Gökmen beyaz denizci üniformasını giydi ve evden çıktı. Akşama kadar yoğun bir şekilde çalıştıktan sonra Yamaç ile buluştu.
“Dışarıda yiyelim mi?”
“Olur. Eve girip çıkmayalım ama direk yemeğe gidelim”
İki beyaz üniformalı çakı gibi asker yolda yürürken oldukça dikkat çekiciydi. Sıklıkla gittikleri küçük restoranda yemek yediler. Yediklerini eritmek için yürümeyi tercih etmişlerdi. Akşam hava gündüze göre biraz daha serin oluyordu. Onlarda bunun tadını çıkarttılar. Yamaç’a telefon gelince biraz uzaklaşıp konuşmaya başladı. Gökmen ise elleri cebinde salınarak yürümeye devam etti. Bir an arkasında hissettiği hareketlilik ile döndü. Yamaç ile çok dalga geçmişti ve şimdi aynısı onun başına geliyordu. Arka cebinden cüzdanını kapıp kaçmaya çalışan kızı çevikliğini kullanarak kollarından yakalamış ve yere yatırıp kolunu arkasına sıkıştırarak kilitlemişti.
“Kalk lan üzerimden! Hayvan herif… Öküz gibi çöktün”
“Sen kimsin lan beni soyacak?”
“Adi köpek kalk üzerimden dedim”
Öykü, Gökmen’in altında kurtulmaya çalışmak için çırpınıyordu ama adam o kadar kuvvetliydi ki değil kaçmak bir santim bile kıpırdayamamıştı. Arkasına kıstırılan kolu da çok acıyordu. Adamın parmakları resmen etine batmıştı. Hareket ettikçe canı daha çok yanınca durdu. Yanağı taş kaldırıma yapışmış ve üzerinde onca ağırlığı ile bir adam vardı.
Yamaç sesleri duyunca telefonu kapatıp koşarak yanlarına geldi.
“Ne oluyor?”
“Bu ufak yaratık cüzdanımı çalmaya çalıştı”
Yamaç, siyah saçları görünce eğilerek kızın yüzüne baktı. Öykü ise onu görünce gözleri kocaman açıldı.
“Siktir binbaşı! Hay şansıma tüküreyim”
“Sen? Gökmen bu benim cüzdanımı çalan olmalı. Kimliğimden binbaşı olduğumu biliyor çünkü yüzümüzü görmemiştik”
“Aa bak sen… Bir taşla iki kuş vurmuşuz”
Gökmen bu beklenmedik duruma sevinip rahatsız edici bir gülümseme ile baktı. Kızı yerden kaldırıp cüzdanını hızla elinden çekti aldı ama kolunu sıkı sıkıya tutuyordu. Öykü düşmanca bakışlar atarken karşısındaki iki adamında gözleri kendisinden farklı değildi. Üstelik asker üniformaları vardı. Korktuğunu belli etmemeye çalışsa da bedeni yaprak gibi titriyordu.
“Ya bakın. Tamam, hata ettim. Özür dilerim, bırakın gideyim”
“Önce polise”
“Yapmayın ne olur? Orada çok kötü davranıyorlar. İçeri atarlar beni. Lütfen”
Gökmen bir kıza bir kuzenine baktı. Aklında karar vermeye çalışıyordu. Kızı kolundan sürükleyip apartman girişinin merdivenlerine oturttu.
“Burada otur. Kaçmaya kalkama senden hızlı koşarım ve yakalarım”
Öykü başıyla onaylayıp sessizce söz dinledi. Adam öyle iri ve kuvvetli bir görüntüsü vardı ki ne kadar çevik olursa olsun kaçamayacağına emindi. Gökmen, Yamaç’ı kızdan iki adım uzaklaştırdı. İkisinin de bir gözü kızın üzerindeydi.
“Yamaç… Bunu polise vermeyelim”
“Saçmalama Gökmen. Kız hırsız, cezasını çekmeli”
“Haklısın da…” Kıza döndüklerinde Öykü’nün başı önde sadece gözlerini yukarı kaldırmış kedi yavrusu gibi bakıyordu.
