Yamaç içtenlikle abim demişti. Öykü onun için küçüktü ve az önce dinlediklerinden sonra içindeki şefkat duygusu daha da artmıştı. Bu kayıp kızı daha çok korumalı daha çok sahiplenmelilerdi. Kuzeninin ön görüsüne bir kez daha hayranlık duydu.
Kendisi ile tek iletişime geçen Yamaç olduğu için ona döndü “Sizin neyiniz var?” dedi.
“İşlerden konuşuyorduk, öylece sustuk”
“Nişanlın yok mu bugün?”
“Özledin mi?”
Öykü gözlerini devirince gülümsedi. Öykü’nün ilk öğrendikleri özelliği, duygularını saklamayı bilmiyordu. Bakışından ya da konuşmasından açık veriyordu. Oylum’a karşıda sevecen hisler beslemediği alenen ortadaydı.
Gökmen “Denize mi gitsek” dediğinde hemen onaylandı. Tabii bir numaralı sorun Öykü’nün mayosunun olmamasıydı. Yamaç o işi siz halledin sahilde buluşuruz deyince Gökmen hazır asker, ayaklandı.
Sahil yürüme mesafesindeydi ve sahil boyunca da birçok alışveriş yapabilecekleri dükkân vardı. Evden çıkmadan Öykü yine “Benim bey babada param var” dediğinde Yamaç imalı ses tonu ile “Hı hı” dedi. Kendisinden aşırılan para hala orada duruyordu.
“Aman ya unutma zaten. Hem ben sana paranı verdim, sen kabul etmedin. Koydum da şahit”
“Kızım şu kıza koydum demesene”
“E kafama koydum abi”
Öykü sırıtmaya başlayınca hepsi güldü. Aralarında kalsa sorun yoktu ama Oylum’un yanında ağızlarından kaçırırlarsa işte o zaman hapı yutarlardı. Deniz kenarına geldiklerinde Yamaç ile ayrıldılar. Birkaç dükkânın önünden geçtikten sonra Gökmen bir tanesini gözüne kestirip içeri girdi. Şimdiye kadar bir kadına mayo almamıştı. Satıcının yardımcı olmasını umut ediyordu.
Askılıkların arasında gezerken modellere bakındılar ama Gökmen’in fikri olmadığı gibi Öykü içinde yabancı bir durumdu. Turist gibi şaşkınca etrafına bakınıyordu. Askılara asılmış rengârenk bikini ve mayolar, yanlarında havlular, terlikler o kadar çok renk vardı ki bir an başının döndüğünü hissetti. Satıcı kadın yanlarına yanaşıp “Buyurun” dedi.
“Hanımefendiye mayo bakıyorduk”
“Mayo mu bikini mi?”
“Beni aradan çıkartıp siz anlaşsanız”
Kadın anlayış gösterip Öykü’ye döndü. O adamdan daha boş bakınca bedenini tahmin edip kırmızı bir bikini aldı askıdan ve “Bu size yakışacaktır” dedi. Öykü, Gökmen’den onay almak için bakınca Gökmen soyunma kabinini işaret etti.
Öykü kabinin içinde sıcaktan bunalmış bir halde bikiniyi giymeyi başardı ancak aynadaki görüntüsü ile dışarı nasıl çıkacağını bilemedi. Kırmızı bikini üzerine tam oturmuş ve oldukça güzel duruyordu fakat o hiç kimsenin önüne neredeyse çıplak olarak çıkmamıştı.
“Öykü giydin mi?”
“Gökmen…”
“Efendim… Hadi çık, bakalım”
“Çıkamam”
“Neden?”
“Çıplak gibi kaldım”
“Deniz kenarında herkes öyle Öykü”
Kabinin içinden duyulan uzun oflama ile Gökmen gülümsedi. Alt tarafı bikini giymişti. Bu kadar büyütecek ne vardı ki? Öykü perdeyi yavaşça aralayıp başı önde bir adım dışarı çıktı. Şimdi Gökmen’in lafını yutma zamanıydı. Bembeyaz teninin üzerinde kırmızı adeta parlıyordu. Vücudunun hiçbir noktasında fazlalık yoktu.
