Üzerime dün gece giydiğim elbiseyi tekrardan geçirirken gözlerim aynadaydı. Soluk tenimde hafif morarmış göz altlarım belli oluyordu. Gözlerim boynumdaki hafif kızarıklığa kaydı.
Siktir! Bu Arslan'ın... Devamını içimden bile söylemeye utandım.
Dün gece hiç uyuyamamıştım. Arslan'ın vücudumda gezen dokunuşlarını, dudaklarını, ellerini hatırladıkça gözüme hiç uyku girmemişti. Aklıma her geldikçe yanaklarım alev alıyordu sanki. Hele o odada, ona karşı koyamayıp arzularına karşılık verdiğim anları hatırladıkça utançtan yüzümü avuçluyordum.
Kapının tıklatılmasıyla ellerimi yüzümden çekip bakışlarımı oraya döndürdüm. Evin hizmetlilerinden dünki Aysel Teyze yüzünde tatlı bir gülümsemeyle içeri bakıyordu.
"Kahvaltı hazır kızım. Hadi soğutma." dediğinde mahçupça gülümsedim.
"Teşekkürler, sağ olun. Şey bu arada..." diye mırıldandığımda bakışları bendeydi. "O, evde mi?"
Sorumla yüzüne hınzır bir sırıtış yayıldığında, "Arslan Bey evde. Ona da haber verdim az önce." dedi, muzip bir tonda.
Niye böyle sırıtmıştı şimdi bu? Anlamış mıydı acaba dün gece onun odasında olduğumu?
Utanç tekrar tüm vücudumu sararken gözlerimi kaçırdım. Onayla başımı salladığımda Aysel Teyze yavaşça kapıyı kapatıp çıktı. Yatağın üzerindeki çıkardığım tişörtü de katlayıp bir kenara koydum. Sanırım dün Aysel Teyze değiştirmişti üstümü. Elbisemi de sabah temiz bir şekilde koltukta bulmuştum.
Temkinli adımlarla odadan çıkıp koridora bir göz attım. Kimse görünmüyordu. Sanırım Arslan hala odasındaydı. Adımlarım aşağı inmek için merdivenlere dönerken birden durdum. İçimde onun odasına doğru gitmek için bir dürtü oluştuğunda istemsizce kendime sinirlendim.
Ne yapıyordum ben gerçekten? İçimde o adam için oluşan bu merak neydi şimdi? Aklımla çelişiyordum.
Sinirle tekrar merdivene yönelmişken bileğimde hissettiğim elle ufak bir çığlık attım. Elimi refleksle vurmak için savurduğumda diğer bileğimi de yakaladı. Arslan... Keyifli bakışları yüzümde dolanırken yüzünde oluşan sırıtış bir çok alkoden daha sarhoş ediciydi.
"Hayırdır, avukat? Gören de düşman evindesin sanacak."
Yaptığı ima gözlerimi kısmama sebep olduğunda bileklerimi onun ellerinden kurtardım. "Ne diye sinsi sinsi geliyorsun arkamdan sen de?"
Ellerini cebine koyarken sırıtışı büyüdü. Masum bir çocuk gibi kafasını yana yatırıp, "Yoo, ben gayet normal geldim." dediğinde bir an gözlerim zümrüt yeşilleri ve pembeye çalan dudakları arasında gitti. "Sen çok dalgın duruyordun."
Gözlerimi çoğu tablodan güzel duran yüzünden zorlukla ayırıp bakışlarımı kaçırdım. Kaşlarım çatılırken, "Sen insanların yanına gittiğinde 'Merhaba.' demek yerine bileklerini mi tutarsın?" dediğimde güldü.
Gülüşüyle yüzüne gamzeleri de eklenince yunan tanrısıymış gibi görünen görüntüsü tekrar gözlerimin esiri oldu. Bir adım atıp bana tepeden bakarken bir an bakışlarını kaçırıp cıkladı. Bakışları tekrar bana dönerken, "Hayır." dedi net bir sesle. "Bu sadece senin için geçerli."
