Bey babasını tek kaçış noktası olarak görmüşken yanında ayrılmasına izin vermemişti.
“Ya niye izin vermiyorsun bey baba?”
“Bey baba mı?” Oylum’un memnuniyetsiz yüzüne döndü.
“Rauf Bey demelisin Öykü. Bey baba çok sokak ağzı oluyor”
“Sokak ağzı mı? Ben evde de sokakta da aynı ağzı kullanıyorum. Ayırım yok yani”
“Saygılı olmaktan söz ediyorum”
“Bence gayet saygılı... Hem bey diyorum hem de baba, ikisinde de saygı var. Çifte kavrulmuş”
Oylum ağzı açık kaldı. Böyle bir cümleye ne cevap vereceğini çözemedi. Yamaç kıkırdayıp Gökmen ile bakıştı. Gökmen, kuzeninin kulağına “Daha neler var bunda” dedi.
Rauf ve Misbah konu değiştirip sohbete devam ettiler. Öykü arada Yamaç’ın attığı sert bakışlardan çok rahatsız olmaya başladı. Buna bir son vermesi gerekiyordu ve ne yapacağını biliyordu. Bir anda “Bey baba benim paramdan bana üç yüz lira versene” dedi.
“Yine mi paran kızım? Güvende dedim sana”
“Ya biliyorum, merkez bankası gibisin ama hayırlı bir iş için. Vallahi”
Rauf, kızın aklından ne geçtiğini merak etti. İçinden görelim bakalım diyerek ayağa kalktığında Öykü koluna yapışıp “Nereye?” diyerek durdurdu.
“Kızım her an yanımda taşımıyorum herhalde”
“Ha tamam”
Yaşlı adam üç yüz lirayı önüne koydu. Öykü’de alıp Yamaç’ın önüne uzattı.
“Bu ne?”
“Senin cüzdandan bu kadar çıkmıştı. Al paranı ve bana olan şu kızgın bakışlarını çek. Çok rahatsız oluyorum”
Gökmen eliyle ağzını kapatıp yüksek çıkacak gülmesini engellemeye çalışırken Yamaç gülmemek için kendini tutup parayı geri uzattı ve “İstemem” dedi.
“Ya al binbaşı, aramızda sorun kalmasın”
Öykü parmakları açık, eli havada diklenir gibi konuştu. Gökmen artık kendini tutamayarak gülmeye başladı. Yamaç da onun gibi dayanamadı.
“Al kızım şu parayı. Benden sana hediye olsun. İstediğin ne varsa alırsın”
Öykü parayı alıp tekrar Rauf’a uzattı “Ben üzerime düşeni yaptım bey baba. Para buldun mu alacaksın, dayak buldun mu kaçacaksın” dedi. Masada gülüşmeler devam ederken Oylum “Nasıl konuşmalar bunlar” diye söyleniyordu. Sessizce söylese de Öykü duymuştu ama bozuntuya vermedi. Askerlerle arası yumuşamaya başlamıştı ve yeterdi.
Büyüklerden kahve isteği gelince Öykü ve Oylum aynı anda ayağa kalktı. Öykü yeni öğrendiği meziyetini göstermek istiyordu. Oylum ise bu evdeyken kahveleri hep kendisi yaptığı için düşünmeden ayaklanmıştı. İki kadın birbirine baktı.
“Ben yaparım Oydum, sen rahatsız olma”
“Oylum. Oy-lum”
“Ha Koydum. Yani kafama koydum”
Öykü sahte gülümsemesi ile arkasını dönüp eve girdi. Gökmen dudaklarını birbirine bastırmış gülmemek için kendini sıkarken Rauf aynı durumdaydı ve torununa uyarıcı bakışlar atıyordu. Gökmen patlarsa o da kendini tutamayacaktı. Yamaç masa altından kuzenine tekme attı. Ayarsızdı bu adam. Her zaman sakinliğini korurken bugün gülmek için bahane arar bir hali vardı. Oylum’un sinirleri iyice gerildi. Aynı ortamda olmaya asla tahammül edeceği bir kız değildi Öykü.
“Bu kızı nasıl evinize alırsınız? Size inanamıyorum”
“Neden?”
“Çünkü o bir suçlu Gökmen. Şu an burada değil hapiste olmalıydı. Siz askersiniz ve bir suçluyu koruyorsunuz. Siz daha büyük suç işliyorsunuz. Ya duyulsa?”
