Gökmen üzerine rahat bir şort ve tişört giyerek terasa çıkarak masada diğerlerine katıldı. Tabağı hemen pilav ve tavukla dolduruldu. Yorgunluğunun yanında karnı da aç olduğu için beklemeden yemeye başladı.
Misbah Hanım, Öykü’nün tabağına tavuk budunu koyduktan sonra “Derisini yeme, yağlı olur” dedi. Gökmen kendini tutamayarak “Birde gerisini yeme” deyince Rauf dedesinin uyarıcı bakışlarına maruz kaldı. Ellerini iki yana açarak “Ne?” dedi ve yemeğine devam etti.
Öykü gerisi derken neyi kastettiğini anlamadı. Misbah’a eğilip “Gerisi neresi?” dedi. Kadın sofrada nasıl anlatacağını bilemedi. Biraz düşünüp masanın altından kızın poposuna vurunca Öykü “Ha kıçı” diyerek noktayı koydu. Gökmen ağzındakileri püskürtmemek için son anda eliyle kapatmıştı. Gözleri sıkıca kapalı gülüyordu. Rauf “Aferin oğlum” diyerek yakınmaya devam etti.
Bir süre herkes sessizce yemeğine odaklanmıştı. Öykü günlerdir çatal bıçak ile uğraşırken bugün hepsi elle yiyorlardı. Bu değişimi garipsedi.
“Hanım teyze… Kaç gündür çatal bıçakla savaş veriyorum. Madem elle yiyebiliyorduk neden ben eziyet çektim?”
“Tavuk, balık elle yenir. Daha lezzetli olur”
“Her zaman değil”
Gökmen’in cümlesinin üzerine sınırlandırılmış cevap babaanneden geldi. Öykü bakışlarını aralarında gezdirdi. “Ben bunu nasıl ayırt edeceğim?” diye safça sordu.
“Restorana gittiğimizde balığı ayıklaması için garsona rica edebiliriz. Tavuk zaten bu şekilde değil bıçakla kesilecek şekilde gelir”
Öykü omuz silkip “Eh birde yedirsinler tam olsun bari” diyerek tabağına geri döndü. Gökmen sırıtıyordu aynı zamanda da hayretle bakıyordu. Bu kız ne kadar rahattı büyüklerinin ararsında. İlginç olan diğer yan ise ne babaanne ne de dede onu uyarmıyor, sakince açıklamalar yapıyorlardı. O ve kuzeni de azar işitmezlerdi ama uyarı cümleleri de eksik olmazdı. Belli ki bu kız kısa zamanda gönüllerini fethetmiş ve onu kazanmak için sonsuz bir sabır yüklenmişlerdi. Bu hem iyi hem de kötüydü. Öykü yanlarında olduğu sürece sorun yoktu fakat ya bir gün giderse… O zaman bu iki yaşlıyı toparlayamazlardı. Öykü’yü kolundan tutup buraya getirmenin doğru bir fikir olup olmadığını sorguladı. Terazinin kefeleri şimdilik eşitti. Denge bozulmaması için uğraşacaktı.
Yemekten sonra Gökmen’in üzerine iyice ağırlık çöktü. Salıncak koltuğa oturup bacaklarını yere doğru uzattı. Hafif sallantı ile gözleri kapanmaya başladı. Hadi yatağına yat uyarılarına her zaman olduğu gibi “Beş dakika” yanıtını verdi. Beş dakika sonra derin nefes alışverişleri başlayınca zorla kaldırılıp yatağına gönderildi.
Öykü belli etmeden onu izliyordu. İlk karşılaşmaları gibi değildi. Daha sakin daha samimi bir tavrı vardı. Direk konuşmamıştı ama kötü bakmamış ya da o günü hatırlatacak bir cümle kurmamıştı. O yatana kadar biraz gerilmişti. Gökmen’in ardından rahat bir nefes aldı. Kafasında birçok soru vardı. Mesela ona ne diye hitap edecekti? Gökmen hakkında kısa bilgilere sahipti. İki gün yanlarında kalacağını öğrenince iyice panik oldu.
Sofrayı toplamaya yardım ettikten sonra “Bende yatabilir miyim?” dedi. Misbah gülümseyerek saçını okşayıp yanağını öptü. Öykü aynı şekilde gülümsedi. Bey babayı da öpüp iyi geceler dileyerek odasına gitti.
