Sinirin, öfkenin ve acının damarlarımda dolaştığını hissediyordum. Başım ağrıyor, midem bulanıyor ve göğsüme deli gibi ağlama isteği doluyordu. Kendimi sakinleştiremiyordum.
Ne içindi? Yaralanan Vedat için mi? Yoksa kumarhaneyi almamamız için gösterilen çaba için mi?
Hayır, hiçbiri değildi. Hissettiğim bu berbat duyguların hepsi Arslan'ın bana, Vedat'a karşı kullanmak için yaklaşmış olma ihtimaliydi. İşte bunun şüphesi ağrıtıyordu kalbimi.
Daha önceki ilişkimde yaşadıklarım aklıma gelirken midemde tekrar yumruk yemişim gibi bir ağrı hissettim. Kalbim çarpıntı yaparken derin bir nefes aldım. Kafamda canlanan iğrenç görüntüleri bir kenara bırakmaya çalışarak gözlerimi sıkıca yumdum.
Arslan'ın da böyle bir şey yapmış olma ihtimali sadece ona olan güvenimi bitirmez ayrıca beni de yaralardı. Bilemiyordum. Ne düşünmem gerektiğini, ne söylemem gerektiğini, ne hissetmem gerektiğini... Yine birine erken mi güvenmiştim?
Hazan'ın söyledikleriyle kalbime ekilen o şüphe tohumları ya Vedat tarafından yeşertilecek ya da Arslan tarafından kurutulacaktı. Yoksa bu şüphe, belirsizlikle aklımı bulandıracak ve beni bir yanlışa sürükleyecekti.
Dakikalardır bankta sessiz oturmamızın ardından Hazan bana kaçamak bir bakış attı. Ruh halimi çözmeye çalışıyordu. Bu işten çıkabileceğimizi söylemişti. Ama ben o kumarhaneyi Vedat'a aldıracağıma söz vermiştim bir kere. Bu saatten sonra dönmem kendi gururuma hakaretti benim için. Ve nedense içimden bir ses Hazan'ın da bu işi bitirmek istediğini söylüyordu.
Ayaklandığını hissettiğimde bakışlarım ona döndü. Kollarını göğsünde bağlayıp kızarmış yeşillerini bana çevirdi. "Burada bekleyerek zaman kaybetmemeliyiz, Asena." dedi kısık bir sesle ve bakışları Arslan'ın olduğu tarafa döndü. "Bir şeyler yapmalıyız."
Benim de gözlerim o tarafa kayarken yutkundum. Arslan Gurur'la bir köşede konuşurken bakışlarımız buluştuğunda gözlerini bir saniye bile ayırmadı gözlerimden. Zümrütleri yüz ifademi süzerken hafifçe kaşları çatıldı. Bir şeyler olduğunu anlamıştı ve bilmek istiyordu.
"Hangisi..." dediğinde bakışlarımı zorlukla ayırıp Hazan'a döndüm. "Hangisiyle konuşacaksın ilk önce? Vedat mı Arslan mı?"
Yutkunduğumda bakışlarım bir an yere düştü. Eğer gerçekler buysa hangisiyle önce konuştuğum fark etmezdi. Yine aynı sonuca varırdım.
Fakat o an Arslan'dan duyacaklarım benim için daha önemliydi. Orası kesindi. İkisinden birinden vurgun yiyecektim ve ben sadece avcımı seçiyordum.
Banktan kalkıp Hazan'ın karşısında durduğumda, "Vedat..." diye mırıldandım hafifçe kıpırdanırken. "O şu an yorgundur eminim ki. Hem... Önce Arslan'la konuşmam daha iyi olur."
Hazan'ın kaşları söylediklerimle hafifçe çatılsa da kafasını salladı. Adımlarım Arslan'ın olduğu tarafa yönelecekken Hazan hafifçe kolumdan tutup ona bakmamı sağladı. Bakışları bir an Arslan'a kayıp tekrar gözlerimi bulduğunda, "Dikkatli ol." diye mırıldandı. "Onun sözlerine kanmayacak kadar akıllısın."
Bu cümlesi kaşlarımı çatmama sebep olduğunda birkaç saniye Arslan'a nefretle bakan gözlerine baktım. Daha sonra hiçbir şey söylemeden koridorun diğer ucuna yürümeye başladım.
Arslan ona yaklaştığımı görünce hafifçe duvara yasladığı iri cüssesini oradan ayırdı ve bana doğru bir iki adım attı.
Gözlerinin içine bakmamaya çalışarak, "Konuşmamız lazım." desem de kaşlarının çatıldığını fark etmiştim. Cevabını beklemeden hastanenin çıkışına adımladığımda hızla bahçeye çıktım.
