Kendi ayaklarımla belaya koşuyordum. Bendeki bu deli cesaretinin bir gün başıma bir şey getireceğinden emindim ama onu getirmesi... Ve bundan şikayetçi miydim onu bile bilmiyordum. Tek istediğim şu an bu öfkeli bakışlarının muhatabı olmamaktı.
Karadağ'ın bakışları hala üzerimdeyken salondan çıt çıkmıyordu. Vedat az önce özgüvenle kurduğu cümlesine rağmen Karadağ'ın yırtıcı bakışları karşısında elini belimden çekti. Gergince yutkunmama engel olamadım.
Gurur, Arslan'a yandan bir bakış attığında gergin haline bir anlam vermeye çalıştı sanki. Bakışları bana döndüğünde onun da gözlerinde şaşkınlığı görmek içime bir şüphe serpmişti. Elini Arslan'ın sırtına onu kendine getirmek ister gibi çarptığında sonunda bakışlarını benden çekip kalabalığa çevirdi.
Salona ilk geldiğimizde tekli koltukta oturan, bana gülümseyen kadının da endişeli bir şekilde Arslan'a baktığı gözümden kaçmamıştı. Tatlı yüzlü biriydi ve genç duruyordu. Siyaha yakın kumral saçlı ve yeşil gözlüydü. Salondan kimseyle yakın durmuyordu. Sadece tekli koltukta kendi kendine takılıyordu. Fakat ilk geldiğimizde Vedat'a olan ters bakışı da gözümden kaçmamıştı. Ona rağmen bana gülümsemişti.
Gurur herkese kısa bir baş selamı verip, "Hoşgeldiniz." dediğinde Arslan bakışlarını etrafta gezdirip sakin olmaya çalışır gibi boynunu çıtlattı. Onun da bakışları insanlara döndüğünde birkaç adım yaklaştı.
"Hepiniz hoşgeldiniz." dedi buz gibi bir sesle. Bana artık göz ucuyla bile bakmıyordu. Eliyle masayı işaret ederken, "Buyrun lütfen. Sizi yeterince beklettik zaten." dediğinde insanlar ayaklanarak büyük yemek masasına yöneldi.
Baş köşeye Arslan geçerken onun sağ çaprazına Gurur, sol çaprazına ise az önce tekli koltukta oturan yeşil gözlü kız oturmuştu. Ne tür bir yakınlıkları olduğunu düşünmeden edemedim. Arslan ceketini çıkarıp birkaç düğmesini açarak arkasına yaslandı.
Masada ortalara doğru ilerlediğimizde Vedat Bey bir sandalyeyi çekerek, "Asenacım, lütfen yanıma otur." dediğinde Gurur'un, tepkisini kontrol eder gibi Arslan'a baktığını fark etmiştim.
Arslan elinde tuttuğu viski bardağını sıkarken yakan bakışları Vedat'ın üzerindeydi. Bana özellikle yapıyormuş gibi asla bakmıyordu. Bu içime bir sıkıntı oturturken Vedat'ın gösterdiği yere oturdum. Tam karşımda da biz geldiğimizde salonda Vedat'ı selamlayan adam oturuyordu. Pis bir sırıtışla bana bakarken bakışlarımı kaçırdım.
Önce ailelerin, holdinglerin durumlarından kısaca sohbet etmeye başladılar. Hiçbir bilgim olmadığı için sadece dinliyor ve Vedat'ın önüme koyduğu içkilerden içiyordum. Konular yavaş yavaş mekanlardan açıldığında dikkatimi vermeye çalıştım. Arslan konuşmaya başladığında tüm dikkatler ona döndü.
"Biliyorsunuz ki Taşkıran'lar büyük kumarhanelerini aramızdan birine devretmek istiyor. Necip Taşkıran çok yaşlandığı için artık bu işlerden çekilmek istiyor. Taşkıran'lardan biri maalesef bugün toplantımıza katılamadı fakat..." dediğinde benim karşımda oturan samimiyetsiz adam lafını böldü.
"Ayıp ediyorsun Arslan'ım. Damatları olarak ben buradayım." diyerek yayvanca konuştuğunda Arslan ona öyle bir bakış attı ki sesi anında kesildi. Yüzündeki ifade korkuya döndüğünde ağzını açtığına bile pişman olduğuna emindim.
Arslan sert bir nefes alıp tekrar konuşmaya başladı. "Necip Bey kumarhaneyi devretmek konusunda bana fikir danışmak istediğini söyledi. O sebeple bu konuyu sizlerle bizzat konuşmak istedim."