Üzerini değiştirip yatağına uzandığında düşünmeye başladı. Birkaç günü peri masalı gibi geçmişti ama Gökmen gelince o günü hatırlamış ardından da sokaklar aklına gelmişti. Burayı bırakıp sokağa dönmeyi asla istemiyordu. İki, çok tatlı ihtiyarla hayatını geçirebilirdi. Sıcacıklardı, bir sürü şey öğreniyordu. Arada öğrettikleri içinden bildikleri çıkıyordu. Yine nerede ve nasıl öğrendiğini hatırlamasa da kendi içinde karışıp çözülmeye çalışıyordu. Kafasının içinde bir yer düğümdü ve bu düğümün ucu olmadığı için çözülmüyordu. Hep yaptığı gibi düğümü bir kenara attı. İyi bir kız olursa onu bırakmazlardı. Bey baba onunla çok güzel konuşmuştu. Kızımız ol, can yoldaşı ol demişti. Yaptığı hatalara ya da kurduğu cümlelere de kızmıyor aksine gülüyorlardı. Düzeltirken bile eğleniyorlardı. Aslında bu sıcaklık da yabancı değildi, bir yerlerde yaşamıştı sanki. Geleceği kimse bilemezdi ki Öykü geçmişini de bilmiyordu. Hayat ona anı yaşamayı öğretmemiş zorla kafasına sokmuştu. Şu an burada mutlu ise mutsuz olana kadar ya da mutsuz edene kadar kalabilirdi. Düşüncelere uzun süre dayanamayıp uykuya daldı.
**
Öykü uyandığında gerinerek bedenini açtı. Vücudu bu yumuşak yatağa hemen alışmıştı ve her sabah bebek gibi uyanıyordu. Kolları bacakları açık bir süre tavana baktıktan sonra yavaşça doğruldu. Saçlarını karıştırıp banyoya gitti işlerini bitirdikten sonra ayaklarını sürüyerek direk mutfağa girdi. Misbah Hanım her sabah erkenden kalktığı için onu burada bulacağını biliyordu. Aksatmamaları gereken ilaçlar olduğu için kahvaltıyı zamanında hazırlardı. Evde her konuda bir disiplin vardı. Zamanlar, yerler, işleyiş şekli belliydi her işin. Kafalarına göre hadi bunu yapalım dediklerini henüz duymamıştı. Kendinin tam aksi bu yaşam şekli alışılması zordu fakat Öykü bu disiplinden hoşlandı.
“Günaydın”
“Günaydın yavrum. Kahvaltı hazır, hadi çaydanlığı al gel”
Sabah rutini gerçekleşirken Gökmen’in varlığını tamamen unutmuştu. Çaydanlığı alıp terasa çıkınca üzerindeki önce normal sonra alaycı ifade ile karşılaştı. Gökmen’in gülüşü yavaşça genişledi. Haksız değildi. Üzerine büyük gelen çiçekli geceliğin sahibi kesinlikle babaannesiydi. Öykü rahat olduğu için geceleri hala onunla uyuyordu.
Elinde çaydanlıkla kapıda kalan kız üzerine baktı. Ne vardı ki bu kadar sırıtacak? Gökmen ayağına tekme yiyince önüne döndü. Bu çocukla bir an önce konuşmaları gerekiyordu. Gökmen ve dedesi anlamadığı bir sohbete girmişti. Kullandıkları terimler yabancı geldi. Yine de dinledi. Arada biten çayları tazeledi. Kahvaltı sonrası da “Ben toplarım” diyerek kimseyi yerinden kıpırdatmadı. Mutfağa gidişinin ardından yine bir şangırtı geldi.
“Şey…”
“Biliyoruz, benzerleri var”
“Hah bende onu diyecektim”
Biraz sakardı. Geldiğinden beri kırdığı beşinci bardaktı. Replikler ise hiç değişmemişti. Gökmen endişeyle “Bir yerini kesmesin” dedi.
“Yok, sık sık kırdığı için temizlemeyi öğrendi”
Rauf Bey’in rahat, endişesiz hatta keyifli hali Gökmen’i de rahatlattı. Tebessüm etti. Misbah hazır kız içerideyken sesini alçaltıp torununa doğru hafifçe eğildi, uyarının tam zamanıydı.
