Dondurma tezgâhının önüne gelince Öykü ellerini camekâna yaslayıp kocaman gözleriyle baktı. Tatlıyı çok seviyordu ve dondurma en sevdiğiydi. Gökmen başını eğip yüzüne baktı. Çocuk bakışları ile sevimli duruyordu.
“Hadi seç”
“Şu mavi olandan, yeşilden, beyazdan…” daha devam edecekti ama durup Gökmen’e baktı.
“Kaç tane alabilirim?”
“İstediğin kadar alabilirsin de külahtan taşar. Şimdi üç çeşit al, yarın geldiğimizde başka çeşitleri denersin. Olur mu?”
“Kahvaltıdan sonra gelir miyiz?”
“Geliriz tabii”
Öykü sevinçle ellerini birbirine vururken yine renkli dondurmalarına dönmüştü. Gökmen ve Yamaç birbirlerine baktılar. Bazen sivri cümleler kurup onları şaşırtırken bazen öyle çocuksu oluyordu ki insanın kalbine işliyordu. Önce ince bir sızı hissettiriyor ardından şefkat ve sevgi yayıyordu. Acıma duygusunu hiç hissetmiyorlardı çünkü acınacak bir kız kesinlikle değildi.
Dondurmalarını yiyerek eve yürümeye başladılar. Öykü iştahla yiyip bir damla bile israf etmeden bitirdi. Evin bahçesine girdiklerinde elleri belinde, çatık kaşlı Misbah onları bekliyordu.
“Nerede kaldınız? Ben size hemen eve dönün demedim mi?”
Öykü adımlarını hızlandırarak Misbah’ın önünde durdu.
“Özür dileriz hanım teyze bir daha olmayacak” dedi ve boynuna sarıldı.
“Lafım sana değil kızım, bu iki kazığa”
İki adamın kaşları havalandı. Resmen azar işitiyorlardı.
“Hadi yemeğe” diyen Misbah tam içeri girecekti ki Öykü “Biz dondurma yedik” deyince tehlikeli bir yavaşlıkla geri döndü ve “Ne?” dedi.
“Dondurma yedik ama ben senin güzel yemeklerinden de yerim”
Öykü sırıtarak içeri girdi. Resmen olaydan sıyrılmıştı ve suçlu yine yerinden kıpırdamayan iki asker olmuştu.
“Pis küçük, nasıl sıyrıldı ya”
“Oğlum babaannem neden böyle bakıyor bize?”
“Senin yüzünden. Yakışıklı torunu, kızın aklını çeler diye korkuyor. Arada da ben kaynıyorum”
“Saçmalama be ne alaka?”
“Sen sor birader”
Yamaç ilerlerken Gökmen olduğu yerde kaldı. Neden kızın aklını çelecekti? Alışması için yardımcı olmasını kendileri istemişti. Bu büyüklerin aklı nasıl çalışıyordu Allah aşkına? Genç olan kendisi, çapkın düşünceli olan onlardı. Bu işte kesinlikle bir terslik vardı.
Yemek sırasında kızın çok eğlendiğini gören büyükler memnun oldular. Günlerdir evin içinde sıkılmış olabileceğini fark etmemişlerdi. Ertesi günde çıkacaklarını öğrenince Misbah bakışlarını Gökmen’e çevirdi. Gökmen özellikle göz temasından kaçtı. Yamaç’ın söylediğinden sonra babaannesinin düşüncesini öğrenmişti. Bunun yanlış olduğunu zaman içinde görecekti nasıl olsa. Şimdi tartışmaya gerek yoktu. Zaten koca adamdı. Ne yaptığı kimi ilgilendirirdi ki…
Gece herkes odalarına çekildi. Öykü’ye Yamaç’ın odası verildiği için bundan sonra iki kuzen aynı odayı paylaşmak zorunda kalacaklardı. Aynı evde yaşadıkları için sorun değildi hatta uzun zamandır aynı odada kalmadıkları için akıllarına çocukluk anıları geldi. Küçük birer oğlanken de bu evde aynı odada kalırlardı. Anne babalarının tüm kızmalarına rağmen yatma saati geldiğinde odada kudururlardı. Gün yetmezmiş gibi uzun saatler konuşurlar, gün içinde yaşadıkları hakkında yorumlar yaparlardı. Tek çocuk olmak onlar için sorun olmamıştı çünkü kardeşten farksız büyümüşlerdi.
