Sabah gözlerini açtığında Misbah yatağın yanına oturmuş ismini sesleniyordu. Göz göze geldiler.
“Günaydın Öykücüm”
“Günaydın”
“Toparlan, kahvaltıya gel. Rauf amcan açlığa dayanamıyor”
Doğrulup yatağın içinde oturdu. Oda çok aydınlıktı. Açık pencereden gelen hava ile beyaz tül perdeler hafif uçuşuyordu. Krem rengi duvarlarda küçük manzara tabloları vardı. Gündüz daha güzeldi bu oda. Banyoya gidip işlerini halletti. Akşam o kadar çok yemişti ki karnı hala toktu ama kahvaltı saatini kaçırmaması gerekiyordu. Yemek buldun mu ye, dayak buldun mu kaç felsefesini yabana atmadı.
Salona gelince Rauf Bey’i terasta gazete okurken gördü. Oraya değil de mutfağı tercih etti. Misbah elinde ekmek sepeti ile dönünce karşı karşıya kaldılar.
“Ah geldin mi? Nasıl uyudun?”
“Bebek gibi uyudum ama yattığımda senin şu dona attığım düğüm battı. Bende çözdüm. Sabah kalktığımda don bileklerime inmişti. Bende iki yanına makas attım, çift düğüm yaptım. Yani şu don kıçımda dursun diye neredeyse terzi olacaktım”
Terasa giderken kızın yakınmaları ve anlatış biçimi Misbah’ı o kadar eğlenmişti ki kahkahalarına engel olmadı.
“Ya gülme hanım teyze. Şurada çaresizliğimi anlatıyorum”
“Ay Rauf bu kız çok komik”
Rauf Bey gazetenin ardından kardeşinin kahkahalarına güldü. Öykü eli belinde bakıyordu.
“Öykü’nün pek eğlenir hali yok”
“Ya bey baba, ben donla verdiğim savaşı anlatıyorum hanım teyzem gülüyor.”
Rauf’ta önce kaşlarını kaldırarak baktı ardından o da gülmeye başladı. Öykü onun da gülmesine “Hayda!” diye tepki verince daha da güldüler.
“Arıza olduğunuza dair şüphelerim vardı fakat şimdi emin oldum”
Her ne kadar söylense de bu kahkahalı ortamda bulunmaktan memnundu. Başını iki yana sallayıp gülümsedi ve yemeye başladı. Normalden daha uzun vakit geçirdiler kahvaltı sofrasında. İki kardeş konuşurken Öykü onları dinliyordu. Çocukları başka şehirlerde ama torunları yanlarındaydı. Bu da onları belli ki çok mutlu ediyordu. İki askerin sık sık geldiğini de öğrendi. Bu ikisine alışabilirdi ama diğerleri biraz endişe vericiydi.
Kahvaltı sona erdiğinde Misbah Hanım sofrayı toplamak için ayağa kalktı. Öykü bir anda yerinden fırladı.
“Ben toplayayım, siz oturun”
Bu eve geleli daha bir gün bile olmamıştı fakat gördüğü ilgi, hatırladığı hayatı boyunca yaşadıklarında çok fazlaydı. O da bir şeyler yapama ihtiyacı hissetti. Şu an elinden tek gelen de akşam birazcık öğrendiği mutfak toparlamaydı. Gördüğü şekilde yapabilirdi, ne kadar zor olabilirdi ki?
Kahvaltılıkları tepsiye yerleştirip içeri taşıdı. Misbah ve Rauf kızın gidişinin ardından birbirlerine bakıp gülümsediler. Bu iş olacak gibi gözüküyordu. Yalnız bir iki dakika sonra içeriden gelen şangırtı ile yüzleri buruştu. Öykü içeriden seslendi.
“Tamam, panik yok. Sadece bir bardaktı. Zaten burada benzer bir sürü var. Eksikliğini hissetmezsiniz”
“Misbah git bir bak. Şimdi bir yerlerini kesmesin”
“Çok mu acele ettim acaba?”