İnsanlar bunu bekliyormuş gibi birbirleriyle fikir alışverişine düştüklerinde hepsinin söylediklerini duymaya çalışıyordum. Kaçıncı olduğunu saymadığım içki bardağımı tekrar dudaklarıma götürdüğümde bir adam Arslan'a doğru döndü.
"Kendi fikrimce o kumarhaneyi senin alman en iyisi olur, Arslan. Hepimizin illaki bir işletme tecrübesi olmuştur. Fakat sen aramızda en temiz ve adaletli çalışansın. Bu işin altından anca sen kalkarsın." dediğinde köşeden biri atladı.
"Aslında Kılıç'lar da işletme konusunda bir dönem en iyisiydi. Neden olmasın?" dediğinde masada bir sessizlik oldu. Bakışlar Vedat Kılıç ile Arslan Karadağ arasında gezerken aynı adam tekrar konuştu. "Yanlış anlama, Arslan. Zaten sorumluluğunda çok fazla mekan var. Buranın da sende olması seni gereksiz uğraştırır diye söyledim."
Arslan bardağındaki içkisini kafasına diktiğinde bir süre düşünüyormuş gibi sinirli bakışları bardağında dolandı. Bu süre zarfında kimseden çıt çıkmıyordu. Sonunda Arslan bakışlarını konuşan adama çevirdiğinde, "Haklısın." dedi. Sesi düzdü ama o soğukluk hep kendini belli ediyordu. "Sorumluluğumda fazla mekan var. Bu yüzden büyük kumarhaneyi daha önce üç mekan batırmış Kılıç'ların en küçük varisi almalı, değil mi?"
Adamın az önce söyledikleri boğazına dizilmiş gibi koltuğuna sindi. Vedat sinirden gerilirken bakışları Arslan'a döndü. Ama cevap veremedi. Kaşlarım çatılırken aradan biri konuyu değiştirdi ve konu tekrar başka bir yere döndü.
Benim Vedat'ın böyle bir şey yaptığından haberim yoktu. Ve şaşırmadan edemedim. Evet Kılıç'ların birkaç mekanının battığını duymuştum ama bunu Vedat'ın yapmış olması. Onu hep iyi mekan işletmesiyle duyardım. Bu olayın detaylarını öğrenmem lazımdı.
Toplantının bitmesine yakın çoğu kişi kumarhaneyi Arslan'ın alması gerektiği fikrindeydi. Bu duruma canım sıkılmıştı açıkçası. Durum bu haldeyken kumarhaneyi Vedat'a aldırmak daha da zorlaşmıştı.
İçtiğim içkiden dolayı gözlerim ağırlaşmışken kendime bir bardak daha doldurdum. Artık kim ne konuşuyor anlamıyordum bile. Sadece Arslan'ı izliyordum. Konuşmasını, yüzünün hangi ifadeye bürünürse bürünsün ona yakışmasını, konuşurken hareket eden dudaklarını, düğmesini açtığı gömleğinin kenarlarından görünen kaslı vücudunu...
Derin bir nefes aldım kendime gelmek için. Büyülenmiş gibi Arslan'ı izlemeyi kestim. Zaten o bana bakmıyordu bile. Bir kez bile gözleri bana dönmemişti salona girdiği andan sonra.
Toplantı bittiğinde insanlar gitmeden önce birlikte bir şeyler içmek için salona yayıldılar. Vedat tanımadığım biriyle konuşurken ben de havuza bakan camların olduğu kısıma gittim. Elimdeki içkiyi yudumlarken köşedeki beyaz zambaklara kaydı gözlerim. Yutkunurken yavaşça yaklaşıp dokundum. O kadar güzellerdi ki!
Arslan bunları ben söyledim diye koydurmuş olamazdı değil mi?
Bunun ihtimali bile kalbimin deli gibi çarpmasına sebep olurken gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Omzuma birinin dokunduğunu hissetmemle yerimde sıçrarken içkinin birazı üstüme döküldü. İçimden küfür ederken gelen kişinin masada karşımda oturan, bana pis pis sırıtan adam olduğunu fark ettim. Ve ayrıca Taşkıran'ların damadı olduğunu öğrenmiştim.
"Ahh, canım kusura bakma. Korkuttum mu?" diyerek elini omzuma koyduğunda ters bakışlarımı yüzüne çıkardım.
'Hayır tipini siktiğim. Şimdi o elini üzerimden çek ve götüne sok.' diye içimden geçirdiğimde alkolü fazla kaçırdığımın farkındaydım. Sakin kalmaya çalıştığımda sadece gülümsemeye çalıştım.
"Sorun değil." diyip üzerimi temizlemek için gideceğim sırada beni kolumdan tuttu. Bu sefer yüz ifademi hiç saklamadan ters bir bakışla ona döndüm.
