Haftanın ilk günü hızlı başlayınca hafta sonunun rehaveti çabucak üzerlerinden atılmıştı. Yoğun iş temposu içinde zamanın nasıl geçtiğini anlamayarak geçiyordu. Zeynep elinde kocaman bir poşet ile Meltem'in yanına geldi.
"Meltem senden bir şey rica edebilir miyim?"
"Tabii Zeynep teyze"
"Az önce Yiğit ile konuştum, yemeğe gidecek vakit bulamamışlar. Şirkette Yiğit, Sarp ve Poyraz varmış, onlara hazırladığım yemeği götürür müsün? Rosto ve püreyi çok severler, aç kalmasınlar şimdi"
"Hemen çıkayım ben, yemekler soğumadan"
Meltem ailesinin yediğini içtiğini bile bunca işi arasında düşünen kadına hayranlıkla baktı. Ne güzel bir sevdaydı onlarınki. Önlüğünü çıkartıp ceketini giydi. Havalar yavaştan soğumaya başlamıştı, hasta olup yatmak istemiyordu. Taksi parasını da aldıktan sonra holdingin yolunu tuttu.
Büyük binanın önüne gelince şaşkındı. Evlerini görünce şaşırmıştı fakat şimdi iş yerlerini görünce daha da şaşırdı. İçindeki takdir duygusu biraz daha arttı. Hiç okuduğu kitaplarda ya da filmlerdeki aileler gibi değillerdi. Sıradan denilecek bir hayatları vardı. Kendilerine yetebilen dışarıda macera aramayan insanlardı. Tabii zengin olmanın getirdiği özel zevkleri vardı fakat kimsenin gözüne sokmadan da yaşanabileceğini gösteriyorlardı. Hazımlı olmak böyle bir şeydi demek ki.
Güvenlik görevlisine restorandan geldiğini söyleyince tüm kapılar açıldı. Yönetim katını tarif eden adamın yardımcı olma isteğine gerek olmadığını söyleyerek asansöre yürüdü. Bir yandan etrafa hayranlıkla bakıyordu.
Asansörün kapısı açılınca sekretere doğru yürüdü.
"Restorandan geliyorum, Yiğit Bey'e haber verir misiniz?"
Sekreter, Yiğit'e haber verdiğinde hemen gelmesini söylemişti. Yiğit'in büyük masasının ardından gülümseyerek çıktı.
"Hoş geldin Meltem, tam zamanında geldin, açlıktan öldük"
"Eşiniz sizi sizden daha çok düşünüyor"
"Bu nedenle eşim" diyen adamın gururu ses tonundan belli oluyordu. Sarp yemeğin kokusunu almış gibi kapı çalmadan içeri girdi.
"Küçük versiyon, ne haber kız?"
"Teşekkür ederim Sarp amca, masaya açayım mı servisleri"
"Hemen, ölüyorum açlıktan. Ne yapıyor benim bir tanecik Ayşecik'im?"
Sarp'ın karısına olan aşkını anlamamak mümkün değildi. Her daim etrafında olan adam, yaptığı iltifatlarla da belli ediyordu. Meltem iki servis açtıktan sonra diğer yemeği Poyraz'ın odasına götürmek için çıktı. Odasının yerini öğrenip kapıyı çaldı. "Gel" sesi ile içeri girdi.
"Poyraz Bey, yemeğinizi getirdim"
Poyraz elindeki kalemi sallarken masayı işaret etti. Yerinden kalkıp yavaş adımlarla masaya servis açan kızın yanına gitti. Sorgulayan gözlerle bakıyordu. Meltem yan gözle bakıp önüne döndü.
"Neden herkese samimi sıfatlar kullanırken bana Bey diye hitap ediyorsun Meltem?"
"Çünkü herkes bana samimi davranıyor ama siz mesafelisiniz. Bende sizin mesafenize ayak uyduruyorum Poyraz Bey"
"Demek öyle... Samimi olmak için nasıl davranmam gerekiyor?"
