Derin nefesler alıyordum. Alıyordum fakat hiç biri ciğerlerime ulaşamıyordu. Onun bakışlarıyla hepsi boğazıma diziliyordu. Ne zaman ve nasıl olacak bilmiyordum ama bu işin sonu da güzel bitmeyecekti, onu biliyordum.
Kendi şansımı, Arslan Karadağ'ın ise sabrını zorluyordum. Bunun farkındaydım. Fakat hırsım ve gururum bana asla geri adım attırmıyordu. Başladığım işi bitirecektim. Ne pahasına olursa olsun...
Vedat ve Arslan'ın arasında tehlikeli bir bakışma geçiyordu. Vedat sadece onun burada olmasına şaşırmış ve herhangi bir hamlesine hazırlıklı olmaya çalışır gibi bakıyordu ona. Arslan ise her ne kadar sakin gibi görünse de gözlerindeki ateş her an bir delilik yapacağının habercisiydi.
Her ne kadar beceremesem de Hazan'ın söyledikleriyle şaşkınlığımı gizlemeye çalıştım. Telefonu yavaşça kapatıp Vedat'a döndüm. Gözleri bana bakmak için Arslan'dan ayrıldığında o delici bakışların hedefi bu sefer Vedat yerine ben oldum. Ve bu vücudumun gerilmesine sebep oldu.
Vedat sorgularcasına bana bakarken, "Bir sorun mu var?" diye fısıldadı. Bakışlarımı Arslan'a değdirmemeye çalışarak, ki o zümrütleriyle beni deşecek gibi bakarken bu çok zordu, kafamı olumsuz anlamda salladım.
"Yok, bir sorun yok." dediğimde yerimde rahatsızca kıpırdandım. Stresten sıcakladığımı hissettiğimde takım elbisenin ceketini çıkartım. Üstümde dar siyah bir tişörtle kalırken ona döndüm."Ben artık gitsem iyi olur. Yarın zaten Necip Bey'in mekanına gitmemiz gerekiyor."
Vedat kafasını salladı. "Haklısın." Arslan'a kısa bir bakış attı ve bana doğru bir adım atıp elini belime koydu. "Seni evine bırakayım."
Gözlerim Arslan'a kaydığında sigarasını dudaklarına götürdüğü eli yarıda duraksamıştı. Gözleri Vedat'ın belimdeki eline kayarken bedenim bir ip gibi gerildi. Bakışları oraya kitlenirken zümrütleri sanki olabilirmiş gibi daha da ateşle harlandı. Elindeki sigarasını yere atıp söndürürken ben bakışlarımı ondan kaçırıp Vedat'ın tutuşundan kurtulmak için bir adım geri gittim.
Vedat'ın kaşları hafifçe çatılırken Arslan'ın sert adımlarının sesi kulağıma doluyordu. "Ben kendim gitmek istiyorum aslınd-"
Belimden karnıma doğru dolanan bir el hissettiğimde lafım yarıda kaldı.
Arslan arkamda koca bir dağ gibi dikilmiş belime doladığı eliyle beni kendine bastırmıştı. Sahiplenici tutuşu beynime sinirlenmem gerektiği uyarısını veremeden kalbim tekledi. Bunun sebebinin sadece telaş olmaması beni daha da gerdi. Çünkü ani hareketi heyecanlanmamı da sağlamıştı.
Topuklu ayakkabılarım olsa da yanında küçücük kalan bedenim omuz hizasına bile ulaşamıyordu. Kafamı kaldırıp şaşkınlıkla ona bakarken o her zamanki soğuk ifadesiyle Vedat'a bakıyordu. Yüzündeki ölümcül bakış yaşadığım heyecanı unutturup beni tekrar gerçekliğe döndürürken gözlerimi kırpıştırdım.
"Asena benimle gelecek."
Kaşlarım çatılırken benimle aynı ifadeye sahip Vedat'a döndüm. Gözleri Arslan'dan bana kayarken bir açıklama bekliyor gibiydi. Sonuçta Arslan, bizim Vedat'la bir olup dava açacağımız adamdı. Benim onun avukatı olarak davacı olduğumuz adamla bu halde ne işim olabilirdi?!