Serin hava yüzüme çarparken yanan ciğerlerime derin bir soluk çektim. Arslan arkamdan gelirken bomboş bahçeden biraz daha uzaklaşarak arabaların park edildiği yere doğru ilerledik.
Arslan'ın olduğunu bildiğim arabaya sırtımı yaslarken kollarımı göğsümde kavuşturdum. Nasıl söyleceğimi, hangisini soracağımı bilmiyordum.
Bakışlarım yerde dolanırken tam önümde sert adımlar belirdi. Arslan tam karşıma geçip durduğunda zorlukla da olsa gözlerimi ona çıkardım. Hafiçe çatılmış kaşlarıyla bu halimi süzerken, "Söyle." dedi tok sesiyle. "Ne oldu orada, söyle."
Göz temasını kesmeden kurduğu cümlelerle ne diyeceğimi iyice şaşırıyordum. Arslan zekiydi ya da beni tanıyordu. Çünkü ona olan bakışımdan değişen ruh halimi anlıyordu. Yanağımın içini hafifçe dişlerken sonunda bu kıvranışlarıma bir son vererek hafifçe yaslandığım arabadan doğruldum ve derin bir nefes aldım.
"Vedat..." dedim kısaca. Kasları gözle görülür bir şekilde gerilmişti. "Bu saldırıyı senin yaptığını söylemiş Hazan'a. Bu... Doğru mu?"
Güçlükle ağzımdan çıkıp sıraya dizilen her bir kelimeyle gözleri daha da koyulaştı. Gözlerim yüzünü arşınlarken ifadesinden bir anlam çıkarmaya çalışıyordum. Kaşları hafifçe çatıldı. "Ona inandın mı?"
Beklemediğim kadar karanlık tonda çıkan sesi bir an tüylerimi ürpertti. Zümrütleri hafifçe karardığında sanki önemli olan bunu onun yapıp yapmaması değildi. Benim Vedat'ın söylediklerine inanıp inanmamamdı.
Bu kaçamak cevabı sinirlerimi gererken kaşlarım çatıldı. "Konu bu mu?" dedim sert çıkmasına engel olamadığım sesimle. "Sana bir soru sordum. Doğru mu?"
Arslan'ın öfkeli bakışları bir anlığına başka tarafa kayarken boynunu çıtlattı. Gözleri tekrar beni bulduğunda, bağırmamak için kendini zorluyormuş gibi hafifçe dişlerinin arasından konuştu. "Eğer o orospu çocuğuna bir şey yapmak isteseydim peşine adam takmazdım." dedi ve bana doğru bir adım attı. "Bunu kendi ellerimle yapardım."
Üzerime doğru attığı adım yüzünden sırtım tekrar arabaya yaslanırken yutkundum. "Ayrıca böyle bir şeyi senden gizlemezdim. Aksine, ilk sen duyardın." Çenesi kasıldığında kararmış zümrütleri elalarıma kilitlendi. "Ama sen bunları bilmene rağmen o Vedat itine inandın, öyle mi?"
Ellerimin stresten terlemeye başladığını hissediyordum. Söylediklerine onun açısından bakınca bir yanlış yoktu. Ama benim açımdan bu cümleler eksiklerle doluydu.
Hazan'ın 'Onun sözlerine kanmayacak kadar akıllısın.' demesi kulağımda çınlarken sinirlerimin tekrar yükseldiğini hissettim.
"İnandım, Arslan!"
Beklediğimden daha yüksek çıkan sesim Arslan'ın ifadesinin daha da gerilmesine sebep olmuştu.
"Kafamda bir sürü soru dönüyor ve hepsinin cevabında da sen suçlusun!" diye tekrar bağırdığımda göğsünden onu ittirdim ve benden bir adım uzaklaşmasını sağladım. "Söyle o zaman nereden öğrendin bizim Taşkıranlar'ın malikanesinde olduğumuzu? Neden geldin oraya?"
"Asena..."
Arslan gözlerini kapatıp sinirli bir tonda adımı söylediğinde onun konuşmasına fırsat vermeden devam ettim.
"Neden içeri girip bozmadın o toplantıyı da dışarıda sakince bekledin?" dedim sinirle. "Sonrası için planın vardı çünkü, değil mi?"
Arslan'ın ateşle harlanan gözleri hızla bana döndüğünde sesi artık eskisi kadar sakin değildi. "Kafandan at şu saçma sapan düşünceleri. O itin uğraştığı tek şey aklını bulandırmak."
Söyledikleri sanki kulağıma ulaşıyor ama algılayamıyordum. Kafamdaki soruların sesi ağır basıyordu.