Nefesim boğazımda takılı kalırken yutkunmaya çalıştım. Sözleriyle beni her seferinde çıkmaza sürüklüyordu. Ve kahretsin ki tek bir lafına, bakışına kalbim son sürat çarpmaya başlıyordu.
Telaşımı gizleyerek bakışlarımı kaçırdım. "Yapmamanı öneririm, Karadağ." Alayla kaşları kalkarken sözlerim hoşuna gidiyor gibiydi. "Yoksa bir gün o kaldırdığım elim sen yakalayamadan canını yakar."
Gözlerini hafifçe kıstığında bakışları dudaklarıma kaydı. Yüzündeki sırıtış silindiğinde gözleri gözlerimi buldu. Bakışlarının karardığını fark ettiğimde sanki söylediğim şeyler umurunda bile değildi. Aklı bambaşka yerlerdeydi ve kurduğum bu sert cümleler sadece bu tehlikeli ruh halini tetikliyordu.
"Bunu bir tehdit olarak mı algılamalıyım, avukat?"
Kaşlarım hafifçe çatıldığında, "Bana dokunmadığın sürece hayır." dedim net bir sesle.
Bir an gülecek gibi oldu ve sırıttı. Bakışları anlık dudaklarıma kaydığında sırıtışı soldu. Çenesi kasılırken fısıldarcasına konuştu. "İşte o biraz zor."
Sanki kendi kendine konuşuyormuş gibiydi. Benim de gözlerim onun dudaklarına düştüğünde aramızda sanki bir elektrik akımı oluştu. Nefes almamı zorlaştıran, vücudumu yakan ve istemsizce beni ona iten bir akım...
"Arslan Bey, Gurur Bey geldiler."
Merdivenin başından bize bakan hizmetçiye neredeyse sevinçten teşekkür edecektim. Çünkü o gelmese aramızdaki bu gerilim kim bilir nerede bitecekti.
Arslan bakışlarını benden çekmeden hizmetçiye kafa salladığında bakışlarımı kaçırdım. Merdivenlere yöneldiğimde arkamdan geldiğini hissettiğim varlığının bile üzerimde bıraktığı etki tartışılamazdı.
Salona girdiğimizde Gurur başıyla beni hafifçe selamladı ve muzip bakışları Arslan'a döndüğünde sırıtıp kafasını salladı. Sinirle derin bir nefes aldığımda Arslan yandan bana bir bakış atıp Gurur'a döndü.
"Hayırdır? Seni bu saatte buralarda görür müydük?"
Gurur kahvaltı masasından ağzına bir şeyler atarken sinirle durdu. "Ulan erken gelsek laf eder, gelmesek laf eder." bakışları bana döndüğünde elindeki simiti ısırdı. "Bu hep böyle yenge."
Söylediği şeyle gözlerim büyürken bir an nefesim soluk borumu tıkadı. Öfkeli bakışlarım Arslan'a döndüğünde, "Ne?" diye sinirle soludum sadece.
Arslan sinirle derin bir nefes alıp gözlerini kapatırken, "Gurur!" diye gürledi. Gurur hiçbir şey olmamış gibi ısırdığı simitle ağzı dolu dolu, "Ne dedim ya?" diye yakındı.
Arslan'ın keskin bakışları hızla ona döndüğünde Gurur zorlukla yutkundu. "Gurur siktir git şu işleri hallet yoksa o simitle unutamayacağın şeyler yaşatacağım sana!"
