1.
Şehrin arka sokaklarını, kafamızda kurduğumuz görüntülerden ibaret olduğunu sanırız ama derinlerine girdikçe hayallerin bile ötesine geçecek gerçeklerin olduğunu bilmeyiz. Belki de aklımız bu kadar kötülüğün olabileceğini kabul etmek istemez. İnsanoğluna yakıştırmak istemeyiz karanlığı, açlığı, bazen çaresizliği ya da bu çaresizliğin getirdiği mecburiyetleri kabul etmek istemeyiz. Üstü başı kir pas içinde gördüğümüz bir çocuk duvar kenarında çökmüş madde içiyorsa eğer o kaçmak için bir sebeptir çünkü ne yapacağı belli olmaz. Biliriz ki kafası dumanlıyken o da ne yaptığını bilmiyordur. Neden orada olduğu, bilinmeyen bir nedendir. Çantamıza sıkıca sarılır koşarcasına uzaklaşırız yanından. Hatta yüzüne bile bakmak istemeyiz. Aman göz göze geldiğimizde ya bize sararsa? Biliriz ki üzerimize geldiğinde bize zarar verecek. Bazen istemeden yanımıza gelir. O zaman ne isterse hemen verip uzaklaşmasını isteriz. Bazen bir dal sigara, bazen bir lira…
Korkunun, suçun, açlığın kol gezdiği sokaklarda insan olmak bile zorken bir kadın olmak nasıldır? Etiket bellidir aslında… Hayat kadını der geçersin. Bilmezsin onu oraya getiren nedeni. Gerçekten hayat kadını mı acaba yoksa orada yaşamaya mahkum edilmiş bir hayat mı?
Öykü… Sadece ismi olup soyadı olmayan… Bir dükkanın tabelasında gördüğü için kendine seçtiği isim ile anılan kız. Gördüğünde kulağına sıcacık gelen ismi sevip kendine takmış. Kendi öyküsü olmadığı için ismine sarılmış. Kimsesi yok etrafındaki sokak çocuklarından başka, hatta bir geçmişi bile yok. Kendini bildiğinde yaşı on beşmiş. Hastane odasında uyandığında başındaki doktorlardan duymuş onu da. Yoksa kendi nereden bilecek yaşını? Nerede olduğunu bile bilmezken etraf yabancı, insanlar yabancı… Gözlerini açtığını gören doktorlar bir dizi soru sormuş ama o yanıtlarını bilmediği için korkmuş, konuşmamış sadece ağlamış. Hıçkırıklarını içine bağırırken sicim gibi yaşlar inmiş sağlıklı yanaklarından.
Yalnız kaldığı hastane odasında dizlerini karnına çekerek yatakta oturup camdan dışarı bakarken tüm gün kendine sorulan soruları bir kez daha sormuş ama yanıt alamayınca tek başına burada olmak anlamsız gelmiş. O gün hastaneden kaçan kız bugün yirmi beş yaşında genç bir kadın olarak arka sokakların karanlığına rağmen yaşıyor, meydan okuyor adeta. Kömür karası saçlarına tezat beyaz teni ve hep başına dert açan keskin çakır gözleri ile hayata kafa tutuyor.
Öykü’nün uzmanlık alanı, yankesicilik… Gözünün içine baka baka soyduğu insanların sayısını o bile bilmiyor. Beyaz teni kirden kapanmış olsa da hipnotize eden gözleri en büyük yardımcısı. Gülümseyerek tatlı konuşmasını da ekledi mi karşısında etkilenmeyen insan hiç olmadı. Hızlı hareket eden elleri sihirbazı bile geride bırakacak beceride çalışıyor.
Topal Asım… Hastaneden kaçtığı gün Öykü’yü ağına düşürdü. Duvar kenarına sinmiş, üzerinde açık mavi hastane önlüğü olan, kapladığı alanı mümkün olabildiğince küçültmek için adeta top gibi olmuş bir halde oturan kızı fark etmesi zor olmadı. Önce uzaktan biraz izledi. Yanına gelip giden olmayınca yalnız olduğunu anlayıp usulca yaklaştı. Öykü tepesine çöken karartıya baktığında korkusu göz bebeklerinin titremesinden belli oluyordu. Kaçmadı, ağlamadı, sadece baktı. Asım’ın dikkatini çekti kızın bu tavrı. Normalde bağırması, ağlaması gerekirdi ya da kaçmak için çabalamasını beklerdi. Aksayan ayağı zorlasa da yavaşça yanına oturdu. Adını sordu, cevap alamadı.
