Yamaç eve döndüğünde Gökmen koltukta uzanmış elinde kumanda ile dikkatle televizyona bakıyordu. Anahtarı masanın üzerine atan Yamaç, kuzeninin bu kadar dikkatli ne seyrettiğini görmek için yanına gitti. Kral penguenin yaşam öyküsü belli ki ilgisini çekmişti. Gökmen yapacak bir işi olmadığında ya da kafasını dağıtmak istediğinde belgesellere takılmayı seviyordu. İki kuzen de denizciydi. Sorumluluk gerektiren işleri vardı. Bu meslek onlara dedeleri Tümamiral Rauf Ortaç tarafından sevdirilmişti.
Yamaç çocukluğunda dedesinin deniz maceralarını dinleyerek büyümüştü. Daha sonra Gökmen’de aralarına katılmış ve iki meraklı çocuk Rauf Bey’in tok sesinden uzun hikâyeler dinlemişlerdi. İlk Yamaç dile getirmişti asker olmak istediğini ardından Gökmen. Rauf Bey’in o gün kabaran göğsü hala aynı şekilde duruyordu. Onların başarıları ile gururlanıyordu.
Yamaç otuz yedi yaşındaydı ve daha yeni binbaşı rütbesine yükselmişti. Gökmen ise otuz üç yaşında yüzbaşıydı. Gökmen’in babaannesi ile Yamaç’ın dedesi kardeşti. Rauf Bey’in kardeşi Misbah Hanım kendisi gibi denizci olan yakın arkadaşı ile evlenmişti. İkisi de eşlerini kaybettikten sonra iki kardeş beraber yaşamaya başladılar.
Yamaç televizyon ünitesinin yanına gidip eve her zaman geldiğinde yaptığı gibi saatini ve yüzüğünü çıkartıp rafa koydu. Gökmen göz ucu ile ona bakıp gözlerini televizyona çevirmişken fark ettiği gariplikle kaykıldığı koltuktan doğruldu.
“Yamaç… Yırtık pantolon modasına mı uydun?”
“Ne yırtığı?”
“Arka cebin yırtık”
Yamaç bedeninin üst tarafını geriye çevirip arka cebini görmeye çalışırken bir yandan da eliyle kontrol etmeye çalıştı. Gökmen yanına gidip dikkatle baktığında yırtığın aslında kesik olduğunu anladı.
“Bu yırtılmamış, kesilmiş”
“Nasıl ya?”
Gökmen gülümseyip “Oğlum, yankesici kurbanı olmuşsun.”dedi. Yamaç hala şaşkındı ve cebini görmeye çalışıyordu. Aklına gelenle diğer arka cebini de kontrol etti ve o anda cüzdanının olmadığını fark etti.
“Lan! Cüzdanım yok”
“Binbaşı oldun, kıçındaki cüzdana sahip değilsin”
Gökmen açıkça dalga geçiyordu. Yamaç ellerini başının üzerine koyup derin bir of çekti.
“İçindeki paraya yanmam da kimliklerim gitti. Benim zamanım yok ki onları tekrar çıkartacak. Hay şansıma tüküreyim”
“Bir an önce kimliklerinin çalındığını bildirmelisin. Onlarla suç işlerlerse başın belaya girer”
“Ulan bir yakalarsam o iti, sürüm sürüm süründüreceğim”
“He yakalarsın, bekle”
Gökmen’in sırıtışları bozulan sinirini daha da bozdu fakat eğlenceyi bulmuş adam durmadı.
“Daha beteri var. Tatlı nişanlının resmi de vardır o cüzdanda, o da gitti. Nasıl açıklayacaksın şimdi Oylum’a?”
“Başlatma Oylum’una Gökmen. Ayrıca resmini cüzdanımda falan taşımıyorum”
“Ha anladım, gönlüne işledin onu”
“Gökmen yeminle sinirimi senden çıkarırım. Durdur şu çeneni”
“Dur daha yeni başladım. Bu haberi etrafımıza kim yayacak? Ben”
Yamaç, Gökmen’in üzerine yürüyünce hemen salonun diğer yanına kaçan adam hala gülüyordu. Yamaç dikkatli, kolay kandırılmayan bir adamdı. Duyuları gelişmişti. Bu nedenle başına gelen bu olay Gökmen’in hoşuna gitmiş ve fırsatı kaçırmayarak kuzeni ile uğraşmaya başlamıştı.