Misbah’ın kararsız bakışlarına karşın Rauf omuz silkti. Giden bir bardak olsun, kurtarılacak bir hayatın yanında neydi ki?
Öykü, teyzesinin yardımı ile kırıkları temizledi. Hayatı pislik içinde geçmiş biri için temizlik yapmak eğlenceli geldi. Özellikle suyla oynamak harikaydı. Başka nereleri suyla temizleyebileceğini sorunca kadın şaşırdı.
“Terası yıkayabiliriz ama…”
“Ah Tamam, hanım teyze. Ben terası yıkayayım”
İşin içinde su olunca Öykü yerinde durmak istemedi. Haftada bir şanslıysa iki gün, ön sokaktaki hayat kadınlarının birinin evinde yıkanmaya giderdi. Kısa bir duştan ibaret olurdu. Hiç mis kokulu şampuanlar, bol köpüren sabunlar kullanmamıştı. Ucuz kiloluk satılan deterjandan bozma sıvılarla temizlenmeye çalışmıştı.
Üzerinde büyük gelen geceliği, çıplak ayakları, elinde hortumla çok eğlenmeye başladı. Yerleri bırakıp duvarlara bile su tuttu. Suyun şelale gibi akışına kahkahalarla güldü. Hortumu elinden almasalar akşama kadar devam edebilirdi. Suyla oyununun ardından Misbah, Rauf’un sabah kahvesini verdi ve Öykü’ye döndü.
“Ben çarşıya gidip Öykü’ye giyecek bir iki şey alayım”
Öykü “Benim param var” diye ortaya atladı. “Pantolonumun cebindeydi. Nerede benim kıyafetlerim?”
“Attım”
“NE? Teyzem sen ne yaptın? Ben o parayı toplayabilmek için kaç cüzdan… Yani kaç sokak gezdim”
Öykü geceliğin eteklerini iki yanda toplamış, deli dana gibi salonun içinde dönüyordu. Az para da değildi ve hepsi çöpe gitmişti. Gözlerini kocaman açıp onlara döndü.
“Çöp… Çöp nerede?”
“Dur kızım. Paran bende”
Rauf’un sakin sesi ve parasının onda olması ile bir anda sakinleşti. Gözlerini kapatıp elini kalbinin üzerine koydu.
“Oy yüreğim ağzıma geldi. Daha önce söylesene bey baba ya... Paramı ver de teyzeye vereyim”
“Paran bende güvende dursun”
“Neden? Banka mısın sen?”
Rauf yine uzun kaşlarının altından dik bakınca Öykü yelkenleri indirdi. Şimdi konuşup göz dayağı yemeye gerek yoktu. Misbah hazırlanıp çıktıktan sonra Öykü ne yapacağını bilmeyerek Rauf’un karşısına oturdu. Rauf da biraz onunla sohbet etmek istiyordu. İlk izlenim olarak hızlı öğrenen, akıllı bir kızdı. Genellikle insanlar konusunda pek yanılmazdı.
“Ailen nerede Öykü?”
“Ben yalnızım bey baba. Geçmişim de yok. Sadece Öykü var. Ne önü ne ardı… Hepi topu bu… Zorlasan da çıkmaz benden bir şey”
“Yetimhanede mi büyüdün?”
“Yok, bilmem orası neresi. Ben hep sokaktaydım. Etrafımda benim gibi sokakta yaşayan insanlar var. Komşu mahallede de sokak kadınları vardı. Hep hırsızlık yaptım ben. Senin torununda cüzdanını ben çaldım. Diğerine de yakalandım zaten. Öküz gibi üzerime çullandı.”
“Seni büyüten kimse olmadı mı?”
“Olmuştur herhalde… Torunların sana benziyor”
Öykü konuyu değiştirmek istedi. Kendi bilmiyordu ki ne anlatsın? Hayatının son on yılını hatırlıyordu ve bildiği tek yer sokaklardı. Öncesi hayal bile değildi. Hiçlik…
“Onlar asker disiplini ile yetişmiş iki genç adam ama kalpleri yumuşaktır”
“Amca… Ben ne kadar burada kalacağım?”
