Önümdeki bar tezgahına koyulan içki bardağını hafifçe sallayıp içkimin karışmasını sağladım. Aslında karışmasa da olurdu çünkü içmek istemiyordum. Düşüncelerim ve duygularım yeterince aklımı bulandırırken bir de alkolün kanıma karışmasına gerek yoktu.
Derin bir nefes alıp sonunda kafamı kaldırıp etrafa göz gezdirdim.
Taşkıran'ların meşhur mekanındaydık.
Aslında henüz mekanın asıl kısmına, yani kumarhaneye, girmemiştik. Eski, kırık, dökük fabrikaya geldiğimizde gizli bir yer merdiveninden Taşkıran'ların adamlarının yönlendirmesiyle aşağı inmiştik. Karşımıza çıkan uzun bir koridoru geçtikten sonra mekanın bar ve eğlence kısmına gelmiştik. Burası mekanın ilk salonuydu sanırım. Geniş barın birkaç köşesinden çıkan yine uzun koridorlar vardı. Bu koridorlardan biri o büyük ve meşhur kumarhaneye açılıyor olmalıydı.
Gözlerim barı kısaca tararken burada gerçekten hatırı sayılır bir kalabalık olduğunu gördüm. İnsanlar yemek yiyor, içki içiyor ve canlı müzikle eğleniyorlardı. Loş sarı ışık ağırlıklı nezih bir ortam vardı. Zaten buradaki insanların çoğu da öyle insanlardı. İş dünyasında da adı duyulmuş, sözde temiz öz geçmişe sahip, insanlardan bazılarını burada görmek beni şaşırtmamıştı bile.
Vedat ve Hazan'la buraya gelmiştik fakat şu an bu barda tek başıma oturuyordum. Vedat asıl toplantının olacağı odaya girmeden önce Necip Taşkıran'la konuşması gerektiğini söyleyip gözden kaybolmuştu. Hazan ise elbisesini düzeltmek için lavaboya gitmişti. Aslında Vedat'ın resmi avukatı bendim ama Hazan ne olur ne olmaz diye buralarda bulunmak istemişti. Zaten toplantıya girmeyecekti.
Vedat bunun bir toplantıdan çok kutlama olacağını ve abartılı şeyler giyebileceğimizi söylemişti. Ama hiç o havamda değildim. Olabildiğince sade siyah kumaş bir pantolon ve beyaz dar bir kazak giymiştim. Utanmasam spor ayakkabı da giyecektim ama Hazan en azından güzel bir topuklu giymem gerektiğini söylemişti. Onun ısrarıyla siyah bir topuklu ayakkabı giymiştim. Hazan ise gözlerinin rengini ortaya çıkartan, koyu yeşil, sırt dekoltesi olan bir elbise giymişti. Toplantıya katılmayacak olsa bile burada dolaşmaya uygun giyinmek istemişti sanırım.
"İçmeyeceksin sanırım?"
Gözlerim etrafta Hazan'ı ararken yanımdan gelen sesle bakışlarım bar tezgahında yanımdaki sandalyede oturan adama kaydı. Sırtını tezgaha dayamış kollarını da üstüne koymuş yayvan bir şekilde oturuyordu. Kısa sarı saçlı, iri denebilecek yapıda biriydi. Güzel, hafif keskin hatlı bir yüzü vardı. Fakat bana bakmıyor kısık gözleriyle barı süzüyordu.
"Pardon? Bana mı dediniz?"
Gözlerini bana çevirirken kafasını hafifçe eğdi. Farklı renkteki gözleriyle karşılaşmamla şaşırdım ve kaşlarım hafifçe çatıldı. Gözlerinden biri yeşil biri maviydi. Tonları yakındı ve fazla dikkatli bakılmazsa anlaşılmayabilirdi. Fakat ben fark etmiştim ve ilgimi de çekmişti.
Sorduğum soruyla hafifçe dikleşirken gözümde oluşan bütün o duruşunun ciddiliğini bozacak bir cümle kurdu.