Şimdi yine aynı odada koca iki adam karşılıklı yataklarda yatıyorlardı. Gökmen uzandığı yatakta dirseğini yatağa başını da eline yaslayarak yan döndü.
“Babaannem neden Öykü’nün aklını çeleceğimi düşünüyor? Abaza mıyım ben? Hiç mi kız görmedim”
“Çocuk gibisin Gökmen. Öykü’nün güzel ve dikkat çekici bir kız olduğunu inkâr edemezsin”
“Etmem tabii… Özellikle gözleri çok farklı… Bakınca girdap gibi içine çekiyor”
“Bu da babaannenin tezini doğruluyor”
“Ne?”
Yamaç sırıttı. Yüzünde anlayışlı bir ifade vardı. Gökmen ilişkiler arası hoplayıp zıplayan bir adam değildi. O da hayatında doğru insanı almayı istiyordu fakat karşısına dünyaya aynı gözle bakan biri çıkmamıştı. Birkaç ilişki denemesi de başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Dış görünüşe ilk aşamada tabii önem verirdi. Sonuçta birinden hoşlanmaya başlamak ilk görüşte olurdu ve görünümünün etkilemesi gerekirdi. Tanıma aşamasında ise hayata bakışını ölçerdi. Paylaşımlarından çıkan mutluluğun eş olmasını isterdi. Yamaç’ın anladığı şu an Öykü ilk aşamayı geçmişti. Tabii ardından gelen birçok sorun vardı. Kızın kim olduğu gibi.
“Tamam… Şimdi dürüstlük zamanı, Öykü’yü bu evde ilk gördüğünde ne düşündün?”
Gökmen başını yastığa yaslayarak tavana baktı. Ne düşünmüştü? O anı aklına getirmeye çalıştı.
“Teni çok beyaz, kar gibi sonra gözlerinin grisi kara bulutları andırıyor, saçları teninin beyazına karşı gelir gibi siyah. Onun yaşındaki birçok genç kızı kıskandıracak kadar zarif bir vücudu var. Bir sporcu kadar atletik… Kesinlikle mükemmel genlere sahip biri”
“Peki sonra…”
Gökmen sırıttı ve devam etti “Dili çok yaramaz. İnce bir espri anlayışı var. Karşısındakiyle öyle belirsiz dalga geçiyor ki normal zekâda olan birçok kişi anlamaz. Kesinlikle akıllı ve çok güçlü, yoksa sokaklarda yaşayamazdı. İstemediği konuyu ustaca çeviriyor ve aksi olmasını beklenirken aslında çok saygılı.”
“Yirmi dört saat için çok teferruatlı bir tanımlama”
Gökmen hızlıca dirseğinin üzerinde doğrulup gözlerini kocaman açtı.
“Lan! Âşık olmuş olamam dimi?”
“Aşk demeyelim de, hızlı bir etkilenme diyebilirim”
“Grip değil de, nezle gibi mi?”
“Yani…”
Gökmen oflayarak yeniden yattı. Şimdi babaanneyi daha iyi anlamaya başladı. Kadın haklıydı. O, Öykü’nün aklını çelmese de Öykü biraz karıştırmıştı genç adamı.
“Ya Yamaç… Biz bu kızı hiç tanımıyoruz”
“Ee…”
“Yani ya benim nezlem gribe dönüşürse?”
“Gökmen uyu koçum”
“Aklıma olmadık şeyleri sokan sizsiniz, ceremesini ben çekiyorum.”
Yamaç daha fazla konuşmadan arkasını döndü. Kafasına inen yastığı bacaklarının arasına alıp muhatap dahi olmadı. İki saniye sonra yastık hızla çekilince kendi kendine sırıttı.