“Şey… Iıı… Çok yakışmış”
“Emin misin?”
“Son derece eminim. Alalım”
Öykü kabine geri dönerken Gökmen arkasını dönüp derin nefesler almaya başladı. Az önce solunumu durmuş, kalbi teklemişti. Uzun süre devam etse kalp krizi geçirebilirdi. Gördükçe alışırım umudu ile kasaya yaklaştı.
“Hanımefendinin cildi çok beyaz, güneş koruyucusu ister misiniz?”
“Evet, en yüksek faktörlüsü olsun lütfen”
Öykü yanına gelip yüzüne baktığında kaşlarını çattı.
“Senin neden yüzün kırmızı?”
(Kırmızı gördüğüm için) “Sıcaktan”
“Elbiseyi bikinimin üzerine giydim”
“İyi yapmışsın. Hadi gidelim. Umarım deniz soğuktur”
Sahile geldiklerinde yerini belli etmek için el sallayan Yamaç’ın yanına gittiler. Yan yana üç şezlong ayarlayan Yamaç büyük de bir şemsiye bulmuştu. Kendi rahatça yerleşmiş diğerlerinin gelmesini bekliyordu. Gökmen yanına oturup kendini acındırıcı bir suratla bakınca ne oldu der gibi başını salladı. Gökmen kaşlarını kaldırarak arkasında duran Öykü’yü işaret etti. Yamaç hala anlamadı.
“Mayo aldın mı abim?”
“Evet içimde”
“Çıkart elbiseni. Bak herkes mayolu”
“Tamam” diyen kız tedirginlikle elbisesinin eteklerinden tutarak yukarı kaldırdı. Tek tesellisi herkesin kendisi kadar çıplak olmasıydı. Gökmen arkasını kıza dönmüş durmaya devam etti. Yamaç başını uzatıp Öykü’ye bakınca beğeni dolu bir ıslık çaldı.
“Çok yakışmış güzellik”
“Teşekkür ederim abi”
Yamaç, kuzenine bakıp gülmeye başladı.
“Ben sıçmışım Yamaç ya”
Gökmen’in acı dolu ifadesi Yamaç’ın eğlence konusu oldu. Gökmen, Öykü’yü beğenme aşamasını çoktan geçmişti. Beğeni hızla etkilenmeye dönüşmüş ve duyguları koşmaya başlamıştı.
Kısa süre sonra yanlarına Oylum geldi. İkisine merhaba dedikten sonra Yamaç’ı yanağından öpüp Gökmen’i ileri iterek Yamaç’ın yanındaki şezlonga yerleşti.
“Nasılsınız bakalım? Öykü, kırmızı yakışmış”
Öykü baştaki utangaçlığını atmış olsa da hala biraz tedirgindi. Güneş kremini eline alıp sürmeye başladı. Sıra sırtına geldiğinde Gökmen’e döndü.
“Bunu nasıl arkama süreceğim?”
“Oylum yardım eder”
Oylum “Ah tabii” diyerek kremi güzelce tenine yedirerek sürdü. Gökmen üzerindeki gerginliğe bir yenisini daha eklemek istemeyerek Oylum’a pası atmıştı. Neyse ki bu konularda hassas olan kadın karşı çıkmamıştı.
“Hadi denize girelim”
“Siz gidin Gökmen. Biz Yamaç ile biraz baş başa kalalım”
‘Kal tabii, sanki hiç görmüyor. Haftanın üç günü bizdesin be kadın’ Gökmen içinden söylenirken Öykü onu takip ediyordu. Ayakları suya girene kadar devam etti. Durdu, berrak suya baktı. Daha önce denize girmiş miydi acaba? Ayaklarını soğuk suyun içinde oynatırken tanıdık bir his vardı ama yine belirsizlik kendini gösterdi.