"Kanıtla o zaman!" dedim tekrar bağırarak. "Senin yapmadığını bana kanıtla!"
Arslan sinirle solurken bir elini sertçe saçına geçirdi. Sinirlendiği için belirginleşmiş olan elindeki ve boynundaki damarları, öfkesinin daha da yükseldiğinin kanıtıydı. Hiçbir şey söylemeden bakışlarını bir süre etrafta dolandırdığında sert bir soluk verdim. Kafamı hafifçe sağa sola sallarken ona döndüm.
"Bu yüzden Vedat'la aynı arabaya binmemi engelledin, değil mi?" dediğimde aynı öfkeli bakışlar tekrar elalarıma çarptı. "Neden? Ben senin düşmanın olan o adamın avukatıyım. Neden ben yoktum o arabada?"
"Asena..." diye sinirle soluduğunda susmadım.
"Onun tek kalması için miydi? Bu yüzden mi beni oyalamaya çalıştın?" diye devam ettiğimde sesim artık güçlü çıkmıyordu. Hatta artık bir fısıltıdan ibaretti. Aklımda dolanan düşünceyle zorlukla yutkundum. "Bu yüzden mi bana dokundu-"
"Asena!"
Gürler gibi çıkan sesi lafımı kestiğinde yerimde sıçradım. Boş otoparkta sesi yankılanırken üzerime doğru yürüdü ve beni sertçe arabaya yasladı. "Yeter!"
Tekrar bağırmasıyla gözlerimin hafifçe dolduğunu hissettim. Bakışları öyle bir değişmişti ki artık saf öfkeyle bakıyordu.
"Sen ne dediğinin farkında mısın?! O orospu çocuğunun söyledikleriyle sen nasıl... Böyle bir şeyi nasıl..."
Sinirden doğru düzgün cümle bile kuramazken elini tam başımın yanından sertçe arabaya geçirdi ve ağır bir küfür mırıldandı. Yaptığı hareketle tekrar yerimde sıçrarken gözümden bir damla yaş düştüğünü hissettim.
Arslan sinirle çekildiğinde bakışları arada bir hızla hastaneye kayıyor yumruklarını sinirle sıkıp açıyordu.
Gözümden düşen yaşı gördüğünde bakışlarına yerleşen hafif endişeyi yakalasam da ben hızla o yaşı sildim ve ifademi topladım. Yürüyüp tam karşısına geçip dik bir şekilde durduğumda çenemi kaldırdım.
"Ben kime, neye güveneceğimi bilmiyorum, Arslan." dedim sesimin titremesini engellemeye çalışarak. "Bildiğim tek bir şey var o da aldığım bu davayı sonucu ne olursa olsun bitireceğim."
Arslan'ın saniyeler önce yumuşamış bakışları tekrar koyulaştığında yutkundum. Son bir kez gözlerine bakarak onu ardımda bırakıp hastaneye doğru yürümeye başladım.
"Asena!"
Arkamdan yankılanan gür sesini duysam da durmadım. Duramazdım. Durursam geri dönerdim. Birkaç saniye sonra ettiği ağır küfürler eşliğinde bir şeylerin kırılma sesi gelmeye başladığında gözlerimi sıkıca yumdum. Bir an ayaklarım durmak için yeltense de kendimi tutarak arkama bakmadan hızla hastaneye yürümeye devam ettim.
Gözlerimden yaşların süzüldüğünü hissediyordum. Hastanenin beyaz koridorlarını tek başıma geçip Vedat'ın olduğu kata çıkarken Arslan'ın sesi hala kulağımda yankılanıyordu.
Bu saldırıyı o yapmamış olabilirdi çünkü dediği gibi böyle şeyleri gizli yapacak bir adam değildi. Fakat benim ona olan şüphemi uyandıran tek şey bana olan yakınlığıydı. Vedat'ı zerre sevmediği belliydi. Ayrıca ailelerinden gelen düşmanlıkları da ayan beyan ortadaydı. Peki böyle bir adamın düşmanının avukatıyla ne gibi bir yakınlığı olabilirdi? Sebebi neydi?
Vedat'ın odasının önüne geldiğimde polisler oradan ayrılıyordu. Gurur ve Hazan'ın bakışları bana dönerken kimseye bakmadan hızla odaya girdim.
Vedat omzu sargıda bir şekilde yatarken bakışlarının beni bulmasıyda gözlerine hafif bir şaşkınlık düştü. Yatağında yavaşça doğrulduğunda yanına oturdum. Kısık bir sesle konuşmaya başladım.
"Geçmiş olsun."
Tırnaklarımla istemsizce derimi çizerken güçlükle yutkundum. Vedat hafifçe gülümseyip bana baktığında, "Sağ ol, Asenacım." diye mırıldandı. "Gerçekten korkunç bir olaydı."