Sabah kahvaltı masasında garip bir sessizlik vardı. Yamaç kimseyi umursamazca önündekileri yerken Gökmen başını kaldırıp kimseyle göz göze gelmemiş hatta dudak kabartarak kahvaltısını yapıyordu. Öykü’nün büyük ve bol geceliği ile terasa çıkması ile Yamaç kahkaha attı.
“O ne kızım? Babaanneyle öncesi sonrası gibi olmuşunuz”
Öykü sırıtıp yerine geçtiğinde Yamaç, Gökmen’e “Gördün mü?” dedi. Gökmen omuz silkip “Görmeyeceğim” diye huysuzluğuna devam etti. Rauf, oğlunun bu garip çocuksu halini yadırgadı. Her zaman olgun duran genç adam bu sabah her an huysuzluk yapıp kendini yere atarak ağlayacak gibi duruyordu. Yamaç’a ne oluyor der gibi başını sallayınca, Yamaç yine baş işareti ile boş ver dedi.
Öykü kahvaltı sonrası dondurmayı iple çekiyordu. Dün söz vermişti Gökmen, bugün farklı üç tat deneyecekti. Gelen telefon ile Gökmen masadan kalkarak bahçenin diğer yanına doğru yürüdü. Kısa süre sonra az önceki halinden eser kalmamış gülümsemesi ile masaya oturdu.
“Mersin’den Ali gelmiş. Tayin olduğundan beri görüşmemiştik. Bizi çağırıyor”
“Gidelim, bende özledim”
İki kuzen anlaştılar. Uzun zamandır görmedikleri ve özledikleri arkadaşları ile buluşacaklar ve minik oğulları ile de oynayabileceklerdi.
Öykü’nün yüzü soldu. Belli ki verilen söz unutulmuştu. Küçük anlar büyük mutluluklar yaşatabiliyordu fakat o anın unutulması üzdü. Kendinin duyabileceği kadar kısık sesle “Niye güveniyorsam? Götmen ne olacak?” dedi. Misbah dönüp bakmıştı fakat ağır duyan kulakları net olarak anlamamıştı.
Ev yine sessiz ve sakin haline büründü. Rauf gazetesini okurken Misbah eline aldığı kanaviçesiyle oyalanıyordu. Öykü salıncak koltuğa oturup ayaklarını uzattı. Yarım saatlik uzun sessizlikten sonra Öykü yerinden doğruldu.
“Benim canım sıkıldı, çıkıp biraz dolaşsam mı?”
“Tek başına çıkma yavrum, aklım kalır”
“Peki” diyerek tekrar yaslandı.
Gün evin içinde oyalanarak, biraz iş yaparak geçti. Güneş battıktan sonra Rauf, Öykü’nün sıkıntılı haline artık dayanamadı. Böyle giderse onu burada tutmak için bir neden olmayacağını biliyordu. Kim sıkıldığı bir yerde kalmak isterdi ki?
“Hadi bugün değişiklik yapıp yemeği dışarıda yiyelim. Sonra biraz yürüyüş yaparız. Ne dersiniz?”
Öykü ellerini çırparak ayağa kalktı. Onun bir anda yükselen enerjisine gülümsediler ve beklemeden hazırlanıp dışarı çıktılar. Arada gittikleri restoranda önce güzel bir balık ziyafeti çektikten sonra sahil boyunca yürüdüler. Öykü’nün dondurma tezgâhına yandan attığı bakışları yakalayan Rauf “Gel bakalım tatlı kızıma biraz daha tat katalım” dedi ve istediği çeşitleri aldı. Gündüze oranla gözlerinin içi parlayan kızın bu hallerini görmek onlar için ayrı bir mutluluktu.
Öykü, bey babasının koluna girmiş muhabbet kuşu gibi cıvıldıyor tecrübeli adam da ona bilgiler aktarıyordu. Arada Misbah’a takılmayı da ihmal etmiyorlardı. Sokak kitapçısının önüne gelince durdular.
“Kitap okumak ilgini çeker mi acaba?”
“Bilmem bey baba, ben sadece çöpe atılan marketlerin dağıttığı dergileri okudum”
“Deneyelim, belki seversin.”