“Kim nasıl duyacak? Sen mi ihbar edeceksin? Bak canım anlaman gereken bir şey var. O kızın suç işlediğini biliyoruz ama kimseye zarar vermedi. Suçu neden, ne şekilde, hangi koşullar altında işlediği önemli. Ben ona güveniyorum ve insanlar konusunda yanılmam. Bu kız daha yirmi beş yaşında kim bilir sokaklarda başına neler geldi ve neler gelecekti. Bir kadının hayatını kurtardığım için suçlu bulunacaksam gocunmam aksine yaptığımla gurur duyarım. Senin prenses dünyanın dışında çok büyük, gerçek bir dünya var ve bu dünya çok acımasız. Bu kız da o acımasızlığın tam göbeğinde yaşıyordu”
Gökmen’in sesi dik, sert ve korkutucuydu. Altındaki askerlere bile çok az bu tonlamayla konuşmuştu. Oylum yutkunup geriye yaslandı. Gökmen ne derse desin o kız suçluydu. Kendilerine zarar vereceğine emindi ve o gün geldiğinde burnunu dikip gururla ben demiştim diyecekti.
Yamaç sadece dinledi, müdahale etmedi. Oylum haklıydı ama Gökmen’in sözlerindeki gerçeklerde göz ardı edilemeyecek kadar ciddiydi. Bu konuda kuzeninin yanında olduğunu daha başta belli etmişti.
Öykü tuttuğu tepsideki kahve bardaklarının içine bakarak yavaş adımlarla masaya yaklaştı. Sanki ipin üzerinde yürür gibi dikkatli ve yavaştı. Yamaç ona bakıp aslında burada olmasının daha iyi olduğuna emin oldu. Güzel bir kızdı ve rahat bırakılmadığına emindi.
“Önüne bak, tepsiye değil”
“Kolaydı binbaşı”
Tepsiyi masaya bırakıp bardakları tek tek dağıttı. Hepsini sade yapmıştı. Oylum’un yüzünün buruştuğunu görünce “Beğenmedin mi?” diye sordu.
“Ben acı içmiyorum ama sorun değil”
“Ha… Ben bir tek onu biliyorum. İşin içine şeker girerse olay biraz karışıyor”
Kahveler bittikten sonra Oylum, Yamaç’a dönüp gitmeleri gerektiğini söyledi. Oylum’un ailesi onları bekliyordu. Yamaç önceden söz verdiği için onayladı. Aslında burada ailesi ile olmak istiyordu. Ziyareti kısa tutup geri dönmeyi planladı.
Yaşlılar öğlen dinlenmek için odalarına çekilince Gökmen ve Öykü yalnız kaldılar. Gökmen hafif tebessüm ile karşısında oturan kıza bakıyordu. Öykü anlamını bilmediği bakışlar karşısında bocaladı. Kötü değildi, öyle hissetmiyordu fakat çekindiği de bir gerçekti. Ayaklarını toparlayıp sandalyede bağdaş kurdu.
“Ne yapalım seninle?”
İşte bu soru içindeki tüm korkuları açığa çıkarttı. Ne yapacaktı? Karar aşamasında mıydı ki soruyordu. Sevmişti burayı. Git deseler bile gitmek istemezdi. Bir an gözleri buğulandı. Bu ara ne kadar çok oluyordu bu. Ağlamayı yasak bellemişken sevgi baloncuğunun içine girdiğinden beri zor tutuyordu göz pınarlarının ucunda duran damlaları.
“Beni başka yere mi götüreceksiniz? Polise mi yoksa”
Gökmen yanlış anlaşıldığını anlayınca kalkıp kızın yanındaki sandalyeye oturdu. Bedenini hafif öne eğdi ve kızın o çok beğendiği gri, etkileyici gözlerine baktı.
“Hayır Öykü. Beni yanlış anladın. Bugün için bir plan yapalım demek istedim. Günlerdir evden çıkmadığını biliyorum.”
“Ben… Bilmiyorum ki ne yapılır.”
“Hmm… Bak bu benim için zor oldu. Bir fikrin olsaydı işim kolaydı da… Seni hiç tanımıyorum. Hoşlandıkların hakkında en ufak bir fikrim yok. Sen şimdi zor bir kız oldun”
Son cümleyi söylerken yüzü alaycı bir şekilde buruştu. Öykü dayanamayıp kıkırdadı. Hâlbuki o zor değildi. Bulunduğu ortama adapte olmayı bilirdi. Hayatın ona getirdiklerini kabul eder böylece kendine zamanı kolaylaştırırdı. İçinde fırtınalar kopsa bile dışarıya belli etmezdi. Soğuk dururdu, bazen tepki bile vermezdi. Donuk bakışları kimi zaman korkutucu bile olabiliyordu. Sokakta çok işine yarıyordu bu huyu.