“Hadi Öykü”
“Ben…”
“Yüzme biliyor musun?”
“Biliyor muyum, bilmiyorum”
Gökmen tebessüm edip elini uzattı. Rauf’un anlattıklarından sonra bu bilinmezliğe alışması gerektiğini ve Öykü’yü üzmeden adım atmasını sağlamalıydı. Karşılarına çıkacak her konu için geçerliydi bu.
Öykü’de elini uzattı. Yavaş adımlarla ilerlediler. Su dizlerine geldiğinde Gökmen durdu.
“Nasıl hissediyorsun?”
“Tanıdık”
“Bu iyi”
“Sen yüzme biliyor musun?”
“Ben denizciyim aynı zamanda dalgıcım”
“Bende ne bok olduğunu bilmeyen biriyim”
Bunu sinirle söyledi. Son zamanlarda kendine kızdığı çok oluyordu. Sokakta yaşarken ne olacağı belliydi. Yabancılaşmazdı ama bu ailenin içine girdiğinden beri o kadar çok bilgi ile karşılaştı ki hatırladıklarından korkar oldu. Son on yıl içinde belki de daha huzurluydu. Şimdi kuytu köşelerden çıkanlar onu korkutmaya ve sinirlendirmeye başlamıştı.
“Öykü, üzme kendini. Her şeyin üstesinden geleceğiz. Hepimiz yanındayız. Kendine kızma”
“Korkuyorum ve korktuğum için kızıyorum. Neden hatırlamıyorum? Neden var olmamış gibiyim?”
Öykü ilk defa isyan ediyordu. Rauf’a anlattıklarını Gökmen’in ve Yamaç’ın bildiğine emindi. Bir hafta boyunca itiraz etmeden onu test edenlerin söylediklerini yapmıştı. Kendide merak ediyordu. Belki hatırlamasına yardımcı olur diye düşünse de sona doğru boşa çaba gibi gelmişti. Öykü’nün isyanı Gökmen’i çok yaraladı. Bu konuyu mutlaka doktora danışmalıydı.
“Gel beraber öğrenelim. Belki çok iyi bir yüzücüsündür. Değilse de ben sana öğretirim”
El ele derine doğru yürümeye devam ettiler. Ayaklarının altındaki yumuşak kum gıdıklayınca gülmeye başladı.
“Keyifli dimi?”
“Çok”
“Bende bu keyfi sevdiğim için denizci olmuştum ama harp okulu ile keyif kelimesi yan yana pek olmuyor”
“Asker olmak zor mu?”
“Çok disiplinli, kurallı… Her şeyden önce vatanın gelir. Gururlu meslektir. Hayatımda yaptığım en doğru şey asker olmak”
Öykü hayranlıkla dinleyip “Ne güzel” dedi. Bu arada ayakları yere basmayacak kadar derine geldiğinden haberi yoktu. Gökmen onu oyalayarak ilerlemesini sağlamıştı. Hem anlatıyor hem de takip ediyordu. Eğer yüzme bilmiyorsa müdahale etmek için yanından ayrılmamıştı fakat Öykü suyun üzerinde rahatlıkla durdu.
“Bence sen çok güzel yüzüyorsun”
Öykü ayaklarının yere basmadığını fark edince panikle Gökmen’in boynuna sarıldı.
“Korkma… Hadi bırak kendini suya”
“Yanımdan ayrılma”
“Gözüm üstünde”
Kollarını adamın boynundan çekerken Gökmen’de belinden tutarak kendinden uzaklaştırdı ve yavaşça ellerini çekti. Tekrar suyun üzerinde durunca kahkaha attı. Kısa süre sonra güveni yerine geldi. Evet, Öykü yüzmeyi biliyordu ve suyun içinde rahat hareket edebiliyordu. Suda kaldıkları süre boyunca yüzünden gülme eksik olmadı. Bu nedenle arada su yutsa bile umursamadı. Onun neşesi Gökmen’e de geçmiş, eğlenceli vakit geçirmişlerdi. Parmakları buruşuncaya kadar yüzdüler.