"Evet. İçmiyorsanız ben alabilir miyim? Son paramı buraya gelirken taksiye verdim de."
Kaşlarım daha da çatılırken gözlerimi kırpıştırdım. Bu bir kamera şakası falan mıydı? Bu kadar nezih insanların bulunduğu bir ortamda bunu söylemesi hiç inandırıcı gelmemişti. Fakat onu hiç görmediğimi fark ettim. Buradaki insanların çoğunu tanıyordum. En azından sima olarak... Ama onu ilk defa gördüğüme emindim. Bu gözleri kolay kolay unutmazdım.
Elimde sadece sallayıp boş boş tuttuğum bardağı hafifçe ona itekledim. Sırıttı ve bardağı alıp kafasına dikti. Yüzünü hafifçe buruşturduğunda boş bardağı tezgaha geri bıraktı. Aynı rahatlıkla tekrar sırtını bar tezgahına dayayıp kollarını yanlarından tezgaha koydu. Şaşkın bakışlarım yüzünde dolaşmaya devam ettiğinde bunu fark ederek, "Ah," dedi. "Doğan ben bu arada."
Tokalaşmak için elini uzatacaktı ki birden vazgeçti ve elini tekrar kendine çekti. Sebebini anlamayarak kaşlarımı çatsam da hafifçe kafamı salladım. "Asena." dedim kısaca.
Tatlı denebilecek bir gülümseme yüzünde yer edindiğinde hafifçe etrafa bakındı. "Birini mi bekliyorsun?"
Kaşlarım hafifçe çatılırken kolumun birini masaya dayadım ve hafifçe ona döndüm. "Ne yani, buraya tek başıma gelmiş olamaz mıyım?"
Omzunu silkerken kafasını yana doğru yatırdı. "Olabilir tabi. Sadece seni daha önce bu insanların arasında görmedim."
Gözlerimi kısarak bakışlarımı farklı renkteki gözlerine kitlendim ve sertçe konuştum. "Ben de seni görmedim?"
Dudaklarını birbirine bastırırken teslim oluyormuş gibi ellerini kaldırdı. Önüne dönerken "Yenge de dedikleri kadar varmış." diye mırıldandığını duyduğumda şaşkınlıkla kaşlarımı kaldırdım.
"Anlamadım?"
Hafif alaycı bakışları bana değmeden önce arkadamda bir yere çarptığında yüz hatları gerildi. Kaşları çatılırken benimle konuştuğundan çok daha farklı bir yüz ifadesi takındı. Hatta neredeyse korkutucu bir ifadeydi.
Sırtıma değen elle arkama baktığımda gelen kişinin Vedat olduğunu gördüm. Ne kadar gergin olduğu yüzünden belli olurken bana baktı. "Her şey tamam. Gidebiliriz, Asena."
Kafamı hafifçe onaylarcasına sallarken çantamı almak için önüme döndüm. Adının Doğan olduğunu öğrendiğim adam Vedat'a aynı sert ifadeyle bakarken Vedat da bunu fark ederek o da adama kitlenmişti. Doğan ondan gözlerini kaçırmadan, "Teşekkürler," dedi ve bana kısa bir bakış attı. "İçki için."
Hafif bir baş selamı verdikten sonra bakışları tekrar Vedat'a döndü. Yavaşça bar taburesinden kalktı ve bilerek Vedat'ın sargılı omzuna çarparak yanımızdan ayrıldı. Barın kalabalığında kaybolurken Vedat çatık kaşlarla adamı izliyordu. Gözlerini ayırıp bana döndüğünde "Tanıyor musun bu adamı?" diye sordu.
"Hayır." diye mırıldandım benim de gözlerim adamın girdiği kalabalığı tararken. "Burada gördüm ilk defa."
Vedat birkaç saniye daha sessiz kalırken düşünüyor gibiydi. Ben buraya ilk defa gelsem de Vedat buradaki insanların neredeyse hepsini tanıyordu. Fakat belli ki kendisi de o adamı ilk defa görmüştü.