"O içten gelen bir şey, sizin içinizden samimi olmak gelmiyorsa dilinizden de dökülmez. Ayrıca benimle samimi olmak zorunda değilsiniz. Ben sadece annenizin çalışanıyım. Aileniz öyle davranıyor diye sizde onlar gibi olmak zorunda değilsiniz. Ben dışarıda bekleyeyim, yemeğiniz bitince toparlarım"
Meltem her ne kadar burnu havada yaptıysa da bu konuşmayı aslında zorlanmıştı. Mesafeli olmak istemiyordu ama kuyruğu dik tutmak için onun gibi davrandı. Kapıya dönünce durduruldu.
"Bir dakika..."
"Evet"
Poyraz onu durdurdu ama sadece gitmemesi içindi, biraz daha konuşmak istemişti.
"Bana eşlik eder misin?"
"Ben yemeğimi yedim"
"Bak şimdi sen mesafe koyuyorsun. Ben kalmanı istiyorum, sen gitmek istiyorsun. Demek ki tek sorun bende değilmiş"
"Poyraz Bey, benimle oyun oynuyormuşsunuz gibi hissediyorum"
Poyraz'ın tek kaşı havalandı. Genelde şaşırdığı zaman yapardı bunu. Karşısındaki kız sandığından daha akıllıydı. Masaya otururken "Oyun yaşımı geçtim Meltem" dedi ve yanındaki sandalyeyi işaret etti. Meltem oturmak zorunda olduğunu hissederek sandalyeyi çekti.
"Herkesin dilinde bir Meltem'dir gidiyor. Neden ailem seni bu kadar sevdi merak ediyorum"
"Çünkü onlar beni tanımak istediler ve tanıdılar. Sağ olsunlar sevmişler ki adımı geçiriyorlar. Bende onları çok seviyorum"
"Ben bu konunun içinde değilim gördüğüm kadarıyla"
"Sizi tanımıyorum Poyraz Bey, tanımadığım birini nasıl seveyim? Siz beni sevdiğinizi söyleyebilir misiniz?"
Yalanın büyüğü işte buydu. Meltem, Poyraz'a her baktığında içi eriyordu, resmen âşık olmuştu ona. Huyunu bile bilmezken hem de. Şu anda büyük bir oyun sergiliyordu. Poyraz'ın attığı derin bakışlara karşı söylediği yalanlar her oyuncunun sergileyebileceği rol değildi.
"Seninle arkadaş olmak istesem nereden başlamalıyım?"
"Benimle arkadaş mı olmak istiyorsunuz?"
"Hayır, istesem dedim"
Meltem daha fazla dayanamayarak ayağa kalktı "Olmayın Poyraz Bey, siz benimle arkadaş falan olmak istemeyin. Siz isteseniz de ben istemiyorum"
Kapıyı vurup çıktığında sekreter ile göz göze geldi. Sinirden kızarmış yüzünü gizlemek ister gibi hafif gülümseyerek başını eğdi ve geldiği asansöre hızlı adımlarla yürüdü. 'Arkadaş olmak istemek, istememek, istersem, istemezsem... Bu adam ne diyor? Ne yapmaya çalışıyor? Tanımak istiyorsa tanırdı, bunun yolları sorgulanmaz. Mahkeme duvarı gibi suratıyla geçmiş karşıma kafamı karıştırmaktan başka bir halt etmedi. Of Meltem! Bu adamın nesini sevdin sen kızım? Daha adam akıllı konuşamıyoruz bile. Tek görüntüsü yüzünden âşık mı olunur? Sanal mankenlerimin can bulmuş halini görünce böyle oldu tabii. Yoksa sevilecek bir yanı yok bunun. En iyisi uzak durmak...'