“Sen konuşmayı biliyor musun?”
“Biliyorum”
“Neden adını söylemiyorsun?”
“Bilmiyorum”
Asım sararmış ve etleri çekilmiş çirkin dişleri ile güldü “İnsan adını bilmez mi?”
Kız etrafına baktı. Karşı sokakta yüncü dükkânının tabelasında öykü yazıyordu. Asım’a dönüp “Öykü” dedi.
“Peki, Öykü kaç yaşındasın?”
“On beş olduğumu söylediler”
Asım’ın garibine gitti bu kız. Normal tepkiler vermediği gibi cevapları da normal değildi. Sanki başka dünyadan gelmiş gibi bir tavrı vardı. Donuktu, başta korku ile titreyen göz bebekleri bile sabitlenmişti yuvalarına.
“Senin ailen yok mu?”
“Yok galiba”
Asım derin nefes alıp sabır çekti. Kız onu huzursuz etmeye başlamıştı. Bir an polisin onu yakalamak için kurduğu tezgâh olduğunu bile düşündü. Malum yaşadıkları sokağa polis mecbur kalmadıkça girmezdi. Asım bilinen bir suçluydu. Kadın pazarlar, çocuk satar ve dilendirirdi. Kendi pisliğinin içine düşen herkesten faydalanırdı. İsmi bela olsa daha yakışırdı fakat aksak ayağı yüzünden Topal Asım’dı o.
Öykü ile bir süre daha konuştu. Kızda farklı bir ışık vardı ama onun cahil, kötülükle çalışan aklı bunun ne olduğunu anlamadı. O sadece bu ufaklığı nasıl değerlendiririm diye düşündü. Gerçekten kimsesi yok gibi konuşuyordu, bir şey bilmiyordu. Diğerlerinin aksine korkmuyordu da. İnce kumaşın altında parlayan beyaz teninde gözlerini gezdirdi. Bulunduğu yere göre çok temizdi ama Asım onu itina ile kirletebilirdi.
“Senin yaşındakiler bu saatte uyuyor. Hadi gel sana yatacak bir yer vereyim” dedi ve o günden sonra Öykü, Topal Asım’ın gösterdiği sokakta, naylondan yapılmış evin içinde daha birçok çocuk ile yaşamaya başladı.
Asım, ona bildiği tüm hırsızlık numaralarını öğretti. Zayıf olduğu için her yerden kolayca geçiyordu. İnce parmakları ile kilitleri ustalıkla açabiliyordu. Öykü’nün en eğlendiği ise sokakta yürürken erkeklerin arka ceplerinden cüzdanları aşırmaktı. Her daim cebinde olan jileti parmakları arasına sıkıştırıp saniyelik bir hareketle çevirip cebi kesiyor ve tereyağından kıl çeker gibi cüzdanı alıyordu. Kurbanının yanında bile dursa masum bakışları onu ele vermiyordu. Pek çok defa “Amca paranı çaldılar” diyerek ortalığı ateşe verip dikkatleri başka tarafa çekmişti. Bunu her yaptığında da hızla ortadan kaybolup eğlenirdi.
Öykü’nün hırsızlıkları Asım’ın karnını çok doyurmuştu. Büyüdükçe gelişen bedeni dikkat çekiyordu. Topalın da gözünden kaçmıyordu bu. Kıyıda köşede sıkıştıran çok oluyordu ama Öykü bir yolunu bulup kaçmıştı hep. Asım ise ağzı sulanarak bakıyordu ona.
Sokaklarda yaşamaya başladıktan beş yıl sonra Asım onu bir gecelik sattı. Artık büyümüş vücut hatları şekillenmişti. Hareketli ve esnek bir bedene sahipti. Duvardan duvara korkusuzca atlayabiliyor, istediği anda çevik olabiliyor ve bir atlet kadar hızlı koşabiliyordu. Korkusuz günlerinin sekteye uğradığı gün o gündü. Her türlü basit suçu işliyordu ama tanımadığı bir adamın altına yatmak asla dediği tek şeydi.
Kaldıkları barakanın bir sokak önünde, gece dizilen hayat kadınlarını izlerdi. Giydikleri minik etekler, çoğu zaman kaçık olan çoraplar, topukları yamulmuş yüksek ayakkabılar ve memelerini ortaya çıkartmış bluzlarından hep nefret etti. Duran arabalarla yaptıkları pazarlıkları dinlerdi. Üç kuruş para için altına yattıkları adamları görmeye çalışırdı.