Yamaç hemen çalıntı bilgisini polise ve askeriyeye bildirmiş, yeni kimlik içinde başvurmuştu. Tabii bu kadarla kalmayıp bankayı da arayarak kart iptali yaptırıp yeni kart talebinde de bulunmuştu. Her yeni işlemde yankesicinin kulaklarını çınlatmayı atlamıyordu. Onu bulmanın yollarını da düşündü. Polis hiç uğraşmamasını bu tür olayların çok olduğunu söylemişti. Basit suç olarak geçiyordu, herkes olabilirdi.
Hafta sonu her zamanki ziyaretlerini yapacaklardı. Gökmen cuma akşamından babaannesini görmeye gitmiş ve Yamaç’ın başına gelenleri komik halleri ile anlatmıştı. Misbah Hanım ah vah derken Rauf Bey cık cıklayıp “Ne hallere geldik” diye söylendi.
Yamaç cumartesi sabah erkenden kahvaltıya yetişti. Daha bahçeye girmesi ile Gökmen elleri ile adamın her yanını yoklayıp “Tamam, sorun yok. Bu defa tam takım eve ulaştı” dedi. Yamaç, onun boynunu kolunun altına alıp yere devirdikten sonra dirseği ile sırtına bastırdı. İki koca adam çocuk gibi çimlerde boğuşuyordu. Gökmen altta kalmayıp kuzenine karşılık veriyordu. Rauf Bey baktı durmayacaklar, otoriter sesi ile “Asker!” dedi. İkisi birden emir almış gibi ayağa kalktı. Rauf Bey sırıtıp “İt gibi boğuşmayın, hadi kahvaltıya” dedi. İki gözbebeğine hiç kızamazdı zaten. Yıllarca altında çalışan askerler onun disiplinini de şefkatini de iyi bilirdi. Bu ikisi ise daha çok şefkatli yönüyle tanırlardı dedelerini.
Misbah ve Rauf görmüş geçirmiş iki insanlardı. Kibar ve saygıdeğerlerdi. Eğitimlerinin üzerine deneyimlerini ekleyerek birer ansiklopedi gibi olduklarından Yamaç ve Gökmen hiç sıkılmadan onlarla vakit geçiriyordu. İnsanları oldukları gibi kabul eden, esprili yapıları da ortama neşe katıyordu.
Konu dönüp dolaşıp Yamaç’ın cüzdanını kaptırmasına geldi. Yamaç hala sinirliydi. Bu olayı kendine konduramıyor ve cezasını veremediği için içindeki kızgınlığı atamıyordu.
“Nerede olduğuna dair bir tahminin varsa sokak ya da dükkân kameralarından kim olduğu tespit edilebilir Yamaç”
Yamaç kısa bir an düşünüp “Tabi ya…” dedi. O anki sinirle sağlıklı düşünememişti.
“Bankadan çıktığımda biri bana arkadan çarpıp özür dilerim dedikten sonra hızlıca gitmişti. Kesin o, o yaptı”
“Eh be kuzenim, daha önce söylesene. Bir de arkadan darbe almışsın”
“Benimle dalga geçmeyi bırakıp sen de düşünebilirdin Gökmen”
“O an seninle eğlenmek daha ilgi çekiciydi”
Gökmen bu olayın üzerinde durmadı. Olan olmuş, giden gitmiş dedi fakat Yamaç hala kendine yapılanı yediremiyordu. Tanıdıkları kişiler çoktu. Rauf Bey’in fikrini en kısa zamanda hayata geçireceklerdi. Onlar olayı konuşurken Oylum bahçe kapısından içeri girdi. Mayosunun üzerine giydiği şifon deniz elbisesi, hasır büyük şapkası ve dolgu topuk terlikleri ile denize değil de piyasa yapmaya gider gibi bir hali vardı. Yüzünde her zaman sabit duran tebessümü ile masaya yaklaştı.
“Herkese günaydın”
“Günaydın kızım, hoş geldin”
“Kahvaltı yaptın mı?”
