla ona döndü.
"Ben ne yaptım anasını satayım! Bana niye vuruyorsun?" derken yandaki adam kendini tutamamış gibi hafifçe güldü.
Hazan gözlerini kıstı sinirle, "Terbiyesiz!" diye söylenerek yanından geçip Mert'i götürdükleri yere ilerledi. Gurur hala eli yanağında dururken arkasından bakakaldı. Korumanın güldüğünü görünce yavaşça ona da bir tokat attı. "Sen ne gülüyorsun lan tipini siktiğim?"
Hazan'ın peşinden giderken koruma gülmeye devam etti. Mert'i otoparkta siyah bir minibüse koyarken Hazan hala sinirle bağırıyordu. Gurur hızla oraya yürüyüp Hazan'la uğraşmaya çalışan korumaları gönderdi.
Hazan'ın sinirli bakışları tekrar Gurur'a dönerken, "Bırakır mısınız arkadaşımı?" dedi.
Gurur sert bir soluk alıp sakince konuşmaya başladı. "Hanımefendi arkadaşınızı yemeyeceğiz merak etmeyin." dediğinde Hazan'ın kaşları alayla kalktı. "Hastaneye götürüp sonra evine bırakacağız."
Hazan hızla arabaya binerken koltuğa yayılıp kollarını göğsünde birleştirdi. "Size güvenmiyorum. Ben de geleceğim."
Gurur içinden, "Çattık akşam akşam ya." diye söylenirken arabaya bindi. Araba ilerlerken hızla küçük özel bir kliniğin önüne geldi. Mafya acil işleri için burayı kullanıyordu çünkü yaralanma vakalarında devlet hastaneleri polisi arıyordu. Hem burada tanıdık doktorlar vardı.
Korumalar hemen Mert'i içeri taşırken Mert ayılmış elinin acısıyla inliyordu. Doktor hızla yaralarına bakıp çatlamış elini de alçıya aldı. Ağrıyı hissetmemesi için sakinleştirici verdiklerinde korumalar yardımıyla tekrar arabaya taşınmaya başlandı.
Bu süre boyunca Hazan hiç yanlarından ayrılmamıştı. Gurur arabaya ilerlerken istemsizce kızı süzdü. Kısa denebilecek boyuyla ortalığı ayağa kaldırmıştı. Kumral saçları, açık teni ve açık yeşil gözleri bakılmayacak gibi değildi. Hazan gözlerini ona çevirdiğinde Gurur hızla yandaki yangın tüpünü inceliyormuş gibi davrandı. Hazan gözlerini devirip önüne döndü.
Hastaneden çıkıp arabaya bindiklerinde saat çok geç olmuştu. Mert karşılıklı koltukların birine yayılmış, alkolün ve sakinleştiricinin etkisiyle sızmıştı. Hazan'la Gurur yan yana oturmak zorunda kalmıştı.
Hazan bir süre sonra direnemeyip kafasını cama yaslayıp uykuya dalmaya başlamıştı. Gurur bunu fark edince çıkardığı ceketi üstüne örtmek için eğildi. Ceketi üzerine örterken kızdan süzülen ince çiçek kokusunu aldığında kendini tutamayarak biraz daha eğildi. Kokunun saçlarından geldiğini anlayınca bir tutam saçını parmağına alıp burnuna götürdü.
Güzel kokuya doyamayarak içine çektiğinde Hazan hafifçe gözlerini araladı. Onu öyle görünce hızla sıçrayıp onu ittirdi. "Ne yapıyorsun be? Sapık!"
Gurur hızla çekilirken elini ensesine attı. Utana sıkıla kıza bakarken ne diyeceğini bulamadı. "Saçında bir şey kalmıştı. Pardon."
Kız sinirle homurdanırken üzerine örttüğü ceketi görünce bakışları yumuşadı.
Gurur konuyu değiştirmek için, "Asena'nın arkadaşı mısın?" diye sorarken gözü Mert'e kaydı. "Arkadaşı mısınız?"
Hazan üzerindeki ceketi benimserken onun parfümünün kokusunu aldı. Etkilense bile o an bunu belli etmeyerek, "Evet." dedi. Kaşları hafifçe çatılırken, "Sen Asena'yı nerden tanıyorsun?" diye sordu. Bu sırada ceketi giyiyordu çünkü hava iyice soğumuştu.