Gurur bir an destek bekler gibi bana baktı. Benden bir tepki göremeyince ayıplar gibi gözlerini kıstı. Aynı bakışı Arslan'a da atarak yavaşça çıkışa adımladı. Cıklayarak, "Şu nimete bile saygın yok lan. Ayıp ayıp!" diye söylenirken Aysel Teyze elinde çaylarla salona doğru girdi. Gurur onu omuzlarında tutup anaç bir tavırla, "Bu kadın o simitleri her gün kendi elleriyle yapıyor, kendi elleriyle!" dediğinde Aysel Teyze şaşkın şaşkın baktı.
"Yok oğlum, bizim çocuklara aşağıdaki fırından aldırdım." dediğinde Gurur gözlerini devirdi. Sırıtacak gibi olduğumda bunu hemen engelledim.
"Bir kere de bozma Aysel Sultan ya!"
Sinirle çıkışa doğru ilerlemeye başladığında Arslan arkasından küfür mırıldanıyordu. Bakışlarımı onlardan kaçırdığımda dün gece koltukta bıraktığım çantamı alıp telefonumu buldum. Bir sürü cevapsız arama ve mesaj vardı. Akşam eve gitmeyince annemler merak etmişti tabi. Hazan'ın attığı mesajlara girdim.
~
Hazan: Kızım nerdesin ya?
Hazan: Eve gitmemişsin. Nesli Teyze on kere aradı. Bende kalıcak Asena, diye yalan söyledim.
Hazan: Vedat'la toplantıda bir şey mi oldu?
Hazan: Mesajı görünce hemen ara beni!
~
En azından Hazan'ın durumu kurtarmasına şükrederek derin bir nefes aldım. Ama yanına gidince canımı okuyacaktı.
Bakışlarım Arslan'a dönerken, "Benim gitmem lazım." dedim. Kaşları hafifçe çatıldı.
"Kahvaltı edelim sonra ben bırakırım."
"Gerek yok." dedim hızla. "Ben hallederim."
Çıkışa yönelmişken kolumdan tutmasıyla olduğum yere çivilendim. "Asena," dedi uyaran bir tonda. "Konuşacaklarımız var. Kahvaltı edelim sonra gidersin."
Kolumu ondan çekerken kaşlarım çatıldı. Tam sinirle cevap verecekken Aysel Teyze araya girdi. "En azından bir bardak çay iç kızım."
Bakışlarım ona döndü. Arslan'la aramızdaki gerilimi hemen kırmıştı. Aslında hiçbir şey yiyesim yoktu ama bu kadın dün gece benimle o kadar uğraşmış, yardımcı olmuştu. Ayıp etmek istemiyordum.
Yüzündeki tatlı gülümsemeye aynı şekilde karşılık vermeye çalıştım. Mahçupça peki dercesine kafamı salladım. Bakışlarım kısa bir an Arslan'a döndü. Masaya ilerleyip bardaklardan birini elime aldığımda Aysel Teyze tekrar samimi bir şekilde gülümseyip mutfağa gitti.
Özellikle Arslan'a bakmamaya çalışarak bahçeye bakan cam duvara doğru ilerledim. Camın biri hala dünki olay yüzünden çatlaktı. Bu canımı sıkarken bakışlarımı oradan çektim.
Yan tarafta duran beyaz zambaklara tekrar gözüm çarptığında hafifçe iç çektim. Bununla ilgili ona hiçbir şey sormamıştım. Ama direkt olarak 'Bunları ben dedim diye mi koydun?' da demek istemiyordum. Elim çiçeklere kayarken bu karanlık evin içinde bile ne kadar güzel göründüklerini düşünmeden edemedim.
Parmaklarım zambakların yumuşak yapraklarını okşarken bakışlarımı Arslan'a çevirdim. O zaten kollarını göğsünde kavuşturmuş, omzunu duvara yaslamış çoktan bana bakıyordu. Dudaklarımı yaladığımda nasıl soracağımı düşünüyordum.
O da bunu anlamış ama benim sormamı bekliyor gibi kafasını yana eğmiş hafifçe gözlerini kısmıştı. "Bu çiçekler..." diye mırıldandım. Gözlerim salondaki diğer çiçeklere de kaydı. "Çok güzel olmuşlar." dediğimde sırıttı. "Ev için yani." diye ekledim.
