ASENA'DAN;
.
Hayatta herkes bir duygusunun kurbanı olurdu. Hırs, öfke, hüzün, aşk... Bense inadımın kurbanıydım. Sonunun kötü sonuçlanma ihtimalini görsem bile başladığım her işi inatla bitirmeye çalışırdım. Şimdi de tam olarak bunu yapıyordum.
Çalıştığım bürodaki müdür yüzünden kalkışmamam gereken bir işe kalkışmıştım ve kimsenin almak istemediği bir davayı almıştım. Herkesin korktuğu, adını duyunca kaçtığı o adamın davasını. Arslan Karadağ...
Tehlikeli karakterine, kan donduran itibarına ve büyük, korkunç cüssesine karşın bir adamın yüzü nasıl bu kadar güzel olabilirdi? Gülünce çıkan gamzeleriyle nasıl o kadar masum görünebilirdi? Ufacık bir dokunuşu bile kalbimi nasıl deli gibi son sürat koşturabilirdi? Kokusu nasıl başımı döndürebilirdi? Öpüşü nasıl...
Kafamı sallayıp aklımdaki düşünceleri sildim. Onu düşünmemle sıkışan göğsümü rahatlatmak için derin nefesler aldım. Düşünmemeliydim. Düşünürsem vazgeçerdim.
Tam şu an altında Taşkıran'ların o meşhur kumarhanesinin bulunduğu eski fabrikayı Vedat Kılıç'a aldırmak için onların mekanına gidiyordum. Benim bu davayı alırken ki amacım Karadağ'ın açığını bulmak, Vedat'ın mekanına yaptığı saldırıyı kanıtlamaktı. Bunu yaparken Vedat'ın itibarını arttırmak için Karadağ'ın almaya çalıştığı bu kumarhaneyi almak çok büyük bir adım olacaktı.
Ve emindim ki bu Karadağ'ı öfkeden delirtecekti...
Araba büyük malikanenin bahçesine girdiğinde kapının önünde bekleyen iki koruma bize yaklaştı. Biri Vedat'a bir şeyler söylerken diğeri inmem için kapıyı açtı. Arabadan çıkıp üzerime giydiğim siyah takım elbisenin ceketini düzelttim. Düzleştirdiğim saçlarımın rüzgarda karışmaması için elimle düzeltirken malikaneye doğru ilerledim.
Vedat arkamdan gelip elini ilerlemem için belime koyduğunda gülümsemeye çalıştı. Morali bozuktu. Hem bu camianın en büyük mafya babası Necip Taşkıran'la görüşmeye buraya gelmemiz hem de arabada geçen ufak konuşmamız yüzünden. Onun avukatı olmam konusunda benden hala cevap bekliyordu fakat henüz kabul etmeyeceğimi söylemiştim.
Nedenini bilmiyordum ama içimde bu konuyla ilgili rahatsız edici bir his vardı. Bu Arslan ile ilgili miydi bilmiyordum. Ama bu olaylar geçene kadar teklifini düşüneceğimi söylemiştim. O da buna biraz bozulmuştu. Tabi bu teklifi başka bir avukata sunsa havada kapardı. Ama onun da benim cevabımı beklemesinin bir sebebi vardı sanırım.
Malikanenin kapısını bir hizmetçi açınca bizi içeri buyur etti. Salonda beklememizi ve Necip Bey'in hemen teşrif edeceğini söyledi. Bu sırada içmemiz için bize bir şeyler ikram ettiğinde reddettim. Vedat gerginliğinin geçmesi için ufak bir kadeh içki aldığında geniş ve gösterişli salondaki lüks, deri koltuklardan birine oturup beklemeye başladık.
Telefonumu kontrol ettiğimde Hazan'ın birkaç kez aradığını gördüm ama sonra geri aramak için telefonu kapattım. Şu an doğru bir zaman değildi. Zaten sabah Mert'in evine gitmiştim. Hazan hala onunla kalıyordu. Mert'in bir şeyi kalmamıştı ama arada elinde ağrı oluyor diye eski hemşire olan yaşlı komşularından biri ağrı kesici, sakinleştirici serum takmaya geliyordu.