Aramızdaki sessizliği bozarak Hazan yanımıza geldiğinde Vedat gerginlikle kafasını salladı. "Neyse, gitmemiz lazım. Toplantı başlayacak." dediğinde bakışları Hazan'a döndü. "Hazan sen burada bekle."
Hazan kafasını hafifçe sallayıp bar taburelerinden birine oturdu. Ben de eşyalarım zaten onun yanında diye alma gereği duymadım ve sadece telefonumu alıp Vedat'ı takip ettim.
Geniş bar salonunun sağ köşesindeki geniş koridora girdiğimizde karşımıza bir asansör çıktı. Modern çelik asansörler gibi değil, altın işlemeli demirlikleri olan, dışarıdan içi görünen bir asansördü. Bindiğimizde Vedat bir düğmeye bastı ve asansör iki kat aşağı indi. İnerken geçtiğimiz ara katın kapkaranlık olması da biraz dikkatimi çekmişti.
Kırmızı duvarların, kırmızı halıların ve loş sarı ışıkların dizili olduğu koridora geldiğimizde etrafa göz gezdirmeden edemedim. Hoş bir görüntüydü. Vedat hafifçe elini belime koyduğunda onun yönlendirmesiyle ilerlemeye başladım.
İleriden sola döndüğümüzde bizi büyük bir kapı ve iki koruma karşıladı. Korumalar Vedat'a kısa bir bakış atıp kapıyı açtıklarında sonunda o meşhur kumarhane bakış açıma girdi.
Yoğun bir kalabalık, gülüşmeler ve etrafta oynanan oyunlar hızla dikkatimi çekti. Yukarıdaki barın neredeyse iki katıydı ve çok kalabalıktı. Orta kısımlara güzel bir dizaynla dizilmiş rulet oyunu masaları ve genelde köşelerde kalan slot makineleri vardı. Ve daha adını bilmediğim birçok makine...
İnsanlar sadece oyun oynamıyor, içki içip sohbet de ediyorlardı. Ayrıca tavanda havalandırma ızgaraları olmasına rağmen yoğun bir sigara dumanı da geniş salonu dolduruyordu.
Gözlerim duman yüzünden kısılırken Vedat beni başka bir yere yönlendirdi. Kumarhanenin bir köşesinden başka bir kapıdan geçip yine bir koridora girdiğimizde burada daha fazla koruma olduğunu gördüm.
Adamlardan biri yaklaşıp Vedat'ın üstünü aramaya başladığında belindeki silahı alıp yanındaki korumaya verdi. Sonrasında bana yönelecekken kaşlarımı çatıp bir adım geri attım. Vedat adama dönerken, "Kendisi avukatım sadece. Bu aramaya gerek yok." dediğinde adam arkasını dönüp diğer korumaya baktı.
Koruma kulağındaki kulaklığa eğilip bir şeyler söylediğinde birkaç saniye bekledi ve gelen cevabı dinledi. Kime ne sordu bilmiyordum ama daha sonra kafasını onaylarcasına salladığında Vedat'ın üstünü arayan koruma önümüzden çekildi.
Vedat yakasını düzeltirken omzundaki sargı yüzünden hafifçe yüzü buruştu. Takım elbise giydiği için sargı görünmüyordu ve elinden geldiğince acısını belli etmemeye çalışıyordu. Tekrar elini belime koydu ve beni bizim için açılan kapıya yönlendirdi.
İçeri girdiğimizde buranın normal bir ofis gibi geniş bir toplantı odası olduğunu gördüm. Bir tarafta Necip Taşkıran'ın olduğunu tahmin ettiğim bir çalışma masası, karşısında geniş deri bir oturma grubu ve diğer tarafta ise büyük bir yemek masası vardı. Arslan'ın evindeki toplantıda gördüğüm neredeyse herkes yine buradaydı. Sanırım bu kararı bekleyen sadece biz değildik.
Fakat burada önemli biri eksikti. Arslan Karadağ...
Gelecek mi diye düşünürken karnıma ağrılar saplandığını hissettim. Fakat eğer gelecek olsa böyle bir toplantıya geç kalmazdı. Hatta ilk önce Karadağ'lar burada olurdu.