Yaslandığı yerden doğrulup yanıma adımlarken bakışları çiçeklere kaydı. "Öyle olacağını söylemiştin."
Bakışlarım üzerime yaklaşan bedeninden ayrılmazken yutkundum.
Gerçekten ben dediğim için koydurmuştu bu çiçekleri. Öylesine söylediğim şeyi unutmamıştı.
"Zambak," diye mırıldandım bakışlarım anlık çiçeklere değerken. "En sevdiğim çiçektir."
İçine binbir anlam yüklenebilecek bakışları gözlerime kaydığında hafifçe gülümsedi. "Biliyorum."
Şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırırken içimi garip bir duygu kapladı. Bu duygu mantığımı da içine alarak büyük bir kasırga oluşturduğunda yapabildiğim tek şey yutkunmaktı. Kaşlarım hafifçe çatılırken, "Sen... Nasıl..." diye mırıldanabildim sadece.
Bir şey söylemeden hafifçe sırıtıp yanımdan geçtiğinde masaya doğru yöneldi ve baş köşeye oturdu. Eliyle çaprazındaki koltuğa oturmam için işaret ettiğinde yerimde rahatsızca kıpırdandım.
"Gerek yok." diye mırıldandım. "Çayı da Aysel Teyze için içeceğim, teşekkür niyetine. Zaten kadını onca uğraştırmışım gece. Üzerimi falan değiştirmiş."
Bakışlarına yaramaz bir parıltı eklendiğinde gözlerini kıstı ve sırıttı. "Aysel Teyze mi? Teşekkür etmen gereken kişi o değil yalnız." dediğinde çayımdan bir yudum alıyordum. "Çünkü üzerini değiştiren bendim."
Söylediği şeyle çay genzime kaçarken öksürmeye başladım. Arslan'ın sırıtışı hafif bir kahkahaya döndüğünde sinirle ona baktım ama hala öksürüyordum.
Çünkü giydiğim elbisenin sırtı açıktı. YANİ İÇİME SÜTYEN GİYMEMİŞTİM. Elbiseyi değiştiren her kimse, YANİ ARSLAN, tişört giydirmeden önce sütyen giydirmişti.
Öksürüğüm hafiflerken yanaklarıma kan sıçradığını hissediyordum. Utançtan yerin dibine girmeme az kalmıştı. Arslan gülmeye devam ederken yanıma geldi ve elini sırtıma vurarak öksürüğümü geçirmeye çalıştı.
"Tamam, sakin ol. Şaka yapmıştım." dediğinde sinirle omzuna vurdum. Bu hareketimle benim elim acıdığında gülmeye devam ediyordu.
"Ne biçim bir şaka bu?" diye sinirle soluduğumda masadan su alıp içtim. Arslan sinsice sırıtırken tekrar yerine ilerledi. "O şaka dün neredeyse gerçek oluyordu ama." diyip göz kırptığında gözlerimi irice açtım. Bu sefer içtiğim su boğazıma kaçarken içimden lanet okuyordum.
Dün gece onun odasında yaşadığımız şeyi ima ediyordu. Her şey bir yana haklı olması da utancın tüm vücuduma yayılmasını sağladığında nefesim kesildi. Gözlerine bakmamaya özen göstererek masanın etrafında dolaşıp çantamı aldım.
"Gidiyorum ben."
Tekrar çıkışa doğru yöneldiğimde bu sefer önümde dikildi. Üzerime doğru adımlamaya başlamasıyla istemsizce geriye gittim.
"Hayır. Konuşmamız gereken bir konu var."
Bıkkınlıkla derin bir nefes alırken kaşlarımı çattım. "Neymiş o konu?"
