Kanım donmuş, toz olup uçup gitmişti. Artık damarlarımda sadece korku akıyordu. Koyu yeşilleri gözlerimi delip geçerken, çehresinin giderek sinirle kasıldığını fark etmem bu korkumun azalmasına yardımcı olmuyordu.
Belimi tutan elini sırtı açık elbisem yüzünden çıplak tenimde hissederken kalbimin ritmi kulaklarıma doldu. Bunun sebebinin korku değil de heyecan olması yüzüme yumruk etkisi yaratırken yutkunmaya çalıştım.
"Ben..." söyleyecek bir şey ararken gözlerimi kaçırdım. Ne diyecektim? Zaten hakkımda yeterince şüphe varken bir de burada yakalanmam...
"Ben gidiyordum." diye saçma bir cümle kurup dönmüşken kolumu sertçe çekmesiyle tekrar göğsüne yapıştım.
Acıyla inlediğimde gözlerinden saliselik bir endişe geçtiğini gördüm. Ama sonra tekrar eski soğuk ve korkutucu ifadesine döndüğünde eli tekrar belimi sardı. Tutuşu bu sefer canımı yakacak kadar sıkıyken yüzümü buruşturmamak için kendimi zor tuttum.
"Demek gidiyordun?" Boğuk bir sesle hırlarcasına konuşunca ellerimin titremeye başladığını hissettim. "Seni buraya Vedat iti mi gönderdi?"
Kaşlarım hafifçe çatıldı. Bu cümlesi Vedat'la çalıştığımı bildiği gerçeğini ortaya çıkarırken yutkundum. Vedat'ın buraya geldiğimden bile haberi yoktu aslında. Ama şu an durumun dışarıdan nasıl göründüğünün farkındaydım. Burada olmamam gerektiği bir gerçekti ama aklımda tek bir soru vardı.
Bu kadar sinirlenmesinin sebebi o deri kaplı kapının ardındaki şey miydi?
Çatık kaşlarının altındaki koyu yeşilleri ela gözlerimi delip geçerken yakınlığımızdan dolayı duyduğum kokusu dün gece gördüğüm rüyayı hatırlatırken karnımda bir karıncalanma oldu. Ve hiç sırası değildi! Ellerimi onu ittirmek için göğsüne koydum ama itecek gücü bulamadığımda öylece kaldım. Bu durum kaslarının gerilmesine sebep olurken hızla elimi geri çektim.
"Hayır... Ben... Tuvaleti arıyordum." diyebildiğimde kaşları çatıldı. İnanmadığı belliydi.
"Ve sonra birden terasa saklanmaya karar verdin, öyle mi?" dediğinde yanağımın içini dişledim. Zekiydi ve ona verecek cevap bulmak zordu.
Üste çıkmaya çalışarak kaşlarımı çattım. "Saklanmıyordum. Sadece..." kaşlarını alayla kaldırdı. "Sesler duydum ve korktum."
"Yani saklandın."
Derin bir nefes aldığımda, "Hayır terasa çıkmaya karar verdim." diye yalanımın üstüne tüy dikerken kaşlarımı çattım. "Hem siz niye birden yapıştınız üstüme?"
"Siz birden çarptınız bize." diye alay ederken kafasını hafifçe yana eğip sırıttı. "Hem sen neden çekilmedin?"
Sorusuyla kulaklarıma kadar kızarmaya başladığımı hissettiğimde kendimi hızla onun kolları arasından uzaklaştırdım. Kısık sesli kıkırdayışı kulaklarımı doldururken göz temasını kestim.
Hızla koridora döndüm ve tekrar merdivenlere doğru utanç içinde yürürken arkamdan gelen sert adımlarını duyabiliyordum. Birden elimi tuttuğunu hissettiğimde kaşlarım çatıldı. Bana hiç bakmadan hızlı adımlarla önüme geçip yürümeye devam etti. Elimi çekmeye çalışsam da tutuşu sıkıydı.
"Ne yapıyorsunuz?!"
Yürümeye devam ederken omzunun üstünden bana baktı ve önüne döndü. "Seni dansa kaldırıyorum."
Yüzümü buruşturdum. "Bunun için önce beni davet etmeniz ve benim de kabul etmem gerekmez mi?" dediğimde sırıttı.
"Bana hayır demezdin zaten. Sormama gerek yok. Vakit kaybetmeyelim."
Egosu karşısında gözlerimi devirirken elimi birkaç kez çekmeye çalıştım ama bırakmadı.