Öykü sudan çıktığı gibi koşarak Yamaç’ın yanına gitti. Daha gelişinden heyecanı kendini belli ediyordu.
“Abi gördün mü yüzdüğümü?”
“Gördüm abim, harikaydın”
Oylum şaşkınca bakıp “Bu ne şimdi?” demekten kendini alı koymadı. Gereksiz bir heyecanla gelen Öykü ve aynı saçma heyecanla karşılık veren Yamaç.
“Gökmen, Öykü’ye yüzme öğretmişti de” diyerek Oylum’u geçiştirip Öykü’ye göz kırptı. Bazı sırlar aile içinde kalmalıydı. Yamaç’ın bu yaklaşımı Öykü’nün onu daha çok benimsemesini sağladı. Sırtına konan havlu ile başını çevirince Gökmen’in gülümseyen yüzünü gördü. İkisi de sıcak davransalar da çok farklılardı. Yamaç gerçek bir ağabey gibi davranmaya başlamış, verdiği his korumacıydı fakat Gökmen’e hissettikleri daha derindi. Heyecan, panik, gülümseme, huzur… Karma karışık duygular toplamından çıkan kelimenin tanımı yoktu.
Oylum’un ilgisi tamamen Yamaç’a dönük olduğu için Gökmen ve Öykü tek şezlonga sığmaya çalışıp kendilerinden soyutlanan çifte arkalarını döndüler. Kalabalığın içinde kendilerine yalnız bir alan yarattılar.
Öykü gözüne giren güneş ışığına karşı gözlerini kısmış etrafı seyrediyordu. Gökmen yerde bulduğu dal parçası ile kuma çizgiler çizerken arada Öykü’ye bakıp ne düşündüğünü merak etti. Rauf Bey’in konuşmasından sonra kıza karşı merakı daha çok artmıştı. Dış görüntüsü etkileyici bir kadındı, bunu zaten itiraf etmişti. Onun içinde gizli bir cevher olduğuna dair his an be an artıyordu. Belki bu beğeninin getirdiği bir histi fakat Gökmen önsezileri kuvvetli bir adamdı.
Öykü, karşı şezlongun yanında, annelerinin gölgelik yaptığı alanda oynayan iki kardeşe takıldı. Biri elinde kürekle kovayı kum ile doldururken diğer küçük olan kız şekilli kalıplara su döküyordu. Farkında olmadan yüzünde tebessüm belirdi. Çocukların, dünyanın en önemli işini yaparmış gibi olan ifadelerini tanıyordu. Gökmen’in seslenmesini duymadı. Öyle dalmıştı ki çocuklara, bulunduğu ortamı kiminle olduğunu unutmuştu. Koluna değen elle irkildi.
“Çok derin dalmışsın”
“Çocuklar…”
Gökmen de başını çocuklara çevirip tebessüm etti.
“Önemli bir işleri var”
“Uyumlular”
“Nasıl bir his?”
“Ne?”
“Hatırlamamak”
“Boş… Başka bir tanımı yok. Başlarda anlık hatırlamalarımı düşünürdüm. Nereden bildiğimi sorgulardım. Sonra boşa uğraş olduğunu görünce vazgeçtim. Ama burada…”
Başını öne eğip avucuna doldurduğu kum ile oynamaya başladı. Gökmen, yüzüne çöken hüznü görünce canı sıkıldı. Bedenini kıza çevirdi.
“Bak… Beni daha tanımadığını biliyorum ama iyi bir dinleyiciyimdir. İçindekileri dökmek istersen dinlerim. Güven bana…”
“Güveniyorum zaten eğer sizlere güvenmesem kimse beni burada tutamazdı. Kaçma konusunda iyiyimdir”
Gökmen gülümseyip “Benden kaçamadın” dediğinde “O bir istisna” dedi. Kızın yüzündeki gülümseme her defasında Gökmen’e ödül gibi geliyordu. Gözlerinin grisi kendini denizin dibine çekiliyormuş gibi hissettiriyordu. Denize âşık bir adamın, bu gözlere âşık olmaması mümkün değildi.