“Adam edelim”
“Ne? Sen iyice saçmalamaya başladın”
“Genç bir kız o Yamaç. Başına kim bilir neler geldi, daha da gelecektir de”
O sırada Öykü bir ayağını yana kaydırıp kafasındaki kaçma planını uygulamaya geçirmeye çalışıyordu. Tabii ondan daha dikkatli ikilinin aynı anda “Sakın!” demesiyle uzattığı bacağını geri çekti.
“Babaannemlere götürelim. Onlar ne yapacaklarını bilirler”
Yamaç derin nefes vererek baktı. Gökmen’in merhametli yanını biliyordu. Duruşundaki sertliğin altında yumuşak bir kalbi vardı.
“Hala ona güvenmiyorum”
“Bende güvenmiyorum, kaçmak için her yolu deneyecektir ama bizde deneyelim”
“Of tamam” diyen Yamaç kıza dönüp “Kalk gidiyoruz” dedi sert ses tonuyla.
“Siz iyi adamlarsınız, ne olur yapmayın bana bu kötülüğü. Vallahi biliyorum ben karakolu. Soğuk taş duvarlara, demir parmaklıkların arkasına hapsedecekler. Kötü sözler söyleyecekler. Ben kimseye zarar vermek istemedim, yemin ederim. Para lazımdı”
Öykü bir yandan sürüklenirken bir yandan da yalvarmaya devam ediyordu. Korkuyordu polislerden. Yamaç ve Gökmen onu dinlemeden yürümeye devam ettiler. İki askerin arasında götürülen sokak kızı dışarıdan garip bir görünüm sergiliyordu. Öykü’nün konuşması, arabada polise gitmediklerini anlayınca kesildi. Şimdi bir bilinmezlik daha eklenmişti hayatına sanki azmış gibi.
**
Akşam iki torunun gelmesine şaşıran Rauf Bey ayağa kalkıp yanlarına gelmelerini bekledi. Yanlarında yürüyen kız dikkatini çekmişti. Misbah Hanım’da hemen yanında gelenleri izliyordu.
Öykü’yü sandalyelerden birine oturtup “İyi akşamlar” dediler. Hızlıca olanları anlattılar. Rauf ve Misbah kızı süzdükten sonra “Hadi siz evinize gidin, gerisi bizde” dediler. Gitmeden önce Gökmen kızın yüzüne eğilip dikkatle gözlerine baktı.
“Sakın kaçmayı aklından geçirme. Bulurum ve bu defa sonun o çok korktuğun parmaklıkların ardı olur”
Gökmen, kızın göz bebeklerini odak noktası yapmış her kelimenin üzerine basarak konuştu. Öykü titreyen elleri görünmesin diye bacaklarının arasına kıstırdı. Korktuğunu belli etmeyi sevmezdi. Bu onu aciz ve savunmasız bırakırdı. Duygularını saklayarak aynı adam gibi onun göz bebeklerine odaklandı.
“Senin tehdidinden korkacağımı mı sanıyorsun?”
Gökmen tek kaşını kaldırıp indirdi. Kuyruğu dik tutmak adına söylemişti ama korkuyordu ve Gökmen de bunu çok iyi biliyordu. İki gencin ardından Misbah şefkatli gülümsemesini sundu. Tanımadığı iki yaşlının arasında kalmış ve ne yapacağını bilmiyordu. Misbah, kızı kaldırıp banyoya götürdü. Dolaptan temiz havlu çıkarttı.
“Sen şimdi güzelce yıkan, bende sana giyecek temiz çamaşırlar getireyim”
“Ben neden buradayım? Siz kimsiniz?”
“İyi olmak için buradasın. Bizi de zamanla tanırsın”
Misbah sohbeti kısa tutup dışarı çıkıp kapıyı kapattı. Öykü büyük ve temiz banyoda yalnız kalmıştı. Etrafa bakındı. Dolapların kapaklarını aralayıp içine baktı. Aynadaki görüntüsü berbattı. Dokunduğu her yerde gri bir iz bırakıyordu. Parmağını tükürükleyip silmek isteyince daha da kirletti.