"Anlamadım."
Vedat gerçekten kafası karışmış bir şekilde konuştuğunda ne diyeceğimi bilemedim. Arslan ile ona karşı birleştiğimi düşünebilirdi. Ki bu da restoran davası ile birlikte bana sunduğu iş fırsatının da yok olması demekti.
"Vedat..." diye cümleye başladığımda Arslan belimdeki elini uyarırcasına sıktı. Hafif sinirle derin bir nefes aldığımda, "Bey..." diye ekledim. "Arslan Bey ile konuşmamız gereken kişisel bir konu vardı. Onunla gitsem daha iyi olur."
Gülümsemeye çalışsam da Vedat inanmamış gibi sert bakışlarını arkamdaki kas yığınına çevirdi. Arslan halinden memnun bir şekilde elini cebine koymuş arkamda öylece dikiliyordu. Durumu kurtarmak için söylediğim şeyler hoşuna gitmişti belli ki.
"Asenacım, ne gibi bir kişisel konu olabilir? Anlayamadım?"
Bir açıklama bulamıyordum. Zaten kumarhane için Arslan'ın evinde yapılan toplantı gecesi orada kalmam Vedat'ı şüphelendirmişti. O gece için yaşanan tatsızlığı, yani Arslan'ın Tankut'un yüzünü dağıtmasını, bahane etmiştim. Ama şimdi uydurabileceğim bir şey yoktu.
"Asenacığını sik-" Arslan'ın ağzından çıkmak üzere olan kelimeyle bakışlarım sertçe ona döndü. Benim bakışımla lafını yarıda keserken sinirle bir nefes aldı ve Vedat'a döndü. "Anlamayacak bir şey yok. Asena'yı eve ben bırakacağım." Beni hafif geriye çekerek Vedat'a doğru bir adım attı. "Şimdi yürü!"
Tehlikeli tonda çıkan sesi Vedat'ın cevap verememesine sebep olurken son bir kez bakışları bana döndü. O bakışlarda hayal kırıklığı ve biraz da öfke görmek göğsüme bir ağırlığın çökmesine sebep olmuştu. Vedat tek bir kelime daha etmeden hızla arabasına yürüdü ve malikaneyi terk etti.
Ellerimin titrediğini hissediyordum. Artık sinirdendi. Bakışlarım sertçe ona dönerken benim sinirimin bin katının dolu olduğu zümrütleri gözlerime çarptı. Bu bakışı bir an afallamamı sağladığında yutkundum. Tekrar kendime gelmeye çalışarak yumruklarımı sıktım.
"Ne yaptığını sanıyorsun?"
Sinirle soluduğum cümlemle kaşları çatıldı. Bakışları daha da koyulaşırken kolumu sertçe kavradı ve beni arabasına doğru sürüklemeye başladı. "Asıl sen ne yaptığını sanıyorsun?"
Kolumu ondan kurtarmaya çalışırken doğru düzgün kımıldatamıyordum bile. "Ne yapıyormuşum ben? Bırak kolumu!" diye bağırırcasına konuştuğumda çoktan arabanın yanına gelmiştik. Beni arabanın kapısına yaslarken kolumu ondan kurtarabildim.
"Sana Vedat Kılıç'la iş yapmanı istemediğimi söylemiştim."
Söylediği cümleye sinirle gülerken ona döndüm ve sırtımı arabadan ayırarak bir adım yaklaştım. "Ben de sana o fabrikayı Vedat'a aldıracağımı söylemiştim."
Arslan sinirle elini karnıma bastırıp beni tekrar sertçe arabaya itti. Sırtım tekrar arabanın kapısıyla buluştuğunda ellerini iki yanımdan arabaya koydu ve sinirle fısıldarcasına konuştu. "Şu itin adını şöyle alma ağzına."