Meltem kararlı bir şekilde çıkıp restorana geri döndü. İçeri girdiğinde halen daha sinirli ifadesi duruyordu. Dışı sinirli fakat içi üzgündü. Yol boyu kendisine sorduğu neden sorusunun cevabını verememek üzdü onu. Neden hep sert bakıyor? Neden biraz insancıl davranmıyor? Neden şanssızım? Neden... Neden... Neden... Kendine o kadar yüklenmişti ki dokunsalar ağlayacak durumdaydı.
Ne oldu? Tabii dokundular. Bu surat ile dokunulmamak mümkün değildi. Zeynep ve Ayşe kızın daha içeri girer girmez düşmüş ifadesini fark etmiş ve yanına gitmişlerdi.
"Meltem neyin var canım?"
"Başına bir şey mi geldi?"
"Biri mi üzdü?"
Arka arkaya gelen sorulara cevap veremediği gibi gözünden inen yaşlara da engel olamadı. Diyemiyordu ki ben Poyraz'a âşık oldum ama sizin o suratsız oğlunuz bana değersizmişim gibi yaklaşıyor... Yani bu kibarca söylenişiydi yoksa Meltem'in içinden geçen tam olarak şuydu, 'Sizin kaslardan oluşmuş mahkeme suratlı, don yağı oğlunuz yüzünden kendimi bok gibi hissediyorum. Bir üzerime sifon çekmediği kaldığı için eksik kaldım'
Elinin tersi ile gözyaşlarını sildi. "Yok, benim biraz canım sıkıldı, kendi kendime yani... Kimse bir şey demedi. Mutfakta biraz çalışayım, oyalanınca geçer." Dedi ve yanlarından kaçtı. Meltem'i ilk defa bu şekilde gören iki kadın endişelendiler. Her daim güler yüzlü ve neşeliydi oysaki
Akşama kadar mutfaktan çıkmayarak ortalığı bal dök yala yapmış hatta yetmemiş ertesi günün yemeği için hazırlıkları da tamamlamıştı. Yüzündeki hüzün ise hiç geçmemişti. Ayşe ve Zeynep kafalarındaki soru işareti ile onu izlemeye devam ettiler.
Akşam yemeği sonrası tüm aile salonda toplanmıştı. Zeynep gündüz yaşananların cevabını bulmaya niyetli olarak kocasına döndü.
"Yiğit bugün Meltem geldiğinde onun canını sıkacak bir olay yaşandı mı?"
"Hayır, aşkım. Gayet neşeliydi, zaten çok kalmadı yanımızda. Bizden çıkıp Poyraz'ın odasına gitti"
Bütün gözler Poyraz'a dönünce suçlanmış gibi baktı, ellerini havaya kaldırıp "Ben bir şey yapmadım" dedi. Zeynep nedense inanmamış gibi bakıyordu çünkü Meltem ile tek uzak olan oydu.
"Gerçekten, yemeğimi getirdi gitti. Yalnız yemek getirdiği için teşekkür etmeyi unuttum. Ona kızmış olabilir mi?"
Zeynep sonuç alamayacağını anlayarak "Neyse" dedi. Belki evle ilgili bir sıkıntı olmuştu ve anlatamamıştı. Kendini böyle avuttu değilse de kokusu nasıl olsa çıkardı.
Poyraz odasına çekildiğinde Cenk arkasından geldi. Elleri eşofmanının cebinde topukları üzerinde sallanarak Poyraz'a baktı.
"Ne yaptın?"
"Hiç"
"Kesin yaptın"
"Ya... Neden herkesle samimi olduğu halde bana bey dediğini sordum. O da benim samimiyetsiz olduğumu söyledi. Samimi olmak için ne yapmalıyım deyince içinden gelmeli dedi. Sonra ben seninle arkadaş olmak istesem ne yapmalıyım dedim, arkadaş mı olmak istiyorsun dedi. Ben hayır dedim"
Poyraz anlatırken yüzü buruştu. Ne yaptığını iyi biliyordu.