Tezgâhın önünde uzunca vakit geçirip bir kitap seçtiler. Rauf ona günlük bir plan yapmaya karar verdi. Boş oturarak hayata dâhil olamazdı. Ne bilip ne bilmediğini de böylece test etmiş olacaktı.
Eve geldiklerinde hala karanlıktı, ışıklar yanmıyordu. Geç saat olduğu için yatmaya karar verdiler. Yatmadan su içmek isteyen kız dolabın kapağını açacakken üzerindeki notu fark etti.
‘Sabah unuttum ama dondurman buzlukta. Afiyet olsun. Gökmen’
Öykü umursamazca sırıttı. Bey babası ona dondurmanın en güzelini almıştı. Nefsiyle beraber karnını da doyurmuş olmanın verdiği rahatlıkla notu dolabın üzerinden aldı ve buruşturup çöpe attı. “Kendince iyilik yaptı. Götmen işte ne olacak?”
Kahvaltı sonrası kitabını eline alan kız okumaya başladı. Macera içerikli bir hikâye olduğu için meraklanmış ve elinden bırakmadan tüm gün boyunca okumuştu. Yemek molalarının haricinde hiç yerinden kalkmadı. Misbah ve Rauf onun bu dalmış haline sevgiyle baktılar. Okurken takındığı yüz mimikleri öyle tatlıydı ki sanki hikâyenin içine girmiş yaşıyor bir hali vardı. Rauf’un ilgisini çeken şey ise, Öykü sayfalarda çok fazla oyalanmadan geçiyordu. Normal okuma hızının üzerinde gittiğini fark etti. Ertesi gün öğlene kadar aynı şekilde devam edince dayanamayarak “Öykü” dedi.
“Evet”
“Kitabı beğendin mi?”
“Evet, çok beğendim”
“Bana biraz konusundan söz eder misin?”
Rauf’un öğrenmek istediği gelişi güzel mi yoksa anlayarak mı okuyordu. Öykü baştan okuduğu yere kadar ayrıntıları ile anlatmaya başladı. Karakterlerin isimlerinden, kişiliklerine, dış görünüşlerinden yaşadıkları olaylara kadar detay atlamadan devam etti. Arada kendi yorumlarını katmayı da ihmal etmedi.
Öykü’nün elindeki bir klasikti ve Rauf hikâyeyi biliyordu. Eğer bilmiyor olsa uydurduğunu düşünebilirdi. Bu kadar kısa zamanda okuyarak hâkim olması inanılmazdı.
“Sen hızlı okumayı nereden öğrendin? Bu bir tekniktir ve özel çalışma gerektirir”
“Bilmiyorum. Okumayı ne zaman öğrendiğimi bile bilmiyorum ki”
Karşısındaki kız tam bir soru işareti olan adam daha neler bildiğini merak etmeye başladı. Başını sallayarak devam etmesini söyledikten sonra içeri girerek eski eğitimci olan bir dostunu aradı. Uzun yıllar üniversitede ders veren profesör arkadaşına kısaca durumu izah edip yardım istedi. Adamın da ilgisini çekmişti ve yardımı kabul etti.
O hafta Öykü’nün test haftası oldu. Genel kültürü test edildi. Matematik, tarih, sosyal ve genel kültür konusunda ne kadar bilgi sahibi olduğunu ortaya çıkartmaktı amaç. Profesör Vecdi beyin yardımları ile hayret verici sonuçlar elde ettiler.
Haftanın sonunda Rauf kızı karşısına aldı.
“Bak güzel kızım, bana hayatınla ilgili ayrıntıları anlatmanı istiyorum. Biz sadece sokakta yaşadığını biliyoruz ama sende fazlası var. Genel kültür anlamında çok bilgilisin. Matematik bilgin normal düzeyde ama okuma hızın, anlama yeteneğin inanılmaz kuvvetli. Eğitim almadan olacak bir şey değil bu”
Öykü yanaklarını şişirip dudaklarını titreterek nefesini dışarı verdi. Her defasında hayatının ortasına dönmeyi sevmiyordu. Çocukluğuna gidemiyordu.