Gurur bakışlarını kaçırırken, "Arslan abiyle tanışıyorlar sanırım. Adını duymuştum." diye saçma bir yalan söylerken Hazan bunu anladı ama uğraşmak istemediği için sessiz kaldı.
"Gurur ben bu arada." diyerek elini uzattığında Hazan birkaç saniye gözlerine bakarak tereddüt etmeden elini uzattı. "Hazan."
Gurur elini bırakmadan, "Tanıştığımıza ne kadar memnun oldum bilemezsin, Hazan." dediğinde kız bir şey söylemeden elini kendine çekti.
Aslında utanmıştı biraz çünkü Gurur'un bu gece yaşanan olayda bir suçu yoktu ve Hazan ona tokat atmıştı. O koskoca bir Karadağ'dı. İsterse Hazan'a o tokat yüzünden kötü şeyler yaşatabilirdi. Ama o sadece olayı açıklayıp yardım etmeyi seçmişti.
Araba durduğunda Gurur hafif baygın duran Mert'in kolunu omzuna atarak arabadan indirdi. Hazan da inip Mert'in cebinden evin anahtarını buldu. Gurur kaşlarını çatarken, "Burada mı kalacaksın? Seni evine bırakabiliriz." dediğinde Hazan kafasını salladı.
"Gerek yok. Zaten Mert'in bu gece yalnız kalmasını istemiyorum."
Gurur, "Peki." diye mırıldandı sadece. Sitenin önüne geldiklerinde Hazan Gurur'a döndü. "Güvenlik abi bize yardım eder, sen gidebilirsin." dedi ve utanarak ekledi. "Teşekkürler. Her şey için."
Gurur teşekkür etmesini beklemediği için biraz şaşırsa da gülümsedi. Hazan, "Ah bunu unutma." diye ceketi çıkartacakken Gurur araya girdi. "Gerek yok, gerek yok. Kalsın." dedi. Alay edercesine, "Sonra alırım senden. Tabi numaranı vermen lazım." dediğinde Hazan gözlerini kıstı.
Gurur numarasını tabi ki vermeyeceğinden emindi. Sadece alay etmek istemişti. Ceket de umrunda değildi.
"Tamam."
Hazan'ın kabul etmesiyle Gurur'un bakışları hızla dönerken, "Ne?" diye mırıldandı. Hazan gözlerinin içine baktı.
"Numaramı vereyim sonra ararsın ceketini de getiririm işte." dediğinden Gurur, "Harbi mi?" derken hızla ellerini Mert'ten çekip arka cebinden telefonunu aldı. Mert çuval gibi yere düşerken Hazan ufak bir çığlık attı.
Gurur masumca ona bakarken, "Pardon ya." dedi. Hazan sinirle Mert'i kaldırmaya çalışırken Mert ayılmış küfür ediyordu. Onu kaldırdıktan sonra Hazan Gurur'un telefonuna numarasını girdi. O sırada sitenin güvenlik görevlisi de gelmişti. Hazan'la güvenlik Mert'i kollarından tutup götürmeye başladılar.
Hazan giderken bir an Gurur'u hatırlayıp arkasına baktığında o ellerini cebine koymuş arabaya yaslanmış onları izliyordu. Ona hafifçe gülümseyip, "İyi akşamlar." dediğinde Gurur kafasını yana eğip sırıttı.
"İyi akşamlar."
Gurur arabasına binip gözden kaybolurken Hazan hala küfür edip tehdit savuran Mert'e döndü. "Hepinizi tutuklayacağım pezevenkler. Polisim ulan ben!"
Hazan gözlerini devirerek, "Mert sen trafik polisisin." dediğinde Mert bir an duraksadı yüzünü buruşturup Hazan'a cık cıkladı. "Kırıcı bir insansın." dediğinde yanındaki onu taşıyan site güvenliğine döndü. "Bu hep böyleydi." diye ona da söylenirken binaya girdiler.
.
.
ASENA'DAN;
Araba büyük bir villanın önünde durduğunda kafamı hafifçe eğip baktım. Sonra arabadan inip iki katlı, siyah tonlardaki villayı, etrafındaki yüksek duvarı ve çevredeki korumaları bir süre inceledim.
"Hadi."
Karadağ'ın sesini duyduğumda adımlarım yavaşça eve yöneldi. Bu gece buradan işime yarayacak bir şey bulmadan çıkmayacaktım.