“Gökmen, kız sizden çekiniyor. Sen gelene kadar rahattı ama şimdi biraz gergin. Alışmasına yardımcı ol yavrum. Sakın üzerine gitme. Daha sizi tanımıyor, korkmasın”
“Tamam, babaanne bir şey yapmadım”
“Ben önden uyarayım da”
Gökmen gözlerini devirdi. Öykü onları tanımıyordu da sanki onlar kızı tanıyordu. Hem biraz çekinmesinde ne vardı ki? Zamanla öğrenirlerdi işte. Bu uyarı ona gereksiz geldi. Tabii Misbah torununun lafını esirgemeyen biri olduğunu bildiğinden önceden tedbir aldı.
“Ben üzerimi değiştireyim. Birazdan Yamaç ve prenses hazretleri de gelir”
“Ah işte bundan söz ediyorum çocuğum. Hiç dilinde dur yok”
“Allah Allah ya! Bugün de ne yapsak kabahat oldu” diye söylenerek içeri girdi. Odasına gitmeden önce mutfağa kapıdan göz attı. Öykü dizleri üzerinde yere eğilmiş masanın altına bakıyordu. Çömelip kızla göz göze geldi.
“Ne arıyoruz?”
“Cam parçası kalmış mı diye bakıyorum”
Gökmen ayağa kalkınca Öykü de kalkmak istedi fakat kafasını masaya vurdu. Eli başında yüzünü buruşturarak kalktı. Gökmen “Eh be kızım amma sakarsın” diyerek yanına gitti ve elini çekerek vurduğu yere baktı. Neyse ki önemli bir durum yoktu. Yine de tedbir olarak dondurucudan buz torbasını çıkartıp başına koydu.
“Biraz dursun da şişmesin”
“Yok, önemli değil”
“İtiraz etme Öykü, tut şunu”
Emir veren ses tonuna karşı kız mahcup bir şekilde buz torbasını tuttu. Bu aralar biraz sakardı ama üst üste denk gelmemişti. Gökmen ellerini şortunun cebine sokarak dikkatle baktı. Öykü sürekli gözlerini kaçırıyordu. Aslında kendisi kaçmak istiyordu da adam kapıda dikildiği için geçecek yer kalmamıştı.
“Üzerindeki babaannemin mi?”
“Hı… Geldiğimde vermişti”
“Gidip sana uygun kıyafetler alalım”
“Yok, hanım teyze aldı bana”
“Onları hanım teyzen beğenip almış. Birazda senin beğendiklerinden olsun”
“Ben alınanları da beğendim. Hem daha fazlasına ihtiyacım yok ki. Evdeyim ben hep”
“Değiştirerek giyersin Öykü”
Öykü bu ısrara bir anlam veremedi.
“Ben kıyafetlerimi parçalanana kadar giyerim. Fazlasına gerek yok”
Hala sokakta yaşadığı kafa vardı. Gökmen bunu kolay atlatamayacağını anlamıştı. Israr ettikçe karşı gelmesinin nedeni de buydu. Önce gözlerini kısarak baktı sonra gülümsedi. İnatlaşmayla bir yere varamayacaklardı. Nasıl olsa bir yolunu bulurdu.
“Hadi o yeni kıyafetlerini giy de görelim. Babaannemin bir yaşlı bir de genç hali karşımda olunca komik oluyor”
Öykü bir anda kıkırdamaya başladı. Hoşuna gitmişti. Hem benzetildiği kişi harika bir kadındı. Onun gibi gün gömüş biri olmayı isterdi Öykü. Bu nedenle her anlattığını dinleyip uyguluyordu, kafasına not ediyordu. Hafızası çok kuvvetliydi aslında. Bir duyduğunu ya da gördüğünü unutmazdı. Neden on beş yaşından öncesi silikti anlamıyordu.
Gökmen onun gülümsemesinde takılı kaldı. İnci gibi sıralı düzgün dişleri vardı. Gülerken gözleri önce kocaman açılıyor ardından kısılıyordu. Misbah araya girmese daha kalırdı gri siyah çakırlarda.
“Ay ne yapıyorsunuz burada?”
“Öykü başını masaya vurdu, buz koyduk”
“Ah benim dikkatsiz meleğim. Acıdı mı?”
Misbah, kızın yanaklarını sevip başına baktı. Gün içinde de sağını solunu vurup sakarlık yapıyordu.
“Yok ya… Abartılacak bir şey yok. Beynim dondu yalnız”
Misbah torununa dönüp gözünün içine baktı.
“Hani sen giyinmeye gidiyordun?”
“Tamam gidiyorum. Bugün farkında olmadan kısa çöpü ben mi çektim?”