“Bir gün gözlerimi açtığımda hastanedeydim. Etrafımda beyaz kıyafetli insanlar dolanıyordu. Uyuduğumu zannedip konuşuyorlardı. On beş yaşımda olduğumu söylediler. Kim olduğumu bilmiyorlardı. Uyanınca da bir sürü soru sordular. Adın ne? Nerede oturuyorsun? Ailen var mı? Ben hiç birine cevap veremedim çünkü bilmiyordum. Tanımadığım insanların içinde olduğum için çok korktum ağlamaya başladım. Üzerime gelmemeleri gerektiğini aralarında konuştular. Odada yalnız kaldığımda aynı soruları bende kendime sordum ama hala cevapları yoktu. Bende kendi kendime dedim ki madem burayı bilmiyorum, beni tanıyan yok o zaman kalmamalıyım. Gece kaçtım. Uzun saatler boyunca biraz koştum biraz yürüdüm. Halim kalmadı, yoruldum ve ara sokaklardan birine girip duvar kenarına oturdum.
Kim olduğumu bilmediğim gibi nerede olduğumu da bilmiyordum. Bilinmezlikten korkulmaz dedi içimdeki ses. Yanıma bir adam geldi. Üstü başı dökük, dişlerinin yarısı çürümüş, sararmıştı. O da sorular sordu. İlk soru hep adımı öğrenmek amaçlı olunca kendime bir isim bulmalıydım. Sokağın karşısında yün satan renkli bir dükkân vardı. Tabelasında da öykü yazıyordu. Hoşuma gitti, bir öyküm olmadığına göre adım öykü olabilirdi. O günden sonra bu adı kullanmaya başladım.
O adam, topal Asım… Pisliğin tekiydi. Hırsızlık öğretti bana. Ben cüzdanları çalıyordum o paraları topluyordu. Orada bir sürü çocuk var benim gibi. İşte bu kadar… On yıldır sokaklarda yaşıyorum bey baba. Bana neyi bilip bilmediğimi ya da nereden öğrendiğimi sorma, hatırlamıyorum”
Misbah Hanım dinlerken gözyaşlarını tutamamıştı. Öykü anlattıkça onun yanaklarından yaşlar ince bir yol çizip durmadan aktı. Rauf’un tek yapabildiği ise başını sallamak oldu. Aslında başka biri olan Öykü’nün bir ailesi vardı. Başına her ne geldiyse belli ki hafızasını kaybetmişti ve bu zamana kadar da hiç hatırlamamıştı.
“Bazen önüme bir şey geliyor ve ben onun ne olduğunu biliyorum. Bu bir oyun olabiliyor ya da öğrenilmiş bir bilgi… Kendiliğinden yapıyorum. Başlarda çok düşünüyordum nasıl bilirim diye ama hiç cevap bulamadım. Sonra da bıraktım, üzülüyorum çünkü”
Rauf sıkışan yüreğini ferahlatmak istedi. “Bana bir bardak su getirir misin kızım?” dedi. Öykü ikiletmeden hemen yerinden kalkıp içeri girdi. İki kardeş bakıştılar. Rauf kadar Misbah da etkilenmişti.
“Ne yapacağız Rauf?”
“Belli ki kayıp bir kız bu, ailesini bulmamız lazım”
“Nasıl olacak? On yıl diyor, illaki onu aramışlardır. Onlar bulamadıysa biz nasıl ailesini bulacağız? Üstelik ufacık ipucu bile yokken”
“Tüm çevremizi devreye sokacağız. Kimliği olmayan bir çocuğa nasıl gelecek verebiliriz?”
Bir haftanın sonunda beklemedikleri gerçeklerle karşılaştıkları için şaşkınlardı. Oturup salim kafa ile düşünmeleri gerekiyordu. Torunları ile konuşup fikir almalı ve daha fazla geç olmadan araştırma başlamalıydı.
Öykü bardağı adamın önüne koyduğunda ikilinin dağılmış yüzlerini gördü. Burada olmamalıydı, üzülmemeliydi bu güzel yürekli insanlar. O kadar iyi niyetlilerdi ki onlara hemen bağlanmıştı ve şimdi karşısında kendi yüzünden bitkin duruyorlardı.