Mert hala benimle tam olarak konuşmasa da ağız ucuyla hoşgeldin demişti. Ben ondan özür dilemiştim fakat özür dilemesi gereken kişinin kendisi olduğunun o da farkındaydı. Bu yüzden yüzüme bile bakmıyordu. Hazan beni sorguya çekmek için mutfağa götürdüğünde ona hem o gün Arslan'ın bana sarkan adamı, yani Taşkıran'ların damadı Tankut'u dövdüğünü hem de çok içtiğim için gece orda kaldığımı anlatmıştım.
Hazan şok olmuş bir şekilde beni dinlerken arada bir, "Kızım bu Karadağ sana yanık olduğu için adamı dövmüş olmasın?" diyip duruyordu. Onu geçiştirsem de sonunda o gece Arslan'la olanları da anlattım. Yani onun odasında olan yakınlaşmamızı...
Hazan söylediklerimle şok olup baygınlık geçirirken gelen hemşire teyze Mert'i bırakıp Hazan'a serum taktı.
Mert öylece durmuş sadece anlamaz bakışlarla bizi izlerken Hazan, "Yok bu kız öldürtecek bizi, Allahım! Başımıza taşlar yağacak!" diye yakınıyordu. Mert serumu takan teyzeye döndü. "Teyze fulle."
Gülmemek için kendimi tutarken Hazan'a baktım. Tabi o Arslan'ın Mert'i dövdüğü gece onun evine gittiğimde, Arslan'ın beni çekip öptüğünü bilmiyordu. O yüzden şimdi bunu anlatınca şok olması normaldi. Ama en yakın arkadaşımdı sonuçta. Ne olduğunu bilmiyordum ama Arslan'la aramızda bir şeyler oluyordu ve artık bilmesi gerekiyordu.
Mert içeri gittiğinde Hazan yakınmayı bırakıp bana garip bir bakış attı. Gözlerimi kıstığımda hemen bakışlarını kaçırdı. Onun bu hallerini çok iyi biliyordum. "Ne oldu?" dediğimde utangaç bir şekilde bana döndü.
"Bir şey söyleyeceğim ama sakin ol."
Söylediği şeyle daha da heyecanlanırken ona baktım. Bu kadar utandığına göre kesin aşk hayatında bir gelişme vardı. Kaç gündür de Mert'in evinde kaldığı için söyleyeceği şeyden neredeyse emindim.
"Asena... Ben biriyle konuşmaya başladım. Böyle... Yani... O benden hoşlanıyor gibi." dediğinde hafif şaşkınlıkla ona baktım. Yani Mert değildi.
"Kim?" diye sorduğumda elini ensesine koyup bakışlarını kaçırdı. "Ya şey varya..." diye mırıldandı. "Gurur."
Kaşlarım çatılırken gözlerim büyüdü. "Gurur? Hangi Gurur?" diye hızla sorduğumda yüzü iyice kızarmıştı. Gözlerime zorlukla bakarak konuştu. "Karadağ olan..."
Söylediği şeyle tansiyonum düşerken serum yeme sırası bendeydi. Hemşire teyze artık küfür ederek beni de bir koltuğa oturttuğunda serumu koluma taktı.
Mert, "Noluyo lan?" diye seslere tekrar içeri geldiğinde halimize bakakaldı. Hemşire teyze eşyaları toplayıp giderken Mert bize dönüp, "Ulan bu kadına nasıl küfrettirmeyi başardınız? Hayatımda tanıdığım en tonton kadındı anasını satayım!" dediğinde kafamı salladım.
Hazan Mert'i geçiştirmek için bir şeyler uydurup onu gönderdiğinde bana Gurur'la aralarında olanları anlattı. Gurur'un Mert'i hastaneye götürmesinde yardım ettiğini, sonra eve bıraktığını, hava soğuk olduğu için ceketini verdiğini ve onu geri getirebilmek için de numarasını aldığını, bu şekilde buluşup birlikte bir kahve içtiklerini, orda yakınlaşıp konuşmaya başladıklarını...