"Tanışmamıştık bu arada. Tankut ben." diyerek elini uzattığında bir eli hala kolumdaydı. Silkelenircesine kolunu ittiğimde derin bir nefes alarak ona döndüm. Gözlerim uzattığı eline kayarken boş bakışlarla yüzüne baktım sadece.
"Asena." dedim kısaca. "Vedat Bey'in avukatıyım."
Elini indiriken kafasını salladı. "Anladım." diye mırıldandı. Ben yan taraftan bir peçete bulduğumda göğsüme doğru dökülmüş içkiyi temizlemeye çalıştım.
"Çiçekleri seviyorsun, sanırım." dediğinde bakışlarım bir an beyaz zambaklara kaydı. Sessiz kaldığımda bir adım yaklaştı. "Ben çiçeklerden iyi anlarım Asena Hanım. Fakat sizin gibisini yeni görüyorum doğrusu."
Gözlerinin baştan aşağı vücudumda dolandırdı. Geniş geniş kurduğu cümlelere gözlerimi devirmemek için zor dururken, "Ne güzel." dedim. "Taşkıran'ların damadı olduğunuzu söylemiştiniz. Eşiniz şanslı olmalı."
Tekrar pis pis sırıttığında, "Tabi." dedi. "Şanslı ama değerimi bilmiyor maalesef. Ben de o yüzden değerimi bilecek çiçekler arıyorum."
Söylediği cümleyle kusacak gibi hissettim. Eşine gerçekten üzülmüştüm. Onu umursamazca kafamı sallarken üstümü temizlemeye devam ettim.
"Ah, yardım edeyim." dediğinde tam gerek yok diyecektim ki birden bir elini belime koyup beni çekti ve eline aldığı peçeteyi göğüslerime bastırdı. Neye uğradığımı şaşırırken onu ittirmeye çalıştım.
"Ben yaparım!" diye sert bir dille uyarırken belimi sıkıca tuttu ve çekilmeme izin vermedi.
"İnan benim için bir zevk, Asenacı-"
Gevşekçe konuşurken suratına yediği yumrukla cama yapıştı. Ben ne olduğunu anlamadan Arslan yüzüne bir yumruk daha attı. "Canına mı susadın lan sen?!" diye adama bağırdığında herkesin dikkati bize döndü.
Adam daha cümle kuramadan kafasından tutup cama çarptığında çığlık attım. Cam çatlarken adamın yüzü kan içinde kaldı. Arslan'ı durdurmak kolunu tuttuğumda sertçe kolunu çekmesiyle neredeyse düşüyordum. Adama tekrar vuracakken Gurur hızla araya girdi. "Abi tamam!"
Arslan bir kez daha vururken adam yarı baygın yere yığıldı. "Orospu çocuğu!" diye adama bir de tekme attığında neredeyse korkudan ağlayacaktım.
Salonda herkes uğultulu bir şekilde konuşurken Gurur insanlardan özür dileyip dışarı çıkarıyordu. Vedat beni de götürmek için geldiğinde Arslan koluma yapıştı. "Sen kalıyorsun!" dediğinde sadece bana bakıyordu.
Vedat bana kısa bir bakış atıp kaşlarını çattığında o da evden çıktı. Adamlar yerde yatan adamı gelip kaldırırken aralarından daha önce gördüğüm adam Gurur'a, "Abi napalım?" dediğinde Gurur alayla ona döndü.
"Ortaya karışık meze yapın, Cihat. Napıcaz amına koyayım Taşkıran'ların evine paket servis yapıcaz." dediğinde Cihat başını eğdi. "Götürün atın Taşkıran'ların evinin önüne."
Adamlar hareketlendiğinde bakışlarım Arslan'a döndü. Derin nefesler alarak sakinleşmeye çalışıyordu. Ve eli kanıyordu... Adamın kafasını cama vururken kendi elini de kesmişti.
Gurur telaşla gelirken, "Abi-" dediğinde Arslan elini kaldırdı susması için. "Gurur hiç sırası değil! Çık sonra düşünürüz."
Gurur'un bakışları bir anlık bana döndüğünde o da hızla salondan çıktı. Şu an anlıyordum aslında Gurur'un telaşını. O adam Taşkıran'ların damadıydı ve Karadağ'lar kumarhaneyi almak istiyordu. Ama şimdi Arslan onların damadının yüzünü dağıtmıştı. Artık ittifakları eskisi gibi olur muydu? Benim yüzümdendi...
Arslan'ın sinirli bakışları bana dönerken yutkundum. Sert bir soluk aldı. "Sen," diyerek üzerime doğru yürüdüğünde geri adımladım. "Demek Vedat itinin avukatı oldun, ha?!"