"Abi sıçmakla kalmamış birde sıvamışsın"
"Cenk bu kız benim aklımı karıştırıyor. Irmak ile ayrılacağım zaman kafam karışık olduğu için sandım ama..."
"Değilmiş. Abi sen bu kızdan hoşlanmış olabilir misin? Ben cevabı biliyorum da, sen kendine söyle diye soruyorum"
"Yok, ne alakası var."
"Ben gidiyorum, sen biraz daha düşün. Birde Google amcaya sor bakalım sıvadığım boku nasıl temizlerim diye"
"Siktir git Cenk ya... Ha sende davranışlarına dikkat et"
"Hangi?"
"Pelin ile dans ederken gördüm, elin kolun durmadı. Kızın neredeyse ellenmedik yerini bırakmadın"
Cenk pişkince gülerek odanın kapısını açtı "En sevdiğimden kendimi mahrum edemem" dedi ve gitti.
Kardeşi bu kadar umursamaz ve rahatken kendisi tam bir hayvandı. Kadınlara karşı nazik davranırdı fakat nedense Meltem onda sinir yapıyordu. Her söze cevabının olması mı? Kendini yamamaya çalışan kadınlardan olmaması mı? Bakmaktan asla sıkılmayacağı gözleri ya da siyah saçları mı? Yoksa gördüğü ince beli mi? Galiba Meltem bunların toplamıydı ve Poyraz'ı olmadığı biri yapıyordu.
Poyraz sert durdukça kız savunmaya geçiyor, bilmiş ve akıllıca kullandığı cümlelerle oklarını cesurca gönderiyordu. Biraz alttan alsa belki Poyraz da yumuşayacaktı fakat alttan almak değil kız sanki üstüne basmak ister gibi davranıyordu.
Bugün annesinin bile fark edeceği kadar kötü olduysa kalkanlarını indirmiş demekti. Kendi karşısında dik durmuş fakat ayrılınca balon gibi sönmüştü. Onu üzdüğünü bilmek iyice canını sıktı. Belki yarın gidip gönlünü alabilirdi. En azından arkadaş gibi yaklaşarak aralarındaki buzları eritmeyi başarabilirdi. Kendini restorana gitmeye bahane bulmuş olarak bulunca gülümsedi.
**
Meltem...
Bugün kapanma saati yaklaştığında yeni bir kaygı edindiğimi fark ettim. Ya Poyraz yine gelirse... Bu da bay kaygının yeni bir oyunu muydu yoksa benim ona karşı olan duygularımın yerden yere vurulması mıydı? Cevabını bilmediğim soruları sevmiyorum. Özellikle de araştırılıp bulunamayanları. Hayat benim için net olmalı, matematik gibi... Sonuç net olarak karşımda durmalı ama yeni dersimiz Poyraz daha çok mantığa benziyordu. Düz gidildiğinde sonuç sapma yapabiliyordu ve ben bu sapmalar yüzünden kendimi saptırılmış gibi hissediyorum. Saptırılmış ne mi? Durun daha o konuya gelmedim. Aşk meşk ilişkilerinde yeni olduğum için terimler konusunda da henüz cahilim. Ben ve cehalet asla eşit olamaz, kabul etmiyorum. Çözeceğim ben bu işi, soru işaretleri, varsayımlar, acabalar ile yapamam. Bay Kaygı, bunun senin işin olduğunu biliyorum. Bir git birader, başka adam mı kalmadı benimle uğraşıyorsun. Üç sene hayatımı kaydırdığın yetmedi galiba.
Son kalan tencere de yerine yerleştiğinde belimin ayrıldığını hissettim. Bunu annemden öğrendim. Her işin sonunda "Ay belim ayrıldı" der. Önce anlamamıştım ne dediğini fakat üzerimde çalışmaya başladıktan yaklaşık bir hafta sonra bel ayrılmasının ne demek olduğunu yaşayarak öğrendim. Beliniz iki yandan çekiliyormuş gibi hissedersiniz. Sanki biri gelmiş omurlarınıza parmak atıyor gibi.