Söyledikleri iyice tansiyonumu oynatırken şaşkınlıkla ona bakıyordum. Gurur'a çok yüz vermediğini ama onun kendisine çok ilgili davrandığını söylemişti. Zaten uzun süredir Mert'ten hoşlanıyordu fakat belli ki Gurur aklını karıştırmıştı. Mert'in Hazan'a olan ilgisizliğini düşündüğümde başka biriyle konuşması mantıklıydı. Ama bu kişinin Gurur Karadağ olması hiç mantıklı değildi!
Arslan'la aramda olanlara kızmıştı ama kendisi çok farklıydı sanki! Bir süre bu yüzden onu azarladığımda hazır tansiyonu oynamışken bir de araya kumarhane mevzusunu sıkıştırıp iyice ayılıp bayılmasına sebep olmuştum. Fakat o fabrikayı almamızın işimize yarayacağına o da ikna olmuş ve sadece dikkatli olmamı söylemişti. Ben de halledeceğimi söyleyip serumum bitince evden ayrılmıştım.
Vedat'ın elini omzuma koymasıyla düşüncelerimden sıyrıldığımda ona döndüm. "Efendim?"
Vedat elindeki içkiyi bana uzattı. "Dalgın görünüyorsun. Bir şeyler iç istersen."
Kafamı olumsuz anlamda salladım. "Gerek yok, iyiyim. Sadece..." diye mırıldandığımda salona üç kişi girdi. Lafımı yarıda kestiğimde Vedat'la hızla ayağa kalktık.
Necip Taşkıran olduğunu anladığım, yaşlı, saçları ağarmış, elinde siyah özel işleme bir baston olan fakat yine de takım elbisesiyle ve koyu mavi gözlerinin keskin bakışlarıyla ağırlığını belli eden adam tam karşımızdaki büyük tekli koltuğa oturdu. Koruması ya da yardımcısı olduğunu düşündüğüm adam koltuğun yanında ayakta durdu. Ve üçüncü kişi. Damadı Tankut...
Yüzünde hala yaralar olmasına ve gözünün biri neredeyse şişlikten kapanacak derecede olmasına rağmen o da buradaydı. Vedat'a kısa bir baş selamı verirken gözleri bana dönmedi bile. Necip Taşkıran koltuğuna yerleştiğinde eliyle bize işaret etti. "Hoşgeldiniz. Oturun lütfen."
Koltuğumuza geri oturduğumuzda Vedat ile Necip Bey kısa bir sohbete girdiler. İşlerin nasıl gittiğinden, ailelerden, havadan sudan... Vedat'a karşı olan soğukluğu konuşmasından ve bakışlarından belli oluyordu. Fakat yine de saygısından ödün vermiyordu. Bu tavrının sebebi iş miydi yoksa Arslan mıydı, merak etmeden edemedim.
Konuşmaları bittiğinde Necip Bey'in bakışları bana döndü. "Sen de hoşgeldin, kızım." dediğinde Vedat'a olan tavrının aksine sesindeki samimiyet hoşuma gitmişti.
Hafifçe gülümsediğimde Vedat kısaca beni tanıttı. "Necip Bey, kendisi avukatım olur. Asena Hanım."
Avukatım demesi biraz beni rahatsız etse de sesimi çıkarmadım. Sonuçta avukatı olarak buradaydım. Necip Bey kaşlarını hafifçe kaldırarak, "Öyle mi? Çok memnun oldum. Genç duruyorsunuz. Fakat Vedat Kılıç sizinle çalışmayı istediyse başarılı bir avukatsınızdır diye düşünüyorum." dediğinde mahçupça gülümsedim.
"Elimden geleni yapıyorum efendim."