Bazen çok lüks arabalar gelirdi. Siyah cam usulca açılır, adam başını eğip dışarıdaki kadına bakar ve pazarlık başlardı. Öykü hep merak ediyordu bu adamların neden arka sokaklardaki hayat kadınları ile birlikte olduğunu. Altlarındaki son model arabalardan belliydi zengin oldukları. Zengin muhitlerinde çok dolaşmıştı. Nasıl yaşadıklarını görmüş, nasıl arkadaşlıkları olduğunu izlemişti. Yanlarında yapma bebek gibi dolaştırdıkları kadınlar bir işlerine yaramıyor muydu da arka sokaklarda medet umuyorlardı. Ya da bu süs bebekleri sadece görüntü müydü? Tatmin etmiyor muydu bu adamları?
Tabii her zaman lüks araçlar gelmiyordu. Bazen modifiye edilmiş bir külüstür sanki dünyanın en özel aracı gibi son ses müzik sesi ile geliyor, içinden mide bulandırıcı bir adam çıkıyor ve daha köşeyi dönmeden arabanın içinde işini halledip def olup gidiyordu. Parasına göre muamele diyordu sokağın incileri.
Öykü akşamları uzun soluklu bir dizinin bölümleri gibi saklandığı yerden onları izliyordu. Asla demesinin nedeni de seyrettiği bölümlerin birbirine benzer iğrençlikte olmasıydı. Komik bölümlerde vardı çok güldüğü. Mesela birbirlerinin müşterilerini çaldıklarında kızılca kıyamet kopuyordu. Saç saça, baş başa bir dövüş başlıyor, kavga edenler çembere alınıp dövüştürülen köpekleri izleyenler gibi etrafındakiler tezahürat yaparken birbirlerini yoluyorlardı. Ya yorulup ayrılıyorlar ya da polis gelip götürüyordu.
Asım’ın onu sattığı gün… Ortalığı dağıtıp kaçmıştı. Odada kendisinden yaşça büyük adamın karşısında titredi. Adam onun yeni olduğunu biliyor hatta bu nedenle yüklü bir miktar ödemişti. İlk defa geldiği derme çatma her yeri pislik kokan yerde kendini teslim etmemeye karalıydı. Önce konuşarak çözmeye çalıştı ama söylediği her kelime adamı güldürmekten başka bir işe yaramadı. Baktı olmayacak, genç olmanın avantajını kullanıp atikliğini de ekleyerek önce masada ki vazoyu adama fırlattı. İki saniyelik boşlukta kapıya ulaştı. Kapı kilitli olunca tek bir çıkış vardı ki gözü hemen pencereye kaydı. Kıyafet askılığını adama atıp bu defa pencereye kaçtı ve hiç düşünmeden camı kırarak atladı. Alt katın tentesi olmasa yere çakılacaktı ki şanslı günde olduğuna şükrederek koşmaya başladı. Üç gün topalın hışmından kaçabilmişti. Her yerde gözü kulağı olan adam haber salıp yakalamıştı Öykü’yü. Siyah saçlarını eline dolayıp bir temiz dövmüştü kızı. Yüzü gözü morarmış kanlar içinde yığılmıştı sokağın soğuk taşlarına. İki tekme de yerdeyken karnına yiyip kalmıştı. Arkadaşları sürükleyerek barakaya taşımız günlerce iyileşmesini beklemişlerdi.
Severlerdi Öykü’yü. Kimseye zararı yoktu, arkadaşlarına yardım ederdi. Eğlenceliydi de. Beraber çok gülüp eğlendikleri günler oluyordu. Her insan gibi onların da hakkıydı gülmek, coşmak. Gençlerdi, kanları kaynıyordu. İyileştikten sonra topal onu karşısına aldı. Madem kendini satmayacaktı o zaman her ay belli miktar parayı Asım’a getirecekti. O gün Asım onu haraca bağladı. Az bir miktar değildi istediği. Öykü daha çok hırsızlık yapıyordu. Birkaç kez yakalanmıştı da. Kurtaracak kimsesi olmayınca nezarethanenin dar tahta bankında uyumuştu. Diğer suçluların aşağılayıcı sözleri, polislerin iğrenerek baktıkları yüz ifadelerinden nefret etti. Elle taciz eden polisler bile olmuştu. Bu nedenle sevmiyordu üniformalı adamları. Dışları temiz ama içleri kirli olanlar vardı. Sokakta yaşayınca iyi insanlarla karşılaşmak pek görülmezdi. O da insanların hep kötü yanları ile tanışmıştı.
