Poyraz...
Amerika dönüşü babam ve amcam on beş günün acısını çıkartmak ister gibi işleri üzerime yığdılar. Sanki ben yokken burayı onlar yönetmiyordu. Tabii on beş gün kaçınca ses de çıkaramadım. Arada yemek yememe izin verseler daha verimli olabilirdim de neyse.
Öğlen yemeklerimi annemin restoranında yemeği seviyorum. Birçok ünlü restoranda yedim, farklı kültürlerin lezzetlerini tattım ama anne yemeğinin yerini hiç biri tutmuyor. Öğlen yemeğini toplantı yüzünden kaçırınca soluğu restoranda aldım. Hiçbir şey olmasa ekmek arası peynir bile lezzetliydi güzel annemin elinden.
Öğle tatilini geçtiği için içerisi kalabalık değildi. Buna memnun oldum, biraz kafa dinlemeye ihtiyacım vardı. Uzaktan annemi görüp işaret parmağım ile karnımın üzerinde daire çizdim. Her anne bu işaretin acıktım olduğunu anlayacağı gibi benimki de anladı ve gözlerini kapatıp açarak tamam dedi.
Onca ihtişamın yanında küçük sevimli bir restorandı burası. Babam ve Sarp amcama göre hobi yeri, annem ve Ayşe Teyzeme göre hayalleri... Benim için ise karnımı lezzetli yemeklerle doldurup enerji topladığım yer.
Etrafa bakınırken yanıma gelen ayak seslerini duyunca döndüm. Hayal görüyor olabilir miyim? Hayır, ben hayal görmem. Karşımda Ayşe teyzemin ilk âşık olduğum hali duruyor. Siyah uzun saçlarını atkuyruğu yapmış, gözleri mavi ama ışık vurduğunda menekşeye dönüyor.
Ben Ayşe teyzemi ilk anne ve babamın nikâhında görmüştüm ve bayılmıştım. O gün neredeyse kucağından inmediğimi hatırlıyorum. Bana ilgisi de aşkımı arttırmıştı. Çok komik belki ama aile içinde Ayşe aşkı diye bir kavram oluştu. Onu Sarp amcama kaptırdığımı kavradığım zaman hep onun gibi biri ile evleneceğimi söylerdim. Şimdi karşımda duran kız şaka gibiydi. Pelin bile annesine bu kadar benzemiyordu.
Ben gözlerimi ondan alamadıkça o bakışlarını kaçırdı. Dik bir şekilde bakmamam gerektiğini biliyor olsam da o kadar şaşırdım ki kendimi alamadım. Etrafta annemi veya teyzemi görsem soracağım ama yoklardı. Etkilendim evet, kabul ediyorum ama kendime gelmem gerekiyor. Çok mu güzel? Hayır, belki muhteşem değil ama inanılmaz bir çekiciliğe sahip. Sıradan bir giyimi var. Kafamdaki düşüncelerden bir an önce kurtulmaya çalışıp yemeğimi yemeye başladım. Boğazıma ekmeğin kırıntısı kaçtı, su içmem gerekti. Bir su istedim, bilimsel veriler döküldü önüme. Önce şaka yaptığını sandım fakat oldukça ciddi anlatıyor. Boğazımdaki ekmek kırıntısının rahatsızlığı ile uğraşırken kesinlikle dinlemek istediklerim bunlar değil. Su getirmesi için mecburen açıklama yaptım. Allahtan mantıklı geldi hanımefendiye yoksa getirmemeye kararlı.
En komiği hesabı getirmesiydi. Benim kim olduğumu bilmediğini o an anladım. İçimdeki gülme isteğini bastırıp bir öpücük anneme bir öpücük de teyzeme bırakıp çıktım. Şimdi sen kıvran bakalım küçük hanım.
Holdinge döndüğümde Cenk ile karşılaştım
"Nereden böyle?"