Babaannesinin kovalar gibi konuşmasına alındı. Ne vardı yani biraz daha orada kalsa. Kıza alışması için yardımcı ol demişti, o da bunu yapıyordu. Hem uzak durup hem nasıl alışmasını sağlayacaktı ki? Hayret bir şey…
Gökmen kumaş şort ve gömlek giyerek dedesinin yanına gitti. Sohbete kaldıkları yerden devam edeceklerdi ki kapıdan Yamaç ve Oylum girdi. Rauf Bey’in hemen yüzü güldü, ikinci oğlu da gelmişti. Ayağa kalkıp selamlaştılar. Ellerini kurulayarak gelen Misbah Hanım da onlara sıkıca sarıldı. Yamaç’ın gözleri Öykü’yü arasa da sormadı. O da merak ediyordu.
Öykü yine beyaz kısa şortunu ve yeşil bluzunu giymişti. Saçları salık omuzlarından dökülüyordu. Hafif tebessüm ederek başıyla selam verdi. Yamaç kaşlarını kaldırmış şaşkınlıkla baktı. Bu değişimi beklemiyordu. Kızın adeta siyah kirin ardına gizlenen güzelliği çıkmıştı. Yan gözle kuzenine bakınca Gökmen ne hissettiğini anlayarak başıyla onayladı. O da akşam aynı şaşkınlıkla kalmıştı.
Oylum bir Yamaç’a bir kıza baktı. Akşam onunla ilgili kısa bir sohbet geçmişti. Yamaç anlatırken gözünde canlanan kızla bu kız kesinlikle aynı değildi. Rauf elini uzatıp “Gel kızım” dedi. Öykü ikiletmeden yanına oturdu. Yanlarındayken Öykü’nün kimseden çekinmesini utanmasını istemiyordu. Zaten Öykü sadece iki askerden çekiniyordu. Gökmen ile işi azıcık çözebilmişti fakat Yamaç’ın bakışları aynı dedesi gibi olduğu için yüzüne bakmamaya özellikle dikkat etti. Nihayetinde onun cüzdanını çalmıştı. İlk defa suçluluk duygusunu içinde yaşadı. Kimse onu önemsemediği için o da kimseyi önemsemezdi fakat bu evde işler oldukça değişmişti.
“Yamaç… Söz ettiğin kız bu mu?”
“Evet, Öykü”
Oylum kıza bakıp başıyla onayladı. “Merhaba, bende Oylum… Yamaç’ın nişanlısıyım”
Öykü yine ses çıkartmadan başıyla onayladı. O sosyetik mekânlarda gördüğü kadınlar gibiydi. Üstten bakışları vardı ve kim olduğunu üstüne basarak belirtmişti. Öykü için kim olduğunun önemi yoktu ama üstüne basılma konusunda hep sıkıntılı olmuştu. Sokaklarda bir alışamadığı bu oldu. Hep aşağılamaya çalışıyorlardı hatta bunu acımasızca da yapıyorlardı. Öykü ise o kişileri asla unutmayıp kıstırdığı yerde canlarını yakıyordu. Ya cüzdanlarını çalıyor ya da oldukları yerde rezil ediyordu. Gerekirse yeni ortamında da yapması gerekeni yapacaktı. Bu konuda kimsenin gözünün yaşına bakmıyordu.
“Öykü, seni son gördüğümden bu yana çok değişmişsin”
“Aynıyım ben. Sadece yıkandım”
Yamaç gülümsedi. Ne kadar saf çocukça bir durulukta kurmuştu cümleyi.
“Sevdin mi burayı?”
Öykü başıyla onayladı. Yamaç çok dikkatli yüzüne bakıyordu. Bir anlık Gökmen’e baktığında onda da aynı bakışları gördü. Bunların bakışları hiç yumuşamaz mıydı? Bey babası bile arada güzel bakıyordu. Gökmen’e nazaran Yamaç daha dedesine benzediği için ifadesi sertti.Öykü sıkıntılı nefes alıp Rauf’a döndü, usulca “Ben içeri mi gitsem” dedi fakat cık diye cevap aldı. Rauf onu yanından ayırmayacaktı. İlk karşılaşmalar her zaman sıkıntılı olurdu ve bugün bu sıkıntı son bulacaktı. Torunlarının merhametini çok iyi bilirdi, onu buraya getirmelerinden belliydi zaten. Yakında birbirlerine alışacaklardı.