Çözüm belli, sağa sola kıvırmalar ardından aynı hareketler öne ve arkaya doğru yapılır. Geçmez ama biraz rahatlatır. Bende rahatlamak amaçlı öğrendiğim bu hareketleri yapmaya başladım. Gerçekten de rahatlatıyormuş. Ben bedenimi açmaya çalışırken arkamdan gelen tok ses "Çok mu yoruldun?" dedi. Yok ya o değildir. Çok istediğiniz şey aynı zamanda en korktuğunuz olursa ne yapardınız? Yine bana cevap vermiyorsunuz, hiç yardımcı değilsiniz ama.
Arkamı dönünce onu gördüm, yine gelmişti. Bu defa ne yapacaktı? Dün sinirlerimi bozup ağlatmayı başarmıştı. Açık verme Meltem, sen güçlüsün. Karşında hayallerinde yaşattığın adamın can bulmuş hali olabilir ama sen yıkılmayacaksın.
"Çalışıyorum, tabii ki yorulacağım. Zeynep Teyze çıkalı yarım saat oluyor, onu görmeye geldiyseniz kaçırdınız"
"Annemi görmek için bu saatte buraya gelmeme gerek yok, akşamları evde görebiliyorum"
"Her zaman ki gibi haklısınız" diyerek iki saniyelik sahte bir gülüş gönderdim. O ise karşında sırıtıyordu. Gerçekten sırıtıyor. Bu adam sadist mi? Karşısındakini sinir edince zevk alıp gülen manyaklardan mı?
"Bugün çayın yok gördüğüm kadarıyla. Hadi otur bu defa ben kahve yapayım"
Allah'ın aklımı koru. Cenk ve Doğa ikiz olduğuna göre bunun da ikizi olabilir mi? Dün ki musibet diğeridir belki de. Ben ona uzaylıymış gibi bakarken elinde cezve ile masayı gösterip "Hadi otur" dedi. On düğmesine basılmış oyuncak bebek gibi masaya gidip sandalyeyi çektim ve oturdum. Dün beni ağlattı, bugün bana kahve yapıyor. Ağladığımı bilse üzüldü diyeceğim ama bilmiyor.
Elinde iki fincan ile gelip karşıma oturdu. Yüzüme bakmadan bir yudum kahvesinden aldı. Başını kaldırdığında yüzünde minik bir tebessüm vardı. Ay yok bu adam benimle oyun oynuyor ama ben tavrımı bozmayacağım.
"Ne oldu Poyraz Bey? Dünden sonra arkadaş olmaya mı karar verdiniz?"
"Dün yemek için teşekkür etmediğimi fark ettim"
"Sizin teşekkürünüze gerek yoktu. Zeynep Teyze rica etti bende yaptım. O bana teşekkür etti ki etmesine gerek yoktu sonuçta onun çalışanıyım ve söylediklerini yapmakla yükümlüyüm."
"Meltem yavaşla biraz"
Yavaş? Hızlı gitmiş olabilirim ama üste çıkmam lazım. Yine de sustum.
"Dün seni üzen ne oldu? Annem geldiğinde moralinin bozuk olduğunu söyledi."
Hadi ama ya... Basma damarıma, yine gözlerim dolacak. Dayanmalıyım, ne diyeceğim? Sen beni adam yerine koymadığın için ağladım diyemem.
"Bu benim özelim Poyraz Bey."
"Öne aramızdaki sıfatları düzeltmekle başlayalım mı? Bana bey demeyi bırakırsan daha memnun olacağım"
"Nasıl isterseniz"
Kaşlarını kaldırıp başını yana eğdi "Zamanla alışacağını varsayıyorum"
Başımı sallamakla yetindim. Benim gelecek için varsaydıklarımı bilse...