“İstediğin kadar kızım. Kimseyi zorlu alıkoymak gibi bir niyetimiz yok ama burası sokaklardan daha iyi değil mi?”
“Tabii öyle de… Neden bana bakasınız ki?”
“Can yoldaşı olursun bize. Biz burada yalnızız. Oğullarım yalnız bırakmasa da işleri güçleri var, hayatları var. Her an yanımızda olamıyorlar. Sen bizim kızımız ol. Bilgilerimizi seninle paylaşalım. Güzel olmaz mı?”
Öykü başını önüne eğdi, cevap veremedi. Pastanedeki abiyi bilirdi iyi insan olarak ama daha başkalarının da olduğunu görmek çok güzeldi. Uzun zamandan sonra içinden mutluluktan ağlamak geldi ama yapmadı. O ağlayan zayıf bir insan olamazdı. Evet, Öykü’nün yaşamında ağlamak zayıflıktı.
Rauf onun sessizliğine ayak uydurdu. Konuştuklarını düşünmesi gerektiğini biliyordu. Kabul etmesini, yanlarında kalmasını çok istese de zorlayamazdı. Gerçekten isterse mutlu olurdu.
Misbah bahçeye girip elindeki poşeti salladı.
“Bak ben sana neler aldım” dedi merak uyandıran sesi ile
“Don aldın mı don?”
Misbah kahkaha atarak “İlk onu aldım” dedi. Öykü’de ellerini çırparak mutluluğuna ortak oldu. Yeni kıyafetlerini alıp koşturarak odasına giderek giydi. Odasındaki boy aynasına bakınca memnuniyetle gülümsedi. Elleriyle kısa şortunu ve bluzunu sevdi. Beyaz şortun üzerinde yeşilin en canlı, en güzel tonu bluzu çok beğenmişti. Dakikalarca bir önüne bir arkasına baktı. Çocuk gibi sevinçliydi. İlk defa yeni kıyafetleri olmuştu. Tertemiz, canlı en önemlisi de yeni… Mutluluğunu paylaşmak için hızlı adımlarla odasından çıktı. Beyaz karoların üzerinde giderken çıplak ayaklarından çıkan şap şap sesleri telaşını önden haber veriyordu.
Terasa çıkar çıkmaz Misbah Hanım’ın boynuna sarıldı. Kadın ayarsızca üzerine gelen kızın altında kalmamak için zorlukla durdu. Yanaklarını öperek onlarca defa teşekkür etti. Misbah alışveriş yaparken biraz zorlanmıştı. Bedeni belliydi fakat beğenir mi acaba diye tereddüt etmişti. Şimdi ise kızın sıkıca boynuna sarılan kollarından anlamıştı mutluluğunu. O da sıkıca sarıldı. Oğlanlar başkaydı ama kız sevgisi bambaşkaydı. Özlemişti…
Rauf Bey kıskanmış tavırla “Bana yok mu?” deyince Öykü kıkırdayarak kendi tabiriyle bey babasına sarıldı.
“Beğendin mi kızım?”
Öykü çocuk gibi yerinde sıçrayarak kıyafetlerini okşamaya devam etti.
“Çok beğendim. Tertemizler, çok güzel…”
İki yaşlının gözleri bulutlandı. Tertemiz demişti Öykü. En çok bu kelime kalplerine dokunmuştu. Sadece yokluğu bilen bir insanı memnun etmek ne kolaydı. Onun yaşında birçok kızın önemsemeyeceği şeyler değerdi onlar için. Günden güne Öykü’ye bağlanıyorlardı. Gitmek ister diye korkuyorlar ve gerçekleşir diye dile getirmiyorlardı.