"Yemek yedim"
"Ya ne zamandır gidemedik anneme. Yarın hep beraber toplaşıp gidelim"
Onu başımla onayladım. Bugün yaşadığım şoku daha atlatamadım, tekrarı için henüz erken. Demek ki kimsenin o kızdan haberi yok. Görselerdi bizimkiler hemen yetiştirirlerdi. Adı ne acaba? Of bana ne adı neyse ne. Zaten bilmişin teki... Sırf teyzeme benzediği için ilgimi çekti.
Masamda çalışmaya başladığımda Sarp amcam geldi. Ne yaptığıma bakıp sırıttı. Bende onun gibi sayılarla oynamayı seviyorum.
"Yemekten mi?" sesindeki tonlama gerçek sorunun bu olmadığını ortaya koysa da "Evet" dedim.
"Hı... Yani başlayan kızı gördün mü?" Bingo. Bunlar kızı görmüş. Tabii ilk merak eden amcam olacak çünkü yıllardır 'uzak dur karımdan' diye beni tehdit ediyor kendince. "Gördüm" dedim umursamaz tavırla. Benim tavrıma daha çok şaşırdı. Eminim gördüğümü ve teyzeme ne kadar çok benzediğini söylememi bekliyordu ama ben bu oyuna gelmem.
"Nasıl biriydi?"
"Sıradan" Tırmalamaya başladı. Üzerime de gelemeyecek. Canice bir keyif alıyorum şu an. Ne oldu Sarp Efendi karını kurtarma çalışmaların sonuç vermiyor. Sen benim Ayşe aşkımı bitiremezsin.
"Emin misin gördüğüne?"
"Amca bir kız neden bu kadar önemli oldu bir anda? Gördüm, sıradan biriydi işte"
"Allah Allah, başka birini daha mı işe aldılar da sen onu gördün. Böyle olmamalıydı"
"Amca ne geveliyorsun ağzının içinde? Bu raporları bitirmezsem buradan çıkartmaz babam beni"
Başını sallayıp şaşkın suratı ile çıktı odamdan. Arkama yaslanıp gülmeye başladım. O kızın beni etkileyeceğine emindi. Tabii benzerlikten dolayı şaşırdım da bekledikleri gibi etkilenmedim ki. Sırf saçı gözü aynı diye âşık olacak değilim ya, çok komikler.
Raporları bitirene kadar başımı kaldırmadım. Bir an önce bitsin de eve gidip bizimkilerin birbirlerini yemesini seyredeceğim. Cenk ve Doğa kavga eder, Cenk Pelin'e sulanır, Ege büyük ihtimal bisikletin tepesindedir. Geldiğinde karmaşa çıkarmaktan eksik kalmaz. Bende izleyerek eğlenirim.
Eve girdiğim anda tam da beklediğim gibi karşılandım. Salonun ortasında Cenk ve Doğa bir kazağın iki ucundan tutmuş çekiştiriyorlardı. Cenk o benim derken Doğa hayır benim diyordu. Bunların ikisi aynı cins olsa ne olacaktı acaba? Kız ve erkek kıyafet kavgası mı yapar? Bizimkiler yapıyor.
"Abi sen söyle, bu kazak hangimizin?" Doğa'nın cırlayarak sorduğu soruyu yanıtlayamıyorum çünkü gözüm bir yerden ısırsa da hatırlamıyorum. Dudağımı bükmüş hatırlamaya çalışırken Pelin geldi ve "A Ege'nin kazağı neden sizde?" dedi. Kazak Ege'nin kavgasını bizimkiler ediyor. Kazak bize nasıl geldiği ise muamma, her şekilde olabilir. İki ayrı evde yaşıyoruz fakat hızlı kıyafet trafiği her şeyi karıştırıyor. Bir tek benim dolabıma yaklaşamıyorlar. Hele bir denesinler...