“Özür dilerim. Siz çok iyisiniz. Ben sizi üzmek istemiyorum. Eğer gitmemi isterseniz giderim. Alışığım sokaklara, yaşarım yine. Sorun olmaz yani”
Misbah dayanamayarak yerinden kalkıp kızın yanına gitti ve sıkıca sarıldı.
“Sen istesen de biz seni bırakmayız. Sen bizim kızımızsın. Sen kimsin diye sorduklarında Rauf ve Misbah’ın torunuyum diyeceksin. Tamam mı?”
Öykü yıllardan sonra ilk defa gözyaşı dökmeye başladı. Git deseler giderdi ama biliyordu ki çok üzülürdü. Bu iki yaşlı kısa sürede kalbine sahip olmuştu. Varsın hatırlamasın, varsın kim olduğunu hiç bilmesin ama bu yaşlı çift hep hayatında olsun.
Rauf derin nefes alıp “Aa... hadi toplayın kendinizi” dedi otoriter sesi ile “Bu ne böyle canım? Koca insanlarsınız, yakışıyor mu ağlamak size?”
“Bey baba bize laf atıyorsun da seninde gözlerin doldu. O uzun kaşlar saklamıyor haberin olsun”
Rauf kahkaha atıp kızı kollarının arasına aldı. Ağzı bozuk olabilirdi, arada kantarın topuzunu da kaçırdığı oluyordu ama sevdirmişti kendini. Bu günlük bu kadar yeter dedi, yarın ola hayrola.
**
Gökmen askeriyenin otoparkında, Yamaç’ın arabasının başında dönüp duruyordu. Bugün tek araba gelmişlerdi. Nöbetleri olmadığında ya da birinin planı yoksa tek araba geliyorlardı. Bugün de onlardan biriydi fakat Gökmen evde üzerini değiştirdikten sonra babaannesine gitmek istiyordu. Şimdi söylese son uyarılardan sonra yanlış anlaşılacağını bilerek kafasında yumuşak, dolambaçlı cümleler kurup Yamaç’ı kandırmak istiyordu. Herif de cin gibiydi. Kanmazdı ki…
Yamaç elinde arabanın anahtarını sallayarak gelmeye başladı. İki günlük hafta sonu tatiline girmenin rahatlığı ile acele etmiyordu. Uzaktan Gökmen’in turlayan halini görünce sırıttı. Belli ki vardı bir sıkıntı. Tanırdı kuzenini.
“Gök hadi eve gidip dinlenelim. Yoruldum bütün hafta”
“Eve gidelim tabii de sıkılırız evde. Ne yapacağız dört duvar arasında?”
“Ayaklarımızı uzatıp oturacağız”
“Hım…”
“Sen yine bulursun bir belgesel, oh mis”
Arabaya binip yola çıktıklarında Gökmen yanaklarını şişirmiş huysuz çocuklar gibi ayağını sallıyordu. Yamaç yandan bakıp sırıttı.
“Çıkar hadi baklayı”
“Ne baklası? Bakla falan yok”
“Gökmen çocuk musun birader? Söyle ne istiyorsun”
Kısık sesle “Babaanneme mi gitsek?” dedi. Yamaç’ın kahkahası arabayı doldurdu.
“Ya niye gülüyorsun?”
“Oğlum açıkça Öykü’yü görmek istiyorum desene”
“Sizin yüzünüzden diyemiyorum”
“Sen gerçekten abayı yaktın bu kıza”
“Abayı yakmadım, yani belki biraz. Aman hoşuma gitti işte, olamaz mı?”
“Olur, olur da… Sen şimdilik belli etme. Bizimkiler kızı çok sahiplendi ve hem daha kim olduğunu bile bilmiyoruz. Sokaklarda kapkaç yapan biri o”
“Bence daha fazlası var”
“Nereden bu kanıya vardın?”