Düşüncelerimi bir kenara bırakıp gözlerimi etrafta dolandırdığımda kadınların hepsinin yine çok şık ve güzel elbiseler giymiş olduklarını fark ettim. O an giydiğim kıyafetten utanırken gözlerim birine takıldı.
Arslan'ın evinde gördüğüm bana gülümseyen yeşil gözlü, siyah saçlı kadın yine buradaydı. O toplantıdaki gibi yine burada tek başına oturuyor ve mümkün olduğunca kimseyle muhatap olmuyordu. Diğer kadınlara kıyasla o da sade siyah bir elbise giymişti. Genç dursa da gözlerindeki yaşanmışlık ve olgunluk otuzlarında olduğunu belli ediyordu. Fakat buna rağmen güzelliği her şekilde kendini belli ediyordu.
Kadının bakışları beni bulduğunda bu sefer Arslan'ın evindeki gibi gülümsemedi. Gözlerinde sadece acıma duygusuna yakın bir üzüntü vardı bana bakarken. Gözleri benden ayrılıp Vedat'ı bulduğundaysa kaşları çatıldı ve bakışlarını oyalanmadan başka tarafa çevirdi.
Bu içimde kötü bir his oluştururken kapının açıldığını duydum. Necip Taşkıran, damadı Tankut ve tanımadığım iki adam içer girdiğinde herkesin dikkati onlara döndü.
"Hoşgeldiniz, buyurun lütfen."
Necip Taşkıran samimi bir gülümsemeyle herkesi masaya davet ettiğinde insanlar yavaş yavaş yerleşti. Ben yine Vedat'ın yanına otururken bu sefer karşımda o yeşil gözlü kadın vardı.
Herkes ufak ufak sohbet etmeye, yemek yemeye ve içki içmeye başlamıştı. Ben ise hiçbir şeye dokunmadan öylece tabağıma bakıyordum. Birkaç kere Vedat içmem için ısrarla önüme bir kadeh koymuştu ama ona bile dokunmamıştım. Karşımda oturan kadının ise bakışlarının ara ara üstümde dolandığını hissediyordum.
Konuşulan konu yavaş yavaş kumarhaneye gelirken Necip Bey konuşmaya başladı. Önce herkesin üzerinde gözlerini gezdirdi ve, "Sanırım bugün aramızda sadece bir Karadağ var." dediğinde kaşlarım çatıldı ve gözlerimi etrafta gezdirdim fakat ne Arslan'ı ne de Gurur'u göremedim. "İzel Karadağ."
Necip Bey'in kurduğu cümleyle bakışlarım onun gözlerini takip ettiğinde önümdeki kadına baktığını anladım. Gözlerim büyük bir şaşkınlıkla açılırken yutkundum. İzel Karadağ? Kimdi bu kadın? Arslan'ın dosyalarını incelerken kardeşi olmadığına emindim. İzel adında da bir kuzeni olduğunu hatırlamıyordum. Aklıma tek bir ihtimal geldiğinde o düşünceyi hızla kafamdan attım.
"Arslan Bey'ler teşrif etmeyecekler mi?"
Necip Bey'in alaycı konuşmasına kadın hafifçe gülümsedi. "Maalesef. Kendisi meşgul olduğu için özürlerini iletmemi istedi."
Necip Bey fazla üzerinde durmayarak kafasını imalı bir şekilde salladı. Bakışlarım bir an Vedat'a kaydığında onun yüzünde en ufak bir şaşkınlık belirtisinin olmadığını fark ettim. Kaşlarım çatılırken herkes gibi ben de tekrar Taşkıran'ın konuşmasına odaklandım.
"Biliyorsunuz ki artık yaşım bu işler için geçti. Uzun süredir idare ettiğim mekanlarımdan en önemlisi olan bu kumarhaneyi iyi işletebileceğini düşündüğüm birine devretmek istiyorum." bakışları kısa bir an Tankut'a döndü. "Aile servetini bozmamak için burayı damadıma da verebilirdim. Fakat ben buranın iyi işletilmesini ve namının devam etmesini istiyorum."