Cenk, Pelin'i görünce Doğa'yı bırakıp onunla ilgilenmeye başladı. Aynı yaştalar idi ve beraber büyümüşlerdi. Cenk her zaman Pelin ile iyi anlaşmıştır. Küçüklüğünden beri Pelin ile evleneceğini söyleyerek amcamı delirtmeyi başardı. Benim Ayşe aşkım, onun Pelin'in kocası olması yolundaki kararlılığı amcamın kanayan yarasıydı. Sahip olduğu tüm kadınlar bizim tarafımızdan kuşatılınca her gün babama bizi şikâyet ediyor fakat babam tarafından pek umursanmıyordu. Yiğit Çelikkol her zaman ki dik duruşu ile olaylara soğukkanlılıkla yaklaşıp sorun olmayacak durumlar için endişelenmiyordu.
Cenk, Pelin'i kolunun altına alarak koltuğa oturdu. Doğa bir yanda ben bir yanda kendi halimizde takılıyorduk. Doğa'nın "Yarın öğlen yemeğine beraber gidiyoruz dimi?" demesiyle aklıma restorandaki kız geldi. Neden aklıma geldiğini bilmiyorum. Bilmiş konuşmaları sinir bozucu iken şaşkın hali oldukça komikti.
Masanın üzerindeki telefonum titremeye başlayınca Cenk bana uzattı ve belirgin soğuk ses tonu ile "Seninki arıyor" dedi. Aynı anda Doğa ve Pelin'in de yüzü buruştu. Hiç biri Irmağı sevmiyorlardı. Irmak mesafesini koruyan bir kadındı. Kötü niyetli değildi ama soğukluğu bizimkiler gibi iç içe olan insanlar için çekilmez geliyordu.
Yanlarında konuşmak istemediğim için dışarı çıktım.
"Ne haber Irmak?"
"İyiyim canım, sen nasılsın? Evde misin yoksa?"
"Evdeyim tabii nerede olacağım?"
"Yemekte, gece kulübünde ya da benzer bir yerde olman gerekirdi. Genç bir adam bu saatte neden evde otursun ki"
"Ağız mı arıyorsun yoksa gerçekten merak mı ettin?"
"Kıskançlık yaşımı geçtim hayatım ayrıca bizim ilişkimizin ne kadar sağlam temellere bağlı olduğunu da biliyorum. Evde olman garip geldi"
"Neden aramıştın?"
"Ah direk konuya girmek isteyen aşkım, her zaman olduğu gibi. İki gün sonra oraya geliyorum, bir görüşme için. Gelmişken de seni ve aileni görmek isterim."
"Tamam, uçak saatini söyle seni aldırtırım"
"Sen alırsın diye düşünmüştüm"
"Bana tam saat vermediğin sürece gelemeyeceğimi biliyorsun Irmak. İşlerim var eğer uygun olursam ben gelirim değilse şoförü gönderirim"
"Peki, haber veririm. İki gün sonra görüşürüz"
"Görüşürüz"
Normal şartlarda mutlu olup heyecanlanmam gerekiyor ama hiçbir duygu hissetmiyorum. Bu defa Irmak ile ciddi bir konuşma yapmalıyım. Kesinlikle kıtalar arası bir ilişki bana göre değil. Başta başarabileceğimizi sanmıştım ama hayatlarımız paralel gidiyor, kesişmesi mümkün değil.
Babam sakin adımlarla yanıma geldi. Yanında annemi aradım ama göremedim. İçeri bakınca bana el sallayıp odasına çıktı.
"Annemin neyi var baba? Geldiğimden beri bana ne zaman baksa gözleri buğulanıyor"
"Gitmenden korkuyor"
"Bir yere gitmiyorum ve gitmeyi de düşünmüyorum"
"Irmak'ı sevmiyor musun?"
"Seviyorum fakat ailemi, işimi, diğer sevdiklerimi bırakıp gidecek kadar değil. Irmak iki gün sonra gelecekmiş. Onunla konuşacağım"
"Ayrılacak mısın?"