“Evet, Misbah teyzeciğim. Lütfen benim için zahmete girmeyin, üzülüyorum sonra”
“Olur mu yavrum? Geç otur çay doldurayım”
“Ben alsaydım”
“Otur kızım, otur”
Misbah her ne kadar bu kızın kibarlığı hoşuna gitse de arada abarttığını düşünüyor ve sıkılıyordu. Hürmet gösterilmesini tabii severdi ama evine gelen her kim olursa olsun kendisi yerine hareket edilmesinden hoşlanmazdı. Yardım gerekirse zaten çekinmeden söylerdi.
Oylum, Gökmen ile merhabalaştıktan sonra Yamaç’a döndü. Yüzünde hemen sıkıntılı bir ifade belirmişti
“Ah hayatım cüzdanın için çok üzüldüm. Keşke hemen haber verseydin. Babam kesin senin için bir şeyler yapardı.”
“Kendi işimi kendim halledebilirim Oylum. Babanı devreye sokmaya gerek görmedim”
“Ama neden öyle diyorsun hayatım? Ya askeri kimliğini kullanarak bir suç işlense? Ah başına gelebilecekleri düşünmek dahi istemiyorum”
“Düşünme zaten Oylum. Abarttığın kadar büyük bir olay değil. Sadece çok sinirlendim”
“Sakin ol tatlım. Bu insanlara ne oluyor anlamıyorum. Çalışıp kazanmak varken başkalarının paralarını çalmak da ne? Bunlar cezasız kalmamalı”
Yamaç başı ile onaylayıp daha fazla uzatmamasını dilerken Gökmen arkasına yaslanıp derin bir nefes aldı. Oylum konuları uzatmayı çok seviyordu. Kendisi altın kafeste büyütüldüğü için herkesi kendi gibi zannediyor, karşılaştığı bu tür olaylara hayret ederek olağandan daha büyük hale getiriyordu. Evet, Yamaç da sinirlenmiş ve yankesicinin cezalandırılmasını istemişti fakat büyütmeye de gerek yoktu.
Yamaç, Oylum’a ters cevap vermeye özellikle kaçınıyordu. Rauf Bey’in hatırı vardı fakat aynı şey Gökmen için geçerli değildi. Oylum kötü bir insan değildi ancak bu Sindrella tavırları hep abartı geliyordu. Yamaç’ın cevap vermeyeceğini bildiği için kendisi araya girdi.
“Sen üzme tatlı canını Oylum. Bak bizler askeriz, çevremiz geniştir ve bizi kırmayacak birçok insana sahibiz. Baban konsolos yardımcısı diye her başımıza gelen olayda çocuk gibi onu aramayız dimi? Bizimde bir onurumuz, gururumuz var”
Asker disiplini ile büyümüş olmanın getirisi olarak sert karakterleri vardı. Ordu mensubu olmak kolay değildi. Oylum’un hayalini bile kuramayacağı görevleri yerine getiriyorlardı. Oylum fazla ileri gittiğini anlayarak sustu. Yamaç, kuzenine gözleri ile teşekkür ederken Rauf Bey eliyle yavaş olmasını işaret etti. Gökmen daha fazla sıkılmak istemedi. Mümkün olduğu kadar Oylum ile az zaman geçiriyordu. Ona göre boğucu bir kızdı ve kuzenin eziyet çektiğini konusundaki düşüncesi hiç değişmemişti.
Aslında Yamaç ve Oylum’un nişanlanmasını Rauf Bey istemişti. Çocukların hayatlarına pek karışmazdı ama Oylum genel hatları ile iyi yetişmiş bir kızdı. Başta Yamaç ile yakınlaşmalarını yanlış anlamış ve nişana kadar getirmişti. Hâlbuki Yamaç’ın Oylum ile gelecek düşündüğü yoktu. Ara sıra çıkıp zaman geçirdiği bir arkadaştı. Tabii bu nişan konusu ortaya atılınca Oylum hevesle kabul ettiğinden hayır diyememişti. Aralarında sorun yoktu ama Yamaç’ın hayal ettiği ilişkide pek değildi. Akışa uymuş gidiyordu. Oylum sosyal hayatlarında yanında tam doğru gibi dururken özel hayatlarında da hayır diyen bir kadın değildi. Yamaç’ın özel isteklerini geri çevirmemişti. Aileler bilmese de onlar arada beraber kalıyorlardı.