Merdivenlerden indiğimizde dans edilen kısıma ilerlerken Hazan'la göz göze geldik. Bakışları önce saniyelik beni buldu sonra önüne geri döndü. Farkına varmasıyla tekrar bakışları hızla bana dönerken gözleri irice açıldı. Ağzındaki içkiyi püskürtürken Mert bu hareketiyle onun baktığı yere dönerken beni görmesiyle vücudu gerildi. Kaşlarını çatarken yüzünde görmek istemediğim bir sinir oluştu ve bakışları Karadağ'a kitlendi. Bize doğru gelmek için oturduğu yerden kalkmaya çalışırken sendeledi. Ne kadar içtiyse artık ayakta duramıyordu. Hazan onu hızla durdururken Karadağ beni çoktan dans pistine çekmişti.
Çoğu bakışlar bize dönerken Karadağ'ın bir kafa işaretiyle müzik değişti ve yavaş bir şarkıya döndü. Etraftakiler az önce yerlerinde zıplamıyormuş gibi şarkıya ayak uydururken gözlerim bana uzatılan ele kaydı. Karadağ elini tutmam için bana uzatmıştı. Keskin bakışları yüzümde dolanırken gözlerimi devirmemek için kendimi tuttum.
"Beni buraya kadar sürüklediniz ve şimdi dans ederken elimi tutmak için izin mi istiyorsunuz?"
Hiçbir şey söylemeden bana bakarken gözlerim yoğunlaşmış bakışları ve eli arasında gidip geliyordu. Sonunda elimi ona uzattığımda iri eli arasında kaybolan ince parmaklarıma bakıp sırıttı.
Beni sertçe kendine çekerken bir eli tekrar belimi sardı. Kafamı kaldırıp ona baktığımda yavaşça hareket etmeye başladık. Hafifçe yüzüme doğru eğildiğinde gözlerim istemsizce dudaklarına kaydı.
"Seni fark etmeyeceğimi mi sandın?" sesi korkutucu derecede soğuktu.
Kaşlarım hafifçe çatılırken. "Dediğim gibi, terasta saklanmıyordum be-"
"Terastan değil, mekanlarımdan bahsediyorum." diye lafımı kestiğinde dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. "Benim mekanlarıma gidip benimle ilgili bilgi toplamaya çalıştın ve bundan haberim olmayacağını mı düşündün gerçekten?" dediğinde alayla güldü ama bu gülüşün altında sinir de vardı. "Çok acemice."
Kaşlarım çatılırken tam cevap vermek üzereyken beni elimden tutup çevirdi ve sırtımı göğsüne yasladı. Elleri belimi bulurken, "Şuradaki adamı görüyor musun?" dediğinde bakışlarım dönük olduğumuz kısımdaki masalara kaydı ve köşede bir adam gördüm. Karadağ'a hafifçe başını eğince o adamı sabah gittiğimiz mekanlardan birinde de gördüğümü hatırladım.
"O adam tüm gün peşindeydi. Attığın her adımı, gittiğin her yeri, konuştuğun herkesi bana tek tek bildirdi."
Nefesim boğazımda düğümlenirken kaskatı kesildim. 'Sen ne hakla beni takip ettirirsin?' demek istiyordum ama onun da bana, 'Sen ne hakla benim mekanlarımdan bilgi toplamaya çalışırsın?' diyeceğinden emindim.
Soluklarım hızlanırken fısıltısı kulaklarımı doldurdu. "Sen rahatça gezerken arkanda hissetmediğin o gölge hep bendim, Asena."
Kurduğu cümle ayrı, adımı onun dudaklarından duymak beni ayrı alt üst ederken içimden bir ses bu cümleyi sadece bu olaya dayanarak kurmadığını söylüyordu. Bu düşünce vücuduma anlık bir ürperme yaydı.
Gizli yürüttüğümü sandığım her şeyi biliyordu. Adımı, işimi, evimi, Vedat Bey'le olan anlaşmamızı... Bana istediği an zarar verebilirdi ve elimden hiçbir şey gelmezdi. Bu gerçek suratıma tokat gibi çarparken kanımın donduğunu hissettim.
Tepkim hoşuna gitmiş olacaktı ki şeytani gülüşü kulaklarımı doldurdu. Omzuma doğru eğildi. Heyecan kalbimi hızlandırdı. Her şeye rağmen vücudumun ona verdiği tepkilere engel olamıyordum. Yakınlığı sarhoş ediyordu.
Nefesini ensemde hissettim. Ellerinin belimden karnıma doğru gittiğini hissettiğimde gözlerim kapanacak gibi oldu. Kendimi son anda durdurdum. Etraftaki insanları umursamadan beni kendine bastırdı. Varlığını benimsemişken tek bir hareketle beni itip kendinden uzaklaştırdı, etrafımda döndürdü ve tekrar kendine çekti. Uzun boyuna karşı kafamı kaldırdım. Karanlık gözleri ruhuma işliyordu.