Sesindeki saf öfke tüylerimi ürpertirken sarsak adımlarım arkamdaki masaya çarptı. Alkolün etkisi büyük olsa da Arslan'ın üzerime saldığı korku bu sarsak adımlarımın en büyük sebebiydi. Bu konuyla üzerime geleceğini biliyordum. Ama verecek cevabım yoktu.
Tüm korkulara rağmen alkolün kanıma karıştırdığı deli cesaretiyle, "Seni ne ilgilendirir!" diye bağırdığımda sesimin gereğinden fazla yüksek çıktığının farkındaydım.
Kaşları çatılırken hızla üzerime gelip beni masayla arasına sıkıştırdı. Eli çenemi kavrarken ona bakmamı sağladı. "Asena..." dedi sinirini bastırmaya çalışır gibi. "O adamın kim olduğunu bile bilmiyorsun. Sen onun avukatı falan olmayacaksın." bastıra bastıra söylediği her cümleyi aklıma kazımak istiyordu sanki. "Duydun mu beni?"
Aslına daha Vedat'ın avukatı değildim ama olabilirdim. Ve bu onu ilgilendirmezdi.
Onu sertçe ittiğimde geri çekildi. "Buna sen karar veremezsin!" dediğimde çenesi kasıldı. "Kimsin ya sen? Kimsin de benim kiminle çalışıp çalışmayacağıma karar veriyorsun?"
Hiçbir şey söyleyemediğinde göğsüne vurdum. "Canavarsın sen sadece!" dediğimde alkolün etkisiyle ayakta bile duramıyordum. "Anca insanları dövüp duruyorsun! Niye dövdün o adamı herkesin içinde?!" dediğimde sinirle gerildi.
Gözlerini kapatırken kısık ama öyle bir öfkeli sesle konuştu ki içimden bir rüzgar esti. "O piç neredeyse ağzına düşecekti."
Haklıydı. O adam da bunu hak etmişti ama o kadar dövmesi gereksizdi. Sinirini adamdan çıkarmıştı resmen!
"Sanane ya?" dediğimge gözleri hızla açıldı. Bıçak bir keskin zümrütleri gözlerimi delip geçtiğinde bir an duraksadım. Gözlerimi kaçırdım.
"Ama benim işime yaradı biliyor musun? Taşkıran'lar bu olayı öğrenince kumarhaneyi sana verirler mi?" tekrar gözlerine baktığımda kaşlarını çattı. "O kumarhaneyi Vedat'ın almasını sağlayacağım."
Evet, canıma susamıştım. Yoksa Karadağ'ın yüzüne yüzüne söylediğim bu cümlelerin başka bir açıklaması olamazdı.
Arslan'ın bakışları öyle bir değişti ki ağzımdan çıkan o cümleleri geri alıp yutmak istedim. "Asena," diye tehlikeli bir tonda konuşurken sert bir soluk bıraktı. "O itin adını bu şekilde ağzına almayacaksın, bu bir." dediğinde takıldığı noktayla kaşlarım çatıldı.
Ona 'Vedat Bey' demediğim için mi sinirlenmişti gerçekten?
Bakışları çehremi dolaşırken gözleri karardı. "O itle orayı alırsanız da Taşkıran'ları siktir eder, o kumarhaneyi kendi ellerimle patlatırım, bu da iki." dediğinde yutkunamadım.
Aklımdan geçen ve korktuğum tek şey bunu gerçekten yapabileceğiydi. Gözleri öyle bir sinir ve öfkeyle bakıyordu ki o an bu ihtimalin olasılığını düşünmekten beynimin bulandığını hissettim.
Geri geri giderken, "Kafayı yemişsin sen." dedim öfkeyle kafamı sallarken. "Ne yaparsan yap! Ben orayı alacağım."
Hızla döndüm ve çıkışa doğru yürüdüm. Kafam allak bullaktı ve sürekli tökezliyordum. Alkolün ve bu siktiğimin topuklu ayakkabıları yüzünden neredeyse düşecektim.
Arslan'ın koluma sertçe yapışmasıyla düşmekten bir nevi kurtulmuş oldum. "Hiçbir yere gitmiyorsun!" dediğinde kaşlarımı çatarak ona baktım.
"Ne diyorsun be?! Bırak beni evime gideceğim!"
"Bu halde hiçbir yere gidemezsin! Ayakta bile duramıyorsun." dediğinde kolumu ondan kurtarmaya çalıştım.
Ne kadar çabalasam da beni bırakmadı. Eğilip bacaklarımdan tutup beni omzuna attığında ağzımdan ufak bir çığlık kaçtı. "Ne yapıyorsun be hayvan!"
Çırpınışlarım bir işe yaramazken üst kata çıktığını fark ettim.
"Seni uyutmaya götürüyorum."