“Hay lanet! En iyisi dokunmamak”
Kıyafetlerini çıkartıp top halinde köşeye bıraktı. Küvetin içine girip suyu açtı. Bir süre sıcak ve soğuk ayarı yapmaya çalıştı. Bedeninden akan sular önce siyah sonradan duru su rengini almaya başlayınca gülümsedi. Şampuanı alıp bolca eline döktü, saçlarını köpürttü. Şampuanın kokusunu çok sevmişti, aynı işlemi tekrarladı. Duvarda asılı duran yumak halindeki lifi alıp onunda üzerine şampuan döktü. Vücudunu da yıkadıktan sonra durulanıp çıktı. Bankonun üzerinde duran bornozu üzerine geçirdi. Aynaya baktığında kendi bile şaşırdı. En son kendini ne zaman temiz gördüğünü hatırlamıyordu. Saçlarına da havlu sarıp dışarı çıktı. Misbah onu bekliyordu. Kızın bembeyaz tenini görünce şaşırdı. Geldiği hali ile alakası yoktu. Beyaz değil sanki şeffaftı.
Misbah’ın gösterdiği odaya girdiler. Yatağın üzerinde katlı duran kısa kollu, beyaz, üzeri çiçekli geceliği ve iç çamaşırını uzattı kıza.
“Evde sana göre kıyafet yok. Şimdilik benimkilerle idare et, sonra çaresine bakarız.”
Öykü burnunu çekip elinin tersi ile sildikten sonra başıyla onayladı. Bornozu çıkartıp yaşlı kadının verdiklerini giyerken Misbah’ın arkasını döndüğünü görünce sırıttı. Misbah etine dolgun bir kadın olduğu için gecelik Öykü’nün ince bedenine oldukça büyük geldi. O sorun değildi de iç çamaşırı kalçalarında duramayacak kadar büyüktü. Çamaşırın yanına düğüm attı.
Misbah eline aldığı saç fırçası ile kızın arkasına geçti. Beraber yatağın üzerine oturdular ve Misbah kızın saçlarını taramaya başladı. Kimseden ses çıkmıyordu. Kadının şefkatli yaklaşımı eve adım attığından beri devam ediyordu. Öykü ona neden iyi davrandıklarını, neden burada olduğunu bilmeden oturdu. Ne tepki vermesi gerektiğine karar veremedi.
“Saçlarının ucundan biraz kesmemiz gerekiyor. Açılmıyor, yumak olmuş”
Öykü hızla arkasını dönüp kaşlarını çattı.
“Hop orada dur hanım teyze. Kimse benim saçlarımı kesemez”
“Hepsini değil yavrum, uçlarından sadece, biraz düzelsin diye. Hem o zaman daha sağlıklı olur”
“Ha… Tamam.”
Birazına ikna oluştu ama bu defa kafasında başka soru döndü.
“Kim kesecek? Ben gitmem o kokoş kuaförlere”
“Rauf amcan keser”
“Kocan kuaför mü?”
Misbah hanım gülümsedi “O benim kocam değil, kardeşim”
Öykü tamamen arkasını dönüp kadınla yüz yüze oturdu. Misbah’ın yüzündeki yumuşacık bakış hiç değişmiyordu. Hayatında kimse ona böyle bakmamıştı. Öykü kadını garipsemiş olsa da içten içe hoşuna da gitti.
“Hanım teyze, siz kimsiniz? O iki asker neden beni buraya getirdi?”
“Gökmen, benim torunum… Yamaç da Rauf’un torunu… Yani kuzenler. Seni buraya getirmeye karar verdiklerine göre sende bir ışık görmüşler”
Öykü kıkırdayıp “Kafamda spot ışığı mı varmış?” deyince Misbah da güldü. Çekmeceden makas ve havlu alan kadın, Öykü’yü Rauf’un yanına götürmek için kaldırdı. Öykü önde Misbah arkada salona doğru yürürken kız altından kayan çamaşırı düzeltmeye çalışıyordu.
“Hanım teyze gecelik neyse de senin don beş beden büyük geldi. Düğümle düğümle olmuyor. Yürürken bileklerime inecek birazdan”
“Yarın bakarız çaresine. Hadi amcanın önüne otur da saçlarını düzeltsin”
Öykü, adamın bakışlarını görünce endişeyle arkasını döndü.
“Ay çok kötü bakıyor. O uzun kaşların altında saçımı değil beni kesecek bakışlar var vallahi”
“Rauf gülümser misin lütfen, kızı endişelendiriyorsun”
“Ne yapayım?”