"Kardeşinle sık sık dışarı çıkar mısınız? İyi anlaşıyor gibi duruyordunuz"
"İlk defa çıktık. Ben her ne kadar istesem de çok sosyal olamadım. Kardeşim bana göre daha girişkendir. Okulda da bir çevresi var. Benim öyle bir şansım olmadı."
"Neden? Ailen mi okutmadı?"
Bu adam ne kadar meraklı oldu bir anda. Peki, madem öğrenmek istiyorsun anlatayım.
"Bay kaygı yüzünden."
Ah ne tatlı şaşkın bakıyor ya...
"Üç defa üniversite sınavına girdim ama en uzun yarım saat içeride kalabildim. Her defasında bay kaygı tepeme oturup beni rezil etti."
"Anladığım kadarıyla stres karşısında kaygı problemin var. Hiç yardım almayı düşünmedin mi?"
"Aldım, bir sene boyunca psikolog kapısına gittim ama sonuç değişmedi, olmadı, aşamadım"
"Senin için üzücü olmalı, anladığım kadarıyla öğrenmeyi seven birisin. Her konu hakkında konuşabiliyorsun. Bilgili biri olduğun belli oluyor"
Benim hakkımda ne çok fikri varmış. İlginç olanı da doğru tespitlerde bulunuyor. Hangi arada beni incelemiş olabilir ki.
"Olsun, üniversite okuyamamış olmam başarılı olamayacağımı göstermez."
"Tabii onlarca örnek var. Kendine güvenin olduğu sürece başaracağına eminim. Hadi kalk seni evine bırakayım, yorgunluğun yüzünden belli oluyor. Daha evde masa kurup toplayacaksın dimi?"
Kendi bardağı ile benimkini alarak mutfağa gitti. Gelen su sesinden onları yıkadığını anladım. Bu akşam bu adama ne oldu bilmiyorum ama hep böyle kalmasını diliyorum. Gerçi sert duruş da ona yakışıyor daha karizmatik duruyor. Şu an saçmalıyorum dimi? Bugünkü melek halini sevmişken ben dünkünün yakıştığını söylüyorum. Sanırım nasıl bir psikolojide olduğumu anladınız. Normal değil, hiç normal değil.
**
Poyraz...
Meltem'i eve bırakıp döndüm. Başlarda dikenleri dışarıda dursa bile sonradan sakinleşmesi hoşuma gitti. Uysal bir kız gibi kendini anlattı. Bende ona ayak uydurdum. Çok zor değildi aslında. İki medeni insan gibi konuşabiliyormuşuz demek ki. Yani o dikenlerini çıkarmadığı sürece sorun yok gibi gözüküyor. Biraz gönlünü alabildiğimi umuyorum.
Daha odama girmeden Cenk arkamda bitti. Hadi ama yine var?
"Cenk her gece iyi alıştın sen beni yoklamaya"
"Gir içeride ne olduğunu anlat. Meltem'in gönlünü aldın mı?"
"Nereden biliyorsun onunla olduğumu?"
Of yine o pişkin sırıtış, yeme beni bakışı. Hiç değişmiyor bu çocuk.
"Gel içeri başımın belası" dedim de fazladan kurulmuş bir cümleydi bu. Cenk zaten adımlarımı takip ediyordu. Ben üzerimi değiştirirken çalışma masamın üzerine oturup ayaklarını sallamaya başladı. Bir yandan da elinde rubik küpümle oynamaya başladı.
"Sakin olduğu zaman gayet güzel sohbet ediliyormuş. Başta yine kirpi gibiydi ama sonradan sakinleşti."
"Hakkında neler öğrendin?"