"Ne yapayım baba? O asla buraya gelmez, bende gitmem. Nereye kadar bu şekilde devam edebiliriz? Varsa bir çözümün söyle"
"Sorun senin, çözüm senin... Sana hiç karışmadığımı biliyorsun"
"Arada karışsan da bende suçlayacak birini bulmuş olsam hiç fena olmaz" ben gülünce o da sırıttı. Bunu yemeyecek kadar tecrübeliydi. İçeri girerken "Sen yine de Irmak ile konuşurken kibar ol" dedi. Bazen aksi olabiliyorum o da bunu bildiği için uyardı beni.
İçeri girince Ege'nin geldiğini gördüm. Cenk ile Pelin'in arasına girmiş oturuyordu. Babasının uzaktan kumandası... Ablasına sarılmış benim der gibiydi.
"Ege kalk bilardo oynayalım"
"Abim yine ütecek adam arıyor. Gel bakalım, bu defa acımayacağım sana"
"Hı hı"
**
Meltem...
Öğlen müşterilerine yetişebilmek için var gücümle koşturmaya başladım. Bugün ne oldu buraya bilmiyorum ama çok kalabalıktı. İşten kaçtığımdan değil ama şimdiden ayaklarım sızlamaya başladı. Bir masa boşalıyor daha temizlerken yenisi doluyordu.
Zeynep Hanım özel bir tatlı yapmış herkese yemeğin sonunda ikram ediyorduk. Bugün neden gelenlerin özel sürprizleri beklediğini anladım. Bu kadınların eli çok lezzetliydi. Dört kişilik bir grup içeri girdi. İki erkek, iki kızdan oluşan grup ortalık yakıyordu. Kızların üzerinde oldukça şık kıyafetlerle erkeklerin bakışlarını çekerken adamlardan biri takım elbisesi içinde kendinden emin ilerliyordu. Diğeri ise spor giyinmiş fakat altta kalmamış, şekilli vücuduyla ben geldim diye adeta bağırıyordu. Anladım ki buraya gelen müşteriler seçilmişti. Yakışıklı ve güzel kriterine uymayan kimse içeri alınmıyordu.
Boş olan masaya oturduklarında hemen yanlarına gittim. Gülümseyerek "Hoş geldiniz" dedim. Neden hepsinin ağzı açılmıştı bilmiyorum, açlıktan olabilir mi? Tereddütle "Dört kişilik yemek getireyim mi?" dedim. Kızlardan biri "Şaka gibi" dedi. Ay zaten yorgunum şaka yapacak gibi durmuyorumdur. Ne cevap verdim ne de bekledim. Arkamı dönüp mutfağa girdim ve yemek tabaklarını hazırladım.
Masaya dönüp yemeklerini servis ederken aralarında fısıldayarak hararetle konuşuyorlardı. Umursamadım, işime devam ettim. Bir ara Zeynep Hanım yanlarına gitti sonra Ayşe Hanım gitti. Samimi konuştukları uzaktan bile belli oluyordu. Gerçi herkesle güler yüzle konuşurdu benim tatlı patronlarım. Ben onları örnek alıyorum, harika ilişkileri var.
Yemekleri bittiğinde küçük tahta hesap sandığımı yanıma alarak masaya yaklaştım. Sandığı masanın ortasına bırakıp tabakları üst üste koydum. Kimsenin hesap ile ilgilenir gibi bir hali yoktu. Biraz oyalandım fark etsinler diye ama boşuna bir bekleyiş. Sırayla ayağa kalktılar. Hayda yine bir hesap kavgası daha mı?
"Hesabı ödemediniz" dediğimde gülümseyerek birbirlerine baktılar. Diğerlerinden daha küçük olduğu belli olan çocuk "Patronlarınıza öpücüklerimizi iletin" dedi sırıtarak. Ama yeter, buraya kadar. Ellerimi belime yerleştirdim. Bu azarlamaya geçeceğimin belirtisi.