Gökmen, arkadaşları ile buluşacağını söyleyerek evden ayrıldı. Çocukluğuna dayanan arkadaşlıkları vardı bu sitede. Her biri farklı mesleklerde olsa da paylaşımları çoktu ve fırsat buldukça zaman geçirmeyi seviyorlardı. Şu an Yamaç da ona katılmak istemişti fakat Oylum sıkılıyordu onların yanında. Zaten denize gitmeye hazır gelmişti. Program önceden yapılmış o da uyacaktı.
Çaylarını içtikten sonra Oylum gitmek istediğini söyledi. Yamaç başıyla onayladı.
“Canım bugün musiki cemiyetinden arkadaşlar geldi, onlarla buluşacağız”
“Oylum… İnan bugün onları çekmek istemiyorum”
“Seninde geleceğini söylediğimde çok mutlu oldular”
“Keşke benimde fikrimi alsaydın. Bak sen git arkadaşlarınla güzel vakit geçir.”
“Bugün aksi günümüz anlaşılan. Peki, canım nasıl istersen”
Oylum ev halkına iyi günler diyerek evden ayrıldı. Yüz ifadesinden bozulduğu belli oluyordu ama her zamanki gibi dile getirmedi. Rauf ve Misbah sessizce genç çifti dinlemişti.
“Oğlum kızında bir sosyal hayatı var ve seninde arada uyman gerekiyor. Onun sana hiç hayır dediğini duymadım”
“Dede… İnan hiç çekecek havada değilim. Denizde yarı çıplak otururken Türk sanat müziği konuşmak pek eğlenceli olmuyor”
“Oylum’un ağır bir yapısı var Yamaççım”
“Fazla ağır büyük hala… İnsan bazen yanında neşeli bir kadın arıyor”
Yaşlı kadın başını salladı. Yamaç’ın durumundan memnun olmadığını uzun zaman önce fark etmişti. Nişanlandıklarından beri evlilik lafı açmaması da bunu kanıtlıyordu. Oylum ise sabırla bekliyordu. O da otuz beş yaşında bir kadındı. Daha ne kadar sabredecek bilemedi.
Öykü büyük çöp konteynırın yanına saklanıp pantolonunun yan cebinde biriktirdiği paraları saydı. Eksik olduğunu görünce oflayarak başını arkasındaki siyah duvara yasladı. Topala vermesi gereken miktarı toplayamamıştı. Bu aralar şehirde dolaşan insanlar tam anlamıyla çulsuzdu. Zenginler yazlık yerlerde gününü gün edip paralarını harcıyorlardı. Eğer gereken parayı bulamazsa topalın davranışları sevgi dolu olmayacaktı.
Paraları tekrar cebine koyup ayağa kalktı. Ellerini cebine sokup yola çıktı ve etrafta dolaşmaya başladı. Karnı da acıkmıştı. Önünden geçtiği pastaneden gelen mis kokulara dayanamayıp camekânın önüne geldi ve özenle sıralanmış simitlere, açmalara baktı. Tek kişilik şekilli pastalar öyle güzel süslenmişti ki yüzünün güldüğünün farkında değildi. Alışveriş yapıp çıkan iki kız iğrenen ifadeleriyle ona bakıp sanki vebalıymış gibi yanından uzaklaştılar. “Piç kuruları… Babanızın parası olmasa onları alabilir miydiniz acaba?”
Cebinden bir miktar para çıkarıp pastaneden içeri girdi. Tezgâhın arkasındaki adama “Bir simit birde şu renkli pastalardan veriri misiniz?” dedi
“Paran var mı?”
“Var abi merak etme”
“Merak ettiğimden sormadım. İkram da ederim”
Öykü tebessüm etti. “Sağ ol abi, bugün param var. Bir gün olmazsa ve aç olursam o zaman ikram edersin”
“Tamam” diyen adam vitrindekileri ellemeyip fırından yeni çıkmış taze olanlardan verdi. Öykü dünyada iyi insanlarında olduğuna bu adam gibi olanlar sayesinde inanıyordu. “Allah sana çok müşteri versin abi” diyerek çıktı. Elindekileri yiyerek yürümeye devam etti. Midesi bayram edince enerjisi de arttı. Birkaç yankesicilik daha yaptıktan sonra dolaşmaktan yorulmuştu. Ev dedikleri barakaya gitti.