“Yamaç… Bu kızın konuşmaları öyle sokaklarda büyümüş biri gibi değil. Ben o bilmediğimiz Öykü’yü tanımak istiyorum. Görüntüsü çok güzel, etkileyici belki daha fazla zaman geçirirsek, bize güvenirse kendini anlatır. Merak ediyorum”
Yamaç sessiz kaldı. Biliyordu ki Gökmen gördüğü her güzel kızdan etkilenmezdi. Güzelmiş deyip geçtiği çok kız olmuştu ama Öykü ile ilgili hisleri belli ki yüzeysel değildi. Uzun zamandan sonra ilk defa onu heyecanlı görüyordu. Onu üzmeyecekti, eve gidip üniformalarını değiştirdikten sonra tekrar yola çıktılar.
Birçok hafta sonu geldikleri için yadırganmamışlardı. Akşam yemeğine yetişebildikleri içinde memnun oldular. Öykü sadece “Hoş geldiniz” demekle yetindi. Yamaç’ın sorularına kısa cevaplar verdi. Gökmen’e de yakın davranmadı. Masayı toplarken eline aldığı bardaklarla peşinden giden adam mutfakta yalnız kaldıkları an “Dondurmanı yedin mi?” diye sordu.
“Hayır yemedim”
“Neden? Senin için almıştım”
“Külah yoktu”
“Kâseye koyup yeseydin”
“Gerek yoktu, bey baba bana külahta dondurma almıştı”
“Sen niye aksisin bana”
“Aksi falan değilim. Gelme üzerime”
Öykü mutfaktan çıkınca Gökmen tezgâha yaslanıp kollarını göğsünde bağladı. Bir şey vardı ama ne? Önceki hafta sonu güzel geçmişti hâlbuki. Misbah mutfağa girip Gökmen’in düşmüş suratını görünce karşısında durdu.
“Ne oldu kuzum? Yüzün düşmüş”
“Yok, yani önemli bir şey yok. Nasıl geçti bu hafta Öykü ile?”
Misbah içeriyi kapıdan kontrol edip torununa döndü.
“Bu hafta garip şeyler oldu. Rauf size anlatacak ama Öykü’nün yanında değil”
“Ne oluyor babaanne?”
Misbah “Sonra” diyerek konuyu uzatmadı fakat Gökmen ciddi ifadesi ile bakmaya devam etti. Bu ifadesi dedesini hatırlatıyordu yaşlı kadına. Melek olan kocasını görürdü onda.
Geldiğinde aklında dışarı çıkmak olan Gökmen, Rauf’un konuşacağı bekleyerek çıkmadı. Beklediği olmadı. Dedesi bu günü pas geçmişti. Yattıklarında Yamaç’a anlattığında o da merak etti. Garip ne olabilirdi ki?
Kahvaltı sonrası Misbah ev işleri ile kızı oyalarken Rauf torunlarına hafta içi olanları anlattı. Öykü’nün sözlerini iletirken yine aynı kedere büründü. Yamaç ve Gökmen dikkatle dinledikten sonra Gökmen kuzenine dönüp “Ben demiştim sana” diyerek arabadaki konuşmalarını hatırlattı.
“Ne yapmayı düşünüyorsun dede?”
“Önce avukata danışacağım. Eski istihbarattaki birkaç dostumdan yardım isteyeceğim”
“Ya hiçbir sonuç çıkmazsa”
“Elbet bir yol vardır. Kimliksiz kalacak değil ya kız”
“Biz ne yapalım?”
“Siz şimdilik durun bakalım. İhtiyaç olursa söylerim”
Karma karışık düşünceler içinde üç adam da sessizce oturdukları yerde düşüncelere daldılar. Kızı kurtarıp hayatına yön verelim diye çıktıkları yolun daha zor ve engebeli olduğunu gördüler. Geleceğini kurmak isterken önce geçmişini bulmaları gerektiği akıllarının ucundan geçmemişti. Bir soru diğerini getirirken içinden çıkılmaz bir hal arıyordu. Örümcek ağı bile şu an tek düze gelebilirdi.
Öykü terasa çıkıp garip sessizliğe bürünenlere baktı. Her biri başka yöne dönmüştü. Yamaç’ın yanındaki sandalyeyi çekip oturdu. Yamaç tebessümle “Abim” deyince o da gülümsedi. En azından biri hayat belirtisi göstermişti.