Necip Bey cevabımdan memnun kalmış gibi gülümsediğinde Vedat'a döndü. "Ziyaret etmenize sevindim fakat avukatını da getirmenin bir sebebi vardır diye düşünüyorum Vedat."
Vedat gerildiğinde bana kısa bir bakış atıp tekrar Necip Bey'e baktı. "Evet, öyle." diye mırıldandı. "Karadağ evinde düzenlediği toplantıda büyük kumarhaneyi artık birine devretmek istediğinizi söyledi. Siz ilk önce Arslan'a teklif etmişsiniz fakat izniniz olursa ben de oraya talip olmak isterim."
Necip Taşkıran sanki Vedat'tan her şeyi beklermiş ama böyle bir talebi beklemezmiş gibi bir şaşkınlıkla baktı. Damadı olacak Tankut bile yerinde hafifçe kıpırdandı. Bir süre sessiz kaldığında Vedat kısaca bana baktı. "Aslında aklımda bile yoktu fakat avukatım Asena, neden olmasın diyerek ısrar etti."
Necip Bey'in bakışları bana dönerken 'şimdi anladım' dercesine güldü ve kafasını salladı. "Senin yapamayacağın kadar cesur bir teklifti zaten." dediğinde bakışları bana döndü. Sanki bu cesaretimi tebrik ediyormuş ve neler yapabileceğimin merakı içerisindeyim gibi bakıyordu gözlerime.
Vedat biraz kıpırdandığında, "Uzun zamandır büyük bir yer işletmiyordum. O yüzden düşünmedim bile." dediğinde sesi biraz bozulmuş gibiydi. "Fakat önceden işlettiğim mekanların başarısını ve kalitesini hatırlıyorsunuzdur."
Necip Bey hafifçe sırıttı. "Tabi ki hatırlıyorum. Fakat o mekanların şu an olmamasının da bir sebebi var. Değil mi, Vedat?"
İma eder gibi konuştuğunda Vedat bir şey söyleyemedi. Mekanların batma sebebi kasasından çok fazla para alınmasıydı. Paraların nereye gittiğini bilmiyordum fakat Vedat'ın kendi keyfi için almadığını biliyordum. Yerimde doğrularak lafa atladım.
"Necip Bey, yanlış anlamayın fakat o mekanların batmasında Vedat Bey'in bir suçu yok. Mekanların açık olduğu süre boyunca da kendisi hem maddi hem de müşteri hizmeti açısından oraları oldukça iyi işletmiş." Necip Bey'in meraklı bakışları bana döndü. "Basit hatalar sonucu mekanlar kaybedilse de şu an tekrar Vedat Bey'in profesyonel bir şekilde işletme yapabileceğine eminim. Kendisi zaten aynı hataları tekrarlamayacak bir insan."
Necip Bey tebessüm ettiğinde hafifçe kıstığı gözlerini benden ayırmadan konuştu. Gözlerinin kenarlarında oluşan kırışıklıklar yaşanmışlık hissi uyandırıyordu. "Doğru bir avukat seçmişsin, Vedat. Zira sözleri beni şimdiden etkiledi."
Vedat'ın çökmüş duruşu hızla düzeldi. Bana onaylar bir bakış attığında devam ettim. "Mekanı Karadağ'lara vermek istemenizi anlıyorum. Gördüğüm kadarıyla şu an en çok ve en başarılı mekanları işletenler onlar. Fakat unutmayın ki Vedat Bey'in mekanları onların şu anki mekanlarından bile daha büyük ve başarılıydı." Çantamdan bir doya çıkarıp Taşkıran'la aramızda duran masanın üzerinde koydum. "İşte, mekanların açık olduğu süre zarfındaki verileri. Gelir kısmında bile neredeyse Karadağ'lar ile başa baş."
Necip düşünür gibi hafifçe kaşlarını çatmıştı. Sanırım söylediklerim onu gerçekten etkilemişti. Gözlerini kısa bir süre dosyada dolaştırdı.