“Karnın acıktı mı?”
“Çok değil”
“Benim çok acıktı. Eminim Yamaç da acıkmıştır”
“Nasıl bu kadar çok yiyebiliyorsunuz?”
“Gel göstereyim” diyen adam kalkıp elini uzattı. Öykü yüzündeki gülümsemeyi silmeden elini tutup kalktı. Gökmen’in havlusunu koltukaltlarından bedenine sarmasına izin verdi. Şimdi kendini daha iyi hissediyordu. Havlu elbise gibi olmuş, çıplaklığını örtmüştü.
“Yamaç, hamburger?”
“Çift”
“Oylum sen?”
“Hayır, bu ara beslenmeme dikkat etmem gerekiyor. Yamaç sende dikkat etsen iyi olacak”
Oylum’un uyarısına omuz silken adam, kendi isteğini onaylarcasına kuzenine göz kırptı. Gökmen zaten Yamaç’ın boğazından kesmeyeceğine emindi. Öykü’yü yanına alıp yürümeye başladı.
“Bu kız hakkında hala olumlu düşüncelerim yok”
Yamaç derin bir nefes verdi.
“Kararlarımızın sorgulanmasından hoşlanmadığımızı biliyorsun Oylum”
“İyi de bu çok ciddi bir durum”
“İşte tam da bu nedenle karışma”
“Anlamıyorum. Nedir bu kızı bu kadar benimsemeniz, içimize almanız. Kim olduğu belli olmayan, sokaklarda yaşayan bir hırsız, sokak kızı. Ay belki de adamlarla… Düşüncesi bile mide bulandırıcı”
Yamaç, Oylum’un sözlerine çok sinirlendi. Gerçektende kim olduğunu bilmiyorlardı fakat Oylum’un zannettiği gibi değildi, Öykü kayıp bir kızdı ve ne yaşamış olursa olsun ki kolay şeyler olmadığına adı gibi emindi, ona yardım edilecekti. Oylum’un daha fazla ileri gitmesine izin vermedi.
“Sen düşünürken iğreniyorsun, ben dinlerken. Lütfen Öykü hakkında bilip bilmeden konuşma”
Bu defa o sakin kadın bile sinirlendi.
“Öyle mi Yamaç? Bir gece yatağına girmeye çalışırsa bunu bana söyleyecek misin yoksa hala temiz olduğuna inanıp susacak mısın?”
“Oylum çirkinleşmenin ötesine geçtin. Kendinden on yaş küçük kızı kıskanıyorsun. Yakışmıyor.”
Oylum, Yamaç’ın kendisine anlamsız gelen savunmalarını daha fazla duymak istemediği için havlusunu hızla çantasına tıkıştırıp ayağa kalktı.
“Tabii ben söyleyince kıskançlık oluyor ama haklı olduğumu görünce özür dilemek için kapıma geleceksin Yamaç” dedikten sonra yanında uzaklaştı.
Yamaç ellerini saçlarına geçirip sıktı. Sinirinde kuduracaktı. Şimdiye kadar kimsenin kapısına gidip özür dilememişti çünkü buna yol açacak bir hatadan hep kaçınmıştı. Otuz yedi yıllık hayatının büyük kısmını asker olarak yaşamış sert bir adamdı. Nişanlısı bile olsa karşısına geçip onu aciz hallerde görmek isteyen bu kadına haddini bildirmeliydi. Oylum’un kalkıp gitmesi belki de iyi olmuştu yoksa tamiri zor kavganın eşiğine gelmişlerdi. Gökmen’in dediği gibi fazla prensesti bu kız. Doğruları, kitapta yazanlardı. Gerçek hayatta karşısına çıkarılmamış gerçeklerden bihaber yaşıyordu.