"Bizim hale gittiğimizde meyve sebze alırken kabzımalı öptüğümüzü mü sanıyorsunuz? Bizde işler öpücükle yürümüyor, parayla yürüyor. Şimdi ellerinizi cebinize atın ve beni daha fazla delirtmeden hesabı ödeyin"
Ne kadar etkili konuşma yaptığım ellerini hemen ceplerine atmalarından belli oldu. Tabii ya yola gelin biraz. Şaşkınca ki geldiklerinden beri genel halleriydi, tahta kutunun içine hesabı bıraktılar. Zeynep Hanım yanımıza gelip "Gidiyor musunuz çocuklar?" dedi. Takım elbiseli olan yakışıklı "Evet, anne gidiyoruz. Süper bir eleman bulmuşsunuz, çatır çatır hesap ödetti bize" dedi. Anne mi dedi o?
"Meltemcim onlar benim ve Ayşe'nin çocukları. Çocuklarımızdan para almıyoruz, öpücük alıyoruz ama seni tebrik erdim. Bunlardan para koparabilen ilk insansın"
"Ço-çocuklarınız... Ben şey... Çok özür dilerim, bilemezdim ki"
"Sorun değil hayatım, söylemem gerekirdi. Hesapta bugünkü bahşişin"
Hala yerde hazır bulunması gereken bir yarık olması düşüncem devam ediyor. Arkalarından bakarken aklıma dünkü adam geldi. O da öpücük vermişti. Yoksa o da... Allah'ım kendimi nerelerden atsam? Onun hakkında neler söylediğim aklıma geldikçe çöktüm. Gözetmenin üzerine kustuğumda bile bu kadar utanmamıştım, daha üstüne de çıkamam zaten.
Zeynep Hanım bana doğru geliyordu. Gerçekleri yüzüme kendim vurmalıydım.
"Zeynep Hanım tekrar özür dilerim. Dün öpücük bırakan diğer bey..."
"Şu tapılası yakışıklı olan da büyük oğlum Poyraz"
Şimdi ben ne diyebilirim? Söyleyin lütfen, kazı nasıl çevireyim de yanmasın? Zeynep Hanım kolumu okşayarak yanımdan geçti. Sessizce masaları temizlemeye başladım. Sizden ses çıkmadığı için konuşmama hakkımı kullandım.
Kimse kalmadığında oturduğum yere çöktüm. Patronlarım çıkmış benimde çok oyalanmadan eve gidip dinlenmemi söylediler. Eve gitmek yerine kendime yorgunluk çayı doldurdum. Gün içinde yaşadığım rezillik silsilesi aklımdan geçiyordu. O an çok utanmıştım ama düşündükçe komik gelmeye başladı. Kendi kendime gülerken arkamdan gelen ayak seslerini duydum. Baktığımda tam da aklımdan geçmek üzere olan yakışıklıyı gördüm. Bakışları adı gibiydi. Poyraz, kuzey doğudan esen sert ve yıkıcı rüzgâr...
Ellerini takım elbisesinin cebine sokmuş bana bakıyordu. Uzattığım ayaklarımı topladım ve ayağa kalktım. Gündüz yaşadığım utancı o bilmiyordu ama ben biliyordum. Önce onun konuşmasını bekledim. Bu sert bakışlar karşısında konuşmak benim için güçtü.
"Daha çayın var mı?"
"Var"
Duymuştur umarım çünkü ben bile kendimi zor duydum. Sandalyeyi çekip karşıma oturdu. Ayak ayak üzerine atarak ellerini birleştirdi. Hala gözleri üzerimdeydi. Panik olmaya başlamadan mutfağa koşup çay doldurdum. Yanına iki şeker koyup bardağı önüne bıraktım. Şekerleri ve kaşığı yana ayırıp çayından bir yudum aldı. Ben hala karşısında dikilmiş duruyordum.
"Otursana, bugün yoğunmuş"
"Evet, olsun iş olsun da yorgunluk önemli değil. Güzel bir uyku ile geçer"
"Adın ne?"
"Meltem"
"İş bitmiş, neden evine gitmedin?"