“Gül biraz”
Rauf Bey yüzüne sahte bir gülümseme yerleştirdi fakat oldukça eğreti durdu. Zorla olmuyordu işte. Hâlbuki gayet normal bakmıştı kıza neden endişelendiğini anlamadı. Öykü ise adamın yüzündeki zoraki gülümsemeye yüzünü buruşturdu.
“Bey baba boş ver. Deminki daha iyiydi. En azından daha gerçekti”
“Fesuphanallah” diye söylendi. Öykü sandalye çekip önüne oturdu. Misbah makası verip havluyu serdi.
“Bak bey baba çok kesersen bozuşuruz. Bende senin uzun kaşlarını keserim ona göre”
“Konuşma da sabit dur”
“Sende asker misin bey baba? Diğer ikisi de senin gibi emir vererek konuşuyor da”
“Evet, bende emekli askerim”
“Hah şimdi sıçtık”
“Şşt”
“Tamam be sustum”
Rauf Bey, Öykü’nün saçını itina ile tarayarak düzelttikten sonra dört parmak kadar kesti. Her düşen tutamı gören Öykü’nün içi akıyordu. Seviyordu saçlarını. Bakımsız, yoluk da olsalar ona ait olan, elle tutabildiği en özel parçasıydı. Acı çektirmek isteyen eller ilk onlara dolanmıştı ya da kendini saklamak istediğinde onların arkasına saklanmıştı. Kimileri için önemsiz olsa da Öykü’nün saçları hayatla arasında duran perdeydi. Siyah ve karanlıktı ama ardı yalnız bir özgürlüktü.
Sırtının ortasında duran saçlar Rauf Bey’in işi bittiğinde omuzlarına yakın bir yerde salınıyordu. Hemen önüne aldı, baktı. Hala perde görevi gördükleri için memnundu. İstediğinde kabuğuna çekilebileceği evinin kapıları yıkılmamıştı. Hem daha sağlıklı duruyorlardı. Ucunda ağırlık yapan keçeleşmiş topaklardan temizlenmişti.
“Çok kesmediğin için teşekkür ederim bey baba”
Fısıltıyla çıkmıştı sesi. Alışkın değildi ilgiye. Pek fazla insana teşekkür etme fırsatı tanınmamıştı. Büyük bir el saçlarını okşayınca şaşkınlıkla başını kaldırdı. Rauf Bey’in şefkatli bakışları şimdi içini ısıttı. Demek ki hep sert bakmıyordu.
“Karnın aç mı güzel kızım?”
“Önemli değil”
“Çok önemli… Uykudan önce ağır gelmeyecek, hafif bir şeyler hazırlayayım sana sonra da dinlenirsin”
Bol geceliğin içine ayaklarını toplayarak koltuğun köşesine ilişti. Ne yapması gerektiğini bilmediğinden sessizce oturmayı seçti. Onun için çok garip bir yerdi burası. Son iki saattir olmadık şeyler yaşıyordu. Bir ara yine mi eskiyi unuttum diye düşünse de an be an aklına gelenler iğrençti ama vardı. Rauf Bey yine keskin bakışlarını takınmıştı. Aslında normal haliydi de Öykü daha tanıyamadı.
“Senin adın ne?”
“Öykü”
“Kaç yaşındasın Öykü?”
“Yirmi beş”
“Hep sokaklarda mıydın?”
“Hatırladığım süre kadar”
Rauf bu sürenin çocukluğuna dayandığını düşündü. Öykü cevap verirken göz temasından kaçıyordu. Konuşmak istemediğini, zoraki cevaplar verdiğini anlayan adam şimdilik uzatmadı. Nasıl olsa zamanla tüm hikâyesini öğrenecekti. Birbirlerini tanıyıp anlamak için zamana ihtiyaç vardı.
Misbah elinde tepsi ile salona girip elindekileri masaya bıraktı.
“Hadi kızım, gel yemeğini ye”
Bacaklarını geceliğin içinden çıkartıp ağır adımlarla masaya ilerledi. Aslında içi koşmak istiyordu. Karnı çok açtı. Kuru ekmek bile olsa razıyken tepsinin içinde iki çeşit yemek, yoğurt, ekmek, meyve ve kocaman bir bardak soğuk su vardı. Hızla ekmekten parça kopartıp yemeye başladı. Her lokmanın tadına varmak için ağzının içinde çevirdi. Lezzeti muhteşemdi. Masaya oturması ile bitirmesi arasında kısacık bir zaman geçti.