"Kaygı sorunu varmış. O sorun demiyor bay kaygı diye isim takmış"
Cenk gülümseyerek "Komik bir kız olduğunu anlamıştık zaten" dedi. Herkes onun hakkında benden daha çok bilgiye sahip. Bu beni rahatsız etti. Bu kıza olan ilgim giderek artıyor, merak ediyorum onu. Özgür olduğunda neler yapabileceğini görmek istiyorum. Sosyal olmadığını söylediğinde aslında şaşırdım. Bence insan ilişkileri bu kadar başarılı olan bir insanın sosyal olmaması fırsat verilmemesinden kaynaklanıyor. Barda onu kısa bir süre görmeme rağmen duruşu ile dikkat çektiğini fark etmiştim. Yan masalardan ona nasıl baktıklarını gördüm. Ayrılmak istemediğim halde o gece tanıştığım kadına söz vermiştim, beni bekliyordu. Beklemeseydi Meltem'e bakan gözleri tek tek oyabilirdim. Pantolonunun yırtmacının derinliği tehlikeliydi. Evet, ilk o yırtmacı gördüm. Uzaktan bile bacaklarının beyazlığı göz alıcıydı. Yanıp sönen ışıklar altında parlıyordu.
"Aramıza dönecek misin yoksa seni hayallerinle baş başa bırakıp gideyim mi?"
"Hayal kurmuyordum, sadece düşünüyordum"
"Düşüncelerini ve hayallerini sıraya koyduğunda tekrar konuşalım."
"Ne demeye çalışıyorsun Cenk?"
"Poyraz zor durumda diyorum. Hayatı kolaylaştırmak yerine kendine eziyet ediyorsun. İtiraf et kurtul. Ben yaptım, insan çok rahatlıyor inan"
Yine koydu lafı gitti. İnatçılığı bir, lafı ortaya bırakıp gitmesi iki... Bu özellikleri hiç değişmeyecek.
Sabah kahvaltıya Ege'de geldi. Genelde erkenden yiyip evden ilk çıkan o olurdu ama bu defa sona kalmayı seçmişti.
"Dersin yok mu senin?" Babam da durumu garipsemiş belli ki.
"Öğlen bir dersim var bugün amca."
"Şirkete gelip yardım edersin artık"
"Üzgünüm Yiğit Bey, anneme söz verdim"
Ege bu ara kapanın elinde kalıyor. Ne zaman boş olsa ya amcam ya teyzem yanına alarak yardım ettiriyor. Bizim ufaklıkta ilk gelen teklifi değerlendirip hiç hayır demiyor. Ufaklık demek alışkanlık olmuş. Adam yirmi yaşında koca bir adam oldu. Evin en küçüğü olduğu için ufaklık sıfatı yapıştı üzerine. Aynı babası gibi yerinde duramayan, neşeli bir velet...
"Abi havalar soğumadan son bir kamp yapalım mı?"
"Olur"
Fırsat buldukça kamp yapmayı seviyoruz. Havalar sıcaksa deniz kenarına gidip hem dalıyoruz hem de bir iki gece kalıp stres atıyoruz ama şimdi soğuk olacağı için dağı tercih ederiz. Son beş yıldır kardeşlerce yaptığımız en keyifli aktivite.
"Ne zaman gideriz?"
"Hafta sonu"
"Tamam, ben hazırlıkları yaparım. Hadi size afiyet olsun"
Tüm masayı silip süpürdükten sonra planlamasını da yapıp gitti. Zaten uzun süre bir yerde durduğu görülmediği için garipsemedik. Babam arkasından bakıp gülümsedi. Onda amcamın gençliğini gördüğünü biliyorum. Bazen o günleri özlediklerini düşünüyorum. Kafa kafaya verip eskilerden konuşmaya başladılar mı ikisinin de yüzündeki değişimleri görebiliyorum. Çok zor günleri beraber, omuz omuza atlatmışlar. Bugünlere gelebilmek için sadece birbirlerine güvenmişler. Bu nedenle gerçek kardeş olmasalar bile gerçekten daha gerçekler. Bu da bizim ailenin özelliği, kan bağına ihtiyacımız yok. Biz özel bir aileyiz ve ben onlarla beraber olduğum için çok şanslıyım.