“Basitten başlayalım. Çıkalım dışarı, ayaklarımızın bizi götürdüğü yerlere gidelim. Ne dersin?”
“Ben bunu iyi biliyorum. Her gün yaptığım şey”
Gökmen’in alaycı tavrı bir anda yok oldu. Başını yana eğdi, gözleri dilinden daha çok soru soruyordu.
“Hep yalnız mıydın?”
“Etrafımda çocuklar, benim yaşımda ya da daha büyükler vardı ama… Sokakta yaşıyorsan aslında hep yalnızsındır”
“Zor”
“Senin için zor ama hayatını arka, karanlık sokaklarda geçirenler için sıradan”
“Ben askerim. Her türlü zor koşula karşı eğitildim. Ben bile yaşadığın yer konusunda tereddütler taşırken, bir kadın olarak nasıl başarabildiğine hayret ediyorum. Sen tahminimden çok güçlü bir kızsın”
“Yok ya abartıyorsun”
Gökmen gülümsedi. “Hadi çıkalım, yolda sohbetimize devam edelim”
Öykü hemen ayaklarını yere indirip parmak arası terliklerini giydi. Gökmen de cüzdanını ve telefonunu alıp yanına geldi ve evdekileri uyandırmadan dışarı çıktılar.
Evlerin aralarından sahile doğru yürümeye başladılar. Sağlı sollu bahçeli evlerin arasından geçiyor, uzun palmiye ağaçlarının gölgesinden faydalanıp güneşten korunuyorlardı. Geçtikleri her bahçe ev sahibinin ruhunu yansıtacak şekilde düzenlenmişti. Kimisi simetrik düzende yerleştirilmiş aynı tip çiçeklerle süslüyken kimisi bostan havasında, biraz dağınıktı. Yemyeşil çimleri olan da vardı, kuru toprak olan da… Bazılarının bahçesinde çocuklar oyun oynuyorlardı.
Yolun sonuna doğru masmavi denizin ışıltısını gördüler. Öykü sesli olarak “Deniz…” diye iç geçirdi.
“Muhteşem dimi?”
“Evet… Özgür, istediğini yapan... Canı çalkalanmak isterse kabarıp üzerindekini atan, yoldaş istediğinde durgun ve davetkâr...”
“Demek sende bizim gibi deniz aşığısın”
“Denize âşık olunmaz mı? Çok iyi bir dert ortağıdır. Hiç fark etmedin mi? Canı sıkılan, üzüntüsünü atmak isteyen hep onun yanına gider. Ben çok deniz kenarında ağlayan, konuşan, haykıran insan gördüm. Sonra deniz kenarında buluşan da çok olur. Kocaman gülümsemeler ile sarılırlar böyle sıkıca”
Öykü tam anlattığı gibi kendine sıkıca sarıldı.
“Edebiyat konusunda senden öğreneceğimiz çok şey var Öykü Hanım”
“Neden öyle dedin?”
“Bir deniz dedin ardından kitap yazacak kadar çok şey söyledin. Hem de duygusunu hissettirerek”
“İçimden geçenlerdi”
“Yüzme biliyor musun?”
“Bilmiyorum”
“Bu kadar denize âşık biri yüzmeyi bilmeli”
“Yanlış anladın. Biliyor muyum onu bilmiyorum”
“Az önce yanlış anladım ama şu an hiçbir şey anlamadım”
Gökmen yolun ortasında durmuş anlamsız ifadesi ile bakıyordu. Bir insan neyi bilip neyi bilmediğini nasıl oluyor da bilmezdi. Yüzmek bir defa öğrenilip hayat boyu unutulmayan motor hareketti. Bisiklete binmek gibi…
Öykü omuz silkip yürümeye devam etti. Gökmen yanıtsız kalan sorusunun yanında kafa karışıklığını da ekleyerek peşine takıldı. Sonrasında çok fazla konuşmadılar. Öykü gördüğü her yeri dikkatle inceleyip tanımaya çalışıyordu. Gökmen ona zaman tanıdı. Buralara alışmasını istediği için yol arkadaşlığı yapıyordu. Güneşin batışına kadar yürüdüler.
Misbah Hanım’ın telefonda, endişeli “Öykü yok!” feryadına torunu sakinleştirici sözleriyle son verdi. “Onu hemen eve getir Gökmen” uyarısını ise anlamadı. “Dolaşmamız bitince geleceğiz babaanne” diyerek kapattı telefonu. Şimdi niye durduk yere keyifleri bozulsun ki? Yorulmamışlardı da, eve gidip pinekleyecek değillerdi.