Yüzüme yaklaşmasıyla bakışlarım bir an dudaklarına kaysa da ifademi korudum ve kaşlarımı çattım. "Adını nasıl söylediğim ne fark eder? O adamın işine ihtiyacım var ve böyle davranarak onun bana olan güvenini sarsıyorsu-"
"Yok!" diye sertçe bağırdığında yerimde sıçradım. Sinirle gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı ve daha kısık bir ses tonuyla konuşmaya devam etti. "O adamın işine ihtiyacın yok."
Anlamaz bakışlarım ona döndüğünde başta neye dayanarak bu cümleyi kurduğunu anlayamadım. Sonrasında söylediği şeyse birkaç dakika önce şok olduğum gerçeği bana geri hatırlattı.
"Daha önce çalıştığın büroda devam edebilirsin. O müdür olacak şerefsiz..." dediğinde sinirle çenesini sıktı. "Artık orada çalışmayacak."
Evet çünkü onu çalışamayacak hale getirdin.
Göğsüm aldığım sert soluklarla inip kalkarken yutkundum. "Neden?" diye fısıldadığımda gözleri dudaklarıma düştü. "Neden yaptın bunu?"
Gözlerini dudaklarımdan kaçırdığında kendini zor tutuyormuş gibi yutkundu. Zümrütleri tekrar bana döndüğünde ellerini arabadan ayırıp geriye çekildi. Ellerini cebine koyup başını önüne eğdiğindeyse sadece derin bir nefes aldı. "Bin."
Sakin bir tonda konuşsa da sesi netti. İtiraz istemiyordu. Sorumdan kaçıp emir verircesine konuşması sinirimi tekrar geri getirirken sertçe soludum. "Hayır!"
Keskin bakışları sertçe tekrar bana döndüğünde gerilsem de geri adım atmadım. "Sana bir soru sordum." dediğimde kaşları hafifçe kalktı fakat duruşundan ödün vermedi.
Bakışlarım sert hatlı yüzünde dolaşırken bir cevap bekliyordum. Orada çalışmama sebebimin Serhat denen müdür olduğunu öğrenmişti. O zaman onunla aramızda geçen tartışmayı da öğrenmişti. Ve o tartışmanın sebebini de... Serhat'ı o dövmüştü. Buna şüphe yoktu. Ve bununla kalmamış bir de o adamı kovdurtmuştu. O adama üzüldüğümü söyleyemezdim ama Arslan'ın bunu benim için yapmış olmasının, daha doğrusu bunu benim Vedat'la çalışmamam için yapmış olmasının nedenini neydi?
Kafamda bir sürü cevapsız soru varken o karşımda büyük cüssesiyle, elleri cebinde durmuş sert bakışlarıyla sadece susuyordu. Susuyordu ve arabaya binmemi bekliyordu. Kaşlarım çatılırken kafamı salladım sinirle. "Ben gidiyorum."
Hızlı adımlarla çıkışa doğru yürümeye başladım. Benimle kendince eğleniyor muydu bilmiyordum ama bu durum gerçekten sinirlerimi zorluyordu artık.
Arkamdan geldiğini sert adımlarının sesinden anlıyordum. Büyük gölgesi benim bölgemin üzerine düştüğünde adımlarımı hızlandırmaya çalıştım. Fakat birden belimden kavranmamla havalandığımda ağzımdan ufak bir çığlık kaçtı. Arslan beni omzuna atarken tekrar arabaya yürümeye başladı.
"Arslan bırak!"
Bağırmamla malikanenin bahçesindeki korumalardan birkaçının bakışları bu tarafa dönse de Arslan'ı görünce hiçbir şey olmamış gibi işlerine devam etmişlerdi. Sinirle çırpınırken ondan kurtulmaya çalışıyordum fakat o bacaklarıma doladığı tek kolu ile bile beni engelleyebiliyordu. Bacaklarıma doladığı eli bir bacağımı avunun içine aldıp sıktığında bir an çırpınışlarım durdu ve gözlerim irice açıldı.
Arabanın yanına geldiğimizde Arslan bu anlık şaşkınlığımı fırsat bilerek kapıyı açtı ve beni şoför koltuğunun yanındaki koltuğa oturttu. "Ne yaptığını sanıyorsun sen? İneceğim çekil!"
