Uzun elbisemi elimle çekiştirerek düzelttim. Tam önünde olduğum restorana girmeden önce camdaki yansımamda kısaca gözlerimi gezdirdim.
Giydiğim uzun, siyah, dar elbisem tam olarak üstüme oturmuş ve kıvrımlı hatlarımı gözler önüne seriyordu. Elbisenin kolları uzun olsa da sol kolumdaki yılan dövmesi belli oluyordu. Uzun, siyah, düzleştirdiğim saçlarım ise neredeyse kalçamın üzerine geliyordu. Yaptığım hafif göz makyajım ve kırmızı tonlardaki rujum dün gece hiç uyumadığım gerçeğini ört pas ediyordu. Ama yine de beyaz tenimin solukluğu ve ela gözlerimin yorgunluğu çok şey anlatıyordu.
Normalde bir avukat olarak görüşme yapacağım insanlarla daha resmi bir şekilde giyinip buluşurdum. Fakat Hazan buraya sanki restoranda yemek yemeye gelmiş iki yabancı insanlar gibi durmamız gerektiğini söylemişti. Kısacası her şey tesadüfmüş gibi davranacaktık. Hazan restoran sahibinin bir arkadaşının akrabası olduğunu, onu masamıza davet edip çaktırmadan saldırı ve dava konusunu açacağımızı söylemişti.
"Asena!"
Hazan'ın giriş kısmından bana bağırdığını duyunca bakışlarım ona döndü. Sanırım rezervasyon işini halletmiş beni çağırıyordu. Temkinli adımlarla ilerleyip büyük restorana girdim.
İçi de dışı kadar gösterişli olan, üç katlı, en üst katı sadece VIP üyeler için ayrılmış bir restoranttı. Aslında dışarıdan bakılınca gece gelinebilecek bir eğlence mekanı havası da vardı. Emindim ki burası geceleri bambaşka bir yere dönüşüyordu. Zaten içerisi de çok dolu değildi. Muhtemelen saat biraz daha ilerleyince asıl müşteriler gelmeye başlıyordu.
Dekorasyolara bakarken Hazan kulağıma doğru eğildi. "Restoran değil düğün salonu mübarek. Her yerde bir ışıklandırma, loş bir şey."
Onun dediklerine gülerken bir görevli gelip bizi masamıza yönlendirdi. Oturur oturmaz gözlerimi etrafımda gezdirmeye başladım. Gündüz olmasına rağmen yine hatırı sayılır bir kalabalık vardı. Buranın sahibi Hazan'ın tanıdığı olmasa eminim ki bu kadar kolay içeri giremezdik.
Bakışlarım sağ tarafıma döndüğünde boğaz köprüsü ve batan güneşin denizin üzerinde bıraktığı kızıl renkle gözlerimin önüne güzel bir manzara serildi. Mekanın denize bakan tarafındaki camlı dizayn sayesinde burası gerçekten ferah duruyordu. Sahibinin zevkli bir insan olduğu belliydi.
Boş görünmemek için bir şeyler yedikten sonra sipariş etmememize rağmen masaya bir şarap geldi. Garson samimiyetle gülümseyerek, "Vedat Bey'in ikramı." dediğinde ikimize de birer bardak doldurdu.
Vedat Kılıç bu restoranın sahibiydi. Belli ki Hazan bir şekilde burada olduğumuzu ona haber verdirtmişti. Bakışlarım restoranın içindeki bar kısmına dönerken dava dosyasındaki fotoğraflardan hatırladığım kadarıyla Vedat Bey olduğunu anladığım adam gülümseyerek elindeki kadehi bana doğru kaldırdı. Beni tanımıyor olmalıydı. Başta beni Hazan sandığını düşündüm ama Hazan'ı zaten tanıyor olmalıydı.
Nezaketen ben de bardağımı kaldırdığımda Hazan'ın bakışları Vedat Bey'e döndü. Yüzüne takındığı sahte olduğu her halinden belli olan gülümsemeyle adamı masamıza çağırdı.
Adam barmene dönüp bir şeyler söylerken Hazan bana sessizce, "Doğal davran." diye fısıldadı. Tam benlik işti zaten. Delidolu, çabuk sinirlenen bir insandım ama iyi rol yapardım. Avukatlığın getirdiği mecburi bir yetenek de denebilirdi.
Vedat Bey yanımıza geldiğinde kısa bir baş selamından sonra oturdu. Garson koşturarak gelip ona da bir kadeh şarap doldurduğunda Hazan konuşmaya başladı.
"Vedat Bey, ikramınız için çok teşekkürler. İçtiğim en iyi şaraplardan biriydi." dediğinde adam samimiyetle gülümsedi.