"Vedat'ın mekanı iyi işleteceğinden pek şüphem yok aslında. Fakat bu duruma Karadağ nasıl tepki verir acaba? Değil mi, Vedat? Uzun yıllardır aileleriniz ve sizin aranızdaki çatışma daha da alevlenmez mi?"
Vedat kesik bir soluk aldı. Sanki böyle bir şeyin olmasından o da endişeliymiş gibiydi. Necip Bey'in böyle demesi beni de biraz düşündürmüştü. Karadağ ve Vedat Kılıç'ın husumetinin eskiye dayandığını biliyordum. Fakat aileleri? Aslında olayları böyle mi başlamıştı? Kaşlarım hafifçe çatıldığında Necip Bey Vedat'a beni işaret etti. "Sanırım avukatının bundan haberi yoktu Vedat?"
Vedat benimle göz teması kurmamaya çalışarak kısa bir bakış attı sadece. Onunla bu konuyu sonra konuşma kararı alarak ifademi toparladım ve Necip Taşkıran'a döndüm.
"Evet, Necip Bey. Haklısınız. Bu konuyla ilgili pek bir bilgim yok. Fakat ben sizin aile meseleleriyle değil camianın en iyi kumarhanesini kimin daha iyi işleteceğiyle ilgilendiğinizi düşünüyorum." kaşları hafifçe kalkarken yine bana o meraklı bakışını attı. "Karadağ'lar ile yakın olduğunuzu duydum. Ancak bu gibi işlerin ilişki bağlarıyla değil mantıkla yönetilmesi taraftarıyım. Evet Karadağ'lar iyi işletmeciler fakat şu an tam karşınızda bir dönem bu camianın en iyi işletmecisi olan adam oturuyor. Yerinizde olsam ona bir şans verir, en azından neler yapabileceğini görmek isterdim."
Necip Bey'in yüzüne bir sırıtış yayıldığında kaşlarını hafifçe kaldırarak etkilenmiş gibi kafasını salladı. "Asena Hanım, bu hırsınız ve cesur cümleleriniz gerçekten takdir edilesi. Eminim yerinizde başka bir avukat olsaydı karşısına alacağı ailelerden korkar, konuşamazlardı bile." gözlerine biraz kurnaz bir ifade düştüğünde gözlerini hafifçe kıstı. "Bu cesaretiniz, hırsınız ve inadınız bana birini hatırlatıyor. Çok iyi bir avukat olduğunuzdan şüphe yok. Fakat acaba..." gözleri kısa bir an Vedat'a kaydı. "Yanlış tarafta mı savaşıyorsunuz?"
Bu cümlesiyle benim de bakışlarım Vedat'a dönerken o hafif çatık kaşlarıyla Taşkıran'a bakıyordu. Bu adamın sürekli Vedat'la ilgili bir şeyler ima etmesi beni geriyordu. Vedat ilk defa cesur bir cümle kurarak, "Eminim avukatım doğru tarafı kendi seçmeyi bilen biridir." dediğinde Necip Taşkıran hafifçe güldü.
"Bunu ileride göreceğiz, Vedat." dedi yine imayla. Bir süre koyu mavileriyle ona baktığında sonunda bakışları bana döndü. "Mekan konusuna gelirsek... Karadağ konusunda neredeyse nettim. Fakat damadımla aralarında ufak bir sürtüşme yaşanmış. O nedenle ona bu sıralar biraz sinirliyim."
Gözlerim Tankut'a kaydığında o sert bir ifadeyle Necip’e bakıyordu. Benim de bakışlarım o keskin okyanus mavilerine döndü. Şerefsiz damadın bunu haketmişti demeyi çok istedim o an fakat Karadağ'ı haklı çıkarmak istemiyordum.
"Eminim sebepleri vardır, Necip Bey." dediğimde sert bakışlarım kısa bir an Tankut'a kaydı. "Ama yaptığı çok yanlış bir hareket. Şiddet hiçbir zaman çözüm değildir."
Dedi, müdürünün kafasında bardak kıran kadın...