"Burayı seviyorum. İlk defa çalışıyorum ve doğru yerde olduğuma inanıyorum. Şimdi eve gidince sofrayı hazırla, topla derken yine koşturma başlayacak. Biraz enerji toplamak istedim"
"Evine ne ile gidiyorsun?"
"Otobüsle"
Sorular çok düzensiz geliyordu, belli bir sıralama yoktu. Amacının ne olduğuna emin değilim. Beni tanımak istiyor gibiydi fakat onun beni tanımasının ne faydası olacağını anlamadım. Hem bu saatte neden geldiğini de merak ettim ama soramadım. Ben ki öğrenmek adına onlarca soru sorabilen biriyim onun karşısında sus pus kaldım. O bana dimdik bakarken ben kaçamak bakış atabiliyordum. Bu sorgulama devam ederse kendimi sınavda hissedecek ve bay kaygının sınavı duyması ile tepeme oturması bir olacaktı.
Üç yudumda çayını bitirip kalktı "İyi akşamlar" diyerek gitti. Neden geldi, ne oldu, ne yaşadım bilemeden arkasından baka kaldım. Belki geçerken açık görünce gelmiştir. Annesini görmeyi bekliyordu belki. Cevabını bilemediğim sorularımla kapıları kilitleyip çıktım.
**
Poyraz arabasına bindiğinde neden buraya geldiğini bilmiyordu. Öğlen özellikle işi olduğu bahanesi ile kardeşlerine katılmamıştı fakat holdingden ayrılır ayrılmaz buraya gelmişti. Sanki buraya gelmesi şarttı, gelmezse eksik kalacaktı. Saçma düşünce ve duygularına anlam verememek sinirini körükledi.
Bu ara karışık olan kafasının oyununa geldiğine inanmayı tercih etti. Irmak ile konuştuktan sonra kendini daha iyi hissedeceğini biliyordu. Her ne kadar kolay bir konuşma olmasa da Poyraz korkak bir adam değildi. Düşüncelerini açıkça ortaya koyardı. Karşısındaki kim olursa olsun istediğini yaptıracak bilgiye ve özgüvene sahipti.
Sabah gelen mailde Irmak iniş yapacağı saati belirtmişti. Şirket hesabından yazılmış mail sanki sevgiliye değil de iş yapacağı birine gönderilmiş gibi seviyeli ve mesafeliydi. Poyraz okuduktan sonra silip attı. Şoföre saat kaçta alanda olması gerektiği bilgisini verdikten sonra işe devam etti. Irmak'ı kendisi de gidip alabilirdi eğer sıcak bir mesaj olsaydı. Evinde kalmasını da teklif ederdi, ailesinin karışmayacağını bildiğinden ama demedi. Neden aynıydı, mesaj sıcak olsaydı.
Irmak somut nedenler isteyecekti her şeyde olduğu gibi. Poyraz'ın nedenleri tamamen duygusaldı. Belki elle tutulur değildi ama gerçekti. Kabul edeceğine emin değildi, Irmak kaybetmeyi sevmeyen bir kadındı. Sıkılınca o bırakmayı tercih ederdi, terk edilmek ona ağır gelirdi. Tüm bunları bildiğinden onunla doğru anda doğru kelimeleri kullanarak konuşması gerektiğini biliyordu. Nedenlerini anlaması için önce bu nedenleri gözüne sokacaktı.
Irmak'ın alandan alınıp oteline bırakıldığı bilgisini şoföründen alınca aradı.
"Gelmişsin"
"Evet, geldim. Beni sen karşılarsın diye düşünmüştüm ama sanırım yoğunsun."
"Öyle, sen dinlen akşam gelip alırım, yemek yeriz beraber"
"Tamam, yol gerçekten yordu. Masaj yaptırıp yorgunluğumu atmayı düşünüyorum"
"İyi dinlenmeler sana"
Yaşadıkları her an her konuşma sanki Poyraz bir adım daha uzaklaştırıyordu. Kaldığı yerden çalışmaya devam etti. Karnının acıkmaya başladığını hissettiği anda aklına yine o kız geldi. Birkaç gündür her acıktığında o kız beliriyordu gözünün önünde. Saçmaydı onun için...