"Ne demek. Yeğenimin arkadaşları için tatlı bir hediye sadece."
Konuşması, diksiyonu düzgün ve gördüğüm kadarıyla kibar bir insandı. Hazan'la sohbetleri devam ederken kısa bir sessizlik olduğunda adamın bakışları bana döndü. Sonra tekrar Hazan'a baktığında Hazan anlayarak beni işaret etti.
"Ah, kusura bakmayın tanıştırmayı unuttum. Asena Öztürk. Kendisi çalıştığım bürodaki en iyi avukatlardan biridir."
Ve en iyi kafa patlatan...
Vedat hayran olmuş gibi kaşlarını hafifçe kaldırarak, "Öyle mi? Çok memnun oldum." dediğinde tokalaşmak için elini uzattı. Gülümseyerek, "Ben de öyle." dedim.
Tam elimi uzatıp tokalaşacakken güvenlik olduğunu tahmin ettiğim iri yapılı, takım elbiseli bir adam hızla masamıza geldi. Vedat onu fark edince duraksadı ve elini çekti. Adam Vedat'ın kulağına eğildiğinde ilgilenmiyormuş gibi bakışlarımı Hazan'a çevirdim. Ama göz göze geldiğimizde ikimiz de adamın ne diyeceğini duymaya çalışıyorduk.
"Efendim, Arslan Karadağ geldi."
Adamın söylediği şeyle Vedat kaskatı kesildi. Birkaç saniye sessiz kalırken bozuntuya vermeden bize hafifçe gülümseyerek ayağa kalktı. Masadan birkaç adım uzaklaşıp güvenliğe, "Akşam gelmeleri gerekiyordu." derken eliyle alnını ovalıyordu. "Yalnız mı gelmiş?" diye tekrar sorduğunda güvenlik cevap veremeden Vedat'ın sorusuna cevap niteliğinde sert adım sesleri duyuldu.
Bizden birkaç masa uzakta kalmış büyük girişten bir grup adam içeri girdi. Önde iki kişi, arkada ise en az yirmi kişi vardı. Hepsi takım elbiseli ve görmesem de belinde silah olduğuna yemin edebileceğim tiplerdi. Vedat ceketini düzeltirken hızla onlara doğru yürümeye başladı.
Aralarından tek bir adam dikkat çekiyordu. Neredeyse 1.90 boylarındaydı. Giydiği takım elbiseye rağmen kasları ve yapılı vücudu belli oluyordu. Esmer saçı, hatlı yüzü, düzgün burnu ve buradan tam göremesem de renkli olduğuna yemin edebileceğim gözleriyle birçok kişinin ona bakmasını sağlıyordu. Hatta yan masalardan birkaç kızın onunla ilgili fısıldaşmalarına tanık olmuştum. Fakat adam hiçbir yere bakmıyordu. Sanki burayı ezbere biliyormuş gibi koca mekanda tek bir yere bile kaymamıştı gözleri. Sadece Vedat'ı dinliyor ve kısa, öz konuşuyordu.
Vedat az önceki haline kıyasla sahte bir samimiyetle, "Hoşgeldiniz." diyerek adamlarla konuşmaya başladığında gözlerim öndeki iri adamın yanındaki adama kaydı. Kumral saçlı, öndekinden biraz daha kısa ve daha tatlı yüzlü biriydi. O adamın yanında durduğuna göre o da önemli biriydi.
Adamları süzmeyi bırakıp Hazan'a döndüğümde hafifçe çatılmış kaşlarıyla onları izliyordu.
"Karadağ bu mu?" diye fısıldadım.
Hazan'ın bakışları bana dönerken, "Karadağlar." dediğinde kaşlarım hafifçe çatıldı. "Yanındaki de kuzeni, Gurur Alp Karadağ. Kuzeni yerine suç ortağı desek daha doğru olur." diye eklediğinde derin bir nefes aldım.
Kafam karışmıştı. Saldırı düzenlediği restorana yemek yemeye gelecek kadar rahat bir adam mıydı yoksa tekrar bir tartışma mı yaşanacaktı? İkinci ihtimal arkasında getirdiği orduyu düşündüğümde daha mantıklı geldi.
"Asena!" Gözlerim elimdeki bardağa kitlenmiş, düşüncelerimde kaybolmuşken Hazan'ın ismimi sertçe fısıldamasıyla bakışlarım ona döndü. Korku düşmüş gözleriyle işaret ettiği yere baktığımdaysa kaşlarım hafifçe çatıldı.
Arslan Karadağ çatık kaşlarıyla bana bakıyordu.