Vedat'ın gerginlikle elindeki bardağı sıktığını fark ettim. Bakışlarım masada dolanırken herkesin Necip Bey'in söyleyeceği isim için Vedat kadar tedirgin olduğunu gördüm. Tek bir kişi hariç...
Karşımda oturan yeşil gözlü kadın, yani İzel Karadağ, rahat bir şekilde arkasına yaslanmış ve elindeki kadehle oynuyordu. Necip Bey konuşurken ona bakmıyordu bile. Sanki vereceği ismi çoktan biliyormuş gibi...
"Kafamda birkaç isim vardı zaten." diye Necip Bey konuşmasına devam etti. "Fakat sonradan kafamdaki o isimleri silecek bir fikirle gelindi önüme." bakışları bana dönerken yerimde rahatsızca kıpırdandım. "Bu ismi uzun zamandır duymamış olabilirsiniz fakat detaylı bir araştırmayla bu kişinin yaptığı bütün işleri özellikle inceledim. Üzerine uzunca düşündüm ve bu kumarhaneyi de layıkıyla işletebileceğine kadar verdim."
Stresten midemin bulandığını hissetmeye başladığımda derin bir nefes aldım. Herkes soluksuz Taşkıran'ı dinlerken sonunda elindeki bardağı bırakıp yavaşça ayağa kalktı.
"Bu elli yıllık kumarhaneyi işletmesi için Vedat Kılıç'a devretmeye karar verdim."
Herkes büyük bir şaşkınlıkla Vedat'a dönerken o sonunda gerginliğini üzerinden atıp zafer kazanmış gibi gülümsedi ve ayağa kalktı. Necip Taşkıran'la el sıkıştığında insanlar aralarında konuşmaya başladı.
Ben ise göğsüme çökmüş ağrı ile yerime sinmiş çatılmış kaşlarım ile tabağımı izliyordum sadece. Sevinmemiştim. Nedenini bilmiyordum ama içimde en ufak bir mutluluk bile yoktu.
Vedat yanıma geldiğinde elini omzuma koydu. Zorlukla gülümsemeye çalıştığımda bakışlarım karşımda oturan İzel Karadağ'a çarptı bir an. Fakat çekinerek hızla gözlerimi kaçırdım.
Herkes bu haberle kutlama yapmak için hazırlanırken ben içimdeki bu anlamsız duyguyu bastırmaya çalışıyordum.
~~~
Sonraki birkaç saat hızla geçerken ben bir köşede öylece oturuyordum sadece. Bazı insanlar Vedat'ı tebrik ediyor, eski şanını kazanacağını umduklarını söylüyorlardı. Bazıları ise Necip Bey'in bu kararından hiç memnun değildi ve kendi aralarında fısıldaşıyorlardı. Necip Bey ve birkaç kişi gelip beni de tebrik etmişlerdi ama onlarla sohbet edecek havamda değildim.
Toplantı artık bittiğinden bir süre sonra insanlar dağılmaya başladığında Vedat da yanıma gelip beni dışarı çıkardı. Kumarhaneyi de geçip bindiğimiz asansöre geldiğimizde Vedat göz ucuyla bana baktı.
"Burayı senin sayende aldık ama sen hiç mutlu durmuyorsun, Asena?"
Derin bir nefesi ciğerlerime doldururken gülümsemeye çalıştım ama hiç içimden gelmiyordu. Sonunda başladığım işi tamamlanmıştım. Hatta başarıyla. Ama aklımın bir köşesinde sürekli Arslan dolanıyordu. Kendime engel olamıyordum.
"Toplantı uzun sürdü." diye mırıldandım. "Yoruldum sadece."
Vedat anlayışla kafasını salladı ama pek inanmış gibi durmuyordu.
Asansörden inip tekrar bara girdiğimizde Hazan bıkkın bir şekilde bir köşede oturuyordu. Bizi görünce hemen oturduğu bar taburesinden kalktı ve beklenti dolu gözlerle bize baktı.