Kalabalık sokakta dolaşmaya başladı. Sağından solundan birçok insan geçiyordu. Karşıdan gelenlerin kılık kıyafetlerine bakıp ceplerindeki parayı tahmin ediyor, sağlamdır diye düşündüklerinin usulca cüzdanlarını yürütüyordu.
Karşıdan gelen kumral, kısa kesim saçlı, geniş omuzlu adam dikkatini çekti. Giyimi de kaliteliydi. Adam bankaya girip çıkınca Öykü sırıttı. En sevdiği av bankadan para çekip yolda yürüyenler olduğu için peşine takıldı. Her zamanki el çabukluğu ile arka cebinden cüzdanını aldı. Tam dönüp gideceği sıra koşarak yanından geçen kadın ona çarpınca cüzdanını aldığı adamın sırtına doğru düştü. İkisi birden sendeledi ama düşmeden toparlanabildiler. Öykü içinden küfürler savurdu. Elindeki cüzdanı neredeyse düşürüyordu. Hızla cebine attı, adama bakmadan “Pardon” diyerek kaçtı.
Sokağın köşesini dönüp koşarak arabaların arasından slalom yaparak karşıya geçti. Ardından çalan kornaları umursamadan koştu. Edilen küfürler yakalanmasından daha iyiydi. Dar sokağa girdi. İzini kaybettirdiğine emin olunca duvara yaslanıp ellerini dizlerine koyarak soluklandı. Az daha yakalanıyordu. Etrafı kolaçan etti. Cebinden cüzdanı çıkartıp paralara baktı. Beklediğinden çok daha az miktarı görünce yüzünü buruşturdu.
“Bok herif… Kasa sağlamdır dedik, çulsuz çıktı. Ulan beni silkelesen daha fazlası çıkar”
Cüzdanın içindeki şeffaf gözde kimlik vardı. Askeri kimliği görünce gözleri kocaman açıldı. Binbaşı Yamaç Ortaç yazıyordu. Acaba cüzdanı polise götürüp buldum dese, adam ödül olarak bir şeyler verir miydi? Bu fikir saçma gelince hızla kafasından uzaklaştırdı ve çöpün yanına doğru cüzdanı attı. Sokaktan çıkmadan tekrar yerdeki cüzdana baktı. Kararsızlıkla adımları bir ileri bir geri gitti. Cüzdanın sahibi iyi bile olsa karakola götürdüğünde onun çaldığını anlayıp birde içeri atarlardı. Bir gece bile o nezarethanede kalmak istemedi. Naylon duvarlı, karton yataklı evinde en azından özgürdü.
İstediği kadar para toplayamadığı için biraz daha dolandı. Lüks bir kuaförün yan duvarına sırtını yasladı. Dükkânın önündeki koltuklarda oturan kadınların sohbeti buradan duyuluyordu. Her biri yaptığı alışverişten ve ne kadar para verdiklerinden söz ediyordu. Yere çömelip duvarın köşesine gelerek kimin ne konuştuğunu izlemeye başladı. Kadınlar onu görmüyordu ama o kimin ne aldığını öğrenmişti. Bir süre daha orada oyalanıp bilgi topladı. Gözüne kestirdiği kadın işi bitmiş coşkulu bir veda ile taksi durağına ilerlerken usulca yanına yaklaştı. Yan gözle bakıp kadının kendinden tedirgin olduğunu fark etti. Kadına dönüp masumca tebessüm etti. Kirli saçlarının arasından beliren dikkat çekici gözlerini kırpıştırdı. İki adım atsa dibinde olacaktı fakat bir neden gerekiyordu. Kaldırımın diğer tarafından gelen bisikletli aradığı fırsat oldu. Bir anda “Hİ! Dikkat edin” diyerek kadının üzerine atılıp onu kenara çekti. Normalde bisiklet kadına değmeyecekti bile ama anın şoku ile bisikletlinin kendisine çarpacağını sanan kadın panik oldu. Öykü aynı hızla kadından uzaklaştı.
“Özür dilerim, çocuk size çarpacaktı”
“Ay can güvenliğimiz kalmadı sokaklarda”
“Haklısınız… Rahatsız ettim, kusura bakmayın”
Öykü başıyla selam verip kadından uzaklaşırken kadın çantasında cüzdanını arayarak “Gitme dur, bunun karşılığını vermek istiyorum” dedi. Öykü ise el sallayarak “Gerek yok” diyerek gözden kayboldu. Üç blok ötede çantadan aşırdığı kabarık cüzdan daha çok yüzünü güldürdü. Oyunculuğunun karşılığını fazlası ile almıştı.