Yamaç arayıp “Neredesin birader?” diye sorduğunda Gökmen dudak büküp “Sende hemen eve dönün mü diyeceksin?” dedi. Yamaç küçük bir kahkaha attı. Önce evi aramış onların dışarıda olduğunu öğrenmişti. Bunun iyi olduğunu düşünse bile babaannenin aynı fikirde olmadığını kurduğu cümlelerden anlamıştı. Misbah hanım, bekâr bir adamın özellikle de yakışıklı torununun kız ile birlikte olduğundan huzursuzluğunu anlamıştı. Nerede olduklarını öğrenip yanlarına gideceğini söyledi.
Oylum ve ailesi ile seviyeli zaman geçirdikten sonra kuzeni ile daha eğlenceli zaman geçirmek için sabretmişti. Öykü’nün yanında olması iyiydi çünkü sabah komikliklerine şahit olmuştu. Madem bu kızı hayatlarına dâhil etmişlerdi, yakından tanımaları gerekiyordu.
Yamaç’ı beklerken kafeye oturdular. Kısa süre sonra Yamaç yanlarına gelip sandalyeyi çekti ve üzerine attı kendini. Gökmen, onun derin verdiği nefesten zincirlerinden kurtulmuş hissettiğini biliyordu. Sırıtarak “Nasıl geçti?” dedi.
“Her zamanki gibi”
“Sıkıcı, boğucu, resmi, diken üzerinde, sahte…”
“Yeter Gökmen.”
“Yalan demiyorsun”
“Susturmasam daha devam edeceksin”
“Kelime hazinem geniş”
Gökmen piç bakışları ile sırıtmaya başlayınca Yamaç omzuna yumruk attı ve Öykü’ye döndü.
“E Öykü, sen anlat neler yaptığınızı da kurtar beni bu boşboğazdan”
“Dolaştık binbaşı”
“Yamaç diyebilirsin”
“Bence Yamaç abi desin. Sonuçtan ondan çok büyüksün”
“Sen daha yüzbaşıydın dimi?”
“Kendini beğenmiş piç”
Tam Öykü’ye dönmüşken bu ikisi yine atışmaya başlamıştı. Eğlendikleri her hallerinden belliydi. Konuşma kızın dikkatini çekti. Sesli analiz yaptı kendince
“Yüzbaşı, binbaşı… Yüz, bin… Haa anladım şimdi, senin rütben daha küçük”
Gökmen gözlerini devirirken Yamaç kahkaha attı. “Akıllı kız” diyerek biraz daha kuzeninin damarına bastı.
“Öykü, rütbelerimizi bırakıp isimlerimizle hitap et. O Yamaç abi, ben sadece Gökmen”
Gözlerini kıza dikip anladığından emin oluncaya kadar bekledi. Öykü sırıtarak başını salladı. Demek ki rütbe konusu hassas noktaydı. Öykü’nün hayatı ile ilgili ayrıntıları öğrenmek isteseler de kızın bir iki cümleden sonra konu değiştirmesini fark ettiler. Merak ettikleri bir gerçekti fakat bir anda da olmayacağı ortadaydı. Yaşadığı hayattan utanıyor olabileceğini düşündüler.
“Dondurma yesek mi?”
“Yemek saati Gökmen”
“Yaşlı ve sıkıcısın Yamaç”
Kızı ortalarına alıp yürümeye başladılar. Öykü iki yanında kendisinden oldukça heybetli adamlara bakıp gülümsedi. Kendini nokta gibi hissetmişti. Bir yandan da güven çemberinin içinde olduğunu düşündü. Onlar yanındayken kimse zarar veremezdi. Bu güvenin nereden geldiğini bilmiyordu ama hislerinin doğru olduğuna emindi. Kısa bir süre önce iriliklerinden korkup kaçmak istemişti. Zaman, istediğinde duyguları kolaylıkla tersine çevirebiliyordu.
Yamaç’a dönüp “Sen kaç yaşındasın?” diye sordu.
“Otuz beş”
“Büyükmüşsün”
Yamaç dirseği ile kızı dürttü “Deme kızım şunun yanında” diye söylendi.
“Neredeyse kırk olmuşsun”
“Ayıp ama ya…”
Gökmen kıkırdamaya başlayınca ensesine tokadı yedi. Konuşmaya karışmamıştı fakat kızın yirmi beş yaşında olduğu düşünülünce Yamaç haliyle büyük kalıyordu yanında.