Vedat gülümseyerek, "Kumarhaneyi aldık." dediğinde Hazan sevinçle boynuma atladı.
"Biliyordum ya. Sonunda." dediğinde gülümsemeye çalışıyordum. Bu sefer Vedat Bey'e dönerek imalı bir şekilde sırıttı ve elini uzattı. "Tebrik ederim, Vedat Bey. Umarım o eski Vedat Kılıç başarısını bu mekanda da görebiliriz."
Vedat da sırıtarak elini uzattı ve tokalaştı. Sonrasında saatine baktı ve, "Kızlar benim buradaki işlerim daha uzar. Sözleşme, maliye işleri falan." dediğinde kendi adamlarından birine gelmesi için işaret etti. "Benim şoförüm size evinize kadar eşlik etsin."
Gerek olmadığını söylesem de özellikle ısrar edince kabul ettim. Toparlanıp gitmeden önce Vedat bize dönüp, "Her şey için teşekkürler, kızlar." dedi memnun bir gülümsemeyle. "Siz olmasaydınız yapamazdım."
Hafifçe gülümsediğimde vedalaştık ve ayrılmak için kapıya yöneldik. Gözüm bir an kalabalığa takıldığında birkaç saat önce barda benimle konuşan farklı renkli gözü olan adamı gördüm. Doğan'ı. Saniyelik göz göze geldiğimizde telefon kulağındaydı ve bir şeyler diyordu. Beni izliyordu.
Bir an gözlerimin odağı kaydığında tekrar o tarafa döndüm ama onu göremedim. Kalabalığın arasında toz olmuştu sanki.
"Hadi Asena."
Orada öylece dikildiğimi fark ettiğimde Hazan'ın seslenmesiyle kendime geldim ve son kez kalabalığa bakıp yanına ilerledim.
Vedat'ın şoförü bizi arabaya bindirdiğinde ilerlemeye başladık. Hazan sürekli bunun ne kadar iyi olduğunu, Vedat Kılıç'ın özel avukatı olma fırsatını yakaladığımı ve o kumarhaneyi onun almasını sağlayan avukat olarak bu camiada adımın duyulacağından bahsediyordu. Fakat ben sadece sessizce oturup camdan dışarıyı izliyordum.
Yaklaşık yarım saat sonra bizim apartmanın önüne geldiğimizde şoföre teşekkür edip araçtan indik. Saat neredeyse on birdi ve annemlere Hazan'la dışarıda olduğumu söylemiştim. O yüzden onu da bizim eve getirmiştim.
Apatmana girdiğimizde annemlerin dairesine çıkıp kapıyı çaldık. Kapıyı kardeşim Barış açarken gözlerim şaşkınlıkla ona döndü.
Bir elinde koca bir tabak diğerinde ise koca bir şişe gazlı içecek vardı. Tabakta kısır, makarna salatası, börek, pasta ne ararsanız vardı. Ağzı dolu dolu, "Oo en sevdiğim ablam gelmiş." dediğinde gözlerimi devirdim.
"Senin başka ablan mı var gerizekalı?" diye homurdandığımda sırıttı.
"Yok işte. Mecburen en sevdiğim sensin."
Bıkkınlıkla ona bakarken Hazan'ın gözleri parladı. "Gün mü var evde?" diye sevinçle cırladığında Barış'ı ittirdi. "Çekil şuradan."
Barış söylenerek peşinden gittiğinde ben de içeri girdim. Bütün aile apartmanı olarak toplanmış yemek yiyorlardı. Gün denemezdi çünkü babam ve amcamlar da vardı.
Annem, "Hoşgeldiniz kızım. Hadi yemek yiyin siz de." dediğinde gülümseyip kafamı salladım.
Hazan hızla masaya koşarken Nurgül Teyze ağzına sarma tıkmadan ona döndü. "Kız Hazan! Hayırdır bu kılık ne? Düğünden mi geliyon?"