Onu itip arabadan çıkmaya çalışsam da bir elini omzuna koyarak beni tekrar arabanın koltuğuna bastırdı. Tekrar bağıracağım sırada yüzüme doğru eğilmesiyle geriye doğru giderek kendimi koltuğa bastırdım. Yakınlığı yüzünden kokusu burnuma dolarken nefesimi tuttum. Yüzlerimiz arasında santimetreler varken fısıldarcasına konuştu. "Asena," gözleri dudaklarıma kaydı. "Şansını zorlama."
Kaşlarımı çattığımda o, elini yana uzatıp emniyet kemerimi taktı. Geri çekilip kapıyı sertçe kapattığında yutkundum ve tuttuğum nefesimi bıraktım. Onun üzerimdeki etkisine bir kez daha sinirlenirken kendime gelmek istercesine gözlerimi kırpıştırdım. Elimdeki çantayı ve ceketi bir kenara atarken emniyet kemerini geri çözüp arabadan ineceğim sırada Arslan arabaya bindi ve kapıları kilitledi.
"Arslan!"
Beni duymuyormuş gibi hızla arabayı çalıştırdığında vücudum geriye yaslandı. Malikaneden ayrılıp ormanlık bir yermiş gibi duran yolda hızla sürmeye başladığında ona döndüm.
"İnmek istiyorum!"
Kapıyı açmaya çalıştım ama açsam da inemezdim çünkü araba neredeyse yüz elliyle gidiyordu. Camdan görünen ağaçlar salise bile görünmeden geride kalıyordu. Yol çift şeritti ve karşıdan gelen arabaların yavaşlığından da ne kadar hızlı gittiğimizi anlıyordum. Arslan ise koltuğa yayılmış tek eliyle rahatça arabayı sürüyordu. Sinirle ona döndüm.
"Kaçırıyor musun beni?!"
Sorumla çatık kaşları biraz gevşerken hafifçe sırıttı. "Yoksa yine böbreğini çalacağımı mı düşünüyorsun?"
Sorusuyla kaşlarım hafifçe çatılırken dudakları aralandı. "Sen..." Bunu düşünmemiştim ama o bunu düşündüğümde bunu nerden anlıyordu bilmiyordum. Bakışları bana dönerken ifademi toparlayıp öfkeli bakışlarımı gözlerine çevirdim.
"İndir beni!"
Sinirle bir nefes alıp tekrar önüne döndü. Eli direksiyonu daha sıkı kavrarken damarları belli oluyordu. "Hayır." dediğinde kaşlarım tekrar çatıldı.
Öfkeyle tekrar kapıyı açmak için uğraştım ama olmadı. Kilidi kaldırmak için arabadaki düğmelere basıyordum ama o kadar çok vardı ki hangisi olduğunu bulamıyordum bile. Yanlışlıkla radyoyu bile açıp kapattığımda Arslan sadece sabır dilercesine beni izliyordu.
Düğmelerden vazgeçip torpidoya yöneldiğimde kapağını açamla karşıma bir silah çıktı. Arslan'ın bakışları yoldan bana dönerken, "Asena!" diye uyarır bir tonda konuşsa da hızla tabancayı elime aldım ve bir an bile tereddüt etmeden ona doğulttum.
"Durdur arabayı!"
Bakışları bendeyken kaşları hafifçe kalktı. Bir an sırıtacak sandım ama çenesini sıktığında kaşları çatıldı ve yüzü tekrar o sert ifadeye büründü. Kararmış zümrütlerini tekrar yola çevirdiğinde sinirle hafifçe boynunu çıtlattı ve arabanın hızını daha da arttırdı.
Benim de gözlerim bir anlık yola kayarken elimdeki silahı daha sıkı kavradım. Ateş edebilir miydim bilmiyordum. Hele ona edebilir miydim, onu hiç bilmiyordum. Fakat arabayı durdurması için kullanabileceğim başka bir şey yoktu. Her ne kadar bu Arslan'ı korkutmasa da...
"Arslan! Arabayı durdur dedim!"