Bakışları bir anlık başka bir yere kaydığında aklından her ne geçiyorsa yüzünün gerildiğini fark ettim. Boynunu çıtlattığında koyulaşmış bakışları bana döndü.
"Vedat itinin avukatı olmanı istemiyorum."
Sesinin netliği ve itiraz istemeyen tonu, ağzımdan çıkacak her kelimeyi geri itti. Bu durum neden bu kadar canını sıkıyordu anlamıyordum. Evet, Vedat'la aralarının kötü olduğunu biliyordum ama o adamın rastgele bir avukatı neden Arslan'ı ilgilendiriyordu.
Onun bakışları gibi benimkiler de keskinleşirken kaşlarımı çattım. "Seni neden ilgilendiriyor bu durum anlamıyorum?" dedim sertçe.
Çenesini sıkarken gözleri gözlerimi delecek gibiydi. "O adam benim düşmanım. Ve senin onun yanında durduğunu bile görmek istemiyorum."
Kafamı sağa sola sallarken sinirle güldüm. "Ben de daha tanımadığın bir avukatım. Ve kiminle çalışacağım da seni ilgilendirmez!" dedim sert bir sesle. "Bu işe ihtiyacım var. Ve kimsenin engel olmasını istemiyorum."
Kaşları çatıldığında bu sefer sinirin yanında bir şaşkınlık, anlam verememe duygusu da vardı gözlerinde. "Zaten çalıştığın bir yer yok muydu?" dediğinde yutkundum.
Evet, vardı. Ama o Serhat denen sapık müdür yüzünden yaşanan olay çoktan üst yetkililerin kulağına gitmişti. Ve belkide kovulmam an meselesiydi.
Arslan bir şeyler olduğunu biliyormuş ve söylememi bekliyormuş gibi bana bakıyordu. Bakışlarımı ondan kaçırıp çantamı aldım ve çıkışa ilerledim. Çatık kaşlarıyla sadece beni izledi. Engel olmadığında kapıya ulaştım ve çıkmadan arkamdan bana dikilmiş sert çehresine kısa bir bakış attım.
Evden çıkıp derin bir soluk aldığımda hızla yürümeye başladım. Gurur'un bir şey söylemek için bana yaklaştığını gördüğümde yürümeye devam ettim. Söyledikleri bir uğultu bi kulaklarıma dolduğunda tek yaptığım yürümekti.
Çünkü başka ne yapacağımı bilmiyordum.
.
.
YAZARDAN;
.
Arslan Asena'nın arkasından sert bir ifadeyle bakakalmışken yumruklarını sıktı. Bir şey sakladığını biliyordu ve ona söylememesi onu daha da delirtiyordu.
Çünkü Asena onu hiç kimsesi olarak görmüyordu. Arslan'ın ona verdiği değeri ve ilgiyi görüyor ama hala hiçbir şey yokmuş gibi davranıyordu. Belki de kendi duygularını bunları yok sayarak inkar ediyordu.
Dış kapı açıldığında Gurur içeri girdi. Sırıtarak kuzeninin yanına gelirken "Seninki niye öyle sinirli sinirli çıktı, hayırdı-" dediğinde Arslan'ın keskin bakışları Gurur'a öyle bir döndü ki Gurur hızla lafını yarıda kesti.
Arslan sinirini yatıştırmak için derin nefes aldığında boynunu çıtlattı. Bu olayın böyle kapanmasını istemiyordu. Bizzat kendi kapatmak istiyordu.
"Arabayı hazırlayın, çıkıyoruz."
Arslan'ın söylediği şeyle Gurur ciddileşti ve kaşları çatıldı. Kuzeninin yüzündeki bu bakışı biliyordu ve belli ki işler çokta tatlı bitmeyecekti.
"Nereye gidiyoruz?" diye sorduğunda Arslan koyulaşmış zümrütlerini kuzenine çevirdi.
"Asena'nın çalıştığı büroya."