Onunla aynı yeri paylaşan birkaç çocuk da çöpten buldukları taşları eksik olan oyunla oynuyorlardı.
“Ne yapıyorsunuz cüceler?”
“Öykü gel bak, oyun bulduk ama nasıl oynanacağını bilmiyoruz. Belki sen bilirsin”
“Kay bakalım yana”
Öykü yanlarına oturup oyuna baktı. Zarla oynanan bir oyundu. Attığı zar kadar ilerleyip verilen görevleri yapman gerekiyordu. Nereden bildiğini hatırlamıyordu ama bu oyunu oynamıştı belli ki. Buna benzer anımsamalar çoğu zaman başına geldiği için alışkındı. Başlarda çok düşünürdü hatırlayabilmek için fakat her defasında kaldığı boşluk, gitmeyen soru işaretinden sıkılmıştı. Artık düşünmüyordu. Çocuklara anlatıp oynamalarını izledi. Katılmalarını isteseler de canı istememişti.
Yamaç ve Gökmen hafta başında sivil polis arkadaşlarından birini arayarak cüzdan çalınmasını anlatıp yeri ve tahmin ettikleri saati söylediler. Sokak kameraları ve bazı dükkân kameralarını araştıran adam, Yamaç’a çarpanın esmer bir kız olduğunu fakat cüzdanı çalarken bir görüntü alamadığını söylemişti. Kıyafetlerinden arka sokaklarda yaşayanlardan biri olduğunu söylemişti. İki cesur adam oraya gitmek isteyince polis onları durdurdu.
“Oralar bildiğiniz yerler değil. Biz bile zorunlu kalmadıkça gitmeyiz. Hem elimizde kanıt da yok.”
Gökmen kuzeninin sırtına vurup “Boş ver birader” dedi. “Bu da yaşanmış tatsız bir anı olarak kalsın”
Öykü kalçasına yediği tekme ile yattığı kartonun üzerinden doğruldu. Önüne düşen siyah saçlarını eliyle düzeltip ona kimin vurduğuna baktı. Topal elleri belinde başında durmuş eksik dişleri ile sırıtıyordu. Öykü sinirlenmiş, gözleri en koyu tonunu alarak korkutucu olmuş halde adam baktı. Gri siyah bir tona büründüğünde gözleri hem korkutucu hem de tehlikeli oluyordu.
“Ne istiyorsun gene? Gecenin bir vakti tekmeleyerek insan mı kaldırılır hayvan herif?”
“İnsan olsaydın kaldırmazdım tabii”
Sararmış eksik dişlerini göstererek tekrar güldü.
“Param hazır mı?”
“Değil ne olacak?”
“Sen ne olacağını biliyorsun” diyen Asım elini kemerine götürüp tokasını açtı ardından fermuarını indirdi. Öykü hızla toparlanıp kalçasının üzerinde geri gitti korkuyla. Bir daha aynı anları yaşamak istemiyordu.
“Defol git buradan! Daha iki günüm var”
“Bu ön gösterim bebeğim. Yapacaklarımı unutma diye”
Topal Asım pis kahkahasını atarak uzaklaştı. Öykü sırtını duvara yaslayıp saçlarını arkaya itti. Korkudan gerilmiş, uykusu kaçmıştı. Sabaha kadar ıssız sokaklarda dolaştı. Saat sekizi gösterdiğinde işe giden insanların koşuşturmasını izledi. Okula giden çocuklar, işe yetişmeye çalışan insanlar… Her birinin bir amacı vardı. Kendisinin tek amacı ise Asım’ın istediği parayı toplayıp bedenini korumaktı. Ufacık bir ışık görse koşarak gidecekti ama karanlık içinde kala kalmıştı. Zihninin ufak hatırlatmaları da işe yaramıyordu. Sadece anımsama ile sınırlı kalıyordu. Nereden nasıl bildiğini bilmeden yaşamak kolay değildi. Kendini kaptırsa çıldırırdı. Çıldırmamak için aklını oyalamayı seçti.