Gökmen ve Yamaç’ın kızı bıraktığının üzerinden dört gün geçmişti. Arada arayıp durum kontrolü yapsalar da gözleriyle görmeden rahat etmeyeceklerdi. Büyüklerinin ses tonu bile farklı gelmiş, yeni neşeleri yansımıştı. Asi ve huysuz bir kızı başlarına bırakmışlardı. Rauf dedenin yola getiremeyeceği bir insan olduğuna inanmadıkları için içleri biraz rahat olsa da endişe tomurcukları büyümek için hazır bekliyordu. Yoğun çalışıyorlardı, nöbetlerde araya girmişti. Yamaç “Cuma akşamı Oylum gelecek” dedi.
“Tamam. Benimde nöbetim var. Çıkışta babaanneme giderim”
“Git diye söylemedim, haber vermek için söyledim”
“Biliyorum, sen bana hiç git demezsin”
“Demem tabii… Bizde önce vatan sonra aile gelir”
“Oylum nişanlın, aileden değil mi? Bir imza ile olmaz bu işler, yürekle aile olunur diyen kim acaba?”
“Benim de…”
“Yamaç… Sen bu kızı sevdiğine emin misin?”
“İlk çıkmaya başladığımızda beğeniyordum yani güzel kız uyumlu ama sonu evlilikle biter diye düşünmemiştim”
“E nişanlandın”
“Dedemi kırmak istemedim. Birde ne bileyim? Oylum iyi bir eş olur. Beni seviyor gibi davranıyor hiç açığını yakalamadım. Nerede nasıl davranması gerektiğini de biliyor. Hoppa biri değil.”
“Abi… Bunlar tabii ki önemli ama yeterli mi? Sen aşk evliliği değil mantık evliliği yapıyorsun”
“Bir sen sevmedin Oylum’u”
“Ne yalan söyleyeyim, bir türlü kanım almadı. Çok prenses ya…”
Yamaç, kuzeninin yamulttuğu suratına güldü. Gökmen hep hareketli kızları daha yakın görürdü. Hareketlilikten kastı sıcakkanlı, hayat dolu olanlardı. Oylum ise yaşına göre fazla olgundu. Dışı genç bir kadındı fakat içi tam bir teyzeydi ona göre. Fikirleri de bir türlü uyuşmuyordu. Hatta Yamaç ile de fikirlerinin her zaman uyuştuğuna inanmıyordu. Birçok defa kuzenini göz devirerek oflamasına şahit olmuştu.
“Hâlbuki kabul etsen Oylum sana da bir prenses bulur”
“Aman Allah korusun. Ben bekâr kalmaya razıyım. Mantık evliliği tamamen saçmalık”
Gökmen uzun boylu, yapılı vücudu ile yakışıklı bir adamdı. Askere yakışacak vücut ölçülerine sahipti. Kısa kesim saçları, her zaman tıraşlı ferah bir yüzü vardı. Esmer, koyu kahve gözleri vardı. Kaşının üzerindeki yara izi, ilk denizcilik zamanlarından kalma anıydı.
“Bugün bizimkileri arardın mı?”
“Hı aradım. Keyifleri yerindeydi. Kıza alışmışlar hatta baya baya alışmışlar.”
“Umarım kaçıp gitmez”
“Umarım”
Gökmen ertesi gün nöbeti olduğu için yatacağını söyleyerek odasına gitti. Yamaç biraz daha oyalandı. Kuzeninin söylediklerini düşündü. Aşk evliliği mi, mantık evliliği mi? Kendince dönüşü olmayan bir yoldaydı. Oylum’a ümit verilmişti bir defa, kalbini kırmak doğru olmazdı. Bu yaştan sonra âşık olacak kadını nereden bulacağım zaten diyerek daha fazla düşünmemeye kara vererek o da günü sonlandırmaya karar verdi.