Akşama doğru dosyasını kapatıp çıktı. Irmak'ın kaldığı otele giderek resepsiyondan aşağıda beklediğinin söylenmesini istedi. Lobide oturup beklemeye başladı. Irmak'ı beklemek bir gelenek gibiydi. Saat vermişse on dakika geç gelir, saat vermediyse uzun zaman bekletirdi. Neyse ki bu defa çok bekletmemişti. Kırmızı elbisesi ve ona uyumlu ruju ile salınarak Poyraz'a doğru ilerledi. Bakışlarında ben cazibeliyim ve sen bana geldin ifadesi vardı.
Poyraz tebessüm ederek olduğu yerde bekledi. Kadın usulca yanına sokulunca yanağından öperek "Tekrar hoş geldin" dedi.
"Çok beklettim mi?"
"Her zamankinden çok değil"
Irmak göz devirmekle beraber gülümsedi. "Nerede yiyeceğiz?"
"Burada, otelde. Alakart restoranı çok başarılıdır."
Irmak, Poyraz'da bir gariplik olduğunu sezdi. Sanki gelmesinden memnun olmamış, mecburi misafirini ağırlıyormuş gibi davranıyordu. Hareketleri ölçülü ve seviyeliydi, kibarlığı bırakmıyordu ama samimi değildi.
Sandalyesini tutarak oturmasına yardımcı olduğu kadının karşısına geçti. Yemek ve şarap siparişi verdi.
"E anlat bakalım, bu sürpriz iş ziyareti nedir? Ben oradayken söz etmemiştin"
"Özel bir market zinciri ile uzun zamandır yazışıyorduk. Özel, seçilmiş ürünleri satıyorlar ve yüksek tabakaya hizmet ediyorlar. Bizim ürünlerimizi de satmak istediklerini söylediler. Kafama takılan bazı konular vardı, gözümle görmek istedim. Sen gittikten sonra kesinleştiği için haberin olmadı. Seni tekrar görme fırsatını da kaçırmak istemedim"
"İyi yapmışsın, marketi görüp yöneticileri ile yüz yüze konuşman daha verimli olur"
Irmak dirseklerini masaya dayayıp ellerini çenesinin altında kenetledi. Poyraz'ın gözlerinin içine bakıyor olmasına rağmen o tabağı ile ilgileniyordu.
"Neyin var Poyraz? Geldiğimden beri yabancı gibi davranıyorsun. Bilmem gereken nedir?"
"Bunu daha sonra konuşacağız, geldiğin gün değil"
"Ha yani konuşacağımız bir konu var, yanılmamışım"
"Sonra dedim Irmak"
Kadın burnundan sert bir nefes verip yemeğine geri döndü. Sevgilisinin başının etini yiyen kadınlardan olmamıştı hiçbir zaman. Gerçi şu anda ne söyleyeceğini çok merak ediyor ve öğrenmek için ısrar etmek istiyordu fakat tarzını bozmadı.
Yemeklerini yedikten sonra restorandan çıkıp lobiye geçtiler. Poyraz asansörün kapısına kadar geldi. Kayan kapı açılınca Irmak bir adım attı fakat Poyraz geri duruyordu.
"Sen gelmiyor musun?"
"Hayır, sende yorgunsun bende"
Irmak bozulmuş olduğu halde burnunu kaldırıp "Sen bilirsin" dedi ve kayan kapı tekrar kapanana kadar adama baktı. Poyraz'daki değişikliğin nedenini şimdi daha çok merak etti. Nedenini öğrenmeden gitmeyecekti. Gerekirse kalacağı süreyi bile uzatabilirdi. İki senedir olmayan daha yeni gelişen bir olay olduğunu düşünüyordu. Belki de başka bir kadın.