"Sen..." gözlerinin bir anlık, sadece bir anlık dudaklarıma kaydığına yemin edebilirdim. "Sen benimle dans edebileceğini mi sandın avukat?"
Bu cümlenin anlamı şu anki ettiğimiz danstan çok uzaktı.
Onun vücudunun üzerimde bıraktığı etki nefesimi hızlandırırken güçlükle yutkundum. Beni tutmasa düşecek gibiydim. Kulağıma eğilip dudaklarını bilerek sürttü ve bu hareketi bacaklarımdan tüm gücü kesti.
"Bunca zamandır fark etmediğin o gölgenin rüzgarı, şu an bacaklarını titretiyor..."
Bunu fark etmesi vücuduma başka bir utanç dalgası yollarken nefesimi tuttum. Söyledikleri, dokunuşu, yakınlığı düzgün düşünmemi engelliyordu. Dudaklarının boynuma kaydığını hissetmem ise artık kontrolden çıkmış kalbimi sakinleştirmeyeceğimden emin olmamı sağladı.
Dudaklarının boynuma değmesini beklerken birden sert bir elin kolumu kavramasıyla hızla ondan uzaklaştım.
Çekilmem yüzünden neredeyse düşecekken beni çeken kişinin Mert olduğunu fark etmemle yutkundum. Mert'in bakışları direkt Karadağ'a kitlenmişken beni kendine çekmeye çalışıyor ama kendi dengesini bile sağlayamıyordu.
"Kimsin lan sen?" diye Karadağ'a doğru bağırdığında müzik kesildi. "Lan sen kimsin de Asena'ya dokunuyorsun?"
Dans pistindeki yüzler bize dönerken fısıldaşmalar başladı. Korumalardan birkaçı uzaktan etrafı sarmış Karadağ'dan gelecek tek bir emri bekliyordu.
Karadağ'ın yüzüne yerleşen öfke beni korkuturken Mert'e fısıldadım. "Ne yapıyorsun?" Sinirle parlayan gözleri bana dönerken kolumu daha sıkı tuttu. Acıyla yüzüm buruşurken o canımı acıttığını bile fark etmiyor gibiydi.
"Ellerini onun üstünden çek."
Karadağ'ın buz gibi sesi uğultuların dolandığı ortama çığ gibi düşerken herkes sustu. Mert öfkeyle güldü. "Ne yapıp yapmayacağımı sana mı soracağım, piç kurusu?"
Gözlerim fal taşı gibi açılırken korumalardan birkaçı bize yaklaştı. Karadağ'ın ona bir şey yapmasından korkarken o elini kaldırıp bize yaklaşan korumaları durdurdu. Ellerini cebine koyarken kısa bir an gözleri tekrar benim kolumu sıkan Mert'in eline döndü. Çenesi sinirle kasılırken boynunu kıtlattı. "O elini çek." dedi ve bakışları Mert'e döndü. "Ve bu mekandan siktir git!"
Sesindeki zehir gibi öfke ortamdaki herkesi korkuturken Mert daha da gerildi. Normalde Karadağ'a bırak küfür etmek, ters bir laf söyleyen bile olursa başına neler geldiğini duymuştum. Ama o Mert'i sadece gitmesi için uyarıyordu. Benim arkadaşım olduğu için miydi?
"Yoksa? Naparsın gitmezsem?"
Mert'i çekiştirip, "Mert hadi yürü, gidelim. Yeterince rahatsızlık verdik." dediğimde bana inanamıyormuş gibi baktı. Sinirle güldü kısa bir an. Sonra tekrar ciddileşirken elindeki bardağı yere fırlattı. Cam tuzla buz olurken yüzüme sıçrayan parçalardan birinin alnıma çarptığını hissettim.
"O adamı mı savunuyorsun Asena?" diye gürledi. Kolumu daha çok sıkarken artık moraracağından emindim. "Onun orospusu mu olmaya karar verdin yoks-"
Mert'in yüzüne inen sert yumrukla yerimde sıçradım. Ağzımdan bir çığlık kaçarken Karadağ attığı yumrukla yetinmemiş gibi Mert'i yere düşmeden yakasından tekrar yakaladı ve bir yumruk daha geçirdi yüzüne. Mert karşılık vermeye çalıştığında Karadağ benim kolumu sıkan elini alıp sertçe büktüğünde çıkan sesle Mert'in bağırışı kulaklarıma doldu.
Korkuyla bağırıp üstüne atlarcasına koluna yapıştım ve onu çekmeye çalıştım. Bir yumruk daha atarken tutan kişinin ben olduğumu fark ettiğinde Mert'i bir çuval gibi yere bırakıp geri çekildi.