İki yaşlı belli etmeden onu izlediler. Karnım aç dememişti fakat öyle iştahlı, kıtlıktan çıkmış gibi yiyordu ki en son ne zaman yemek yediğini tahmin etmek zordu. En son bardaktaki suyu bir dikişte kana kana içti. Taze suya bile açtı bedeni. Oturduğundan beri ilk defa sandalyenin arkasına yaslandı derin bir nefes aldı. Gözleri kapalı halde bir süre durdu. Midesi yemeklerle tanışıp, çalışmaya başlamıştı. Karnından gelen guruldamayı duyunca kıkırdadı. Demek ki tokluktan da mide gurulduyordu.
Önünde duyduğu tabak sesi ile gözlerini açtı. Misbah onu rahatsız etmeden tepsiyi toplamaya başlamıştı. Hemen ayağa kalktı. Bu insanların geldiğinden beri ki bu iki saatlik bir süreydi, yaptıklarına karşılık vermesi gerekiyordu.
“Ben kaldırayım mı hanım teyze?”
“E hadi kaldır bakalım. Ben sana yolu göstereyim, hem öğrenmiş olursun”
“Yolu öğrenince ne olacak?”
“Belki arada canın bana yardım etmek ister”
“He ondan…”
Öykü tepsiyi tezgâha bırakıp geri çekildi. Bundan sonrasını bilmiyordu. Uzun bir mermer tezgâh üzerinde çeşitli elektronik aletler vardı. Açık kahverengi ve buz mavisi renkteki alan saf bir temizliği çağrıştırıyordu.
Misbah tezgâhın altındaki bulaşık makinesinin kapağını açtı. Sohbet havasında konuşmaya başladı.
“Tabakları makineye koymadan önce duruluyorum. Eskiden yapmazdım sonra boruları bir tıkandı aman onca iş çıktı başıma. Tabakları da düzenli yerleştirince yıkandıktan sonra dolaba koyması kolay oluyor. Ama en kolayı ne biliyor musun? Çatalları bıçakları ve kaşıkları ayrı haznelere koyuyorum. Bir çırpıda alıp çekmeceye giriveriyor. İnsan yaşlı olunca işin pratiğini öğreniyor”
Öykü onu dinlerken aynı zamanda dikkatle izliyordu. Misbah aslında neyi nasıl yapması gerektiğini öğretmeye başlamıştı. Emir vererek değil de işleri hayatın içine katarak, sohbetle ince ince işliyordu kızın aklına. Günlük hayatında işine yarayacak bu küçük işleri, püf noktaları ile öğretecekti. Öykü de anlamadan öğrenecekti.
“Hadi şimdi doğru yatağa Öykü kızım. Sabaha dinlenmiş olarak kalk, güzel bir kahvaltı yapalım bahçede. Ne dersin?”
“Şey… Siz öyle diyorsanız”
“A bak bu evde herkes fikrini söylemekte özgürdür”
“Saçma olsa bile mi?”
“Evet… O an için saçma bile olsa belki daha sonrası için mantıklı olur. Akıl akıldan üstündür. Sende fikrini söyle, bizde senin ferah, genç aklından faydalanalım”
Öykü, kadının suratına sanki uzaylıymış gibi bakıyordu. Bunlar gerçekten insan mıydı yoksa yine başına bir iş gelmiş ve uzayın bir köşesinde mi bulmuştu kendini? Misbah, kızın şaşkın bakışlarına gülüp mutfaktan çıkartarak arka odaya yönlendirdi. Dolaptan yeni bir diş fırçası verdikten sonra iyi geceler dileyerek odadan çıktı.
Öykü elinde diş fırçası ile odanın ortasında durup kapanan kapıya baktı. En son askerin cüzdanını çalmıştı. Ondan sonra geçen her dakika film gibiydi. Bir elindeki fırçaya bir de yatağa baktı. Madem uyuması gerekiyordu o da uyuyacaktı. Dişlerini fırçaladı. Macun biraz ağzını yakmıştı ama olsun, iyi gelmişti. Yatağa girip kafasını kuş tüyü yastığa koyunca tebessüm etti. Gökyüzündeki beyaz mutluluk bulutlarının üzerinde yatıyordu.