Yanındaki Songül Yengeyi de dürtüp ikisi gülüştüğünde Hazan yüzünü buruşturdu ama yemek yemekle meşgul olduğu için cevap vermedi. Barda o kadar saat aç oturmuştu tabi. İçki içmediği de belliydi.
Herkesle kısaca bir merhabalaştıktan sonra ben de bir köşeye kuruldum ve bir şeyler atıştırmaya başladım.
Amcamlar bir köşede tavla oynuyor, teyzemler dedikoduya dalmış, Hazan ve Barış ise son pasta dilimi için kavga ediyordu.
Yorgunlukla arkama yaslanmışken Hazan'ın telefonunun çaldığını duydum. Yan taraftaki çantasına uzanırken ona seslendiğimde Hazan hızla yanıma adımladı. Fırsattan istifade Barış pastanın son dilimini iki saniyede silip süpürdüğünde Hazan kısık sesli bir küfür mırıldandı.
Telefonu eline aldığında Nurgül Teyze yine rahat durmayarak ona sataştı. "Hayırdır kız bu saatte. Yavuklun mu arıyor?"
Hazan, amcamlar da burada olduğu için biraz utandığında Nurgül Teyzeye uyarıcı bir bakış attım. "Ne dedim kız ben?" diye omuz silkip tekrar yediği tatlıya gömüldüğünde bıkkın bir nefes verip kafamı salladım.
Hazan telefonu açtığında birkaç saniye karşı tarafı dinlediğinde ağzından sadece şaşkınlık ve korkuyla karışık bir, "Ne?" döküldü.
Salona sessizlik çökerken herkes ona odaklandı. Yüzünün rengi bembeyaz olurken ayağa kalktım ve ne oluyor dercesine kafamı salladım.
"Televizyon..." diye mırıldandı güçlükle. "Asena, televizyonu aç!"
Kaşlarım çatılırken hızla sehpadaki kumandayı alıp televizyonu açtım. Hazan bir kanalı açtığında karşıma çıkan haberle ayaklarım yere çivilendi.
"Akşam saatlerinde İstanbul açıklarında gerçekleşen büyük patlamada yaralananlardan biri de ünlü restoran zinciri sahibi Vedat Kılıç."
Herkes pür dikkat televizyona bakarken kalbimin sıkıştığını hissettim. Gösterilen görüntüde fabrika neredeyse tamamen tuzla buz olmuştu. Hazan biraz daha sesi açtığında sunucu kadını dinlemeye devam ettim.
"Yaklaşık elli yıldır kullanılmadığı bilinen bu fabrikada Vedat Kılıç'ın ve diğer yaralıların orada ne sebeple bulunduğu henüz bilinmiyor. Polis tarafından yapılan ufak soruşturmada ise patlamadaki baş şüphelilerin ünlü iş adamı Karadağ'lar olduğu düşünülüyor."
Televizyonun ekranının köşesinde şüpheli olarak Arslan ve Gurur'un fotoğrafını gördüğümde sert bir soluk bıraktım. Hazan destek almak istercesine koltuğa tutunduğunda telefonu elinden düşürdü. Nefesim kesilirken olayı henüz idrak edemiyordum.
Salondaki herkes ne olduğunu anlamaya çalışırken kapının çaldığını duydum fakat adım atamıyorum bile. Barış kimseden bir hareket göremeyince kapıyı açmak için salondan çıktı.
Hazan'a döndüğümde elimi omzuna koydum. "Kimdi arayan?"
Hazan hala şok olmuş şekilde televizyona bakarken onu hafifçe sarstım ve daha yüksek sesle sordum. "Hazan? Söyle kimdi arayan?!"
"İyi akşamlar."
Duyduğum sert sesle vücudum kaskatı kesildiğinde aldığım soluğun boğazımda takılı kaldığını hissettim. Tanıdık sesin soğuk tınısı kulaklarıma dolduğunda kanım damarlarımdan çekilmeye başlamıştı. Yere çivilenmiş ayaklarımı zar zor oynatarak arkama döndüğümde ise gördüğüm iri cüsseyle yutkundum.
Arslan ve Gurur Karadağ salonun kapısında öylece dikiliyordu.