"Bir daha..." Karadağ buz gibi çıkan sesiyle Mert'e kükrercesine bağırdı. "Bir daha ona karşı ağzından tek bir kötü kelime çıkarsa, seni buraya gömerim."
Mert'in verebileceği tek cevap acıyla inlemek olurken Karadağ ağır bir küfür mırıldandı.
Etraftaki insanlar korkuyla geri çekilse bile kimse mekanı terk etmemiş film izler gibi izliyorlardı. Sanırım böyle olaylara alışıklardı.
"Mert!" Hazan'ın hızla bu tarafa koştuğunu gördüğümde bakışları bir bana bir Mert'e kayıyordu. Sanırım tuvaletteydi ve Mert onun yokluğundan faydalanıp yanımıza gelmişti. Hazan hızla Mert'in yanına çöktü.
Bakışlarım yüzü kan içinde kalmış Mert'e döndüğünde gözlerim dolarken ona doğru atıldım. Üzerine eğilemeden Karadağın güçlü kolu belime dolandı ve beni sertçe geri çekti. Bakışlarım hızla ona dönerken, "Yürü." dedi emreden sesiyle.
"Bırak!" diye bağırıp kolunu itsem de bir işe yaramadı. Beni yanında ittirirken korumalara kafasıyla işaret verdiğini gördüm. Bakışlarım hızla Mert'e yönelen korumalara döndüğünde Karadağ'ın kolunu tırnakladım. "Bırak dedim!" diye bağırdım tekrar.
Beni umursamadan ilerlerken mekanın arka kapısından çıktık. Hava karanlıktı. Saatin neredeyse iki olduğuna emindim. Otoparkta arabasına doğru beni sürüklerken hala direniyordum, itiyordum, vuruyordum çünkü korkuyordum. Ama hiçbirinden etkilenmiyordu. Sonunda pes edip ona ayak uydururken yanan gözlerimi tutamayarak ağlamaya başladım.
Ağzımdan bir hıçkırık kaçarken birden durdu. Bakışları bana dönerken karanlıkta sokak lambasının aydınlattığı kadar görebildiğim yüzünde kaşlarının çatıldığını gördüm. Ama gözlerinde sinirden uzak bir bakış vardı. Endişeyle karışık başka bir duygu.
Hala bir kolu belime sarılıyken onu sertçe göğsünden ittirdim. Vücudu bir milim bile oynamazken bu hareketle uzaklaşan ben oldum. "Napıcaksın ona? Nereye götürecek adamların?" diye bağırırken istemsizce ağlıyordum. Artık sinirdendi.
Çenesi kasılırken bakışları yerdeydi. "Onun için mi ağlıyorsun?" ses tonu o kadar korkutucuydu ki bir anlığına dondum.
Ellerimle göğsüne vurduğumda ona hiçbir etki etmezken kaslı göğsü benim canımı acıttı. "Arkadaşım o benim!" diye tekrar bağırdım. Hiçbir şey söylemedi.
Öfkeyle gözlerini kapatırken sert bir soluk verdi. "Sana..." çenesi kasılırken sinirle boynunu kıtlattı. "...orospu diyen arkadaşın." diye düzeltti.
Söylediği şeyle sinir katsayım sabrımı zorlarken gözümden bir damla daha yaş düştü. Ellerimi sertçe tekrar göğsüne vururken nereye denk geldiğini bile umursamıyordum. Haklı olması umrumda bile değildi. Mert sarhoştu, o yüzden öyle demişti. Yüzünü dağıtmasına, elini kırmasına gerek var mıydı? Hem bana dediyse ona neydi?
"Avukat." diye uyarıcı bir tonda fısıldar gibi konuşurken onu umursamadan vurmaya devam ettim.
"Asena!" diye bağırdığında beni sertçe bileklerimden tutup durdurdu ve kendine bastırdı. Üzerime eğilirken gözleri bir an gözümden akıp dudağımı bulan yaşa takıldı. Zümrüt gözleri tekrar elalarımı bulurken sert bir soluk verdi.
"O iti evine götürecekler tamam mı?" dediğinde artık ona bir şey söyleyecek gücü bile kendimde bulamıyordum. "Şimdi bin şu arabaya, alnın kanıyor."
Bende hiçbir hareketlenme göremeyince sinirle homurdandı. Elinin birini belimden birini bacaklarımdan geçirirken kendimi onun kucağında buldum. Hiç ağırlığım yokmuş gibi beni kaldırırken, "Ne yapıyorsun?" diye fısıldayabildim sadece. Arabaya doğru yürürken kendi kendine konuşur gibi homurdandı.
"En başında yapmam gereken şeyi."