Koyu zümrütleri bana dönerken, "Yoksa?" dedi tehlikeli bir tonda. "Sıkar mısın kafama?"
Yutkunduğumda ellerimin terlediğini hissettim. O tetiği çekemeyeceğimi biliyordu. Şu an bu namlunun bile onu hedef alması beni rahatsız ederken bu gerçeğin ben de farkındaydım.
"Arslan..." diye fısıldarcasına konuştuğumda o tekrar bakışlarını yola çevirdi. Elim tetiğin üzerinde dolanıyordu. "Durdur!"
Söylediklerimi duymuyormuşçasına umursamaz bir tavırla yola bakmaya devam ettiğinde sinirle dişlerimi sıktım. Sakinleşmek istercesine gözlerimi kapattığımda hiçbir işe yaramazken elalarımı tekrar ona çevirdim. Sert bir nefesi ciğerlerime çekerken elimdeki silahı kavrayıp kabzasıyla kafasına vurdum.
Vücudu çok sarsılmasa da bu hareketimi beklemediği için direksiyon hakimiyetini bir anlık kaybetti. Arabanın sağa sola savrulmasıyla vücudum bir yerlere çarparken karşıdan geçen araçlar bize çarpmaktan anda kurtulup sertçe kornaya basıyorlardı.
Arslan bir şekilde tekrar direksiyonu toparlamaya çalışırken yolun kenarına doğru yanaştı ve arabayı ani bir frenle durdurdu. Bir elini karnıma koyarken vücudum ön cama yapışmaktan son anda kurtuldu.
Doğrulduğumda anlık adrenalinle kalbim kulağımda atarken göğsüm hızla inip kalkıyordu. Bakışlarım Arslan'a kaydığında kaşları çatılmış ve anlık şokla gözleri irice açılmıştı. Neredeyse ölecektik fakat benim ilk endişelendiğim onun yanağında açtığım yaraydı.
Arslan'ın bakışları bana dönerken eli benim baktığım yanağına gitti. Parmağını sürttüğünde eline gelen kana baktı. Çenesi sinirle kasılırken sert bir soluk aldı. Öfkeyle kararmış bakışları yüzüme döndüğünde korku tüm bedenime işliyordu. Eli hızla boğazımı sardığında sinirle dişlerini sıkarak, "Seni..." dedi ve sustu.
Korkuyla yutkundum. Eli boğazımı acıtmayacak kadar gevşek ama kurtulmamı engelleyecek kadar da sıkıydı. Şu anki durumumuza rağmen gözlerim yanağındaki yaraya kaydığında kaşlarım hafifçe çatıldı. Elmacık kemiğinin üstünden aşağı doğru yarılmıştı. Çok derin durmuyordu ama kanıyordu ve bu iz kalma ihtimali var demekti. Amacım arabayı durdurmasını sağlamakken ona istemeden zarar vermiştim.
Sebebini bilmediğim bir sızı kalbimi kapladı. Gözlerimin hafifçe dolduğunu hissettiğimde endişeyle ona baktım. Arslan bunu beklemiyormuş gibi afalladığında kaşları hafifçe gevşedi. İfademi toparlamaya çalışarak, gözlerimin buğusunu silmek için birkaç kez kırpıştırdım. Bir şey söylemek için dudaklarımı araladığımda bakışları dudaklarıma kaydı. Çenesi kasıldığında gözlerinin karardığına şahit oldum.
"Ben-" diye kendimi açıklamak için cümleye başladığımda bu sefer lafımı kesen dudaklarıydı.
Beni boğazımdan sıkıca kavrayıp kendine çektiğinde dudaklarını sertçe dudaklarıma bastırdı. Ani hareketiyle afallarken ağzımdan ufak bir mırıltı döküldü. Arslan sertçe beni öpmeye başladığında kaşlarım hafifçe çatıldı. Sinirini bu şekilde çıkarıyormuş gibi diğer elini de enseme koyup beni iyice kendine çekti.
Vücudumu bir ateş sarmaya başladığında kendimi ona karşılık verirken buldum.