"Ortağının akrabasına bile saygı duymayan bir insan bence işletme konusunda da ortaklarını pek umursamayacaktır." diye devam ettiğimde Karadağ'a karşı oynamak içimde bir duyguyu ateşliyordu. O boğucu hissi bir kenara atıp devam ettim. "Umarım bu şartlar altında Vedat Bey'e bir şans verirsiniz."
Necip kafasını sallayıp derin bir nefes aldı. Salon uzun bir süre sessizliğe büründü. Bir an damadına kısa bir bakış attı ve tekrar bana döndü. Ayağa kalktığında herkes ayaklandı. "Sizin gibi cesur bir avukat için bu konuyu düşüneceğim, Asena Hanım. Cevabımı yarın o mevzubahis mekanda veririm. Siz de misafirimiz olursunuz." dediğinde gülümsedim.
"Tabi siz nasıl isterseniz." dediğimde o da samimi bir şekilde gülümsedi ve elini uzattı. Ben de elimi uzattığımda babacan bir tavırla elimi sıktı. "Görüşmek üzere, kızım. Dikkatli ol."
Söylediği şeyle gözlerim kısılırken sadece, "Görüşmek üzere efendim." diyebildim.
Vedat da gelip tokalaşmak için elini uzattığında Necip Bey iki elini de bastonunun üzerine koydu ve boyu Vedat'tan kısa olsa da dik başıyla ona baktı. "Görüşürüz, Vedat."
Vedat elini geri indirdiğinde bozuk ifadesiyle kafasını salladı sadece. Tankut ile de görüştüğünde hızlı adımlarla malikaneden çıktık.
Taşkıran'ın direkt reddetmemesi bile bir umuttu benim için. Ve bu umut yeşerecek mi yoksa sönecek mi yarın öğrenecektim.
Soğuk rüzgar yüzüme çarparken ellerimi ceketimin cebine koydum. Vedat da yanıma geldiğinde tam ilerleyeceğimiz sırada karşımızdaki aracı fark ettim. Malikanenin bahçesinin ortasında duran siyah spor araba.
Ve arabaya yaslanmış elindeki sigarasını yakarken bize bakan Arslan...
Sigarayı yakarken çakmağından çıkan ateş bir anlık yeşil gözlerini aydınlattı. O ateşli zümrütlerin direkt elalarıma bakıyor olması ayaklarımı yere çivilerken Vedat'ta benim durmamla durdu.
Karadağ'ı görmesiyle onun da gerildiğini hissetmiştim.
Cebimdeki telefonun yine en olmadık zamanda titrediğini hissettiğimde Arslan ile göz temasını kesmeden telefonu açıp kulağıma götürdüm.
Hazan'ın endişeli ve heyecanlı sesi kulağıma doldu.
"Asena, kaç kere aradım niye açmıyorsun? Büroda bir olay olmuş?" dediğinde bir an duraksadı. "Müdürü, Serhat'ı dövmüşler. Yüzü tanınmayacak haldeymiş. Hastaneye kaldırmışlar. Ayrıca yönetim kurulu başkanı daha adamın durumunu bile sormadan Serhat'ın bürodan kovulduğunu bildirmiş."
Kaşlarım duyduklarımla çatılırken dudaklarımdan sadece bir fısıltı gibi, "Ne?" döküldü. Vedat ne olduğunu anlamak istercesine yanımda kıpırdandığında Arslan'ın bakışları ona kaydı.
"Asena..." dedi Hazan tedirgin sesiyle. Korkusunu aldığı derin nefesin sesinden bile anlıyordum. "Arslan Karadağ yapmış..."
Sözlediği şeyle dizlerimden güç çekildiğinde bakışlarımın esiri olan Arslan'a döndüm tekrar. Sigarasını içine çektiğinde yanakları hafifçe çöktü
Üflediği duman yüzüne ulaşıp bakışlarını daha da tehlikeli hale getirirken koyu yeşilleri bana döndü. Ve gözlerini hafifçe kıstı.
Yapabildiğim tek şey yutkunmaktı...