Gökmen nöbetten çıktığında uykusuzluktan gözleri yanıyordu. Bir iki saat dinlense toparlanabilirdi. Vakit kaybetmeden arabasını babaannesinin evine sürdü. En iyi bakıldığı yer. Aile konusunda şanslı görürdü kendini. Her zaman sevgi ve anlayışla büyütülmüşlerdi. Kararlarına saygı duyulur, küçük hatalar yapmalarına izin verilirdi. Zaten mantıklıydı, çok büyük hatalar yapmamıştı. Anne ve babası başka şehirde yaşadıkları için az görebiliyordu. Neyse ki teknoloji gelişmişti ve sık sık görüntülü konuşup hasret giderebiliyordu. Aile sevgisi babaannesi ve büyük dayısı sayesinde eksik kalmıyordu. Büyük dayı demek uzun geldiği için o da dede derdi.
Tek katlı, bahçeli evin önüne arabasını park etti. Yaz kış burada oturan ailesi için tüm konforu sağlamışlardı. Site içinde güvenlik de vardı, kameralarda. Akılları kalmıyordu. Yeşil çitlerin arasındaki demir bahçe kapısını açıp içeri girdi. Ortalıkta kimse yoktu. Oysaki yemek saatiydi, terasta olmaları gerekirdi. Eve girince mutfaktaki seslere yöneldi.
İki büyük masada oturmuş karşıya bakıyorlardı. Öykü, fırının içinde dönen tepsiyi izliyordu.
“Kızım başın dönecek, gelsene buraya”
“Ya dur bey baba, öğreniyorum”
“Kızım tavuk gibi kızarmanın nesini öğreniyorsun?”
“Yok, benim tam olarak öğrendiğim, çevir kazı yanmasın durumu”
İki büyük gülmeye başlayınca Öykü’de eğildiği fırının önünden doğrulup gülerek onlara döndü. Bir anda karşısında sırıtan Gökmen’i görünce yüzü ciddileşti.
“Neşeniz bol olsun”
“Ah oğlum hoş geldin. Geleceğini bilmiyorduk”
“Ne o Misbah Hanım, artık randevu mu alacağız?”
“Ah serseri seni”
Misbah, torununa sarılırken o da sıkıca sarılıp gıdısını öptü. Sonra eğilip dedesini şakağından öptü. Selamlaşmadan sonra gözlerini Öykü’ye dikti. Son gördüğünden çok farklıydı. Bembeyaz tenin üzerine dökülen kuzguni siyah saçlar ve arada zümrüt gibi parlayan çakır gözler… Kesinlikle inanılmazdı. Buraya getirdiği sokak kızı o olamazdı. Şaşkınlığını mümkün oldukça gizledi.
“Merhaba Öykü”
Kız başını öne eğip önünde birleştirdiği ellerine baktı. Sessizce “Merhaba” dedi. Nereden çıkmıştı şimdi bu adam? Hem neden dik bakıyordu? Üç kişi eğleniyorlardı, alışıyorlardı. Zamanın nasıl geçtiğini anlamadan bir akşam bir sabah oluyordu. Unutmuştu bile onları. Şimdi ise yine üniforması ile çıkmıştı karşısına. Başına ne iş gelecek diye düşünmeye başladı.
“Ben üzerimi değiştireyim. Nöbetten çıktım, yorgunum”
“Yemek yemeden uyuyayım deme sakın”
“Tamam, babaanne”
Öykü soran gözlerle kendisine bakan iki yaşlıya döndü. Ne yani burada mı kalacaktı? Tam nasıl davranacağını öğrenmeye başlamışken Gökmen çıkıp gelmişti. Yine başa döndü düşünceleri. Nasıl davranması gerekiyordu?
“O burada mı kalacak?”
“Burası onunda evi kızım. Tabii kalacak. Her hafta sonu gelirler mutlaka”
“İkisi de mi?”
Kadın gülümseyip “İkisi de” dedi. Kızın endişeli halini yüzünden okumuştu. Parmaklarını sıkıyor, gözleri titriyordu. Olduğu yerden bir adım bile kıpırdayamamıştı. O neşeli hali uçup gitmişti. Bunu torunu ile konuşmalıydı. Kızı korkutmamalı, arkadaşça davranmalıydı. Onun sokaklara geri dönmesini istemiyorlarsa aralarına katacak, rahat ettirecek girişimlerde bulunmaları gerekiyordu.