O malikaneden Vedat'ı tek başına göndermenin suçluluğunu hissederken tınarklarımı avucuma batırdım. Orada olsam ne yapabilirdim bilmiyordum ama yine de suçlu hissediyordum.
"Seninle gelmeliydim." diye fısıldar gibi konuştuğumda Vedat'ın kaşları çatıldı.
"Asena, sakın bunun için kendini suçlama."
Bakışlarım ellerime düşerken kafamı iki yana salladım. "Bir avukat böyle durumlarda müvekkilinin yanında olmalı."
Vedat hafif bir iç çekti ve elini bacağımdaki elimin üstüne koydu. Biraz rahatsız hissetsem de elimi çekmedim. "Senin yapabileceğin bir şey yoktu." dediğinde sesine hafif bir öfke büründü. "Karadağ zaten aklına koyduysa her şekilde bunu halledecekti."
Kaşlarım hafifçe çatıldığına onun sargılı omzunu süzdüm. Arslan olsa bu kadar hafif bir yarayla kurtulur muydu orası muammaydı.
Odanın kapısı açıldığında Hazan sinirli bir ifadeyle içeri girdi. Bir köşeye ilerlerken kollarını göğsünde birleştirdi. Nedense içimden bir ses Gurur'la bir tartışma yaşadıklarını söylüyordu. Çünkü kapıyı açıp içeri girerken gördüğüm kadarıyla Gurur orada yoktu.
Hazan hala sinirle solurken onu süzmeyi bırakıp tekrar Vedat'a döndüm.
"Bu arada..." dediğimde saçımı düzeltiyormuş gibi yapıp elimi elinden kurtardım. "Polislere bu olayın şüphelisi olarak Karadağ'ı gördüğünüzü söylediniz mi?"
"Hayır."
Kaşlarım hafifçe kalkarken şaşkınlıkla ona baktım. "Neden?" diye sorduğumda bir anlam vermeye çalışıyordum. "Ona karşı açmak istediğimiz bir dava var, Vedat Bey. Ve bu olayı onun yaptığı kanıtlanırsa işimize yarardı. Polis bunu yapan adamı bulur ve ona bu emri kimin verdiğini söyletirdi. Neden şikayette bulunmadınız?"
Vedat hızla bakışlarını kaçırdığında elini ensesine attı ve hafifçe ovuşturdu. Derin bir nefes bıraktığında bana kaçamak bakışlar atarak konuşmaya başladı. "Aslında... Haklısın. Ama kumarhane için uğraşıyorken onu bir de bu sebeple kızdırmak istemedim. O yüzden... Sadece şimdilik böyle bir şeye gerek olduğunu düşünmüyorum."
Kaşlarım hafifçe çatılırken Hazan'a baktım. Bilmiyorum dercesine omuz silktiğinde kaşlarım daha da çatıldı. Vedat artık dava açmaya korkmuyordu. Böyle bir konuda Arslan'ı şikayet ederek sinirlendirse bir hiçbir zararı olmazdı. Sonuçta o kumarhaneyi ona Arslan değil Necip Taşkıran verecekti.
Kafamdakilerle derin bir nefes bıraktım ve zorlamayarak ona döndüm. "Peki." dedim Vedat'a doğru. "Siz nasıl istiyorsanız."
Vedat'ın ifadesi gözle görülür bir şekilde rahatlarken hafifçe kafasını salladı. Bakışlarım tekrar istemsizce yaralı omzuna kaydığında bakışlarımı kaçırıp gözlerine baktım.
"Yarın Taşkıran'ların o kumarhanesine gidecektik, verecekleri karar için." dedim sıkıntılı bir sesle. "Fakat siz bu haldeyken ertelesek iyi olur."
"Hayır." Vedat hızla kafasını salladığında biraz daha doğruldu. "Bunu erteleyemeyiz, Asena. Benim bir şeyim yok. İdare edebilirim. Yarın o mekana mutlaka gitmeliyiz."
Sıkıntılı bir nefes verdiğimde Hazan'la bakışlarımız buluştu. Koskoca Taşkıran'ların bize özel olarak mekan devir kararı için ayırdığı bir günü vardı. Ve bunu elde etmek kolay değildi. Ertelersek tekrar kazanamayabilirdik. Bu fırsatı değerlendirmek zorundaydık.
Bakışlarım tekrar Vedat'a dönerken kaşlarımı bu sefer kararlılıkla çattım ve kafa salladım. "Bu işi yarın bitirelim."
Vedat hafifçe sırıtırken o da kafasını salladı ve tekrar etti.
"Bu işi yarın bitirelim."